THE HOURS, VIRGINIA WOOLF
Her kadın, diğerine bir zincirin halkaları gibi eklenirken, bir edebiyat eserinin gücü, hayatlarını karşı konulamaz şekilde değiştiriyor. Birinci kadın, Virginia Woolf, Londra’nın varoşlarında bir yandan depresyonla savaşırken, bir yandan da ilk romanı olan Mrs. Dalloway’i yazıyor. Bundan 20 yıl kadar sonra, II. Dünya savaşının sonunda Los Angeles’ta yaşayan bir ev kadını olan Laura Brown, Mrs. Dalloway’i okuyor ve bunun içindeki devrimci ruhtan aldığı ilhamla yaşamında büyük bir değişiklik yapma kararı alıyor. Ve günümüz New York’unda yaşayan, Woolf’un Mrs. Dalloway’inin modern bir versiyonunu olan Clarissa Vaugan, kendisiyle eski sevgilisi Richard için sonun ne olacağını tahmin etmeye çalışıyor. Üçünün hikayesi bir araya geliyor ve sonunda şaşırtıcı bir tanışma gerçekleşiyor.
Hep Aşk hep saatler…
LÜTFEN BENI ÖLDÜRME – FILM STRANGER THAN FICTION 2006/FILM
HAYALET YAZAR
Hayalet yazar, kitap yazarı, el yazması senaryo, senaryo, konuşmalar, makale, şarkılar, blog yayınları, hikâyeler, beyaz kitaplar veya resmi olarak başka bir kişiye yatırılan diğer metinler için kiralanan bir kişidir.
Hayalet yazar hiç yeteneği olmayan birini ya da içi boş şöhreti insan hayatlarından çalıntı yaparak nasıl da öne çıkartabilir?
Bunun adına da başarı deniliyor. Her şey paket pogram, biraz sanal ışık. Biraz saç, biraz kiyafet, cafe de kitap görseli. Oldu bitti…
” Tüm kelimeler orada. Sadece sıralama yanlış.!”
GÜN BATMADAN
Yönetmen: Richard Linklater
Oyuncular: Diabolo, Ethan Hawke, Julie Delpy, Mariane Plasteig, Vernon Dobtcheff
Jesse Amerikalı bir yazardır ve Fransız Celine ile Viyana treninde tanışmışlardır. Onlar bu tanışma sonrasında birbirlerinden çok hoşlanmış ve herşey o trende kalmıştır. Aradan 9 yıl geçmiştir ve kitabının tanıtımı için Jesse Fransaya gider. Uçağının kalkmasına az bir zaman kalmıştır ve Pariste Celine ile buluşurlar. Bu bir kaç saat içinde Parisin en güzel yerlerinde gezerek ve konuşamadıklarını konuşarak zamanlarını geçirirler.
Zeka dolu diyaloglarıyla izleyeni ipnotize ediyor.
ÖZGÜRLÜK YAZARLARI
Genç bir öğretmen kendisini, öğrencilerine hoşgörü kavramını, bunu önce kendileri üzerinde uygulamayı ve eğitim sözcüğünü, okul hayatlarının ötesine taşımayı öğretmeye adamıştır. İdealist öğretmen Erin, çok başka dünyalardan gelen karakterlerle uğraşmak zorundadır. Aslında farklı ırklardan gelen bu öğrenciler için okul, sadece yaşları gereği orada bulunmak zorunda oldukları bir yerdir. Erin, kendi yöntemleri ile onlara yakınlaşmaya çalışsa da bu niyeti daha da büyük tepkilere yol açar. Çünkü öğrenciler, hayatta yüzleştikleri ırksal ve toplumsal acı gerçekleri farkına vararak öğretmenlerinin saf idealizmi bırakmasını isterler. Zaman içinde onlarla iletişim kurmayı başaran Erin, herbiri birbirinden farklı hikayesi olan bu gençleri, kendi hikayelerini yazmaları ve bunu da birbirleri ile paylaşmaları konusunda cesaretlendirir. İşte tam da bu yazılar, öğrencilerin hayata tutunmalarını sağlayan bir araca dönüşecektir. Oscar ödüllü oyuncu Hilary Swank’ın rol aldığı film, Erin Gruwell isimli bir öğretmenin gerçek hayat öyküsünden uyarlanmıştır.
MARY SHELLEY
Mary Shelley kimdir, Gotik korku romanı Frankenstein ile tanınan İngiliz yazar. Roman, kısa hikaye, drama, biyografi ve gezi yazıları gibi edebiyatın pek çok farklı alanında eser vermiş olan Shelley, ünlü politikacı ve filozof William Godwin’in kızıdır. Yazım hayatı dışında, filozof ve şair olan kocası Percy Bysshe Shelley’in eserlerine yaptığı düzenleme ve editörlük işleri ile de edebiyat camiasında saygın bir yere sahiptir.
Haifa All-Mansour, bu filminde Mary Shelley’nin Frankenstein romanıyla ulaştığı alışılmadık başarıyı, alışıldık romantik drama kalıpları içinde anlatıyor. Mary ile Percy Shelley tanışırlar, birbirlerine aşık olurlar, yakınlarına meydan okurlar, çeşitli engellerle karşılaşırlar. Babasının Mary’ye “Kendi sesini bul” önerisinde bulunması, Percy’nin “Mary yakında hepimizi geride bırakacak bir iş yapacak” demesi, Mary’nin “Bu mümkün mü? Ölüler yaşama geri dönebilir mi?” sorusunu sorması, seyirciye öykünün hangi yöne gideceğinin işaretlerini veriyor.
MIDNIGHT IN PARIS (2011, YÖN: WOODY ALLEN)
Woody Allen tarafında Paris’e bir saygı duruşu niteliği taşıyan film, Gil isimli bir yazarın 1920’lerin Paris’ine doğru bir yolculuğa çıkışını anlatıyor. Filmin içinde kimler yok ki; Salvador Dali’den Ernest Hemingway’e, Luis Bunuel’den Fitzgerald’a herkes filmin içinde karşımıza çıkıyor. Allen, bir yazarın dünyevi iç sıkıntısı anlatırken esasında ilham üzerine önemli ve keyifli bir film izletiyor bizlere.
Yaratıcılık sürecinize destek olabilecek sevdiğiniz yazarlarla sohbet edebilmenin keyfi bir başka olmalı.
SAHAF (THE BOOKSHOP)
Bir keresinde bana…
Bir hikaye okuduğumuzda, hikayenin içine yerleştiğimizi…
Kitap kapaklarının ise dört duvara, bir çatıya ve…
Bir eve dönüştüğünü söylemişti…
Bir kitabı bitirdikten sonra, hikayenin akılda yer etmesini ve…
Zihinde tekrar tekrar canlanmasını dünyada her şeyden daha fazla seviyordu.
Ayrıca, kitabın yarattığı tüm o duygulardan zihnini boşaltmak için…
Uzun yürüyüşler yapıyordu…
2017 yılına ait bu güzel film, Berlin film festivalin de ödül almış.
Film de dikkatimi çeken, Lolita, Vladamir Nabakov’un kitabı. 1939’da (Büyücü) adıyla kısa bir hikayeden büyük bir roman halini alıyor.
Lolita eseri 1955 Pulitzer Ödülü almış. En iyi 100 roman arasına girmiş. Pek çok dünya dillerine çevrilmiş.
Filmdeki bayan kahraman Florence Green, Lolita kitabını okuması ve değerlendirmesi için gönderiyor.
Daha sonra kitap dükkanında satmaya karar veriyor. Diğer bir detay filmin sonunda bizi karşılıyor.
Bence, “Karahindiba şarabı ne zaman çıkar?” önemli repliklerden biri.
Florence, filmin sonuna doğru paketi açtığında karşılaştığı kitap, dünyanın en büyük bilimkurgu ve fantezi yazarlarından biri o
” Temiz, dumansız ve etkili, işte karahindiba şarabı bu.”
Karahindiba Şarabı, Ray Bradbury .
ÇIFTE HAYATLAR
Akşam için seçtiğim, 2018 Double Lives Fransız filmi. Yayıncılık, editörlük, dizi oyunculuğu, yazarlık ve dijital dünyanın içinde bulunduğu durum anlatılıyor.
Dijital dünyada yazan insanlar fazlalaşırken, narsizm çoğalıyor. Anlayıştan gittikçe uzaklaşırken, sanat eserlerinden, gerçek sanatçılardan da uzaklaşıyoruz. Bu çağda, Google kendi sayfasında herkesten reklam ücreti alırken, kütüphanesindeki edebi eserleri ücretsiz okumaya sunuyor.
Dijital dünyada e-kitap okunma grafiği gelecek vaat etme düşüncesi umulan gibi olmamış, yayın evlerini şaşırtarak gerilemiştir. İnsanlar dijital dünyadan Web siteleri, blog sayfaları aracılığıyla yapacakları şeylerde sınırlı görünüyor.
Herkesin bedavadan dağıttığı, kişisel gelişim sözlerinin içi boş. Çünkü uygulayanlar değil, kullananlar dünyası,doğallıktan uzak, kimyasalı bol insanlar haline gelindi. Haliyle, cahilin kol gezdiği ortamda gerçek bilgiden bahsetmek de zorlaştı.
Okur oranı gittikçe azalırken, sanat adına da düzgün işlerin çıkarılamadığı ortada. Her şey bir taklitten ibaret olmaya başladı.
Bilgisayarlara, cep telefonlarına, hatta internet bağlantısına onlarca para verilirken, kitap, dergi satın alınma miktarı bu denli az. Yani kültüre, edebiyata verilecek para yok.
Seyirci gözlüğümü çıkardığımda,filmin konusundan bahsetmek gerekirse.
Başarılı bir yayımevi yöneticisi olan Alain, yıllarıdır ünlü yazar Leonard ile birlikte çalışmaktadır. Leonard, yeni bir kitap hazırlığı içerisindedir. Ancak yayıncılık dünyası büyük bir değişim içerisindedir. Hızla değişen ekonomik dünya, yayıncılıkta da bir dönüşüm yaratmış, yayıncılıkta dijital bir döneme geçilmiştir. Alain ve Leonard bir yandan dijital dönüşümün edebiyat dünyası üzerindeki etkileri ile uğraşıp devrime ayak uydurmaya çalışırken bir yandan da girdikleri orta yaş krizinin getirdikleri ile boğuşur.
Bir Cevap Yazın