İnsan kendini bilmez… Kendi sınır ve imkanlarını tanımaz. Hatta kendine dair ne kadar büyük bir kısmı bilmediğini de bilmez…
— P.D. Ouspensky
Merhaba
Uzun zamanlardan bu yana “Kendini Bilmek” dinlerin, ekollerin, felsefenin ve ezoterik temelli çalışmaların ortak amacı olmuştur. 1900’lü yılların başlarında araştırmacı filozof George İvanoviç Gurdjieff tarafından ortaya konulan Dördüncü Yol ekolü, insanın kendini tanıma sistemleri arasında hem teorik hem uygulanabilirlik açısından diğer disiplinlere nazaran daha ön planda yer almıştır. Her öğreti, insanlığa sunduğu bilgi sistemini kendi dinamik felsefi fikirlerinden açıklarken dördüncü yol, birçok öğretinin ortak bir paydasını oluşturabilmeyi başarmıştır.
George Gurdjieff gençlik yıllarında başlayan gerçeği arayış yolculuğunda Anadolu’ dan başlayarak Ortadoğu, Uzak Doğu ve Asya’nın pek çok yerine seyahat ederek bilgiyi doğrudan birinci elden almayı tercih etmiş, kendi deneyimlerini de bu bilgilere ekleyerek büyük bir sentez çalışmasına girmiş ve bu çalışmanın ürününü büyük bir çabayla Batı dünyasına aktarabilmeyi başarabilmiştir.
Gurdjieff, tüm bu arayışların sonucu ortaya çıkan bilgi sistemini yazıya dökmeyi, pek düşünmemiş bu misyonu başta Ouspensky olmak üzere Maurice Nicoll ve John Bennett gibi bazı öğrencileri üstlenmiştir. Bir dönem çalışma gruplarında Gurdjieff ile beraber uzun zaman geçiren Ouspensky’nin, Gurdjieff’in ilk ağzından almış olduğu bilgileri hemen hemen birebir olarak yazıya geçirmesi Dördüncü Yol Öğretisi’nin gelecek kuşaklara aktarılmasında büyük rol oynamıştır.
Dördüncü Yol Öğretisi insanın bir “öz” ile doğduğunu fakat zamanla “öz”ün gelişimini durdurarak etrafında bir kabuk gibi kişiliğin geliştiğini ifade etmektedir. Birey kendi üzerinde çalışarak gelişmiş kişiliğini pasifleştirip gelişmemiş “öz”ü tekrar aktif hale getirebilir. Tüm öğreti işte bu “öz”ün tekrar aktif hale gelmesi üzerine yapılan bir yolculuğun çalışmasıdır.
Fakat bunun için insan önce kendini bilmeli, kişiliğini tanımalı, zaaflarını görebilmeli, mekanizmasının ve fonksiyonlarının nasıl çalıştığını öğrenmelidir. İnsanın kendini tanıyabilmesi için kendisini inceleyecek yöntemlere sahip olması gerekir ki çalışmada kullanılan bu yöntem “Kendini Gözlemleme”dir. Kendini gözlemleme vasıtasıyla kişi kendinde var olan “ben”lerini, çeşitli fonksiyonlarını, özdeşleşmelerini, savunma mekanizmalarını, içsel ve dışsal yalanlarını, içsel kale almalarını (dikkate alma), sahte kişiliğini ve en önemlisi negatif duygu “ben”lerini ve buna benzer kendindeki birçok unsuru görmeye, tanımaya ve bu unsurlardan kendini ayırmaya başlayacaktır. Böylece kişilik pasifleşip “öz” aktif hale gelir. Öğreti, insanı mekanik olarak tanımlar yani uykuda kabul eder. Yaptığı eylemlerin, hissettiği duyguların, zihninden geçen düşüncelerin dış dünyadan gelen etkiler vasıtasıyla birer tepki şeklinde oluştuğunu, bir aksiyon içerisinde değil sürekli reaksiyonlar içinde yaşadığını belirtir. İnsan içerisinde bulunduğu bu durumun farkında değildir, şuurlu yaşamamaktadır. Dünyadaki büyük problemlerin sebeplerinden biri de insanın kendisini şuurlu zannetmesidir. Şuurlu olduğunu düşündüğünden uyanmak için de herhangi bir çaba sarf etmez.
Fakat insan kendi üzerinde çalışmaya başladığında şuurlu davranışlar gösterebilme ihtimali mevcuttur. Bunun için özel bir içsel çaba gerekir. Şuur seviyesini yükseltme imkânı vardır ki bu uygulamanın öğretideki adı “Kendini Hatırlamadır”. Kendini hatırlama uygulamasının tam bir tarifini bulmak, birkaç cümleyle anlatmak zordur. Fakat yine de, bu uygulama kişinin belirli bir zaman mekân kesitinde ne yaptığının, ne hissettiğinin, ne düşündüğünün yani o anki içsel durumunun farkına varması ve bir süreliğine bu akışı keserek öz varlığına dönmesi olarak önsel bir tarifini deneyebiliriz.
Kendini hatırlama ve şuurluluk anlarının artması durumu anlatıldığı kadar kolay olmasa da Dördüncü Yol okullarında özel tekniklerle birlikte uygulamanın sıklaştırılması ve derinleştirilmesi mümkün hale gelebilmektedir. Öğreti çalışmanın ancak bir okul vasıtasıyla gerçekleşebileceğini ifade eder. Çünkü hayata bir uyku içerisinde başlamaktayız ve uykudan uyanmak büyük bir çaba ister. Uyanıklık yavaş yavaş gerçekleşmeye başlasa da tekrar hızla mekanikleşmesi oldukça mümkündür. O yüzden okullar gereklidir, öğrenciler ve öğretmenler bu hızlı mekanikleşme durumlarından birbirlerinin tekrar uykuya dalmaması için yardım ederler.
Bu kadim ezoterik okullar öğrenci olarak herkesi kabul etmezlerdi. Özellikle kişiliğinin belirli bir olgunluğa ulaşmış olması, en azından hayatta belirli bir yolu tutturabilmiş olmaları ve yeni bilgiyi alabilmeleri için belirli bir kapasitelerinin olması gerektiğini savunuyorlardı. Kişiliği tam olarak oturmamış veya bir şeyleri yapabilme gücü kendisinde henüz bulunmayan, bilgisel açıdan yeterli olmayan bireylerin bu çalışmadan faydalanabileceklerini düşünmüyorlardı.
Dördüncü Yol vasıtasıyla insan kendi üzerinde çalıştığında kendi zaaflarını tanımaya başlayarak bunların nasıl dönüştürebileceğini öğrenmektedir. Bu çalışma tekâmülün hedefi olan gerçek vicdanın önündeki engellerin kaldırılmasını, egoların ve nefsin geri planda bırakılmasına sebep olmaktadır.
İnsanın Olası Dönüşüm Psikolojisi, adlı eser beş dersten oluşuyor. Diğer dersleri “Şuur” Gerçeğin Araştırılması, kitabında aktarmaya çalıştım.
Birinci Ders’ten (Psikoloji) aktarılması gereken önemli bilgiler ise şunlar;
Psikolojinin din ve felsefeyle bağlantılı olduğu dönemlerde, psikoloji aynı zamanda sanat biçiminde de var olmuştur. Şiir, drama, heykeltıraşlık, dans hatta mimari dahi psikolojik bilgiyi iletmek adına araçlardı. Örneğin Gotik katedraller ana manaları itibariyle psikoloji üzerine eserlerdi.
Kadim zamanlarda felsefe, din ve sanat bizim onları günümüzde bildiğimiz şekilde ayrı formlar almazdan önce psikoloji, Mısır ve Kadim Yunan’daki gibi bir gizem olarak varlık gösteriyordu. Sonraki süreçte, gizem yönünün kayboluşunun ardından psikoloji, bazen içinde bulunduğu dönemin diniyle bağlantılı ve bazen de ayrı olarak astroloji, simya, maji ve modern anlamda da Masonluk, okültizm ve Teosofi ile bağlantılı olan Sembolik Öğretiler formunda varlık göstermiştir.
Burada, tüm psikolojik sistem ve doktrinlerin, var olan ya da alenen var olan ve gizlenmiş ya da kılık değiştirmiş olanlar olarak, iki ana kategoriye ayrılabileceği dikkate alınmalıdır.
Birincisi, insanı olduğu haliyle ya da ona ilişkin zan ve kurguları açısından gören ve bu şekilde üzerinde çalışma yürüten sistemlerdir. Modern “bilimsel” psikoloji ya da bu isim altında bilinenler bu kategoriye aittir.
İkincisi, insanı olduğu ya da görünüyor olduğu gibi değil de olabileceği bir varlık açısından gören ve bu şekilde üzerinde çalışma yürüten sistemlerdir ki bu, ona olası tekamülü açısından bakmaktır.
Bu sonuncu sistemler, gerçekte esas olanlardır ya da her halükârda en eskileri ve ayrıca psikolojinin unutulmuş ana kaynağını ve meramını açıklayacak olanlardır.
İnsanı, onu kendi olası tekâmülü açısından gören incelemenin önemini anladığımızda, şu soruya yönelik ilk cevabı anlayabiliriz: Psikoloji nedir? Bu sorunun yanıtı “Psikoloji, insanın olası tekâmülüne dair yasa, ilke ve gerçekler üzerine bir incelemedir” olabilir mi?
Birinci sorumuz, insanın tekamülü ne anlama gelir ve ikincisi, bunun için gerekli özel koşullar var mıdır?
Temel fikrimiz şu olacaktır: Bildiğimiz haliyle insan; doğanın belirli bir noktaya kadar geliştirip ardından, ya kendi gayreti ve araçlarıyla daha ileri bir gelişim göstermek ya doğmuş olduğu gibi yaşayıp ölmek ya da yozlaşıp gelişim kapasitesini yitirmek üzere kendi haline bıraktığı tamamlanmamış bir varlıktır.
İnsan tekâmülü, bu bağlamda, kendi başlarına gelişim gösteremeyen ve genellikle de gelişmeden kalan belli içsel nitelik ve yönlerin geliştirilmesi anlamına gelecektir.
Deneyim ve gözlemler, bu gelişimin yalnızca benzer bir çalışmaya daha önceden başlamış ve halihazırda belli bir gelişim seviyesine erişmiş ya da en azından yöntem konusunda belirli bir bilgiye sahip kişilerin yeterli yardımı ve de kişinin kendi payına düşen belirli türde bir çaba ile belirli koşullar altında mümkün olduğunu gösterir.
Çaba ve yardım olmaksızın tekamülün gerçekleşmesinin imkansız oluşu fikriyle başlamalıyız.
Bunun ardından ise insanın gelişim yolunda farklı bir varlık haline gelmesi gerektiğini ve insanın hangi anlam ve doğrultuda farklı bir varlık haline gelmesi gerektiğini, yani farklı bir varlığın ne demek olduğunu anlamalı ve öğrenmeliyiz.
Sonra, insanların tümünün farklı bir varlığa dönüşebileceğini anlamalıyız. Tekamül bireysel bir çaba meselesidir ve kitlesel olarak insanlığa kıyasla nadir rastlanan bir durumdur. Tuhaf gelebilir ama bunun yalnızca nadir rastlanan bir durum olmadığını, giderek daha da nadir bir hal aldığını da fark etmeliyiz.
Bu ifadelerden doğal olarak pek çok soru ortaya çıkacaktır.
- Tekamül yolunda insanın farklı bir varlığa dönüşmesi gereği ne demektir?
- Gelişim ne demektir? İnsanın farklı bir varlık haline gelebilmesi ne demektir? Diğer bir deyişle insan da mümkün olan bu değişim ne tür bir değişimdir ve nasıl ve ne zaman başlar?
- İnsanda içsel yön ve özellikler geliştirilebilir ve bu nasıl yapılabilir?
- Neden tüm insanlar farklı bir varlığa dönüşemezler?
Engellerin en büyüğü kendimize dair cehaletimiz ve gerçekte kendimizi hiç bilmezken ve en küçük şeyler konusunda dahi kendimizden emin olabilmemiz mümkün değilken, kendimizi hiç olmazsa belli bir yere kadar bildiğimize dair kanaatimizdir.
Şimdi psikolojinin gerçekten de kişinin kendi üzerine çalışması olduğunu anlamalıyız…
İnsanın Olası Dönüşüm Psikolojisi, okumayanlara tavsiye, okuyanlara bilgiyi hatırlatma amaçlı.
Yazarlar sizi okumaya davet ediyor.
Sevgiyle okuyunuz…



Yorum bırakın