Kendini Bilmek İçin Kitap

"Ruhsal enerjide ilk basamak insanın kendini bilmesidir. Kendini bilen insan maneviyatını keşfeder ve yolculuğuna başlar." Lao Tzu

“Vicdanın sana ne diyor? Kimsen o olacaksın.

— Ecce Homo, Nietzsche

Merhaba

Rollo May, kitabına bir tespitle başlıyor: “İçinde yaşadığımız çağda bir paradoksla karşı karşıyayız. Radyo, televizyon ve uydulardan âdeta bardaktan boşanırcasına yağan bilginin hiç bu kadarını görmemiş, kendi varlığımıza dair hiç bu kadar büyük bir içsel belirsizlik yaşamamıştık. Nesnel hakikat arttıkça, içsel netliğimiz de o kadar azalmakta.”

“Var olan her kişide kendini olumlama, yani öz-olumlama niteliği, merkezliğini koruma ihtiyacı vardır. Bu öz-olumlamaya verdiğimiz isim ‘cesaret’tir.”

İçinde yaşadığımız çağda bir paradoksla karşı karşıyayız. Radyo, televizyon ve uydulardan adeta bardaktan boşanırcasına yağan bilginin hiç bu kadarını görmemiş, kendi varlığımıza dair hiç bu kadar büyük bir içsel belirsizlik yaşamamıştık. Nesnel hakikat arttıkça, içsel netliğimiz de o kadar azalmakta. Fevkalade bir şekilde artmış olan teknik gücümüz, bize bu gücü kontrol etmeye yarayacak bir araç sağlamadı ve teknolojide ileri doğru atılan her adım çoğumuz tarafından muhtemel bir yok oluşa doğru bizi iten yeni bir tarz gibi deneyimleniyor. Nietzsche’nin bunu öngörmüş olması ise son derece ilginç:

“Atom kaosu döneminde yaşıyoruz…bu korkunç olgu… bu ulus devlet… ve mutluluk adına çıkılan av bugünle yarın arasında yakalandığı andan daha büyük olmayacak; zira yarından sonraki gün tüm av zamanlarının sonu gelmiş olabilir. ” Friedrich NIETZSCHE

Bunu hisseden ve yaşamın anlamını bulma konusunda her zamankinden daha büyük bir ümitsizliğe düşen insanlar varlıklarına dair farkındalıklarını türlü yollarla bastırıyor ve apati (dış dünyaya karşı ilgisizlik) , manevi tembellik hissi ya da hedonizme başvuruyorlar.

‘Yaşamın bir anlamı yok mu?’ diye düşünen insanların akın akın terapistlere gitmesi şaşılacak bir durum değil. Fakat terapi de genellikle çağımızdaki parçalanmayı önlemenin bir yolu değil, bu parçalanmanın ta kendisinin dışavurumu anlamına geliyor. Tarih tekrar tekrar göstermiştir ki, bireyin özgürleşmeye duyduğu ihtiyaç er ya da geç kendini ortaya çıkaracaktır.

Ben, kendi içimizdeki varlığı keşfetmek ve olumlamak yoluyla içsel bir kesinliği olanaklı kılabileceğimize inanıyorum. Koşullanma, davranış mekanizmaları ve içgüdüsel itkiler gibi teoriler üreten psikolojilerin tersine, bu teorilerin altına inmeli ve kişiyi yani tüm bunları yaşayan varlığı keşfetmeliyiz. Zira varlık duygusu en derin, en temel sorularla iç içedir; sevgi, ölüm, kaygı ve önemsenmeye dair sorular.

Bu kitapta okuyacağınız metinler, yakınlarımdaki ve kendimdeki varlığı bulma tutkumdan kaynaklanmıştır. Bu da değer verdiğimiz şeyleri ve amaçlarımızı anlama çabası demektir. Normal kaygı deneyiminde, kişi o kaygıyı duymadığı takdirde özgürlüğünü de elde edemeyecektir.

  • Varoluşçu yaklaşım bize şu soruyu sordurtur: Bir insan nasıl oluyor da diğerleriyle bir bağ kuruyor? İnsan doğasında iki kişinin iletişimini ve birbirini varlık olarak kavramasını sağlayan şey nedir, ne vardır da onu diğerinin refahıyla ve memnun olmasıyla sahiden ilgilenmeye ve ona sahici bir güven duymaya iter?

Varoluşçuluk Nedir?

Varoluşçuluk özne ve nesne arasındaki, Rönesans’tan hemen sonra Batı düşüncesini ve bilimini alt üst eden o çatlağı ortadan kaldırarak insanı anlama gayretidir.

“Binswanger bu çatlağın, ‘bugüne kadar ki tüm psikoloji biliminin kanseri… dünyadaki özne-nesne ayrımını yapan doktrinin kanseri’ olduğunu söyler. “

Kökeni ex-sistere olan bu varoluş (existence) teriminin sözcük anlamı “öne çıkmak, ortaya çıkmak”tır. Bu da tam olarak, bu kültür temsilcilerinin insanları- gerek sanatta gerekse felsefe ya da psikolojide- statik madde yığınları ya da mekanizmalar veya örüntüler değil; ortaya çıkan, olmakta olan, yani var olan bir şey olarak resmetmeyi amaçladığını gösterir.

Psikoloji ve insan biliminin diğer veçhelerinde yüz yüze geldiğimiz elzem sorunun ta kendisi ise neyin soyut hakikat olduğu ve neyin gerçek olduğu arasındaki işte bu uçurumdur.

Martin Heidegger genelde, günümüzdeki varoluşçu düşüncenin babası olarak kabul edilir. Ufuk açıcı eseri Varlık Ve Zaman, Binswanger ve diğer varoluşçu psikiyatr ve psikologlara insanı anlamak için gerek duydukları o derin ve kapsamlı temeli kazandırması açısından radikal bir öneme sahiptir.

Paul Tillich eserinde varoluşçu yaklaşımı gösterir ve Olma Cesaret adlı kitabında pek çok bakımdan en iyisi ve varoluşçuluğun (sahiden de yaşamaya dair bir yaklaşım olarak) İngiliz dilindeki en ikna edici sunumudur.

Kafka‘nın içten dışa ve dıştan içe varoluşçuluğun sesini duyuran romanları, modern kültürdeki ümitsizlik ve “insandışılaştırma” durumunu resmeder. Yabancı ve Veba‘nın yazarı Albert Camus, varoluşçuluğun kısmen öz-bilincinde olan modern edebiyatın kusursuz örneklerini temsil eder.

Varoluşçuluğu anlamak için modern resme bakalım. Van Gogh, Cezanne ve Picasso gibi modern hareketin en çarpıcı temsilcilerinin eserleri ilk olarak, doğanın gerçekliğiyle yeni bir bağ kurmak için yüzeyi parçalama gayretidir; üçüncü olarak, hayatiyeti ve içten, doğrudan estetik deneyimi açığa çıkarma çabası; dördüncü olarak ise- bu, ümitsizlik ve boşluğu resmetmek anlamına gelse de- modern insanın durumunun altında yatan o an ki anlamı ifade etme yolundaki umutsuz girişimdir. Örneğin Tillich, Picasso‘nun Guernica tablosunun parçalanmış, bölümlere ayrılmış halinin en etkileyici ve en açık örneği olduğunu ve “şu anda çoğu Amerikalının ruhundaki parçalanmışlığı, varoluşa dair şüpheyi, boşluğu ve anlamsızlığı gösterdiğini” savunur.

Varoluşçu yaklaşımın doğal bir şekilde kendiliğinden modern kültürün krizlerine cevap olarak çıkması, sadece resim ve edebiyatta kendini göstermesinde Avrupa’nın farklı bölgelerindeki çeşitli felsefecilerin bu fikirleri birbiriyle bilinçli olarak paylaşmadan geliştirmiş olmalarında da örneklenmektedir.

Pascal‘ın orada olmak ya da daha doğrusu “nerede olduğumuz” sorusuyla yiğitçe yüzleştiğini görürüz. Pascal‘ın gayet iyi bilebileceği gibi, kişinin yüzeysel açıklamaların ardına saklanamayacağının idrakini görürüz. Sonuncusu ise böyle bir evrende varoluşun keskin farkındalığından kaynaklanan derinden sarsıcı kaygıdır.

Son olarak ise varoluşçuluk ile Laotzu‘nun metinlerinde görülen Doğu Felsefesi ve Zen Budizmi arasındaki ilişkiye dikkat çekmek gerekir. Hayat Yolu eserinde alıntılara göz atıldığında bunu hemen görmek mümkündür. “Varoluş, sözcüklerin gücünü o kadar aşar ki, tanımlanamaz: Terimler kullanılabilir ama bunların hiçbiri mutlak değildir.” Hiçbir yerden doğmayan fakat her şeyi doğuran varoluş, evrenin ebeveynidir.” “Varoluş sonsuzdur, tanımlanamaz; elinizde tuttuğunuz dal parçasından ibaretmiş gibi görünebilir; dilerseniz onu oyabilir ama o gönlünce oynanıp sonra bir kenara atılacak bir şey değildir.” “Yapmanın yolu olmaktır.” “Varlığının merkezinde kal; zira ondan ne kadar uzaklaşırsan o kadar az öğrenirsin.”

  • Varolduğunun bilincine varabilen ve varoluşunu bilebilen varlığın, bu dünyada var olan insanın bilinci bloke etmesi ya da etmeye zorlanmasının ve kaygı-, öz-yıkıma mecbur hissetmesinin ve ümitsizliğe kapılmasının anlamı nedir?

Zen Budizmi ve Doğu felsefeleri ve varoluşçuluk arasındaki bu benzeşme tesadüfi sözcük benzerliğinden daha da derinlere iner. Her ikisi de ontolojiyle, var-lık incelemesiyle ilgilidir. Her ikisi de özne ve nesne arasındaki yarılmanın ardındaki gerçeklik bağını arar. Her ikisi de Batı’nın doğa karşısında sürekli güç kazanmakla ve onu fethetmekle meşgul olmasının, sadece insanı doğaya yabancılaştırmakla kalmayıp, dolaylı olarak insanı kendine de yabancılaştırmakla sonuçlandığında ısrar eder. Bu benzerliklerin temel nedeni, Doğu felsefesinin, Batı felsefesini karakterize eden o kökten sarsıcı önze-nesne ayrımını hiç yaşamamış olmasıdır ve bu ikilik varoluşçuğun aşmaya çalıştığı şeyin ta kendisidir.

“Varoluşçuluk, kapsamlı bir felsefe ya da yaşam tarzı değil, gerçekliği kavrama gayretidir.”

Günümüzde Doğu düşüncesine duyulan yaygın ilgi, bence, aynı kültürel krizlerin, aynı yabancılaşma hissinin ve varoluşçu hareketi doğuran ikiliklerin yarattığı kısır döngülerin ötesine geçmek için duyulan aynı açlığın yansımasıdır.

Kierkegaard ve Nietzsche Batı insanının “ruhunun hastalanmasının”, belli bireysel ve sosyal sorunlarla açıklanmayacak kadar ve derin ve kapsamlı olduğunun apaçık farkındaydı. İnsanın kendisiyle kuruduğu ilişkide kökten yanlış olan bir şeyler vardı; insan kendisinin temel sorunsalı haline gelmişti. Nietzsche, “Avrupa’nın önündeki gerçek tehlike şudur,” diyordu., “insandan korkmakla birlikte insan sevgisini, insan güvenini ve aslında insan iradesini de yitirdik.”

“İnsana düşen görev basittir: Artık varoluşunun ‘düşüncesizce bir kaza’ olmasına izin vermemelidir. Sadece Existenz sözcüğü değil, söz konusu bu Existenz-philosophie diye anılan şeye özellikle yakın kılar. İnsanın temel meselesi, yaşamın bir başka kazadan ibaret olmasına izin vermemesi, gerçek bir ‘var oluş’ u başarmasıdır.” Kaufmann

Sağlık meselesine yaklaşımında da Nietzsche çağının psikolojisine seslenir. Sağlık, bazı talihli insanların eriştiği sabit bir hal değildir. (Hayatının çoğunu hasta olarak geçirenlerimiz için bu ne büyük bir tesellidir!) Sağlık, hastalıklarla başa çıkma mücadelesinde dinamik bir dengedir. Sanatçının sanatçı olmasının, nedeni, hastalıkla sağlık arasındaki mücadelesinde bir hassasiyet kazanmıştır. Bu noktada Nietzsche’den bir alıntı yapalım: “Tin büyür. Yaralandığınızda kuvveti geri kazanırsınız.” Sağlık, hastalığı yenme kapasitesidir. Bu da Nietzsche‘nin sonraki fikirlerinden birine, sanatçının hastalık ve acıyı yenme yeteneği olarak ifade ettiği “güç” fikrine işaret eder.

Nietzsche‘yi okuyan herkes herhangi bir noktada mutlaka psikolojik içgörülerle karşılaşır; bunlar sadece etkileyici ve zeki tespitler değildir, aynı zamanda ondan on-onbeş yıl sonra Freud’un kuracağı psikanalitik mekanizmalarla da şaşılacak ölçüde paralellik taşır.

Varoluşun amacını sorgularken birbirleriyle bağ kuran tüm düşünürlerin değerli kitaplarını okumak; olmak ve olmamak kavramlarını anlayabilmemi sağladı. Üst insanların düşünceleriyle sohbet içinde olmak benim için gurur vericiydi. Anlayacağınız, amacı olan bir okumayla edinilmiş bir kütüphane dolusu gerçek dostlarım var. Rollo May‘ın değerli eserlerini anlayabilmeniz içinde tüm bu düşünürlerden geçmiş olmanız gerekli.

Varoluşun Keşfi, okumayanlara tavsiye, okuyanlara bilgiyi hatırlatma amaçlı. Rollo May (21 Nisan 1909 – 22 Ekim 1994), Amerikalı varoluşçu psikolog. Varoluşçu felsefenin yanı sıra humanist psikolojinin de önemli isimlerinden biri olarak bilinir. Türkçeye Kendini Arayan İnsan ve Yaratma Cesareti isimli kitapları çevrilmiştir. Rollo May, teolog Paul Tillich’in yakın arkadaşlarındandır. Yaratma Cesareti (The Courage to Create) ismini Paul Tillich’in Varolma Cesareti (The Courage to Be) isimli eserine referansla koymuştur.

Rollo May, Amerikan hümanizminden etkilenmiştir ve varoluşçu psikolojiyi başta Freud’unki olmak üzere diğer felsefi yaklaşımlarla birleştirerek yeni bir yaklaşım yakalamaya çalışmıştır.

Aynı zamanda Rollo May, Otto Rank’i varoluşçu psikoterapinin en önemli öncülerinden biri olarak görmüştür. Ölümünden kısa bir süre önce May, Rank’in derslerinin Robert Kramer tarafından derlendiği bir esere yazdığı önsözde, “Otto Rank’i, uzun bir süredir Freud’dan etkilenen büyük ama keşfedilmemiş bir dahi olarak görüyorum.” demiştir.

Yazarlar sizi okumaya davet ediyor.

Sevgiyle okuyunuz…

“Varoluşun Keşfi, Rollo May” için 2 cevap

  1. Hüseyin İbiş Avatar
    Hüseyin İbiş

    yasemin hanım bütün yazılarınızı okuyor ve beğeniyorum harika bir yazım şekliniz ve insanları derinden bilgilendirmek için göstermekte olduğunuz gayretinizi gözlemlemekteyim sizinle bir türlü karşılıklı takipleşmemiz mümkün olmadı eski sitemde yayın yaparken sizi takipçilerim arasında göremedim umarım bu sitemde sizi takipçilerim arasında görebilirim ve bundan büyük bir onur duyacağımı bilmenizi isterim nasıl takip edeceğinizi anlatayım wordpressin okuyucu bölümünde yer alan ara kısmına hüseyin ibiş yazıp arattıktan sonra siteler bölümünde karşınıza çıkacak olan hüseyin ibiş kişisel blog linkini tıkladıktan sonra beni takip edebilirsiniz sizin takipçilerim arasında olup beni fikirlerinizle yönlendirmeniz beni çok memnun eder sitemin sloganında da belirtmiş olduğum gibi eleştiriliyorsak doğru yoldayız demektir.
    yazmış olduğum gibi hüseyin ibiş kişisel blog linkinden takip edeceksiniz bir çok şahıs çalışmayan bir siteyi tıkladığı için takipçimiz olamadı.

    Liked by 1 kişi

    1. Yasemin Emre Avatar

      Merhaba, Hüseyin Bey.
      Varoluş sürecinizde umarım her şey yolundadır.
      “Kitapları Anlatan Blog” sayfasının kurulum amacına hizmet ederek paylaşımlar da bulunmaya gayret ediyorum. Size ulaşan bilgilerle yol alabiliyorsanız; ya da yön tayin yapabiliyorsanız bu ancak “mutluluk” verir.
      Gelelim takip etme konusuna. Yola takip etmek ve takipçi kazanmak için çıkmadım. Takip eden bazı sayfaların da gerçek olmadığını düşünüyorum. Gerçek dostlara ihtiyaç var…
      Ulaştırmak istediğiniz bilgiler olursa mesaj atarsanız yardımcı olmak isterim. Değerli mesajınız için teşekkür ederim. Sevgiyle kalın.

      Liked by 1 kişi

Yasemin Emre için bir cevap yazın Cevabı iptal et

Bir WordPress.com Sitesidir.

Kendini Bilmek İçin Kitap sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et