
Bu kitap aile diziliminin temel kalıplarını anlamak isteyenler içindir. Ailelerdeki doğru rolleri bulmak için eşsiz bir el kitabıdır. Temel konuların basit bir dille anlatıldığı bu kitap tüm yaklaşımı ile geleneksel terapinin çok daha ötesindedir.
“Dünyaya bir kez anne ve babanız aracılığı ile gelirsiniz, ikinci doğumunuz ise bekleyiştir… Kendi kendinizi dünyaya getirmek ve kendi kendinizin anne ve babası olmak zorundasınızdır.”
— Osho
Merhaba
Kişisel hayatımda bana ilham kaynağı olan ruhsal öğretmenim Osho’ya şükranlarımı sunmak isterim. Hayata dair bakış açısı kazanmam ve insanlığın özündeki gizemi takdir etmemde bana çok yardımı dokunmuştur.
1990’lı yıllarda Alman psikoterapist Bert Hellinger’e Aile Dizimi yaklaşımı geliştirip terapiyle buluşturduğu için de teşekkür etmek gerekir. Aile Dizimi terapisinin çıkış noktası, bireylerin kuşaklar öncesinden başlayarak ailelerindeki bireyler ile görünmez bir bağ ile bağlı olduğudur.
Bilginin kaynağını da belirtmek oldukça önemlidir. Özellikle benim gibi araştıran bir okur için. İşinin ustası olan düşünürlerle sohbet edebilmenin bir amacı olmalı.
Hani bazen bir şeyler aradığınızı hissedersiniz ama tam olarak neyi aradığınızı da bilmiyorsunuzdur. Bu bir bilgi, derin bir tatmin ya da içinde bulunduğunuz durumla ilgili bir cevap olabilir. Farkına varmasanız bile uzandığınız her kitap, katettiğiniz her yol, kurduğunuz her ilişki bununla ilgilidir.
Bu bizim kendi gerçeğimizi arama yolculuğumuzdur.
Başlangıca döneriz… Geri dönüp insanlık tarihinde atalarımızın mirasını incelerken, kendi varoluş hikayemizin her bir bireyiyle kurduğu bağı da inceleme fırsatı buluruz.
Benim hikayemde yıllar önce işte böyle başladı…
Yaşamın nihai amacının sevgi olduğunu ve eğer sevgiyi ıskalarsak aslında yaşamı da ıskalayacağımızı anlarız.
Herkesin bir anne ve babası vardır. Bu, öylesine açık ve evrensel bir gerçektir ki birçoğumuz onu kanıksar hatta çoğu zaman tamamen unuturuz. Ancak onlarla olan ilişkimiz, hayatımızdaki en önemli iki ilişkidir. Dünyaya ve fiziksel bedenlerimize, hayata onlar aracılığı ile geliriz. Bir mistik olan Osho’nun da söylediği gibi:
“Varlığımızın yarısı annenizin, yarısı da babanızın bir parçasıdır. Onlar sayesinde buradasınız; onlar olmasaydı siz de olmazdınız. Başınıza gelen her şeyin sebebi, bir şekilde onlardır. Herkes bunun farkına varmalıdır… “
Farkında olsak da olmasak da hepimiz ebeveynlerimize derinden bağlıyız. Onları seviyor ya da onlara kızıyoruz. Kimimiz anne babasını yanında isterken, kimimizde onlardan uzaklaşmak için elinden geleni yapıyor. Ebeveynlerine karşı hiçbir şey hissetmeyen, tamamen kayıtsız olan çok az kişi vardır.
“Aile” ya tüm acıların kaynağı ya da sağlıklı bir toplumun ve yıllardır bilimsel çalışmalara konu olmuş aile ilişkileri dinamiklerinin temeli olarak tanımlanır.
Bu kitap, Aile Dizimi’nin temellerini anlamak isteyenler için yazılmıştır. Ve Aile Dizimi üzerine çalışan danışmanlar, terapistler ve uygulayıcılar Hellinger yaklaşımını benimsemiş olmalıdır.
Hellinger, bunlara ek olarak transaksiyonel analizin kurucusu Kanadalı psikiyatrist Eric Berne’nin çalışmasından da yararlanmıştır. (Eric Berne kitaplarını Blog’da inceleyebilirsiniz)Berne, herkesin çocukluğunda yazdığı gizli bir “hayat senaryosuna” göre yaşadığını, bu senaryonun bilincine varılarak gün ışığına çıkarıldığında değiştirilebileceğini keşfetmiştir.
Buna karşın Hellinger, senaryonun önceki nesillerden devralınıp sanki kişiye aitmiş gibi sahiplenilebileceğini fark ederken Berne, kişisel yaklaşımın ötesini irdelemiştir. Gizli hayat senaryosunun keşfinden sonra hem Berne hem de Hellinger, kişiyi belirli bir senaryonun zincirinden kurtarmak için “çözüm cümleleri” üretti.
Hellinger’in çalışması diğer terapi yöntemlerine çok şey borçlu olsa da Aile Dizimi’nin, bütünüyle bambaşka bir terapi çeşidi olduğunun altını çizmek gerekir. Kendi içinde doğal bir sisteme sahip olan bu yöntem, bugüne kadar ortaya konmuş en derin ve güçlü terapilerden biridir. Muhtemelen yirmi dakikalık bir seansta, ailemiz ve kendimizle ilgili en derin gerçekleri ortaya çıkarabilir. Böylece iyileşmemize, dönüşmemize, özgürleşmemize ve hayatımızı iyileştirecek köklü değişiklikleri gerçekleştirmemize olanak tanır.
Unutmayın, ehil insanlarla çalışma yaptığınızda sağlıklı sonuçlar alabilirsiniz. Bire bir terapi, danışanı yalnızlaştırır. Terapist, danışanın hayatına yön veren ilişkileri incelerken onunla bireysel olarak çalışır. Öte yandan Aile Dizilimi resmin bütününü görmeyi hedefler. Bedenle, zihni bir bütün halinde ele alan bütüncül tıpta olduğu gibi, Aile Dizimi de bireyi organik bütünlük içinde olan aile sisteminin bir parçası olarak değerlendirir.
Hepimiz farklı ailelerden geliyoruz ve farkında olmasak bile hepimizin ailesinde sorunlu ilişkiler var.
Ailenizle hiçbir alakası yokmuş gibi görünen bir sorun da yaşıyor olabilirsiniz. Belki doğru aşkı bulmakta zorluk çekiyorsunuzdur. Devam eden ilişkilerinizde problemler yaşıyor olabilirsiniz. Sevmediğiniz bir işte çalışıyor olabilirsiniz. Belki de psikosomatik nedenlerden kaynaklandığını düşündüğünüz bir hastalık yaşıyorsunuzdur.
Mutlu bir yaşam yaşamanıza engel olan problemler yoktan var olmaz. Kişisel sorunlarımın, birlikte büyüdüğüm insanların ve benden öncekilerin de dahil olduğu çok daha büyük bir uyumsuzluğun parçası olduğunu anlamak, beni rahatlatır.
Davranışlarımızı yönlendiren, bize neyin “doğru” neyin “yanlış” olduğunu, neyi yapmamız neyi yapmamız gerektiğini söyleyen şeyi genellikle vicdan adı verilen içsel bir his olarak tanımlarız. Hangi değerleri takip etmemiz, hangilerini etmemiz konusundaki hükümleri de zihnimizin vicdan mekanizması verir.
Peki bu değerleri nasıl öğreniyoruz?
Elbette doğduğumuz ve ait olduğumuz ülke, kabile, kavim ya da tarikat gibi sosyal gruplar sayesinde. Bu sosyal gruplar arasında bize değerleri öğreten birinci kaynak ise ailemiz, özellikle de anne babamızdır.
Kısacası gündelik hayatımızı vicdanımız yönlendirir ama işin ilginç yanı, büyüdükçe içimizden gelen bu sesin tamamen bize ait özel, bağımsız ve inançlarımız olduğunu sanırız. Bizi doğru şekilde davranmaya zorlayan şey karakterimizin derinliklerine o kadar başarılı bir şekilde işlemiştir ki onu kişiliğimizin ve kimliğimizin parçası olarak görürüz.
Herkes bir topluluğa ait olma ihtiyacı duyar. Her topluluk, doğru ve yanlış algımız aracılığıyla aidiyet hissi yaratmak bizi yöneten bir “sistem” dir. İster kişisel vicdanımız dayatmalarına uysun ister uymasın, yaptığımız her şey sisteme olan bağımlılığımızı güçlendirir ya da zayıflatır.
Bir ailedeki herkes eşit derecede o ailenin bir parçasıdır. Kim olduğuna, aileye ne zaman katıldığına ya da ne yaptığına bakılmaksızın ailenin her üyesi eşit haklara sahiptir. Herkesin ailede bir yerinin bulunması ve eşit derecede saygı görmesi gerekir.
Aile sistemi söz konusu olduğunda çok daha büyük bir gücün varlığından söz edebiliriz. Bu güç bizi, sadece kendi hatalarımızı değil atalarımızınkini de ödemeye zorlar. Geçmişte ailede yaşanmış ve telafi edilmemiş bütün olumsuzlukların acısı sonraki nesillerden çıkar. Bu, tıpkı vücuda yerleşen bir virüsün kişiyi bir süre sonra hasta etmesi gibidir.
Kuşaklar arasında gerçekleşen çok daha geniş ve derin bir olgudur. Bu varoluşsal bir gerçektir…
Kısacası aile sisteminde işler böyle yürür ve bu sistemleri yöneten yasalara göre aileden biri davranışlarının sorumluluğunu üstlenmediğinde, başka bir aile üyesi bunu onun yerine yapacaktır. Kolektif vicdan, kefaret tamamen ödenene kadar bu sorumluluğu nesilden nesle aktarır.
“Kişisel vicdan yaptığım hatayı telafi etmemi sağlar. Kolektif vicdan suçluluk hissetmeme neden olurken kolektif vicdan beni bilinç dışı yollarla etkisi altına alır. Bu da bize, beynimizde bizi yaptığımız her şeyden ve davranışlarımızın başkaları üzerindeki etkisinden sorumlu tutan ortak bir katman olduğunu gösterir. Kabul etsin veya etmesin herkes sorumludur. “
Kişisel ve kolektif vicdan arasında olgunlaşma isteğimizi doğrudan etkileyen bir fark daha bulunur. Kişisel gelişim… Bozulan dengeyi ben düzeltemeyecek olursam, sonraki nesillerden birinin bunu benim için yapması gerekecektir.
Bunun sorumluluğunu alan biri olarak bu konu üzerinde disiplinle çalıştığımı belirtmeliyim.
Eğer bir kişi aile bağlarının sebep olduğu düğümlenmelerden kurtulmak istiyorsa, öncelikle ailenin kolektif vicdanını anlamalı ve buna uygun hareket etmelidir. Çünkü ancak denge yeniden sağlanıp hesaplar kapandığında, herkes ve her şey doğru yerde olduğunda bireysel seçimlerini düşünebilecek kadar özgürleşir.
Aile Dizimi adını verdiğimiz çalışmanın amacı da budur…
Ebeveynlerimize kendimiz olarak aslında onlara “evet” dediğimizde, kendimize “evet” demiş oluruz. Bu boyun eğdiğimiz anlamına gelen bir “evet” değil, kabullendiğimiz anlamına gelen bir “evet”tir. Sadece mevcut duruma “evet” deriz. Böylece kendimize ait hissettiğimiz parçalarımızı da kabullenmiş oluruz. Çünkü babamızın sevmediğimiz yönleri muhtemelen kendimizde de sevmediğimiz yönlerdir. Bu yüzden eğer ebeveynlerimizi tüm kalbimizle kabullenip “bağrımıza basarsak” kendimizi de tam manasıyla kabullenmiş oluruz.
“Kutsal Düzen açısından kendimizle barışık olabilmenin tek yolu sahip olduğumuz ebeveynleri içten bir şekilde onurlandırmaktır. Kısacası bizden önce gelenleri de onurlandırmış oluruz. Geldiğimiz yerin, bizi bu hayata getirenlerin ve artık içimizde akmakta olan yaşam enerjisinin önünde saygıyla eğiliriz. Böylece, köklerimize, yaşamımızın kaynağına büyük bir hürmet göstermiş oluruz.”
Anne ve babama saygı duyuyorum. “Bana verdikleri her şey için teşekkür ediyorum”. Saygımı sunduğumda özgürlüğüme giden yolu açmış oluyorum…
Sevginin Kökeni, okumayanlara tavsiye, okuyanlara bilgiyi hatırlatmak için.
Yazarlar sizi okumaya davet ediyor.
Sevgiyle okuyunuz…
Bir Cevap Yazın