“Şuur kendimizde başlar… Kendini bilmenin bilgisine sahip olduğumuzda, günlük hayatın ve koşullanmanın kalıplarını kırıp çıkabilir; hayat ve anlayışın daha derin ve daha tatmin edici bir seviyesi ile bağlantı kurmaya başlayabilirsiniz…”

— Harry Benjamin

Merhaba

“Kendini Bilme” tanıma yolunda, kişilik ve öz’ün gelişmesi için çalışma yapmakta olan kimselere son derece yardım edicidir. Gurdjieff’in ezoterik psikolojisine göre insanın kendi özünü, mahiyetini tanıması içsel bir gelişmeyi sağlar.

“Kendini bilme, tanıma” bilgeliğin esasıdır ve bu çalışmayı herkes başaramaz. Burada bu çabayı ve cesareti gösterme durumunda olanlara kitap önemli bir kılavuz.

Söz konusu olan ezoterik (içrek) psikolojidir ve yazar bu alandaki sınırlılığın şuurundadır. Yine de birçok kişinin cesurca davranıp kendini bilme çalışmalarını derinleştireceklerini ummaktadır.

Bu kitabın asıl amacı, ilk kez Rus asıllı Gurdjieff tarafından tanıtılan içsel gelişmeyi incelemektir. O, bu düşünceye Batı Dünyası’ndan önce ulaşmıştı. Onun öğrencisi ve çalışma arkadaşı Ouspensky ve Gurdjieff’ten aldığı bilgilerle bu sistemi formülleştirdi. Son olarak her ikisinin de öğrencisi olan Dr. Maurice Nicoll, “Gurdjieff ve Ouspensky’nin Öğretileri Üzerine Psikolojik Yorumlar” adıyla çalışmalarını derledi.

Dr. Maurice Nicoll şöyle der: “Özgürlük hakkındaki bu çalışmanın ne denli güzel olduğunu görmek için onun varoluş nedenlerini ve ne anlama geldiğini çözmek lazım. Bu ise, hapishanede yıllarca kilitli kaldıktan sonra içeriye bir yabancının girip size bir anahtar uzatması kadar güzel bir şey. Ancak siz hapishanede edindiğiniz alışkanlıklar yüzünden bunu reddedebilir ve kökünüzün yıldızlardan geldiğini unutmuş olabilirsiniz.”

Kendini Bil

İnsanın kendini bilebilmesi için önce kendini bilmediğini kabul etmesi gerekir. Sıradan insanlar kendilerini zaten bildiklerini zannedip, bu konuyla fazla ilgilenmenin zamanı boşa harcamak olduğunu ileri sürerler. Veya en azından kendini bilmeyi gerekli görseler bile bununla ilgili bütün bilgilerin modern psikolojinin kapsamında olduğunu söylerler. İnsanın, işleyen bütün iç mekanizmasını, psikolojinin sorumluluğuna bırakmak ise bizi ancak birer asalak hâline getirir.

Hiçbir şey gerçeklerin önüne geçemez ve modern yaşamın esas sorunu da budur. Çünkü modern insan kendini bilmez ama bildiğini zanneder. Bunu ona modern psikoloji de gösteremez. Böylece zaman zaman hepimizin yüz yüze geldiği bir boşluk duygusu, can sıkıntısı ve engellenme duyguları ortaya çıkar. Bu duyguları yumuşatmak ya da yok farz etmek için de kendimize boşu boşuna çağa uygun uğraşlar, kitlesel heyecan ve tutkular arar dururuz.

“İdare etmek” bir hedef hâline gelir; kendimizi spor, radyo, televizyon, tiyatro, edebiyat ve benzeri şeylerle oyalamaya, eğlendirmeye çalışırız. Ama derinlerde yine de bir türlü doyum sağlayamadığımızı bilir ve bu doyumsuzluğun nedenine bir türlü akıl, sır erdiremeyiz. Bazıları yanıtın politika veya ekonomide, sol veya sağ/ şu ya da bu ideolojinin içinde olduğunu düşünür. Bazıları da bu yanıtı sloganlarda arar: ‘Dine dönün” (burada tutucu dinin birçok şekli kastedilir). Kimileriyse hiçbir şeyin önemi olmadığı düşünür ve onlara göre en iyisi alkol, seks ve uyuşturucular yardımıyla kendimizi unutmaktır. Yine de bütün bu insanlar kalplerinin derinliklerinde, günümüz yaşantısında bir şeylerin eksik olduğunu hissederler. Ama öyle görünüyor ki bu eksikliğin ne olduğunu hiç biri keşfedememiştir.

Bu sorunun ancak tek bir yanıtı vardır. KENDİNİ BİL. İnsanoğlu kendini bilmediğini kabul eder ve bu konuda modern psikolojinin de ona yardım edemeyeceğini anlatsa (çünkü modern psikoloji insanı bir bütün olarak ele almayıp yalnızca zihinsel ve duygusal yönleriyle inceler, ki bu yönler o bütünlüğün sadece bir parçasıdırlar) ancak o zaman doğru bir yönde bir adım atmış oluruz. İşte tam bu noktada Gurdjieff ve Krishnamurti’nin çalışmaları devreye girer. İkisi de farklı şekillerde de olsa, bugün için insanın kendini tanımadığını söyler ve bunu başarabilmek için tek bir yol olduğundan söz ederler.

Birçoğumuz Mısır, Yunanistan veya başka yerlerde bir zamanlar var olan ve bilinmeyenleri, esrarengiz şeyleri inceleyen okullardan söz edildiğini duymuşuzdur. Delfi’teki tapınakta da böyle sırlar (insanın kendi iç dünyasını anlamasıyla ilgili) incelenmekteydi. Buradaki eğitimin bir parçası olarak canlandırılan eski Yunan tiyatroları da aynı temayı işliyordu. İlk bakışta Yunan tiyatrosunda eski Yunan efsaneleri ve mitolojisi ve dinsel temalar trajedi biçiminde canlandırılmaktaydı. Ancak konuyu daha derinlemesine ve ezoterik açıdan ele alırsak bu tiyatrolarda, insanın kendi iç dünyasında verdiği savaşı buluruz. Bu çabalarıyla insan yavaş yavaş kendini anlamaya başlar ve sonunda karanlıktan kurtulur. O güne değin bu karanlık, insanın aklını ve gözlerini örtmekte ve onu boş çabalarla dolu tutucu bir yaşantıya tutsak etmektedir. Eski Yunan’daki o günlerle, bugün modern Avrupa, Amerika ya da başka bir yerdeki yaşantının esası aynıdır.

Aşilus, Sofokles ve Yunan trajedilerinin bir başka büyük yazarı olan Euripides tiyatro eserlerinin gerçek anlamlarını ve amacını anlamışlardı. Eğer elimizde iç kapıları açmak için bir anahtar varsa, o zamanki insanların neyin portresini çizmek istediklerini bugün de anlayabiliriz. Bu gizli (ezoterik) anlamı Shakespeare’in bazı önemli piyeslerinde de bulabiliriz. Aslına bakılırsa, yüzeysel olarak başka türlü anlaşılmalarına rağmen, bütün büyük tiyatro eserleri tek bir temada birleşiyor: EY İNSAN, KENDİNİ BİL…

Tabiî ki buna ulaşmak kolay değildir; çok çalışmak ve kararlı olmak gerekir. Ama sonuçta kazanacağımız ödül her şeye değer. Kişi, içsel gelişmeye ve anlayışa giden yola adım atar atmaz, hepimizin harika bir dünyanın parçası olduğunu ve aslında insanla evrenin bir olduğunu da anlamaya başlar. Hepimiz bir bütünün parçasıyız ve şuurlu varlıklarız. Kişi kendini anlamaya başlayınca gerçek şuuruna kavuşur ve içinde barış, güzellik ve uyumla dolu bir hazine olduğunu keşfeder. Oysa yüzeysel yaşam tarzı, insanı, Evrenin bütün sırlarına ve mucizelerine karşı duyarsız bir hâle getirmiştir. Böyle olunca da kişi ne kendisini tanıyabilir, ne de doğanın zengin sırlarını.

Kendini Bilmenin Yolları

Şimdi, kendini bilmenin, niçin modern insan için bir problem olduğunu açıklamaya çalışalım. Bu bilgisizliğin nedeni insanın kendisini yalnızca kişi olarak görmesidir. Kendisinin fiziksel varlık, zihin ve duygular toplamı olduğunu düşünmektedir. Bazı insanlar daha da materyalist düşünerek zihnin varlığını da inkâr ederler. Ama insan bedeninden ayrı olarak zihnin ve fiziksel olgularla açıklanamayacak duyguların varlığını kabul edenler bile, bunları tam anlamıyla bir yere oturtamazlar. Çalışma alanı insan beyni ve duygular olan modern psikoloji de aynı şekilde zihnin tanımını yapamaz ve onun insan bünyesindeki yerini tarif edemez. Zihin, duygular ve fiziksel beden üçleminde, zihnin tanımı ve yeri ne olursa olsun, hemen herkesin anlaştığı nokta, insan, yani homosapiens oluşumuzdur. Daha dindarlar bir can ve ruh taşıdığımızı iddia ederler ama yine bunların nerede olabilecekleri bir sır olarak kalmaktadır. Ancak Batı psikolojisinden Doğu psikolojisine döndüğümüz zaman, insanın temel yapısıyla ilgili problemimize yanıt bulmaya başlarız.

Batı dünyasındaki birçok insanın Doğu bilgileri ve felsefesinden haberi yoktur. Batılılara özgü bir kendine güvenle Batıldan gelen her şeyin Doğu’dakilere göre üstün olduğunu savunurlar. Hiç kuşkusuz, bunun nedeni Batı’nın bilim ve buluşlar yönünden Doğu’dan daha ileri olmasıdır. Oysa garip görünse de Doğu’nun din, felsefe ve psikoloji konularındaki geleneksel hâle gelmiş olan bilgi ve anlayışları Batı dünyasını aşmaktadır.

Eski Doğu öğretilerine göre fiziksel bedenin içinde ondan çok daha ince bir maddeden oluşmuş duyusal beden vardı ve her ikisiyle iç içe geçmiş olan en ince katman olarak zihinsel bedeni gösteriyorlardı. Böylece gittikçe süptilleşen maddeden oluşmuş ve birbiriyle iç içe geçmiş bu bedenler, bir bileşim hâlinde insan varlığını oluşturur. Daha ince ve zerresel bedenler de vardır ki onlar da can ve ruh olarak tanımlanabilir. Kısacası Doğu psikolojisi insanın iç içe geçmiş yedi bedeni olduğunu savunur. Bunlar farklı maddesel yoğunluklara sahiptir ve en yoğun olan fiziksel bedenden, en az yoğunluğu olan ruhsal bedene doğru uzanırlar. Kendisini yalnızca fiziksel yönden tanıyan insan, aslında yedi katmanlı bir varlıktır. Modern bilim yalnızca fiziksel beden ve maddeyi açıklayabilir, ama araştırmalar maddenin hızla hareket eden elektrikten ibaret olduğunu göstermiştir. Öyleyse sözünü ettiğimiz görülemeyen bedenleri kozmik elektriğin ölçülemeyen formları olarak düşünebiliriz. Bugünkü bilimsel metotlar ve araçlar henüz bunu ölçmek için yeterli değildir.

Özetle Doğu psikolojisine göre insan yedi katmanlı bir varlıktır. Daha yüksek titreşimde olan beden, daha alçak titreşimde olanların her biriyle iç içedir ve en ruhsal olandan kaba fiziğe doğru uzanır. Bu bilgilerle Doğu psikolojisi, insanın kendisini gerçekten anlamasına yardımcı olabilir.

Bu kitabın amacı, okuyucuya insanın yedi katmanlı bir varlık olduğunu mutlaka kabul ettirmek değildir. Yine de insanın sanıldığından daha karmaşık olduğunu ve böyle bir hipotezin mümkün olabileceğini kabul etmek, buna hazırlıklı olmak gerekir. İnsanın düşünülenden öte bir varlık olabileceğini gördüğümüz zaman, onun kendi kendisini niçin çözemediğini anlayabiliriz.

Eğer kişi kendisini yalnızca fiziksel bir beden olarak düşünür, zihin ve duyguların da bu bedenle belirsiz bir şekilde ve belirsiz bir yerde birleşik olduğuna inanırsa demek ki; dikkati fiziksel mekanizma üzerinde takılı kalmıştır. Zihinsel ve duygusal olguları bu mekanizmanın nitelikleri olarak görmektedir. Bu kişinin tutucu dinsel inançları da varsa, şekli ve formu bilinmeyen bir şekilde bir ruh ve can taşıdığına da inanır. Yaşamı boyunca bu kendisi sandığı varlığı, acıdan uzaklaştırıp mutluluğa ulaştırmaya ve mümkün olduğunca doyum sağlamaya çalışır.

Eğer konuya tarafsız olarak bakabilirsek, bugünkü yaşantımızın zevk-acı prensibine göre yönetildiğini görürüz.

Kısacası insan haz ve mutluluğu yaşamsal bir amaç olarak görür ama buna ulaşmayı beceremez. Hatta bunun tam tersine ulaşır. Haz ve mutluluk onun yaşamına ancak ara sıra ve dağınık bir şekilde girer. Gerçek mutluluk ise onun gücünü aşar. Aradığı mutluluğu bazen parada, güçlü olmakta veya böylesi isteklerin doyumunda, bazen de siyasi alanda insanlığa hizmet etmekte bulacağını düşünür. Bazı zamanlar ise daha estetik ilgilere, edebiyat, resim, müzik ve benzerine yönelebilir ve kendini bilimsel çalışmalara, felsefeye veya dine verebilir.

Bunun için kişinin Doğu psikolojisinde tanımlanan yedi katmanlı olan bedenin daha ince, daha ruhsal yapılı olanlarına bakması gerekir. Bizim bilebildiğimiz ve kendimiz olarak kabul ettiğimiz yapı ise, bu katmanların içinde daha hantal ve daha düşük titreşimde olanıdır. Daha yüksek katmanlar ise GERÇEK BEN’i yada Bireyselliği oluşturur. Sıradan bir benlik faaliyetiyle bunun ortaya çıkmazı mümkün olmaz.

İç Benlik ancak onun varlığından haberimiz olduğunda ortaya çıkma olanağına sahip olup.  Bu arada kendimiz olarak kabul ettiğimiz sıradan benlik, günlük yaşamla iç içe geçmiş bir halde bu ortaya çıkışı engellemeye çalışır. Kısacası bir insanın bir değil iki benliği vardır ve sıradan, günlük yaşamdaki benliğimizin tek benlik olduğunu düşündüğümüz sürece ötekisi yani daha gerçek olanı kendini gösteremez. Böyle olduğu sürece de asıl benliğimiz ön plana çıkamaz ve bize rehberlik edemez.

İçinde yaşadığımız hareket ettiğimiz dış evrenin oluşmasını sağlayan Yaratıcı Öz, insanın asıl benliğinin de kaynağıdır. Bu nedenle insanın tanrısal olan yanı da işte bu yanıdır.

Kendini Gözlemlemek” diye bir teknik kullanılır. Kısacası kendimizi incelememiz gerekir. Bu göründüğü kadar kolay bir iş değildir. Birçok insan zaten kendini gözlemlediğini çünkü ne yaptığının ve ne dediğinin farkında olduğunu söyleyebilir. Kendini Gözlemlemek derken bunu kastetmiyoruz. Kişinin kendini gözlemleyebilmesi için kişiliğini ikiye bölüp, birini inceleyen, diğerini de incelenen olarak ayırması gerekir. Bunu yapabilmek için de kendi içinde bulunan gelişmemiş bir gücü kullanmalıdır. Yani kişiliğimizin bir bölümünü kullanarak geri kalan bölümün ne yaptığını ya da ne dediğini inceleme yeteneği, kendimizi bilme yolunda uygulayacağımız ilk adımdır.

Kendimizi gözlemleyerek; kendi mekanikliğimizin, günlük yaşantıda meydana gelen olaylara gösterdiğimiz salt tepkilerin ve aslında bütünsel bir varlık olmayıp da birbiriyle çelişen ve savaşan bir “ben”ler kitlesinden oluştuğumuzun farkına varabiliriz.

  • Öyleyse nasıl olup da onu fark etmeye başlayacağız?

Bu “Kendini Anımsamak” denilen bir teknikle sağlanabilir. Kendini anımsamanın ana işlevi, kişiliğin egemenliğine ara vermek, kısacık zaman dilimleri içinde de olsa, içimizdeki daha derin ve daha büyük şeyleri fark etmektir.

Öyleyse kendini anımsamanın ardında yatan düşünce, her günkü kişiliğimizden daha büyük ve kutsal olan bir şeyin içimizde var olduğu konusunda bizi şuurlandırmaktır.

Ezoterizm, yaratılan her şeyin temelinde ŞUUR olduğunu ve bunların kaynağının tüm evrenin oluşumunu sağlayan , izlerini her yerde bulabileceğimiz İlahi Gerçeklik olduğunu ileri sürer. Bunun anlamı, evrenin bir zeka ürünü olduğudur; Çalışma’da “Üstün Zihin” olarak geçer ve bu anlamda “görünen” her zaman “görünmeyen”in ürünüdür.

Bu öğreti bizlerin, temel amacı, daima artan ŞUURUN gelişimini içinde barındıran yüce bir Kozmik Planın bir parçası olduğumuzu gösterir. Kişi ezoterizmin öğretileriyle aynı çizgide hareket ederek, kendi kendisi üzerinde çalışmayı iş edinirse, bu Kozmik Planın şuurlu bir işbirlikçisi olacaktır.

Büyük Kozmik Plan‘ın ya da Tasarım’ın bir parçası olduğumuzu anlayınca ve oyundaki rolümüzün ne olduğunu sonunda öğrenince (kendimizi güçlendirip içgüdülerimizi ve yeteneklerimizi kullanmamız sonucu ŞUURUMUZU arttırmak) artık yaşamdaki yerimiz de- en sonunda- bulmuş oluruz.

Kendimizi, kendini gözlemle tekniğiyle inceler ve gerçekten açık olup kendimizi savunmaya çalışmazsak Çalışma’daki öğretinin tamamen doğru olduğunu görürüz. Yaşamlarımız olumsuz duygularla doludur ve şu ya da bu geçici “ben” bizi hakimiyeti altına alırken bu olumsuz duygular da gün boyunca birikir. Bu nedenle kendimiz üzerinde çalışarak bu olumsuz duyguların farkına varmalı ve onlarla özdeşleşmekten kaçınmalıyız. Bunların ne kadar çok şuuruna varır ve kendimizden ayırabilirsek, üzerimizdeki etkileri de o kadar az olacak ve yavaş yavaş bunlardan tamamen bağımsız hale geleceğiz.

Olumlu duygular, duygusal merkezimizin daha içte olan kısmından, olumsuz duygular ise daha dış kısımlardan gelir.

Ezoterik öğretiler yoluyla kendi üzerimizde ne kadar çok çalışırsak, varlık seviyemizde o denli gelişir. Bu kaçınılmaz bir süreçtir ve içsel gelişmemizi gerçekleştirebileceğimiz tek yoldur.

Çalışma’nın öğretisine göre varlıksal seviye, bilgi seviyesiyle ilgili olmalıdır çünkü bu ikisinin sonucunda anlayış seviyemiz ortaya çıkar. Anlamak ise sahip olacağımız en büyük ödüldür. Anlamak bilgelikle eş anlamlıdır…

Kendini Bilmenin Temelleri, okumayanlara tavsiye, okuyanlara bilgiyi hatırlatma amaçlı. Ruh Ve Madde Yayınları aracılığıyla basılan eser Ergün Arıkdal önsözüyle okuruyla buluşuyor. Kendilerini saygıyla anarken miras olarak bıraktıkları her eser için “Kendini Bilen” üstatlara teşekkür ederim…

Yazarlar sizi okumaya davet ediyor.

Sevgiyle okuyunuz…

Yorum bırakın

İnsan, her şeyi sahiplenme arzusundayken, varoluşun gerçek amacını çoğu zaman unutuyor. Şuurun altın damarına ulaşmanın farkında değil. Fiziksel dünyanın keşfi ilerledi ama insanın “kendini bilme yolculuğu” geri kaldı. Devasa binalar, yollar ve şehirler yükselirken; insanın iç dünyası hâlâ bilinmezliklerle dolu. Bilim, insanın özünü ve aklın ötesindekini henüz çözemedi.

Kendi değerimizi bilmemek, çağımızın en büyük açmazlarından biridir. Bu çağ, ilahi değerin açığa çıktığı dönem olmalı.

Kendini Bilmek İçin Kitap sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin