
Her çocuk bir sanatçıdır. Sorun, büyüdüğümüzde de sanatçı kalmayı sürdürmektir.
Pablo Picasso
Merhaba,
Hepimiz doğal ve yaratıcı düşünürler olarak doğduk. Çocukken her şeyi eşit şekilde kabul ederdik. Her türden şey için her türlü tuhaf olasılığı kucaklardır.
Sonra bize bir şeyler oldu. Okula gittik. Bize nasıl düşüneceğimiz öğretildi.
Yaratıcı Düşünce kitabında Michael Michalko, “Düşünce şablonlarının eğitimciler aracılığıyla bize aşılanma biçimi doğal yaratıcılığımızı kullanmamızı engellemektedir,” der.
Bir an için düşüncenin su olduğunu hayal edin. Doğduğunuzda, zihniniz bir bardak suya benzer. Düşünme biçiminiz kapsayıcı, net ve akışkandır. Tüm düşünceler iç içe geçerek birleşir ve her türden bağlantı ve çağrışıma yol açar. Bu nedenle çocuklar kendiliğinden yaratıcıdır.
Ecce Home kitabında Nietzsche “Hepimiz hakikatten korkuyoruz”der.Nietzsche’in yalnızlığının nedeni yoksulluk değil yoksunluktur. Kendini anlamayan insanlarla beraber olmayı bu nedenle yeğliyor olmalı. Ve yalnızlığında yeni düşünceler, yeni keşifler buluyor.
Nietzsche’nin yazılarında çocukluk tecrübelerinin birikmiş içeriğinin çok açık, çok güçlü ve ikna edici bir şekilde dile geldiğini belirtmek isterim. Kafka ve Dostoyevski’nin çocukluğunda da aynı izleri bulmak mümkün.
Alice Miller, Çocukluğunda “dayanılmaz hıçkırık kramplarına”hakim olmak zorunda olduğunu öğrenmemiş, ağlamasına izin verilmiş olsaydı, insanlık bir yaşam filozofundan yoksun, buna karşılık da Nietzsche’nin ömrü uzun olurdu. Kim bilir o yaşayan Nietzsche insanlığa o zaman neler verebilirdi?”der.
Kapalı kapılar ardında nice yaşamlar var. Tek tek dolaşıp kapıları açarak neler olduğunu anlama imkanımız sınırlı. Kişi maruz kaldığı kötü muameleyi, çok erken yaşta yaşamış olduğu için anlatamazsa onu göstermek zorunda kalır…
Halil Cibran’ın sözlerini hatırlayalım: “Onlar kendi yolunu izleyen Hayat’ın oğulları ve kızları. Sizin aracılığınızla geldiler ama sizden gelmediler. Ve sizinle birlikte olsalar da sizin değiller. Onlara sevginizi verebilirsiniz, düşüncelerinizi değil. Çünkü onların da kendi düşünceleri vardır. Bedenlerini tutabilirsiniz, ruhlarını değil. Çünkü ruhları yarındadır. Siz ise yarını düşlerinizde bile göremezsiniz. Siz onlar gibi olmaya çalışabilirsiniz ama sakın onları, kendiniz gibi olmaya zorlamayın.”
Çocuklar dünyaya büyümek, gelişmek, yaşamak, sevmek, ihtiyaçlarını ve duygularını ifade edebilmek için gelir.
Kendini geliştirebilmesi için çocuğun, onu ciddiye alan, seven ve kendi yolunu belirleyebilmesi için ona gerçekten yardım eden yetişkinlerin ilgisine ve korumasına ihtiyacı vardır.
Perdeyi kaldırma cesareti gösterip, bir kenara ittiğimizde ihmal ettiğimiz anahtarın ne olduğunu bulacağız.
İnsanlığın durumunu genel olarak daha iyi bir hale getirme planını tek bir tembihe sığdıracak olsanız ne söylerdiniz?
Dikkatle yukarı seviyede eğitmeli insan kendini. Hakikat bizlere yüzyıllardır öğretiliyor olmalı.
Mark Twain, ; “Ben milyonlarca dış etkenden bahsediyorum. İnsan beşikten mezara kadar uyanık olduğu tüm anlarda eğitimdedir. Eğiticilerin en önemli işlevi de ilişkileridir. Düşünceleri ve duygularını etkileyen, ideallerini oluşturan ve onu bir yola sokarak orada kalmasını sağlayan beşeri çevresidir. İnsan o yoldan ayrıldığı taktirde en sevdiği, en saygı duyduğu ve onayına en değer verdiği insanlar tarafından dışlanacaktır. İnsan bir bukalemundur: doğasının kanunu gereği yaşadığı yerin rengini alır. Çevresindeki etkiler onun tercihlerini, nefret ettiklerini, siyasi görüşünü, beğenilerini, ahlakını ve dinini yaratır. Bunların hiçbirini insan yaratmaz. Öyle sanır ama bu konuya derinlemesine bakmadığındandır,”der.
Bertrand Russel, “Eğer tüm eğitim, sevgiyle ele alınan bilgi temelinde yükselirse toplum iyiye doğru değişebilir,” der.
İnsanların nasıl değişebileceğini düşündüğümde tırtıl ve kelebeği gözümün önüne getiriyorum. Yaratıcı bir kişiliğe dönüşmenin harika bir metaforu olduğunu düşünüyorum.
Ben, Yazarı Kendi Doğamdan Çıkardım…
Çocukluğum hakkında bir şeyler öğrenmek isteyen birisi, ruhum hakkında bir şeyler öğrenmek istiyordur.
Yaratıcı benliğimi çocukluk yıllarında kalemi tutarken bulmuş olmalıyım. Kelimelerin yer değiştirmesini izlemek ve büyülü bir dönüşümün eşiğinde “yazmak” eyleminin üç boyutlu dünyasına geçmek; Sevdiklerim, gün içinde yaşadıklarım hakkında kısa notlar alırken bulurdum kendimi. Çoğu zaman da yaşadıklarımı yeniden yaratırken… Sahi, yeniden yaratmak düzen gerektiriyorsa, bir eserin sanat olmasını hangi ölçü sağlıyordu.
Manfred Bierwisch şöyle tanımlar: “Edebi metinler dilbilimsel yapılar içerdikleri sürece, bu dilin her konuşanı bunları anlayacaktır. Yok, edebi metinlerin kendileri, edebi yapılar içerirlerse, o zaman kişi ancak edebi metindeki söz konusu sistemi kendisince kazandığı oranda bunu anlayabilir.”
Edebiyat dünyasının sırlı kapısını aralayalım.
Dil insanın gelişiminde nasıl bir rol oynar?
Edebi iletişim, dilsel iletişimin bir biçimidir. Dar anlamda edebiyat dediğimiz kurmaca da, edebi iletişimin bir biçimidir.
Yazı dili daha zengin, daha kapsamlı ve daha gelişmiş bir dildir, çünkü her şeyi en yüksek seviyede ifade etme özgürlüğüne sahiptir. Yazı dilin “tekli” karakterinden bahseder.
Sözlü ve Yazılı Kültür, Walter J.Ong’; “Yazı insan bilincini en çok değiştiren tekil buluştur,”der.
Yazı, bilinci keskinleştirir. Nitekim doğal ortama yabancılaşmak, yararlı olduğu kadar,yaşamımızı birçok bakımdan zenginleştiren temel gereksinimdir. Tam olarak yaşamak ve anlamak için yaşanılana yakınlık kadar uzaklık da gerekir. Ve bilinç bu mesafeyi en kolay yazı yardımıyla tanır.
Edebiyatın, yazardan beklediği görevler, söylenmemiş, söylenmeyecek olan gizli duygular ve tasarımları, yine iç dilde imgelerle belirlenmiş düşünceleri ayrıntılı ve yazı diline dökmektir.
Edebiyat çok zor açıklanabilecek olan karmaşık simgelerle konuşur. Edebiyat anlamsız simgeleri aşıp söylenmesi gereken yenilerini bulmaya çalışarak, genel iletişime katkısını sürdürür.
Eğer bir yazar yazdıktan sonra kendi eserini yok etmeye kalkışırsa, bu durum, yazarın iletişim kurmak veya kurmamak arzusunu içeren özel bir durumdur. Çıkan, sonuç da, onun anlaşılmadık psişik ve toplumsal uygunsuzluklarla karşı karşıya olduğudur. Kafka örneğini düşünelim.
Edebiyatı, edebiyat kadar başka hiç bir şey etkilemez.
Kimliğin güçlülüğü, yazarın içinde büyüdüğü düşünce ve yazmayı farklılaştıran görece kendiliğindenliğinde ve sanatındaki kendine has bir şeyler başarmayı sağlayan becerisinde kendini gösterir.
Yazarın hayatı, onun yatkınlığı, güdüsü ve yazmaya iten durumun yardımıyla kavranabilir.
Edebiyat muhteşem bir meslektir çünkü onda aceleye yer yoktur. İyi bir kitap bir yıl erken ya da bir yıl geç bitirilmiş bir fark yaratmaz.
Kendinizi kendi yaratıcı yazı yolculuğunuzda bulmanızı dilerim…
Sevgiyle okuyunuz…
Sanatın Görevi Nedir?
Çağımızda sanatın görevi, insanların esenliğinin onların bir araya gelmelerinde, birleşmelerinde olduğu gerçeğini akıl alanından duygu alanına geçirmektir; sanatın akıl alanından duygu alanına geçireceği bir başka gerçek de varlığını sürdürmekte olan şiddetin egemenliğinin yerini ilahî egemenliğin, başka bir deyişle hayatımızın en yüce amacı olarak bizlere sunulmuş olan “sevgi”nin egemenliğinin alması gerektiğidir.
Tolstoy
KİTAP TAVSİYELERİ
Podcast’leri beğendiğiniz her yerde abone olun:
Yorum yazabilmek için oturum açmalısınız.