
“Aslında kişilik dönüşümleri ender rastlanan olaylar değildir.”
— Carl Gustav Jung
Öznel Dönüşüm
“Hoş Geldin” diyen o tanıdık güven dolu ses “Öznel Dönüşümün de birçok yolu var” dedi. Babasıyla beraber yürümeye başladılar.
Babası, “İnsan, kendi küçüklüğünün Kıyamet Günü’nün geldiğini asla kavramaz. Fakat içsel olarak büyük olan bilir ki, ne zamandır beklediği ruh dostu, ölümsüz dostu, şimdiye kadar onu içinde taşımış ve hapsetmiş olanı ele geçirip yaşamını kendisininkine akıtmak için gelmiştir.”
Bir süre yürüyüşlerine devam ettikten sonra Babası, “Tomris, ölümlü insanın içinde daha büyük olan vardır. Daha büyük olan idrak edildiğinde kalp demirden zincirlerinden kurtulur.”
Tomris, “Baba” dedi. “Dünya insanı belirli davranışlara zorluyor olmalı. Ve insan bu beklentileri yerine getirmek için hep çabalıyor.”
Babası, “Tehlikeli olan da bu.” dedi. “Persona’sıyla özdeşleşir.”
Persona, bireysel bilinçle toplum arasında mevcut olan karmaşık bir ilişkiler sistemi; bir yandan da başkaları üzerinde belli bir izlenim yaratmak, diğer yandan da bireyin gerçek doğasını gizlemek için tasarlanmış bir tür maskedir. Personasıyla artık kendini tanıyamayacak kadar fazla özdeşleşen ikinci işlev gereksiz hale gelir; birinci işlev ise ancak çevresindekilerin gerçek doğasını hiç tanımayan kişiler için gereksizdir. Toplum her bireyin kendisine atfedilen rolü elinden geldiğince iyi oynamasını bekler ve de aslında beklemelidir.
Tomris, düşünceye dalmış, bir yandan da kızıl renkteki toprak zeminde yürürken çıkan sesleri dinliyordu. Güneş iyice yükselmiş etrafı ısıtıyordu.
Babası, kolundan tutarak “Öyle ki, bazı insanlar gerçekten de kılığına girdikleri şey olduklarına inanırlar. Sen aslında olduğunu düşündüğün şey misin?” diye sordu…
Tomris, babasının sorusuyla donup kaldı. Beyazlamış saçlarına ve sakalına karışmış uzun beyaz sakallarına bir süre dalgınca baktı. Üzerinde beyaz kısa kollu bir tişört, koyu renk bir jean vardı. Ayaklarındaki spor ayakkabılar yürüyüş için seçilmiş gibiydi. Yaprak yeşili gözleri her zamanki gibi sevgiyle parlıyordu.
Babası, gözlerinin içine bakarken, acısını görebiliyordu. “Farkına varırız bir şeylerin yanlış olduğunu hissederiz ne olduğunu söyleyemeyiz.” dedi. “Senin yaptığın gibi kaçmak için var gücümüzle uğraşırız. Kaçamayız… Her şeyden önce acı çektiğimizin farkına varmalı ve sonrasında da temelinin fiziksel ya da psikolojik olup olmadığını belirlemeliyiz. Acımızın teşhis edilmesi gerekir. Acımız, hastalık, zor bir ilişki ya da korku, anlaşılmaya ihtiyacı var.”
Büyük meditasyon ustası Tran Thai Tong şöyle der; “Her adımda gerçekliğin temeline dokunursunuz.”
Acının nedeni görüldüğü zaman iyileşme artık mümkündür…
“İçindeki neşeyi besleyen nedir?” diye aniden sordu Babası. Tomris şaşırmıştı. Soruya nasıl cevap verebilecekti. Babası, “İnsan” dedi. “Sahip olduğu değerli mücevherlerin farkına varabilmeli. Görebilen göz, nefes alabilen ciğer, yürüyebilen bacak, gülümsemek için dudaklar var.”
Acı çektiğin zaman, içinde bulunduğunuz durumun derinlerine bakın ve zaten orada olan, zaten erişilebilir olan mutluluk koşullarını bulun…
Babası, kızını omuzlarından tutarak “En büyük mucize ise hayatta olmak.” dedi. “Acı çektiğimiz şeyin acı çekmeye değer olmadığını fark ederek bile acımıza bir son verebiliriz.” Babası, Bahçeyi göstererek “İyi bir bahçıvan acıyı nasıl neşe ve şefkate dönüştürebileceğini bilmeli. Acına dokun… Acınla doğrudan yüzleş… Neşe yetiştirme sanatını öğren.”
Gerçek acımızla ilgilenmeyen bir pratik, ihtiyacımız olan yol değildir. Pek çok insan hayatlarında zor bir dönemden geçerken acılarına sebep olan şeyin sorumsuzca yaşamak olduğunu ve yaşam tarzlarını değiştirerek acılarına son verebileceklerini görünce bir uyanış yaşarlar. Değişim kademe kademe gerçekleşir ama acımızın nedenlerini net bir şekilde gördükten sonra tutumumuzu değiştirmek için çaba sarfedebilir ve acımızı sonlandırabiliriz.
Babası, “Sevinçle mi, yoksa acıyla mı yükseleceksin? Tamamen sana bağlı.” Babası içinden geçip gitti. Tomris olduğu yerde derinden gelen sesler duyuyordu. Bahçe kapısından dışarı çıktığında birçok aracın zincirleme kaza yapmış olduğunu gördü. İnsanlar dehşete düşmüş ellerinde telefonla çekim yaparken bazıları da bir yerleri arayarak yardım talep ediyordu. İnsanların neye baktıklarını görmek için kalabalığı yararak ilerledi. Yerde yatanı görünce o tanıdık ses şöyle dedi: “Maktul er ya da geç olay yerine döner; çünkü merak eder ölüp ölmediğini…”
Ölmek bile yaşama işinin parçasıdır ve anın gereğinin yerine getirilmesinden başka bir şey istemez…
Yorum yazabilmek için oturum açmalısınız.