Korkunun Felsefesi, Lars Fr.H.Svendsen

Güvenlik kameraları. Havaalanı güvenlik şeritleri. Kepenkleri indirilmiş mağaza vitrinleri. Toplumsal korkunun tezahürleriyle her gün karşılaşıyoruz. Haber bültenleri sürekli dört bir yanımızı kuşatan binbir türlü tehlikeden ve içimizdeki kötü bir şeyler olacak hissini durmadan körükleyen artan terör tehdidinden bahsediyor.

“Korku aynı zamanda, bulaşıcıdır. Biri bir şeyden korkmaya başladığında, bu korku diğerlerine onlardan da başkalarına yayılma eğilimi gösterir.”

— Lars Fr. H. Svendse

Merhaba

Bu kitap günlük yaşam dünyamızın korku tarafından ele geçirilmesi karşısında giderek daha çok hissettiğim rahatsızlığın bir sonucu olarak doğdu. Bir rahatsızlığın güdülediği kitapların polemik olmak gibi bir eğilimi vardır, bu kitap da bundan azade değil. Kitapta, neredeyse tüm olgulara korku cephesinden bakma eğilimine bir saldırı söz konusu. Korku kültürünün şöyle paradoksal bir özelliği var: Bu kültür, eldeki en güven içinde yaşadığımız bir zamanda ortaya çıkıyor. Korku kültürüne karşı yönelttiğim en önemli savlardan biri onun özgürlüğümüzün altını oyuyor olması. Sıkıntı kültürü içinde sürdüğümüz yaşantı hakkında bir kitap yazdıktan sonra, korku kültüründeki yaşantımız hakkında bir kitap yazmak tuhaf karşılanabilir. Biri korku diğeri sıkıntı kültürü olmak üzere, içinde yaşadığımız kültüre dair iki teşhis görünüşe bakılırsa çelişkili olabilir. Zira biri korkunun pençesine düştüyse sıkılmaz. Ama her yaşam iki unsuru da barındırır. Philip Larkin, “Dockery and Son” adlı şiirinde “hayat ilkin sıkıntı, sonra korkudur” derken, bu iki duygunun kabaca söylersek, varoluşu özetlediğini kastediyor gibidir.

Kitap yedi bölümden oluşuyor.

Birinci bölümde “korku kültürü”nün kısa izahını , yani korkunun nasıl olup da değerlendirdiğimiz kültürel olarak belirlenmiş bir nevi büyüteç haline geldiği.

İkinci bölüm korkunun ne tür fenomen olduğunu tanımlama girişimi ve nörobiyolojiden fenomolojiye kadar bir çok farklı yaklaşımı inceliyor.

Üçüncü bölümde “risk toplumunda” korkunun rolünü tetkik ederek riskleri asgariye indirme girişimlerimizin nasıl da pek çok us dışı çehreye büründüğünü gösteriyor.

Dördüncü bölüm, çoğu kez örneğin ekstrem sporlar ve eğlenceler söz konusu olduğunda- isteyerek korkutucu olmanın peşinden koştuğumuz gerçeğini mercek altına alıyor, oysa korku kaynağı olacak şeylerden normalde kaçınmaya çalıştığımız hesaba katılırsa, bu paradoksal bir durum.

Beşinci bölümde güven kavramına bir göz atıp, korku kültürünün güven üzerinde baltalayıcı etkilere sahip olduğuna dikkat çekiyor, bu öyle bir şeydir ki karşılık olarak korkunun etki alanını genişletir. Genel güven duygusunun azalması toplumsal ilişkiler üzerinde parçalayıcı bir etkiye, sahiptir, her ne kadar korkunun kendi hesabına bütünleştirici rolü birçok siyaset felsefecisinin düşüncesinde merkezi bir yer tutar, bilhassa Machiavelli ve Hobbes’un eserlerinde.

Altıncı bölümde hem korkunun siyaset felsefesinin temeli olarak oynağı rolle hem de yakın geçmişte “teröre karşı savaş”ta korkunun siyasi olarak nasıl kullanıldığı.

Yedinci bölümde korkudan bir çıkış yolu olup olmadığını, bugün bizi çevreleyen korku iklimini dağıtıp dayatamayacağını soruyor.

Ayrıntılarına girmeden değinilecek diğer bir konu ölüm korkusu.

Neden aşk titretemiyor yüreğimi korku gibi?

the the, “bluer than mıdnıght”, dusk 1993

Sizce, korkunun bize keşfettirdiği değerler neler?

Peki ama her şeye rağmen hissedilecek bir sürü olumlu duygu varken olumsuz bir duyguyu arzu etmek neden?

Duygusal yazılımımız, kat be kat çekici olduğunu düşünebileceğimiz onca başka duygu barındırıyorken korku hissi neden bu kadar çekici?

Hümanist iyimserliğin izlerini taşıyan daha aydınlık, daha az ürkütücü bir gelecek mümkün mü?

Korkunun Felsefesi, okumayanlara tavsiye, okuyanlara bilgiyi hatırlatma amaçlı.

Yazarlar sizi okumaya davet ediyor.

Sevgiyle okuyunuz…

Ben’i Sorgula
Kategoriler
%d blogcu bunu beğendi: