“Gerçek sevgisi, Ego’yu özgürleştiren tek sevgidir… İnsan eğer direkt olarak başka bir şeye öncelik verirse, kaçınılmaz olarak benlik arayışına düşer. İşte burada gerçeğin insan ruhunun eğitim için en büyük ve en dikkate değer önemi yatar. Gerçek hiç bir insana uyum sağlamaz ve yalnızca gerçeğe adanmışlıkla gerçek bulunabilir…”

— Rudolf Steiner

Merhaba

Gerçeği sevmek için girişimde bulunmayan ama kendi fikirlerini gerçek gibi olarak dayatmaya çalışan insanlara bir bakın; onlar için kendi ruhları dışında başka hiçbir şeyin önemi yoktur ve hiçbir şeye tahammülleri yoktur. Gerçeği kendi görüşleri ve fikirleri çerçevesinde sevenler, başka bir yoldan gerçeğe ulaşmanın acısını çekmeyeceklerdir. Kendilerinden farklı fikirlere sahip olan herkesin farklı yeteneklerinin önüne engeller koyacaklardır. Yaşamda bu şekilde birçok çatışma meydana gelir. Gerçek için verilen dürüst bir mücadele, insanı anlayışa götürür ama gerçeği kendi kişiliği için sevmek, tahammülsüzlüğe ve diğer insanların özgürlüğünün zedelenmesine yol açar.

Gerçek, Entelektüel Ruh’ta tecrübe edilir… Ancak düşünmeye kabil varlıklar tarafından kişisel çaba aracılığıyla aranabilir ve edinilebilir. Gerçeğin düşünceyle edinildiğinin farkında olduğumuz kadar iki tür gerçek olduğunu da fark etmeliyiz. İlk önce etrafımızdaki doğayı gözlemleyerek ve gerçeklerini, yasaları ve bilgeliği keşfetmek için araştırarak edindiğimiz gerçek vardır. Dünyayı bu şekilde tecrübe edişimizden edindiğimiz gerçek türüne “yansıtan” düşünceden gelen gerçek diyebiliriz. İlk önce dünyayı gözlemleriz ve sonra da bulduklarımız hakkında düşünürüz.

“Yaratıcı” düşüncede ise bu durum oldukça farklıdır. Burada insanın kendisi üretkendir. Düşünceleri, dış dünyadan gerçeklik olarak şekil alır; burada Doğa örneğinin kendisi gibi çalışır. Sadece gözlemlemenin ve yansıtan düşüncenin ötesine geçen insan durum budur ve ruhunda yalnızca gözlemden edinilmeyen bir şeyin uyanmasına izin verir. Tüm ruhani bilimsel gerçekler, ruhta üretken bir niyetin olmasını gerektirir. Yansıtan düşünceyle gerçeklik edinebildiğimiz şeylerin sonu gelmez ancak yaratıcı düşünce, alanı kısıtlı olsa da daha üretken bir gücü beraberinde getirir; ruh tazelenir ve görüş alanı genişler. Ruh içsel olarak daha da kutsal hale gelir; kendi içinde dünyadaki kutsal yaratıcı eylemini yansıtır.

Böylece elimizde biri yaratıcı düşünceyle ulaşılan, diğeri de yansıtan düşünceyle elde edilen iki farklı gerçeklik vardır. Varolan şeylerin incelenmesi veya tecrübeyle edinilen ikinci grup gerçeklik her zaman soyutluklara götürecektir; ruh bunun etkisi altında beslenmekten mahrum kalır ve kurumaya yüz tutar. Ancak tecrübeden edinilmeyen gerçeklik yaratıcıdır; onun gücü, insana dünyada geleceği şekillendirmek için işbirliği yapabileceği bir yer bulmasına yardımcı olur.

Geçmişe yalnızca yansıtan düşünceyle yaklaşabilir, yaratıcı düşünce ise geleceğe bir yol açar. Böylece insan geleceğin yaratılmasında sorumlu bir varlık haline gelir…

Geleceği aydınlatan üstatlardan biri de Rudolf Steiner 1861’de Kraljevec’de doğdu. Viyana Yüksek Teknik Okulu’nda sosyal bilimler ve matematik okudu. 1891’de “Hakikat ve Bilgi” teziyle Rostock Üniversitesi’nde doktorasını tamamladı. 1889 ile 1896 yılları arasında Goethe’nin tüm yapıtlarını yayıma hazırladı. 1902’de H.P. Blavatsky’nin kurmuş olduğu Teozofi Cemiyeti’ne katıldı. Ancak sonradan “hakikat yolu”nun salt Doğu mistisizmine dayandırılamayacağı gerekçesiyle bu cemiyetten ayrıldı ve 1913’te reenkarnasyonu ilke edinen Antropozofi Cemiyeti’ni kurdu. Steiner, antropozofi’yi bir “spiritüel gelişim yolu” olarak tanımladı. 1920’de Goethe’nin yazılarından esinlenerek kurduğu okula Goetheanum adını verdi. Hayatının son yirmi beş yılını ruhsallık, sosyal bilimler, eğitim, sanat, tarım ve sağlık üzerine ders ve konferanslar vererek geçirdi. Steiner’in çalışmaları birçok ülkede, engelli çocuklar için okulların, bilim araştırma merkezlerinin ve sanat okullarının kurulmasına yönelik girişimlere temel oluşturmuştur.

Aynı zamanda bir postkognisyon medyumu olan Rudolf Steiner spiritüalizm ve teozofi çevrelerinde Atlantis ve dünyanın bilinmeyen geçmişi hakkında “akaşik okumalar”ıyla bilgi veren iki önemli isimden biri olarak kabul edilir. Naziler’in baş düşmanlardan biri olarak kabul ettikleri Steiner’ı Hitler, çeşitli baskınlar düzenlemesine rağmen yakalattıramamıştır.

RUDOLF STEINER’IN DERSLERİ

“Ruh Bilimi”nin temellerini atmış Rudolf Steiner’ın kıymetli derslerinin derlendiği bu eserde ruha bilimsel bir açıdan yaklaşan antropozofi biliminin derinliklerine ineceğiz. Antropozofi Rudolf Steiner’ın öğretilerine dayanan ve insanın doğru eğitim ve gerekli disiplinle manevi dünya deneyimini yaşayabileceğine inanan bir sisitem… Antropozofi ruh biliminin temelleri Rudolf Steiner (1861-1925) tarafından yazılan ve yayınlanan eserlerde atılmıştır. Steiner aynı zamanda hem halk için hem de Teozofik (daha sonra da Antropozofik) Toplum için 1900 ve 1924 yılları arasında sayısız ders ve öğreti vermiştir. Steiner’ın başlangıçtaki amacı, kendiliğinden gelişen bir doğaya sahip ve ‘yazılma aracılığıyla dile getirilmemiş düşüncelerden’ oluşan bu derslerin basılması değildi. Ancak dinleyicilerin ürettiği eksik ve hatalı sayısız kayıdın elden ele dolaşmaya başlamasının ardından, bu notların düzenlenmesi gerektiğine kanaat getirdi. Bu görevi Marie Steiner von Sivers’a verdi. Von Sivers, yazıların seçilmesinden, yönetilmesinden ve yayınlanmadan önce gerekli düzenlemelerin yapılmasından sorumluydu. Rudolf Steiner bu notları bizzat düzeltecek şansa sahip olamadı bu nedenle derslerinin yayınlanması hakkındaki çekingenliği göz önüne alınmalıdır; “Yazılarımda oluşan benim bile düzeltemediğim hataların görmezden gelinmesi gerekecek.”

Otobiyografisinin 35. bölümünde Rudolf Steiner, aslında yalnızca kendi üyeleri arasında dolaşmasını istediği dersleri ve halka açık yazıları arasındaki ilişkiye ışık tutar. Bu metin, bu cildin sonunda basılmıştır. Bu metinde ifade edilen şey, ruh bilimiyle halihazırda aşina olan kısıtlı bir grup dinleyiciye hitap eden dersler içinde geçerlidir.

Marie Steiner’ın ölümünden sonra (1867-1948) Rudolf Steiner’ın Tüm Eserleri’nin düzenlenmesi, onun talimatları doğrultusunda hayata geçirildi. Bu cilt, bu eserlerin bir bölümünü oluşturmaktadır. Gerekli olduğu takdirde bu metinle ilgili ayrıntılar notlarda bulunabilir.

TECRÜBENİN YOLLARI CİLT 1

  1. Ders “Ruh Biliminin Görevi” 14 Ekim 1909, Berlin : Ruh, ruh bilimi için bir gerçekliktir. Çok önemli bir zat olan Hoditz ve Wolframitz Kontu, şöyle demişti; “İnsan, özünde Kutsal olanın görünüşüdür.” Bugun ruh bilimi vardır; bilginin daha yüce, duyuların ötesinde bir halidir. Goethe, evrenin amacının insan varoluşunun ahenk içinde olması olduğunu anlamıştır. Kant, ahlaki bilincin, görevin ve vicdanın geldiği ruhani dünyaya giden bir bilgi yolunu reddetmiştir. Goethe ise onun tam karşıtıdır. ‘Tefekkür içindeki yargıların’ aracılığıyla insan ruhani dünyaya yükselebilir. Bu yoldaki adımlar Hayalgücü, İlham ve İçgüdü’dür. Antik zamanlardaki girişimler, efsaneler ve mitlerde olduğu kadar sembollerde de yaşamın en çarpıcı sırlarını ortaya çıkarmışlardır. ‘Therapeutaeler’, ruhani dünyanın içini öngörebilmişlerdi. Augustin, Kutsal olanın farkındalığını tecrübe etmişti. Bugün ruhani gözlem, bilimin mantıklı terimleriyle ifade edilebiliyor. Ruh biliminin görevi, ruhun gizli güçlerini geliştirerek manevi dünyaya yükselmektir.
  2. Ders “Öfkenin Görevi” 5 Aralık 1909, Münih: Ruhta gizli olan yetenekler vardır. Ruh ve maneviyat yalnızca ruh ve maneviyattan gelir. Dünyaya yeniden gelerek tekrar yaşamak bunun bir sonucudur. Duygusal ruh, duygusal bedenle bağlantılıdır. Entelektüel ruh eter bedenle ve bilinçli ruh da fiziksel bedenle bağlantılıdır. Duygusal ruhta antipati ve sempati görüleri vardır. Entelektüel ruh, dış dünyayla ilgili düşünceleri ve yargıları şekillendirir. Kendimizi mümkün olduğunda çok yönlü kalmalı ve egoizmin üstesinden gelmeliyiz. Öfke, insanı sakinlik ve gerçek nezaket hakkında eğitebilir. Prometheus insanlığa dili, bilgiyi, yazıyı ve ateşi getirdi, bunların hepsi egoyu eğitmek için sunulan birer hediyeydi. Zeus’un öfkesi, Prometheus’un içindeki egonun gücünü yok etmişti. Zeus’un yerini İsa, öfkenin yerini ise sevgi dolu ego aldı.
  3. Ders “Gerçeğin Görevi” 22 Ekim 1909, Berlin: Ego, kendisini yitirmek ve egoistlik arasında sıkışıp kalmıştır. Lessing, insanın gerçeğin peşinden gitmesini talep eder. Bir gerçek hissiyatı, insanı benliksizliğe götürür. Tek taraflı bakış açısı gerçeğe götürmez. Tutkuların ve arzuların üstesinden gelinmelidir; huzur ve ahenk de aynı ölçüde insanlar arasında hüküm sürer. Dış dünyayı gözlemleyerek gelen yansıtan gerçek olduğu kadar, yaratıcı düşünceyle gelen gerçek de vardır. Yaratıcı düşüncenin gerçeği arasında ruh biliminin gerçekleri de vardır. Yansıtan gerçek egoizme dönüşebilirken yaratıcı düşünceyle ulaşılan gerçekler bizi benliğimizden özgürleştirir. Bu Epimetheus ve Prometheus arasındaki farktır. Bu iki Titan kardeş el ele vermelidir, Bilgelik ve Söz, Eylem ile birleşmelidir.
  4. Ders “Hürmetin Görevi” 28 Ekim 1909: ‘Unio mystica’, insan limitleri içindeki ebedi dişilikle birleşmektir. İnsanlar egolarını güçlendirmelidir ama bunu egoizme dönüştürmemelidir. Bu irade, bilinmezliğe özgü bir adanmışlık geliştirebilir; bu his bilinmeze duyulan bir sevgi geliştirir. Bu ikisi birleşince hürmet var olur, bu da bilinmeyenin bilgisine yol açar. Yargılama olmayan sevgi, duygusal coşkuya yol açar. Sevgi ve adanmışlık, doğru türde bir benlik duygusuyla birleşince insanı yüceltir. Hürmetin göstergeleri, diz çökmek, elleri kavuşturmak ve yüzü kaldırmaktır. Ruh, kendi içinde güzel ve iyi olana dair bir hissi arındırarak yaratır. Hürmetle arındırılmış olan irade, ahlaki idealler şekillendirir. Yaşlılıkta, hayatta aktif olmak adına bir güç doğar. Her şeye gücü yetene daha da yakınlaşırız. Giderek zenginleşen bilgi, bilinç ruhunu eğitmenin bir sonucudur. Hürmet, ‘ebedi-eril’ olanın içine işlemelidir. Güçlü ego, daha yüce alanlara çıkar.
  5. Ders ” İnsan Karakteri” 14 Mart 1909, Münih : Bütünleşmiş bir karakterle insanın varoluşundaki bölünmelerin üstesinden gelinmelidir. Üç ruh üyesinin birbiriyle iletişim halinde olmasından doğan egonun getirdiği ahengin temeli işte burada yatar. İnsan, hayattan edindiği tecrübeler ve bilgelikler aracılığıyla olgunlaşır. Tecrübeler, kabiliyetlere dönüşür. Bunlar, fiziksel ve eter vücutların yaradılışıyla sınırlıdır. Bizim arketipler haline getirdiğimiz güçler, ancak yeni bir yaşamda varoluşa girebilir. Dışarıdan görünen iç varoluşun bir ifadesidir. Laocoon, içinde egonun olmadığı bir insanın görünüşüdür. Tecrübenin gerçek olgunluğuna 35 yaşına dek ulaşılmaz. Neşe ve sevgi çocuğun fiziksel bedenini güçle doldurur. Bunun ardından bilinç ruhu için ego daha az engel yaratır. Eter beden ile entelektüel ruh ve bunların kendilerini açığa çıkardığı dönemler arasında benzer bağlantılar vardır. 7 yaştan 14 yaşa kadar süren otorite tecrübesi, cesaretin temelini atar. 14 yaştan 21 yaşa kadar insana sunulan idealler duyusal ruha damga vurur. Kozmik sırların perdesini aralamak karakteri daha da şekillendirir. Karakter yüz ifadesine, fizyonomiye ve kafatasının şekline  yansır.
  6. Ders “Riyazet ve Hastalık” II Kasım 1909, Berlin: Ruh bilimi, insanın belirli bir zamanda kabiliyetlerini geliştirerek bilgisinin sınırlarını nasıl aşabileceğini sorar. İnsan, bilincini geliştirmek için dış dünyadan gelen bir tetikleyiciye ihtiyaç duyar. Ancak insan içsel varoluşunun parçalarını, dışarıdan bir tetikleyiciye ihtiyaç duymadan bilinç edinecek kadar güçlendirebilir. İlk egzersiz, gül haç gibi sembolik kavramlardır.  Bu tür bir egzersiz gerçek anlamda riyazettir. İnsan, ruhani olanı zihnini karmaşıklığa sürüklediği için benliğini korumak adına reddedebilir. Ruhani dünyanın bilgisini sadece duygular nedeniyle kabul etmek, insanın kendisine zarar verir. Bu bedeni güçsüzleştirecek ve ruhu için işe yaramayacak yanlış bir tür riyazettir. Bunun sonucunda insan kendisi hakkında yanlış fikirler edinir. Hastalıklar, insanın bedeni ve ruhu arasında yanlış bir ilişki olmasından kaynaklanabilir. Ruhun kuvvetini güçlendirerek bedene iyileştirici güçler bahşedilebilir.
  7. Ders “İnsan Egoizmi ” 25 Kasım 1909, Berlin: Goethe için insan, varoluşun zirve noktasıdır ve haksız egoizmi taşıyandır. İnsan tecrübelerini insanlığın emrine verirse küçük bir evren haline gelir. Eğer bunu yapmazsa, katılaşır. Yanlış türde bir egoizm insanı yalnız bırakıldığı bir varoluşa götürür. Tüm yüce gerçeklerin ruh üzerinde şifalı bir etkisi vardır. Dış dünyaya ait bir anlayış geliştiren hisler yaşam güçlerini kuvvetlendirir. İnsanın içinde daha yüce bir insan doğar. Dünyaya dair bir içgörüyle elde edilen bilgelik iradeye dönüşür. Goethe, Wilhelm Meister’ın Çıraklık Yılları adlı eserinde egoizmin doğasını gözler önüne serer. Mignon, henüz ego haline gelmemiş bir varlıktır. Güzel Ruh egoizmin daha da arıtılmış bir halini gösterir. Ama ardından İsa’nın yaşamının gidişatını tecrübe eder. İnsan, ancak kendi zenginleşmiş içsel varoluşu çevreye yayılınca etrafındaki muhteşem dünyayı anlayabilir. Ruhani güçler insana rehberlik eder. Seyahat Yılları eserinde çeşitli masallar ve çokça bilgelik iç içe geçmiştir. ‘Pedagojik alanda’ saygının önemini gösterir. Makarie evreni tecrübe eder. Benlik bilgisi, dünya bilgisi haline gelir ve dünya bilgisi de insanı benlik bilgisine götürebilir.
  8. Ders “Buda ve İsa” 2 Aralık 1909, Berlin
: Buda, sadece insanın kendi içinde tatmin edici olan bir varoluşa nasıl ulaşacağına dair araçlardan bahseder. Nagasena ve Kral Milinda arasındaki konuşmada Nagasena bir dünya hayatından diğerine yalnızca etkilerin nasıl geçtiğini gösterir. Budizm, fiziksel dünyadan yüz çevirir. Hristiyanlık, dünya yaşamının sonuçlarını öbür dünyaya taşır. Buda, insana dışarıdan saldıran acıyı görür. İnsan, varoluşa dair susuzluğuna sekiz katmanlı bir yol aracılığıyla karşı koymalıdır. Buda varoluşun sancısından kurtulmak ister. Hristiyanlık ruhani seviyede bir yeniden doğuşun dinidir. Doğu, tarihsel değildir. Batı ise tarihseldir. Hristiyanlıkta gelişimin amacı, bu dünyada kazanılan her şeyin daha yüksek kusursuzluk seviyelerinde parlaması ve dünyadaki varoluşun sonunda yeniden doğmasıdır. Bir Hristiyan yalnızca bir sanrıdan ibaret olan dış dünyanın hatasına düşmemelidir. Yeniden doğuşlarda tecrübe ettiğimiz her şey, yeniden doğuşu ruhani olarak tecrübe edebileceğimiz şekilde geliştirilmelidir. İsa’nın zamanında duru görü azalmıştır. Bunun yerine ego kültürü yükselişe geçmiştir. Güzellikler egoya giden yolu, insanda kutsal olanı işaret eder. İsa’nın ölümü, ölümsüz yaşamın başlangıç noktasıdır. Son olarak Faust ölümden yaşama yükselir. Goethe’nin eserinde geleceğin Hristiyanlığı ortaya çıkar. 

  9. Ders: “Ruh Bilimi Işığında Ay Hakkında” 9 Aralık 1909, Berlin: Fechner ve Schleiden arasında bir ‘ay tartışması’ vardır. Fechner, ayın ritmiyle ilgili birçok gözlemi bir araya getirmiştir. Goethe meteorolojik çalışmalar yapıyordu. Dünyayı yaşamla dolu görüyordu. Ego, ruhun üç üyesi üzerinde işler. Sezgin beden insanın yuvasıyla bağlantılıdır. Güneş ışınlarının dünyaya düştüğü açı yerine göre değişir. Eter beden mevsimlerin değişimine bağlıdır. Kuzeyde ve tropik yerlerde entelektüel ruh, eter beden için faydalı bir araç üretemez. Fiziksel beden gün ve gecenin değişimiyle gelişir. Üretken dönemler 14 günlük ritimlerle ortaya çıkar. Ruhani araştrmacı için bu dönemler, ruhani aydınlanmaların hem kendisi hem de düşünceleriyle harekete geçirdiği başkaları üzerinde etkili olduğu dönemlerdir. Dünya, ayı yörüngede tutar. Ayın güçleri ruhu taşıyanları hazırlamak için çalışır. İnsan dış ritmi iç ritme dönüştürür. Gelgitler dünyadaki daha derin güçler sayesinde gerçekleşir, Embriyo dönemi, on dolunay ayıyla belirlenir.

TECRÜBENİN YOLLARI CİLT 2

“Ego içeriden dışarıya doğru hareket eder. Uykudayken insanın içi, dışından ayrılır. Bu süre sırasında gün içinde gerek duyduğumuz güçleri toplarız. Deneyimlerimiz yetenek ve bilgeliğe dönüşür. Sevgi, deneyimin öz çıkarımı olarak gelişir. Fiziksel ve eterik bedenlerimizin şeklini değiştiremeyiz. Gelişim, özellikle ruha kısıtlanmıştır. Hareketler ve fizyoloji uzun bir süre içinde düşünceyle değişir. Bu, tekrarlanan dünya yaşamları prensibine götürür. Ruh ve daha önceki dönemlerin ruhsal özellikleri bizim şu andaki deneyimlerimizi belirler.”

— Rudolf Steiner
  1. Ders “Ruh Bilimi ve Dil20 Ocak 1910: İnsanların önemi, onuru ve doğası dil ile bağlantılıdır. Dil, düşünceleri, hisleri ve istek dürtülerini diğer insanlara iletir ve onlar ile bizim aramızda bir bağ yaratır. Ulusal karakter de burada ifade edilir. Dilin kökeni, egonun doğumundan önceye dayanır. Ruhsal varlıklar konuşma organlarını şekillendirir ve insan vücudunu konuşmanın gelişebileceği şekle sokar. Astral, eterik ve fiziksel bedenin güçleri dilde aktiftir. Fiziksel bedenin araçlarıyla dışsal imgelerimizi taklit ederiz. Eterik beden bu imgede sembolik olarak işler. Astral bedenin içsel tecrübeleri sesi dönüştürür. Son olarak ego, varlığını dile yansıtır. Çince’ de atomik bir element vardır. Semitik dillerde sembolizm ve Hint-Alman dillerinde ise benliğin tecrübesi vardır. Ruh Bilimi dildeki tarzın üzerinde verimli bir etkiye sahiptir. Dil, ruhun duyular ötesi görüsünü ölçülü hale getirebilir.
  2. Ders “Gülmek ve Ağlamak” 3 Şubat 1910, Berlin: Gün içinde deneyimler, ego ve dünyanın geri kalanı arasında bir bütünlük oluşturmak ister. Ego, eylemlerini fiziksel bedene yüzün renginin kaçması ve kızarması olarak yansıtır. İnsanın etrafında gerçekleşen olayları dönüştürerek edindiği bir gülümseme astral bedeninin bir uzantısı olarak belirir. Astral bedenden geri çekilen şeyler de ego astral bedeni bastırır ve gözyaşları akar. Hayvanlar yalnızca uluyup homurdanabilirler. Ağlarken içeri çekilen nefes daha kısadır ve dışarı verilen nefes daha uzundur. Gülerken ise tam tersi olur. Yehova insanlara nefesi vermiştir ve böylece egoyu yaratmıştır. Ağlamak ve gülmek, egonun güçlerini eğiten araçlara sahiptir. Trajedi egoyu güçlendirir. Komedi egoyu özgürleştirir.
  3. Ders “Mistizim Nedir?” 10 Şubat 1910, Berlin: Mistisizm, Usta Eckhart ile başlar ve Angelus Silesius ile zirvesine ulaşır. Mistik, kendi içinde dünyanın kutsal zeminini, İsa’nın yaşamının ve ölümünün gerçekleşmesini, içsel bir uyanışı arar. Dış dünyanın perdesini kaldıran diğer yol ise dış olguların zenginliğine götürür. İçsel yol bütünlüğe dair bir deneyime götürür; ikinci yol ise çeşitliliğin deneyimine. Mistik kişinin deneyimleri ulusal karakteri ve geçmiş tecrübeleriyle etkilenir. Mistik bilgi, dünyaya dair genel bir bilgiye çok kolay bir şekilde dönüşmez. Ruh biliminin bilgisi Hayal gücüne, İlhama ve İçgüdüye götürür. Gül Haçın Tasavvuruna. Ruhsal-bilimsel bilgi hem mistisizmin hem de tekçil bakış açısının dezavantajlarından kaçınır.
  4. Ders “Duanın Doğası” 17 Şubat 1910, Berlin : Dua mistik tasavvurun ve daha öncül safhasıdır. Ruhta da iki akış bulunur; biri gelecekteydik diğeri ise geçmişten. Bizler geçmişimizin, yaptıklarımızın, hislerimizin ve düşüncelerimizin izlerini içimizde taşırız. İçimizde bizi ruhsal ve kutsal egoya götüren bir kutsallık uyanmalı. Aynı şekilde ruhun da gelecekte daha zengin bir içeriğe sahip olacağını hissederiz.  Geçmişe bakmak, Tanrı’ya adanmışlığa götüren bir hürmet uyandırır. Gelecekteki olaylara dair güç, alçakgönüllülük ve ruhun huzurunu verir. Dua, egoyu geliştiren güçler iç ısıtan ve aydınlatan bir etkisi vardır. Duada kendimizi buluruz. Eğer yüce ego, daha aşağı olan egoyla çatışma içindeyse dua, karanlık bir gecenin ardından söken şafak gibidir. Dua bilgelik verebilir, hisleri derinleştirebilir ve iradeyi güçlendirebilir. Tanrı’nın Duası’nın yedi emri, dünyanın tüm bilgeliğini kucaklar. Bu aynı zamanda meditasyon ve konsantrasyonun da öznesi olabilir. Duanın etkisi yıllar içinde yaşamın gidişatını değiştirebilir. Toplu duada daha da yoğunlaşmış bir ruhsal güç vardır. Sanatta ağıtlar bir dua gibi işler ve katedral de taşlarla ifade bulmuş bir dua gibidir. Dua, ebediyet ruhu hazırlar.
  5. Ders “Hastalık ve İyileşme” 3 Mart 1910, Berlin : İnsanlarda fiziksel bedeni dışarıdan gözlemleriz ve astral bedeni de içeriden gözlemleriz. Eterik beden bu ikisinin arasındadır. Ego içeriden dışarıya doğru hareket eder. Uykudayken insanın içi, dışından ayrılır. Bu süre sırasında gün içinde gerek duyduğumuz güçleri toplarız. Deneyimlerimiz yetenek ve bilgeliğe dönüşür. Sevgi, deneyimin öz çıkarımı olarak gelişir. Fiziksel ve eterik bedenlerimizin şeklini değiştiremeyiz. Gelişim, özellikle ruha kısıtlanmıştır. Hareketler ve fizyoloji uzun bir süre içinde düşünceyle değişir. Bu, tekrarlanan dünya yaşamları prensibine götürür. Ruh ve daha önceki dönemlerin ruhsal özellikleri bizim şu andaki deneyimlerimizi belirler. İnsanlar ölümden sonra bir sonraki fiziksel ve eterik bedenleri için bir arketip şekillendirirler. Şu andaki deneyimlerimizin meyvelerini gelecekteki bedenimize aktarabiliriz. Sınırlarımızı aşmak hastalıkların kökeninde yatar. Mantık, dışardaki olaylarla uyumsuz bir ilişki içine girebilir. Mantıkta deneyimin olgunlaşması eksiktir. İnsanın dış yönü ya dışsal araçlarla ya da insanı kendi dışsal yönünü güçlendirecek seviyeye gelecek kadar kuvvetlendirerek sağlığına yeniden kavuşabilir. Ölümün gerçekleşmesi durumunda insanın içi ve dışı arasındaki uyum yeniden oluşturulamaz. İyileşmek bir görevdir. Ancak ölüm de bir hastalığın sonunda gerçekleşirse faydalıdır.
  6. Ders “Pozitif ve Negatif İnsan” 10 Mart 1910, Berlin: Pozitif bir insan dış imgelerden etkilenmez. Negatif bir insan ise dış imgelere hemen boyun eğer. Pozitif insan katı olabilir ve negatif bir insan da bütünsel bir değişim yaşayabilir. Pozitif bir insan sanatsal değerlere karşı tamamen duyarsız kalabilir, negatif bir insan ise kendisini kaosun hakim olduğu imgelere verebilir. Negatif özellikler, daha ileri bir gelişmeyi mümkün kılabilmek için ruhta asimile edilmelidir. Negatif insan da tehlikeli elementleri aynı şekilde asimile edebilir. İnsan ‘kitlesel ruhla teslim olduğunda başka bir varlık haline gelir. Ruhun öğrencisi kendisini yeni imgelere açabilmelidir. Özel beslenme şekilleri beden doğasından kaynaklanan yükleri azaltabilir. Ancak insan yalnızca iyiye değil, kötüye de açık hale gelir. Ruhsal egzersizler, ruh bilimi çalışmalarına eşlik etmelidir. Ruh, sağlıklı bir yargıda bulunamadığı zaman negatif hale gelir. Ruhsal bilim pozitif olanı pekiştirir. İnsan, pozitif bir ruh halinden negatif bir ruh haline ancak daha yüce bir seviyede pozitif olmak için geçer. Trajedi negatif hissi karşılar ve onu pozitif bir hisse dönüştürür.
  7. Ders ” Hata ve Akıl Hastalığı” 28 Nisan 1910, Berlin: Bilgi, ancak belli sınırlar içinde mümkündür. Normal ruhsal yaşam, anormal bir yaşam dönüşebilir. Sezgin, entelektüel ve bilinç ruhu, ruhun bölümleridir. Sezgin ruh ve Sezgin beden, entelektüel ruh ve eterik beden, bilinç ruhu ve fiziksel beden birbiriyle ilişkilidir. Eğer Sezgin beden bağımsız bir hale gelirse otomatik olarak imgeler belirmeye başlayacaktır. Rahatsızlıklar, insanlar yalnızca kendi mantıklarını kullanıp gerçekleri göz önüne almadıklarına entelektüel ruhta ortaya çıkar. Bu nedenle yanlışların yasalarıyla hareket eder. Gerçek benlik ile miras edinilmiş özellikler arasında bir ayrım yapılmalıdır. Bilinç ruhunun rahatsızlıkları megalomanya ve paranoyadır. Güçlü bir ruh yaşamı, hasta bir varlıkta baskın hale gelebilir. Yanlış bir tür fiziksel egzersiz bedeni güçlendirip ruhu güçsüz bırakabilir. Ruhsal araştırma insanı yorgunluktan bitap düşürmez. Yanlış eğitim şizofreni ve bunama gibi rahatsızlıklara yol açar. Ruh bilimi hasta olan bedensel doğanın şifasıdır.
  8. Ders “İnsan Vicdanı” 5 Mayıs 1910, Berlin : Sanat, insan onurunun var olması için gerekli bir elementtir. İnsanların ciddi ve onurlu bir şekilde dikkatlerini verdiği bir seviyeye yükseltilmesi gerekir. Vicdan, Tanrı’nın insan ruhunun içindeki sesidir. İnsanın bağrında kutsal bir şey olarak ortaya çıkar. İnsanın ne yapması ve ne yapmaması gerektiği hakkında içten bir şekilde konuşur. Fichte insanın ebedi temel çekirdeğine işaret eder. Sokrates henüz bu bilgiye sahip değildir. Erdem’in öğretilecek bir şey olduğunu düşünür. Ego, ruhun güçlerinin odak noktasıdır. Bir zamanlar daha yüce bir ego bizim bedenlerimiz üzerinde çalışıyordu, insan kendisini ruhsal dünyanın bir parçası olarak görüyordu. Bir insan kötü bir şey yaptığında, bunun utancını hayali bir görüyle görebiliyordu. İyi ve kötü eylemlerin görüsü içsel yaşamına işliyordu. İlk önce evrensel düzeni nasıl bozacağını görmüş oluyordu. Ardından evrensel ruh, kendisini insanın içsel yaşamında güçlü bir şekilde gösteriyordu. Aeschylus’un içinde Erinyeler hala görünür. Euripides ile vicdan ortaya çıkar. İsa ile insan, Kutsal olan ile kendi içsel varlığı arasındaki bağlantıyı anlamayı öğrenir.
  9. Ders “Sanatın Görevi” 12 Mayıs 1910, Berlin: Goethe için sanatın en yüce eserleri, aynı zamanda doğanın en yüce eserleridir. “Gereklilik vardır, Tanrı vardır.” Aynı şekilde Richard Wagner da insanlığa sanat eserleri aracılığıyla varoluşun temelleriyle ilgili bir şey vermek ister. Örneğin Beethoven’in Dokuzuncu Senfonisi yazarken, bu seslerin başka bir dünyadan gelen bir vahiy gibi bir şeyi, yalnızca rasyonel veya mantıksal terimlerle kavrayabileceğimiz herhangi bir şey den oldukça farklı bir şeyi ilettiğini söylüyor. Sanat yoluyla ifade edilen bu şeyler hakkında en azından bir şey kesin olarak söylenebilir. Ruh üzerinde ikna edici bir güçle hareket ederler ve yalnızca rasyonel veya mantıksal tüm düşüncelerin güçsüz olduğu gerçeğine dair bir inançla duygularımıza nüfuz eder. Buraya başka bir şey daha ekleyebiliriz. Ruh bilim açısından büyük sanat eseriyle tanıştığımızda, onların insanın hakikat arayışına ilişkin kendi vahiylerini ilettiklerini hissederiz ve ruh bilim insanı da bu mesaja içsel olarak ilişkili olduğunu hisseder. Gerçekten de onun bugün insanların gönülsüzce kabul ettiği sözde manevi vahiylerin çoğuna, olduğundan daha yakın hissettiğini söylemek abartı olmaz. Sanatın başlangıcının ilk kez insanlarda şiir kılığında göründüğü haliyle izini sürmek istiyorsak, o zaman sıradan fikirlere göre gerçekten çok geriye gitmemiz gerekir.

Homeros, ilham perilerini harekete geçirir. Ve ilk Homeros şiiri İlyada şöyle başlar:

“Anlat, Ah İlham Perisi, Aşil’in öfkesini anlat…”

Ve ikinci Homeros şiiri Odysseia da şöyle başlar:

Anlat, Ah İlham Perisi, yolculuğa çıkmış o adamı…

Bir zamanlar mitolojik olaylar insanlık için bir gerçeklikti. İnsan, ruhsal güçlerin kendi varlığına girip çıktığını, kendi içinde düşünceler, hisler ve iradeye bağlı dürtüler uyandırdığını hisseder. Homeros’ta şiirsel hayalgücü, antik duru görünün yerini alır. Ego, İtalya ve Sicilya’da güçlü bir şekilde gelişmiştir. Doğu’da gelişmiş olan imge, resimdir; Batı’da gelişen ise methiyelerdir. Yunanistan’da bu ikisi bir araya gelmiştir. Epik ortaya çıkar. Tiyatronun kökeni Aeschylus’a dayanır. Ego, methiyelerde ve Orfik dindarların ilahilerinde ortaya çıkar. Bu, Aeschylus’tan Dante’ye olan gelişimdir. Plato, bilgeliği sezgisel ruhla bağdaştırır. Dişi kurt, aslan ve vaşak ruhun bölümlerinin gölge taraflarıdır. Shakespeare’ın figürlerinde artık kutsal özellikler yoktur. Goethe’nin Faust’u temelinde her insanı yansıtır. Ego, kendisini kutsal dünyaya yükseltir. Şiir ebedi alanlara yükselir. Sanat yeniden ruhsal dünyaya girer. Goethe için gerçek ve güzellik, kutsal idea’nın ortaya çıkmasıdır. Goethe’nin şunu söylediğinde bunu ne kadar derinden hissettiğini anlarız:

Güzellik, Doğanın o olmasaydı sonsuza kadar gizli kalacak yasalarının bir tezahürüdür…”

Sanat, ebedi olanın verdiği mesaj ile geçici olanı dönüştürmek üzere göreve çağırılır…

Ruhun Değişimleri, Tecrübenin Yolları, Cilt 1-Cilt 2 okumayanlara tavsiye, okuyanlara bilgiyi hatırlatma amaçlı. Bu kitapta, ruhun üç bölümü olan Sezgin Ruh, Entelektüel Ruh ve Bilinç Ruh’nu tanırken ruhu ve Ego’yu nasıl geliştireceğimize dair bir öngörü edineceğiz. Sezgin Ruh düşünceyle pek meşgul olmadan yaşar. Asıl rolü dış dünyadan imgeler edinmek ve bunları içselleştirmektir. Aynı zamanda dış imgelerden gelen keyif ve acı, neşe ve keder gibi hislerin de aracıdır. Tüm insani hisler, tutkular, içgüdüler ve arzular Sezgin Ruh’tadır. İnsan bu evreden daha yüce evrelere ilerlemiştir; düşüncesi Sezgin Ruh’un içine işlemiştir ve hisleri de düşüncelerle doludur. Entelektüel Ruh‘ta derinliklerden gelen belirsiz hisler yoktur, daha ziyade düşüncenin içsel ışığıyla yavaş yavaş oluşan hisler vardır. Aynı zamanda insan Ego’sunun kademe kademe ortaya çıktığı yerde Entelektüel Ruh’tur; Burası gerçek “Benlik”e gidebilecek ve onun arınmasını, temizlenmesini ve ruhun içindeki özellikleri iyileştirmeyi sağlayabilecek ana merkezidir böylece hislerimizin, düşüncelerimizin ve dürtülerimizin efendisi haline gelebiliriz. Ego‘nun iki yönü vardır. Bunun gelişmesinin bir olasılığı insanın kendi içsel merkezini daha da güçlendirmek için çaba harcamasından geçer; böylece giderek daha da güçlenen bir etki yayılarak tüm çevresini ve etrafındaki hayatı aydınlatır. Ruhun çevresindeki dünya için değerini anlamak ve aynı zamanda bağımsızlığını güçlendirmek; bu, Ego gelişiminin bir yönüdür. Bunun tam tersi egoizmdir. Fazla güçsüz olan bir benlik dünyanın akışına kapılıp gidecektir. Ama eğer bir insan keyiflerini ve arzularını, düşüncesini ve kuluçkaya yatmasını, içinde yer alan her şeyi korumak istiyorsa, Ego’su sertleşecek ve benlik arayışı ile egoizme yenik düşecektir.

Rudolf Steiner Hayatı ve Kariyeri :

Düşünceyle Yoğrulan Bir Hayat: Steiner’in Akademik Başlangıcı: Rudolf Steiner, insanlık tarihinin en kritik dönemlerinde yaptıkları ile insanlığın gelişmesine katkı sunanlar arasında en ön saflarda yer alan şahsiyetlerden biridir.

Işığın Peşinde: Kralyeviç’ten Weimar’a: 25 Şubat 1861’de, bugünkü Avusturya sınırları içerisindeki Kralyeviç’te doğan, Viyana Yüksek Teknik Okulu’nda eğitim görerek, burada matematik ve sosyal bilimler dallarında uzmanlaşan Steiner, Goethe’nin doğa bilimsel yazılarının Kurschner cildini yayımlamaya davet edildiğinde, bir akademisyen olarak ün kazandı.

Goethe’nin Gölgesinde Büyüyen Ruh: 1886’da, daha yirmi beş yaşında, Goethe’nin Dünya Görüşündeki Örtük Bilgi Kuramı adlı eserini yazarak Goethe’nin düşünce biçiminin derin çağrışımlarını kapsamlı bir biçimde kavradığını gösterdi.

Bilimle Ruhun Eşiğinde: Steiner’in Erken Yılları: Dört yıl sonra, Weimar’daki “yaşayan önemli akademisyenler” grubuna katılmaya çağrıldı ve burada Goethe-Schiller Arşivleri’nde birkaç yıl bu akademisyenlerle birlikte çalıştı.

Nietzsche’nin Gölgesinde Bir Karşılaşma: Bu yıllarda Steiner, yaşlı Nietzsche’nin çevresinde toplanan gruba dahil oldu. Bu deneyimin kendisinde yarattığı derin izlenimlerinden esinlenerek, 1885 yayımlanan Nietzsche’nin Kendi Zamanına Karşı Bir Savaşçı adlı yapıtını kaleme aldı. Bu yapıt, büyük filozofun başarılarını, hem geri plandaki trajik yaşam deneyiminin hem de 19.yüzyıl ruhunun tarihsel bağlamında değerlendirir.

Steiner elliden fazla yapıtı ve geniş kapsamlı konferans faaliyetleri sayesinde, pek çok ülkede sayısı sürekli artan birçok insanla tanıştı. Sürekli bir faaliyet içinde olmak ve bu kadar hareketli bir yaşam sürdürmek için gerekli olan keskin fiziksel ve zihinsel güç, Steiner’i tek başına zamanımızın en yaratıcı ve üretken insanlarından biri olarak göstermeye yeterli olacaktır.

Çalıştığı yıllar boyunca, Steiner’in okuyucularında ya da dinleyicilerinde duygusallığa ya da mezhepçiliğe yol açmaması dikkate değer bir durumdur. Her insanın özgürlüğüne yönelik titiz özeni ve derin saygısı, ürettiği her şeyde kendini gösterir.

Kozmosun İç Sesine Yolculuk: Rudolf Steiner’ın yaşamı, sadece kronolojik bir anlatıyla değil, aynı zamanda onun düşünsel ve ruhsal dönüşüm süreçleriyle örülerek anlatıldığında çok daha etkileyici hale geliyor.

  1. Ruhsal Arayışla Başlayan Yolculuk (1861–1889) Avusturya’nın Kraljevic köyünde doğan Steiner, daha çocukken doğa olaylarının ardındaki görünmeyeni sorgulamaya başlamıştı. Matematik ve doğa bilimleri eğitimi almasına rağmen sezgisel bilgeliği hiçbir zaman elden bırakmadı. Bu dönemde Goethe üzerine yaptığı çalışmalar, onun düşünsel yapı taşlarını oluşturdu.
  2. Antroposofyanın Doğuşu (1900–1913) Theosophical Society ile ilişkisi, Steiner’ın doğu mistisizmini Batı’nın felsefi temelleriyle harmanlama çabasına dönüştü. 1902’den itibaren bu fikirleriyle Avrupa’da yoğun ilgi gördü. Ancak kısa süre sonra Antroposofya adlı kendi ruhbilimsel sistemini geliştirdi; insanın evrimsel yolculuğuna dair yepyeni bir çerçeve sundu.
  3. Pratik Uygulamalar: Sanat, Eğitim ve Tarım (1913–1925) Steiner yalnızca teorisyen değildi; fikirlerini pratiğe dönüştürme cesaretine sahipti. Waldorf eğitim sistemi, biyodinamik tarım, euritmi sanatı ve Goetheanum gibi yapılarla ruh-beden bütünlüğünü toplumsal hayata taşıdı.
  4. Sonsuzlukla Kucaklaşma 1925 yılında hayata gözlerini yumduğunda ardında sadece kitaplar değil, yaşayan bir felsefe bırakmıştı. Bugün hâlâ binlerce kişi onun rehberliğinde içsel yolculuklarına yön buluyor.

Rudolf Steiner ve Thule Cemiyeti: Tarihsel Bir Yanılgıya Dair Notlar: Son yıllarda çeşitli platformlarda Rudolf Steiner’ın Thule Cemiyeti ve Nazi ideolojisiyle ilişkilendirilmeye çalışıldığını gözlemliyoruz. Ancak bu tür yaklaşımlar, tarihsel bağlamdan uzak, yüzeysel ve çoğu zaman sansasyonel temellere dayanmaktadır. Bu metin, söz konusu yanlış yorumlara karşı bazı temel gerçekleri hatırlatmak amacıyla kaleme alınmıştır.

  1. Rudolf Steiner’ın Dünya Görüşü: Steiner, insanın evrimsel ruhsal yolculuğunu merkeze alan, bireysel özgürlük ve evrensel kardeşlik fikrini savunan bir filozoftu. Antroposofya öğretileri, ayrımcılığın her türüne karşıdır ve Steiner, insan ruhunun kökenini etnik ya da ırksal değil, evrensel bir boyutta açıklar.
  2. Thule Cemiyeti’nin Niteliği: Thule, 1918’de kurulan, Aryan ırk üstünlüğü ve milliyetçi mistisizm üzerine kurulu bir örgüttür. Rudolf von Sebottendorf’un liderliğinde, okült sembollerle bezeli bu cemiyet, Nazizm’in entelektüel zeminlerinden biri hâline gelmiştir. Rudolf Steiner ise tam tersine, Nazi rejimi tarafından eleştirilmiş, kitapları yasaklanmış ve takipçileri baskıya uğramıştır.
  3. Tarihsel Gerçeklik ve Yanıltıcı Kurgular: Steiner’ı Thule ile özdeşleştirmek, tarihsel süreçleri çarpıtmak anlamına gelir. Her ne kadar her iki figür ezoterik bilgiye ilgi duymuş olsa da, amaçları, yöntemleri ve insan tasavvurları birbirine taban tabana zıttır.

Yazarlar sizi okumaya davet ediyor.

Sevgiyle okuyunuz…

Yorum bırakın

İnsan, her şeyi sahiplenme arzusundayken, varoluşun gerçek amacını çoğu zaman unutuyor. Şuurun altın damarına ulaşmanın farkında değil. Fiziksel dünyanın keşfi ilerledi ama insanın “kendini bilme yolculuğu” geri kaldı. Devasa binalar, yollar ve şehirler yükselirken; insanın iç dünyası hâlâ bilinmezliklerle dolu. Bilim, insanın özünü ve aklın ötesindekini henüz çözemedi.

Kendi değerimizi bilmemek, çağımızın en büyük açmazlarından biridir. Bu çağ, ilahi değerin açığa çıktığı dönem olmalı.

Kendini Bilmek İçin Kitap sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin