Aklı Uyandırma Yöntemiyle Zihin Özgürlüğüne Kavuşur Ve “Çiçek” Açar.

Zihnin nereden gelir? Eğer zihnin nerden geldiğini bir kez anlarsan, kendi davranışlarının neden olduğu sınırsız engeller ortadan kalkacaktır. Aklı uyandırma yöntemiyle zihin özgürlüğüne kavuşur ve “çiçek” açar. Kim olursak olalım, nerede yaşarsak yaşayalım, zihin yaşamımızın yüreğindedir; bu nedenle zihnin arınması ve uyanması yaşam yolunda yürüyen herkesin ilgisini çekecektir.

Sevgili Okur

Bu dünyada şiddete baş vurmadan özgürlük içinde erdemli yaşamak mümkün müdür? Özgürlük kesinlikle gereklidir; fakat bu özgürlük, bireyin istediği her şeyi yapabilme özgürlüğü değildir.

Mavi kürede, 50 yıl boyunca yeryüzü çocuklarının neler yaptığını gözlemledim. Güneşin ısıttığı bu çorak iklimde insanların dışsal hedeflerinin meydana getirdiği kaosa şahitlik ettim. Gürültülü, kalabalık herkesin bağrış çağrış içinde olduğu; sen, ben kavgasında bireysel haklılığın teyidini istediği; duygusal, düşünsel, bedensel kirliliğin, şiddetin hakim sürdüğü bir yaşam.

Hegel Tarihin bize öğrettiği şey, ne ulusların ne de hükümetlerin ondan herhangi bir ders almıyor oluşudur” der.

Bu şiddet herkesin içine bu denli kök salmışken insanın huzurlu yaşayabilmesi şiddeti fiilen dönüştürmek tamamen değiştirmek mümkün müdür? Bu şiddet nereden miras alınmıştır? Düşünce şimdiye kadar insani sorunlarımızı çözebildi mi?

İnsan Olma, rahatsızlığının bir tedavisi olmalıydı. Diğer tüm rahatsızlıklar için doktorların ve tıbbın bir tedavisi vardır. Fakat bu insan olma rahatsızlığını ne tedavi edebilirdi.

Dışarısı nasılsa, içerisi de aynıdır. İnsan sadece kendi içinde değil dışında da fiili olarak çatışma halindedir. Şu halde insanı ne değiştirecek? İnsan olarak sizi ve beni ne değiştirecek?

İçindeki çelişkilerle, çarpık, bozuk bir zihin her şeyi berrak ve masumane görebilir mi? Zihin deneyimlerle birikip, kabalaşıp, hantallaşır. Böyle bir zihin uyanık olabilir mi? Binlerce deneyim edinse bile zihin her zaman açık ve dolaysız özgür olabilir.

J. Krishnamurti, Hayat adını verdiğimiz şey çatışmadır, der.

Hayatımızda çok fazla acı var ve nasıl sonlandıracağımızı bilmiyoruz. Acının sona ermesi bilgeliğin başlangıcıdır. Acının ne olduğunu bilmeden ve onun doğasını ve yapısını anlamadan sevginin ne olduğunu da bilemeyiz. Bize göre sevgi acıdır, hazdır, kıskançlıktır. Kıskanç ve rekabetçi bir insan sevebilir mi? Sevginin ne olduğunu da bir an önce anlamamız gerekli.

Tanrı adına, bir ideoloji adına, ülke adına, başka şeyler adına 5.000 yılda 15.000 savaş olmuş. Hala ne sevgiye ne de şefkate sahibiz…

Peki, tüm yaşanılanlarla varlığımızı nasıl sürdürebiliriz? Uygarlığımızın ve türümüzün refahı için neler yapabiliriz. Bu konuda ben söz sahibi değilsem, o zaman kimdi söz sahibi?

Tek başına ayakta durup kendimiz için doğru cevabı arayabilir miyiz? Zihnimizi keşfederek çok yoğun bir şekilde şartlandırılmış olan kalbimiz ve hem bilinç düzeyinde hem de bilinçaltında tamamen özgür olabilir mi? Bunlardan kurtulmak için başka birisinin yardımını mı bekliyoruz?

David Hume, “Her yana bakıyor, her yerde kavgadan, uyuşmazlıktan, ilgisizlikten başka bir şey göremiyorum. Kendi içime bakınca, bilgisizlik ve kuşkudan başka bir şey bulamıyorum. Ben kimim? Varlığımı hangi nedene borçluyum? Sonra hangi duruma döneceğim? Bütün bu soruların karşısında güçsüz kalınca, yoğun karanlıkların beni her yandan sardığını düşünüyorum…” diye yazıyordu.

İnsan keşif yolculuğunu tek başına yapması gerektiğini gözlemliyor…

Sorular meydan okuyor ve bu meydan okumaya karşılık vermem gerekiyordu. Sorulara eski yanıtları bulmak için yola çıktım…

Paul Brunton, Atalarımızın bize bıraktığı bütün sözlü geleneklerde, arkaik dönemdeki doğudan kalma ilk el yazmalarından çağdaş ve günümüz yayınının en son ürünlerine kadar dünyanın bütün edebiyatında, örtülü ama sürekli biçimde insanın içindeki “öbür ben”le ilgili imalar buluyoruz,” der.

Kitapların üzerine eğildiğimizde daha iyi dersler öğrenebiliriz…

Bugünün aklı, kendine sorduğu soruların çözümü için çağın ünlü düşünürlerine başvurmayı istemiyor. Böylece gerçek hazinelerin yanından geçiyor, çünkü bu eski bilgelerin derin düşünceleri çağdaş kültürün öğrencileri için değerli bir getiri olabilir.

Antik Çağların en saygın okullarının yüreğini hissetmek için sığınağım, inziva yeri olan odamda “Kitaplar Okulu”nu yaratmak izin “Ben Kapsülü”ne binerek kendimi her şeyden izole ettim.

Kalbinin kendisine sunduğu şeyi- akıl ona “Bunu yapamazsın” dediği için-denemeyen kişi “Hiçbir içten ödülsüz kalmaz” fikrini görev edinen herkese ebediyen seslenen Gerçeğin Sesi’ni duyamaz.

James Allen, “Aklın sükuneti, bilgeliğin en değerli hazinelerinden biridir,” der.

İnsanlık tarihinde kazı çalışması başlattım. İnsan binlerce yılın ürünüdür; tüm tarih , geçmişin tüm bilgisi her birimizin içinde gömülüdür; onu nasıl derinlere inip çıkaracağınızı bilirseniz bulabilirsiniz. Bu nedenle insanın kendini tanıması son derece önemlidir. Kişi eğer kendini tanımak istiyorsa doğrudan kendine bakması gerekir.

Uyuyan uyandığında, arayışcı doğar… Arayışı gizlice başlatan şey üç parçaya bölünmüş bir ebedi Benlik vardır; Arayışcı, Arayış, Kutsal Olan.”

Halil Cibran’a göre herkes kadim gerçeklerin bilinciyle doğar. Gerçek yüzlerini gizleyen toplumun içinde bu bilgiyi unutur, arayışından vazgeçer. Ta ki bir gün uykusundan uyanana ve her şeyi olduğu gibi görene kadar. Ancak bu özgürlüğün bedeli meczup olarak görülmesi ve toplumun dışına itilmesidir.

Hiçbir haritada olmayan böyle bir denize açılırken, bilinmeyen derinliklere dalarken cevaplar üzerinde düşünmek yerinde olacaktır. Disiplin öğrenmek demektir. Öğrenmek ve ortaya çıkarmak kendi disiplinini getirir.

Gerçek öğrenme, insan olmanın anlamını ta yüreğinden kavrar. Öğrenmeyle kendimizi yeniden yaratırız. Öğrenmeyle, şimdiye kadar hiçbir zaman yapamadığımız bir şeyi yapmaya muktedir hale geliriz. Öğrenmeyle dünyayı ve onunla ilişkimizi yeniden kavrarız. Öğrenmeyle, yaratma ve hayatın üretme sürecinin bir parçası olma kapasitemizi genişletiriz.

Kütüphanemde Kadim Sohbet arkadaşları edindim. Nereye gidersem onları ve onlardan öğrendiklerimi beraberimde götürdüm. Basılmayan kitapları için de çok üzüldüğümü belirtmek isterim. Acaba içlerinde ne yazıyordu diye kafa patlattığım zamanlar çok oldu.

Kitaplar aracılığıyla sadece yeryüzünün değil, gökyüzünün de çocuğu olduğum hatırlatıldı. Kozmos’u yani evrenin düzenini keşfetmek için öze dönüş yolculuğunu başlattım. İçsel hedefler belirledim. Ben’i parçalara ayırdım. Kendimi fethetmek için derinlere daldım.

Kişisel önyargıda bulunmadan, çarpıtmadan her şeyi apaçık gören zihin düzensizliği kavrayabilir ve ondan kurtulabilir, böyle bir zihin erdemli ve düzenlidir.

Aldığım eğitimi derinlerdeki inciyi bulamak için uygulamaya geçtim. Gerçek olumlu bir enerji birdenbire bir inci olarak belirir. Kendi kendime koçluk yaparken içsel motivasyon sözlerim şöyleydi: “İçini anladığında ve onun için çalıştığında her şey eksiksiz olacaktır…”

Joseph Murpy, “Zihniniz de, dünyanızı olmasını istediğiniz yere getirmeden önce değişmelidir,” der. Zihnin işlevini anlamaya başlamanın en iyi yolu, onu bir bahçe olarak düşünmektir…

Harika düşünce tohumlarını zihne ekme egzersizlerinin sonunda kanatlarımı açarak etere kadar yükseldim. Boşlukta kaybolmadan uzun bir süre bekledim.

Ruhsal alemde beni en çok çeken Gerçeklik yıldızının ışığını izleyerek; yaratılan her şeyi içeren uzaydaki, yıldızları, kürelerin müziğini gezegenlerin uyum içinde dönüşlerini ve birbirlerine zarar vermeden tekamül ettiklerini ve kocaman bir boşlukta bunu yaparken birlikte nasıl hareket ettiklerini izledim.

Konumu, koca gökte Venüs’le Mars arasında bir yerlerde bulunan ve uzayda dönüp duran bir kürenin üzerinde yaşıyoruz. İnsanın tek yapması gereken; kendini yönetmekken; dünyanın hareketiyle, onu yönetemeyeceği halde neden ilgilenir?

Güneş sistemi bizim yardımımız olmadan da döner…

İnsan bu apaçık gerçeğe rağmen yeryüzündeki her şeye sahip olma isteğinde. Yaşa! veya Öl! kimsenin umurunda değildir… İnsanın tek amacı; şuur katmanlarında, saf altın damarına ulaşması gerektiğinin bile farkında değil! Fizik dünyanın keşfi son yüzyıllarda hız kazanmıştır; ama insanın bilinmesi çok geride kalmaktadır.

Yeryüzünde uçsuz bucaksız, binalar, yollar, köprüler, irili ufaklı büyük yer kaplarken; aklımızın ermekte zorlandığı “ben”in kapladığı alanın sırrına ulaşılamıyor. Bilimin önündeki büyük bilmece insanı ve aklın ötesindekini çözemiyor.

Her şeyin değerini biliyoruz, ama kendi tek değerimiz olan konusunda cahiliz. Çağımız kesinlikle ilahi değerin açık seçik ortaya çıktığı dönemdir…

“Yapılması gereken en zor şey nedir?” Miletoslu şöyle karşılık verdi; Kendini tanımayı öğrenmek… Eski çağın bilgelerinin bildirisi buydu; bugün de göstermemiz gereken çaba budur.

“Zira barış” der Rene Guenon en alelade anlamında bile, sonuçta düzenden, dengeden ya da uyumdan başka bir şey değildir. Bu üç öğe hemen hemen eş anlamlıdır ve üçü de, biraz farklılık içererek de olsa, çokluk ve çeşitliliğin ilkeye götürüldüğü zamanki birliğini ifade ederler. Gerçekte o zaman çokluk ve çeşitlilik aslında yok olmamıştır ancak dönüştürülmüştür; her şey birliğe götürüldüğünde yok olmaz, tersine, daha tam bir gerçeklik kazanır ve bu birlik her şeyde belirir. Böylece “çokluktaki birlik” ve “birlikteki çokluk” şeklindeki birbirini tamamlayan iki bakış açısı, tüm tezahürün “İlahi Mekanı” oluşturan merkezi noktasında ayrılmaz bir biçimde birleşirler. Bu makam ulaşmış olan için artık zıtlar yoktur; dolayısıyla da, düzensizlik yoktur. O makam düzen, denge, uyum ve barışın olduğu yerdir. Oysa bu makamın dışında savaş hali vardır; zira zıtlar henüz kesin olarak aşılamamıştır.

İnsan her şeyden önce ve sürekli olarak, beşeri tezahürünün tüm tarzlarında kendisinde birliği (düşüncesinin birliğini, eyleminin birliğini ve belki de en zoru olarak düşüncesi ile eylemi arasındaki birliği) gerçekleştirmeye yönelmek zorundadır. Ayrıca, eyleme ilişkin ise asıl önemli olanın “niyet” olduğunu vurgulamak da gerekir. Zira zahiri etkenlerin eylemin sonuçlarını daima etkilemesine karşın, niyet tamamen insanın elinde olan bir şeydir.

Niyette birlik ve değişmez merkeze (bu merkezi nokta kalp ile temsil edildiği) sürekli olarak yönelme eğilimi sembolik olarak kıbleye yönelme töresiyle ifade edilir…

Sevgiyle okuyunuz…

kendini Hatırla!

Göğün en yüksek katının güzelliği de, en yüksek yerlerin ihtişamı da yürektedir; yürek, tam olarak açık ve farkında ruhun toplandığı yerdir.

Sabırla odan da kal…

%d blogcu bunu beğendi: