“Eros ve depresyon birbirlerinin karşıtıdır. Eros özneyi kendinden çıkarıp Başka’ya yönlendirir. Depresyon ise onu kendine doğru fırlatır…”

—Byung-Chul Han

Merhaba

SON ZAMANLARDA sık sık aşkın sonu ilan edildi. Aşk bugün sınırsız tercih özgürlüğünün, seçeneklerin çeşitliliğinin ve mükemmellik zorlamasının kurbanı olmuş. Olanakların sınırsız olduğu bir dünyada aşk artık olanaklı değilmiş. Tutkunun soğuduğundan şikâyet edenler de var. Örneğin Eva Illouz, Warum Liebe weh tut (Aşk Neden Canımızı Acıtır?) adlı kitabında bunu aşkın rasyonelleşmesine ve tercih teknolojisinin yayılmasına bağlıyor. Ancak aşka dair bu sosyolojik teoriler, günümüzde aşkı, sonsuz özgürlükten veya sınırsız olanaklardan çok daha esaslı bir şekilde yıpratan bir şeyin cereyan ettiğinin farkına varamıyorlar. Aşkın içinde bulunduğu krizin tek nedeni başka Başka’ların bolluğu değil, şu anda yaşamın bütün alanlarında meydana gelen ve benliğin giderek daha da narsisistleşmesinin eşlik ettiği, Başka’nın aşınması sürecidir. Başka’nın ortadan kayboluşu, ne feci ki çoğumuz farkına bile varmadan ilerleyen dramatik bir süreç.

“Eros Başka’yla, katı anlamıyla, Benliğin rejiminin ele geçiremediği Başka’yla ilgilidir. Bugünün toplumunun giderek dönüştüğü şeyde, Hep Aynılık Cehenneminde erotik deneyime yer olmamasının nedeni de budur. Erotik deneyim Başka’nın asimetrisini ve dışsallığını şart koşar. Âşık Sokrates’in atopos diye anılması boşuna değildir. Arzuladığım ve beni büyüleyen Başka, mekânsızdır. Aynının dilinin dışına çıkmıştır: “Başka atopos olarak, dilde bir sarsılmaya yol açar: Başka’dan söz edilemez, Başka hakkında konuşulamaz; her ayırıcı özellik yanlış, sancılı, densiz, nahoştur…” Günümüzün karşılaştırma/kıyaslama kültüründe atopos’un negatifliğine yer yoktur. Sürekli her şeyi her şeyle kıyaslar ve böylece onu Aynı olana tesviye ederiz, çünkü Başka’nın atopisine dair deneyim kaybolup gitmiştir. Atopik Başka’nın negatifliği tüketilmeye direnir. Bundan dolayıdır ki tüketim toplumu tüketilebilen heterotopik farklılıklar lehine atopik başkalığı bertaraf etmeye çabalar. Farklılık, Başkalık’tan farklı olarak pozitiftir. Bugün her yerde negatiflik ortadan kayboluyor. Her şey düzleştirilerek tüketim nesnesine dönüştürülüyor.” —Byung-Chul Han

Giderek daha da narsisistleşen bir toplumda yaşıyoruz bugün. Libido esasen kendi öznelliğine yatırım yapıyor. Narsisizm kendini sevmek değildir. Kendini seven özne, Başka’yla arasına kendi lehine işleyen negatif bir sınırlama getirir. Narsisist özne ise sınırlarını net bir şekilde belirleyemez. Böylece kendisiyle Başka arasındaki sınır bulanıklaşır. Dünya ona sadece kendi anıştırmalarının gölgesinde görünür. Başkayı başkalığı içinde tanıma ve bu başkalığı teslim etme becerisi yoktur. Sadece kendini bir şekilde yeniden tanıyabildiği yerlerde anlam vardır. Her yerde kendi gölgesinin peşinde bata çıka ilerler ve nihayetinde boğulur.

“Depresyon narsisist bir hastalıktır. Depresyona yol açan şey, aşırı abartılı, hastalıklı bir şekilde çarpıtılmış bir “kendini referans alma”dır. Narsisist-depresif özne kendinden bitap düşmüş, yıpranmıştır. Dünyasız kalmış, Başka tarafından terk edilmiştir. Eros ve depresyon birbirlerinin karşıtıdır. Eros özneyi kendinden çıkarıp yönlendirir. Depresyon ise onu kendine doğru fırlatır. Bugünün narsisist performans öznesi her şeyden önce başarının peşindedir. Elde edilen başarılar, Bir’in Başka üzerinden doğrulanmasını beraberinde getirir. Bunun sonucunda, başkalığından mahrum bırakılan Başka, Bir’i egosu içinde onaylayan ayna rütbesine indirilir. Bu tanıma mantığı narsisist performans öznesini kendi egosu içinde kıstırır. Böylece bir başarı depresyonu gelişir. Depresif performans öznesi kendi içine çöker ve boğulur. Eros ise Başka ‘yı, Bir’i narsisistik cehenneminden çıkaracak başkalığı içinde deneyimlemeyi olanaklı kılar. Özgür iradeyle gerçekleşen bir kendini-menetme, kendinden-tahliye sürecini başlatır. Özgün bir güçsüzleşme, bir yandan da bir kuvvet duygusunun etkisi altına giren aşk öznesini ele geçirir. Bu duygu, her halükârda Bir’in kendi başarısı değil, Başka’nın armağanıdır.”

Byung-Chul Han

Aynı’nın cehenneminde, Atopik Başka’nın gelişi kıyameti haber veren bir hal alabilir. Bir başka deyişle: Bugün Aynı’nın cehenneminden kurtularak Başka’ya yönelmemizi sağlayacak tek şey kıyamettir.

Lars von Trier’in Melancholia filmi de kıyamet benzeri bir olayın, bir felaketin bildirilmesiyle başlar.

Felaketin lafzi anlamı Unstern (Lat. Des-astrum) — kötü yıldızdır. Justine kız kardeşinin evinde gece gökyüzüne bakarken, daha sonra lanetli olduğu ortaya çıkan, kırmızı ışıklar saçan bir yıldız keşfeder. Melancholia, bütün uğursuzlukları harekete geçiren bir desastrum’ dur. Bir yandan da iyileştirici, ıslah edici etkiye yol açan bir negatiftir. Melancholia bu bakımdan paradokslu bir addır çünkü gezegen, melankolinin özel bir türü olan depresyondan iyileşmeyi de beraberinde getirir. Justine’i narsisist bataklıktan çekip çıkaran atopik Başka olarak tezahür eder. Böylece ölüm getiren gezegenin etkisi altında serpilip gelişir Justine.

Lars von Trier’in gökyüzünden yağdırdığı kara döküntüler tabloyu adeta kundaklayarak kül eder. Bu melankolik kış manzarasının ardından Justine’in John Everett Millais’nin Ophelia’sı gibi göründüğü, insanda tablo etkisi bırakan bir sahne gelir. Elinde bir çiçek demeti, güzel Ophelia gibi suyun üzerinde süzülmektedir

Justine Claire‘le yaşadığı bir tartışmadan sonra bir kez daha ümitsizliğe kapılır ve çaresiz bakışlarını Maleviç’in soyut tablolarına kaydırır. Sonra bir öfke krizi geçirerek açık duran kitapları raftan çekip atar ve yerlerine her biri insani ihtiraslara işaret eden gizemli resimler koyar. Tam bu anda Tristan ve Isolde prelüdü tekrar çalmaya başlar. Yani konu bir kez daha aşk, arzu ve ölümdür. Justine önce Bruegel’in Karda Avcılar tablosunun olduğu sayfayı açar, sonra hızla Millais’in Ophelia tablosunun olduğu kitabı alır, ardından Caravaggio’nun Goliath’ın Kesik Başını Tutan Davut tablosu, Bruegel’in Rahatlık ve Huzur Diyarı tablosu ve son olarak Carl Fredrik Hill’in tek başına bağıran geyik çizimi gelir.

Ağzı yarı açık, bir aziz veya âşık gibi boş bakan gözleriyle su üzerinde süzülen Ophelia bir kez daha Eros ve ölüm manzarasına işaret etmektedir. Shakespeare Hamlet’in sevgilisi Ophelia’nın, bir Siren misali şarkı söyleyerek, etrafı çiçeklerle çevrili halde öldüğünü yazmıştı. Ophelia’nınki güzel bir ölüm, bir aşk ölümüydü. Millais’nin Ophelia’sında ise Shakespeare’de adı geçmeyen bir çiçek, Eros’a, rüyaya ve coşkunluğa işaret eden kırmızı bir gelincik vardır.

Caravaggio’nun Goliath’ın Kesik Başını Tutan Davut’u da bir arzu ve ölüm tablosudur. Bruegel’in Rahatlık ve Huzur Diyarı ise aşırı doyurmuş bir pozitiftik toplumunu, Aynı’nın Cehennemini tasvir etmektedir.

Justine ilgi çekici bir şekilde Bruegel’in Rahatlık ve Huzur Diyarı tablosunu William Blake’in canlı canlı kaburgalarından darağacına asılmış bir köleyi tasvir eden çiziminin yanına yerleştirir. Bu sahnede pozitifliğin görünmez şiddeti negatifliğin sömürücü, gasp edici şiddetiyle tam bir tezat teşkil eder. Justine, Carl Fredrik Hill’in bağıran geyik çizimini kitap rafına yerleştirdikten sonra kütüphaneyi terk eder. Bu çizim de, Justine’in içten içe hissettiği erotik arzuyu ya da aşk özlemini ifade etmektedir. Burada da depresyon aşkın imkansızlığını temsil etmektedir. Lars von Trier’in Carl Fredrik Hill’in yaşamı boyunca ağır bir psikoz ve depresyondan mustarip olduğundan haberi olduğu açıktır. Tabloların bu şekilde sıralanması filmin bütün söylemini anlatmaktadır. Eros, erotik arzu, depresyonu yener. Aynının cehenneminden Atopi’ye, tamamen Başka olanın ütopyasına götürür.

“İnsanın kendi kendine uyguladığı baskı, bir başkasının uyguladığı baskıdan çok daha ölümcüldür, çünkü kişinin kendine karşı koyması mümkün değildir. Neoliberal rejim baskıcı yapısını, kendini artık tabi olan özne olarak değil de, planlanacak bir proje olarak kavrayan tekil bireyin görünürdeki özgürlüğünün ardında gizler. İçinde yaşadığımız rejimin esas hilesi işte budur. Dahası, başarısızlık kişinin kendi suçudur ve bu suçu artık hep yanında taşıyacaktır. Kendi başarısızlığı için suçlayabileceği hiç kimse yoktur. Artık borçtan kurtarma ve kefaret ödeme olanağı da kalmamıştır. Bunun sonucunda sadece bir borç krizi değil, mükâfat krizi de baş gösterir.”

Hem borçtan kurtarma hem de mükâfat sistemi Başka’nın merciini şart koşar. Başkasıyla kurulan bağın eksikliği, mükâfat ve borç krizinin olabilirliğinin aşkınsal koşuludur. Bu krizler, yaygın kabul gören kanının (örneğin, Walter Benjamin’inkinin) aksine, kapitalizmin bir din olmadığını açıkça gösterir çünkü her din borçla ve borçtan kurtarmayla iş görür. Kapitalizm ise sadece borçlandırır. Suçluları suçlarından özgürleştirecek bir kefaret imkânı barındırmaz. Borçtan kurtuluşun ve kefaretin imkânsızlığı da başarı öznesinin depresyonunun sorumlusudur. Depresyon, burnout ile, tükenişle birlikte, Becerebilirsin konusundaki telafisi imkânsız başarısızlığı, yani ruhsal bir acizliği temsil eder. Acizliğin lafzi anlamı, suçun borcunu ödemenin imkânsızlığıdır.

Eros, Başka’yla başarının ve becerebiliyor olmanın dışında kurulan ilişkidir. Becerememeyi Becermek onun negatif yardımcı fiilidir. Başkalığın negatifliği, yani kendini her tür Becerebilmek’ten mahrum bırakan Başka’nın atopisinin negatifliği, erotik deneyim açısından kurucu önemdedir: “Başka, başkalığı asli belirleyicisi olarak içerir. Bu Başkalığı Eros’un bütünüyle kökensel olan ilişkisi içinde, Becerebilirim’e tercüme edilmesi imkânsız bir ilişki içinde aramamızın nedeni de Becerebilirim’in mutlaklaştırılması tam da Başka’yı imha eden şeydir. Başka’yla kurulan başarılı bir ilişki bir tür başarısızlık olarak ifade edilecektir. Başka ancak Becerememeyi Becermek aracılığıyla ortaya çıkabilir: “Eros’un Başka’yla bu ilişkisi bir beceriksizlik olarak nitelenebilir mi? Yanıt bir kez daha, evet, ‘mevcut tanımların terminolojisi benimsenirse, erotik olan “el koyma”, “sahip olma” veya “bilme” üzerinden nitelenirse, bu yapılabilir. Fakat Eros’ta bunlardan veya bunların hepsinin başarısız olmasından eser yoktur. Başka’ya sahip olmak, ona el koymak ve bilmek mümkün olsaydı, o Başka olmazdı. Sahip olmak, bilmek, el koymak… bunların hepsi Becerebilmek’in eşanlamlılarıdır.”

Bugün aşk cinselliğe, kendisi de başarı emrine tabi olan cinselliğe dönüşerek pozitif bir hal alıyor. Seks başarmaktır ve seksilik, çoğaltılması gereken bir sermayedir. Beden sergilenme değeriyle bir metaya benzer. Başka, bir cinsel uyarım nesnesine dönüştürülerek cinselleştirilir. Başkanlığından mahrum bırakılmış Başka sevilemez, sadece tüketilebilir. Cinsel kısmi nesnelere parçalandığı ölçüde, artık bir kişi değildir o. Cinsel kişilik diye bir şey yoktur. Başka, bir cinsel nesne olarak algılandığında, Buber’e göre “insan olmanın ilkesi” işlevi gören ve ötekiliğin imkânının aşkınsal koşulu olan o “birincil mesafeyi” aşındırır. “Birincil mesafe almak”, Başka’nın bir nesneye, bir “O”na dönüştürülerek şeyleşmeşini engeller. Bir cinsel nesne olarak Başka artık bir “Sen” değildir. Artık onunla bir ilişki kurmak mümkün değildir. “Birincil mesafe” Başka’yı Başkalığı içinde özgürleştiren, yani ona mesafe aldıran aşkınsal yerindeliği (Anstand) öne çıkarır. Başka’ya, tam anlamıyla hitap etmeyi mümkün kılar. Bir cinsel nesneye seslenilebilir ama hitap edilemez. Bu nesnede, ötekilik, Başka’nın mesafe gerektiren başkalığını oluşturan “çehresi” de yoktur. Bugün yerindelik, terbiye, evet, mesafeli-durabilmek, yani Başka’yı başkalığı içinde deneyimleme becerisi giderek kayboluyor.

Bugün dijital medyalar aracılığıyla Başka’yı olabildiğince yakınlaştırmaya, yakınlık kurabilmek için onunla aramızdaki mesafeyi ortadan kaldırmaya uğraşıyoruz. Ama böylelikle Başka’nın çoğaldığı anlamına gelmiyor bu; daha çok, onu ortadan kaybolmaya itiyoruz. Yakınlık, uzaklığı da kaydettiği ölçüde, bir negatifliktir. Şimdi gerçekleşen ise uzaklığın bütünüyle feshedilişi. Ancak bu fesih işlemi bir yakınlık üretmiyor, aksine onu ortadan kaldırıyor. Yakınlık yerine bir mesafesizlik çıkıyor ortaya. Yakınlık bir negatifliktir. İşte bu nedenle bir gerilimi vardır. Mesafesizlik ise bir pozitifliktir. Negatifliğin gücü, şeylerin tam da karşıtlarında hayat bulmasından ileri gelir. Katıksız bir pozitiflik ise bu hayat veren güçten yoksundur.

“Günümüzde aşk bir haz formülüne dönüştürülerek pozitifleştiriliyor. Her şeyden önce hoş duygular uyandırması bekleniyor. O artık bir olay örgüsü, bir anlatı, bir drama değil, herhangi bir sonuca yol açmayan bir coşku ve uyarım sadece. Yaralanmanın, aniden gelişin veya düşüşün negatifliğinden bağımsız. Aşka düşmek fazlasıyla negatif sayılıyor. Oysa aşk tam da bu negatiflikten oluşur: “Aşk bir imkân değildir, bizim inisiyatifimize bağlı değildir, bir temeli yoktur, bize aniden gelir ve bizi incitir ” Her şeyin mümkün olduğu, her şeyin inisiyatif ve projeden ibaret olduğu, Becerebilme’nin egemenliğindeki başarı toplumunda ise incinme ve tutku olarak aşka geçit yoktur.”

“Enfes” sıfatının kullanımı da, her şeyi haz ve tüketim formülüne dönüştüren pozitiflik emrini işaret etmektedir. Böylece Grinin Elli Tonu‘nda “enfes bir işkence” den bile bahsedilmektedir. Bu pozitiflik dünyasında sadece tüketilebilen şeylere izin vardır. Acının bile katlanabilir olması beklenir. Böyle bir yerde Hegel’de acı olarak tezahür eden negatifliğe yer yoktur.

“Bellek geçmişte olmuş olanı hatırlamaya yarayan bir “eski haline getirme” organı değildir. Eskiden olmuş olanlar, bellekte sürekli değişime uğrar…”

Başkalık tüketilebilir bir farklılık değildir. Kapitalizm, her şeyi tüketime tabi kılabilmek için her yerde Başkalığa bertaraf etmektedir. Eros bunun dışında, Başka’yla kurulan asimetrik bir ilişkidir. Böylece mübadele ilişkisini kesintiye uğratır. Başkalığın muhasebesi tutulamaz. Başkalık, borç-alacak bilançolarında görünmez.

Ficino’ya göre aşk, “İnsanı kendi doğasından çıkararak yabancılaştırır ve beraberinde yabancı olanı getirir.” Negatifliğini meydana getiren de bu dönüşüm ve yaralanmadır. Günümüzde aşkın giderek pozitifleşmesi ve evcilleştirilmesiyle birlikte bu dönüşüm tamamen kaybolmaktadır. Kişi kendiyle aynı kalır ve Başka’da sadece kendi tastiklenişini arar.

“Bugünün aşkı her türlü aşkınlıktan ve ihlalden yoksundur… Hegel’in köle-efendi diyalektiği bir ölüm kalım savaşını betimler. Daha sonra efendiye dönüşen taraf ölümden korkmaz. Özgürlük, tanıma ve egemenlik arzusu onu çıplak yaşam derdinden kurtarır. Gelecekteki köleyi Başka ‘ya tabi olmaya iten de ölüm korkusudur. Köleliği ölüm tehdidine tercih eder. Çıplak yaşama sarılır. Bu mücadelenin sonunu belirleyen tarafın fiziksel üstünlüğü değildir. Daha çok “ölme becerisi” belirleyicidir. Ölme özgürlüğü olmayan taraf yaşamını tehlikeye atmaz. “Kendiyle birlikte ölüme kadar gitmek” yerine, “kendi olarak ölümün içinde durarak” kalır. Ölümü göze alamaz. Böylece köle olur…”

Bugün köle ile efendinin bir birlik teşkil ettiği bir tarihsel aşamada bulunmaktayız. Ancak tarihin sonunda gerçekleşecek özgür insanlar değil, efendi-kölesi veya köle-efendisiyiz. Özgürlüğün tarihi olarak kavranan tarih, işte bu nedenle sonuna gelmemiştir. Ancak gerçekten özgür olduğumuzda, ne efendi ne köle, ne efendi-kölesi ne de köle-efendisi olduğumuzda sonlanacaktır.

Herkesin kendi girişimcisi olduğu bir toplumda, bir sağ kalma ekonomisi yürürlüktedir. Bu ekonomi Eros’un ve ölümün yok-ekonomisiyle taban tabana zıttır. Gemi azıya almış Benlik ve performans itkileriyle neoliberalizm, Eros’un tamamen ortadan kalktığı bir toplumsal düzendir.

Eros’un Istırabı, okumayanlara tavsiye, okuyanlara bilgiyi hatırlatma amaçlı. Düşünme ancak Eros’la artırılabilir. Düşünebilmek için bir dost, bir âşık olmuş olmak gerekir. Eros olmadan düşünce bütün canlılığını, bütün huzursuzluğunu kaybederek tekrara düşer, gerici bir hal alır. Eros Başka’ya duyulan arzuyla düşünceyi cesaretlendirir. 

Narsisizm, sanılanın aksine, kendini sevmek değildir. Kendini seven özne, Başka’yla arasına kendi lehine işleyen negatif bir sınırlama getirir. Oysa narsisist özne sınırlarını net bir şekilde belirleyemez; kendisiyle Başka arasındaki sınırı bulanıklaştırır. Dünya narsisiste sadece kendi anıştırmalarının gölgesinde görünür. Başkayı başkalığı içinde tanıma ve bu başkalığı teslim etme becerisi yoktur. Sadece kendini bir şekilde yeniden tanıyabildiği yerlerde anlam bulabilecektir.

Aynı’nın Cehennemi’nden ancak arzuladığım ve beni büyüleyen bir Başka sayesinde, dostla, sevgiliyle, aşkla çıkabilirim.

Byung-Chul Han

Güney Koreli yazar ve kültür kuramcısı. 1959’da Seul’de doğdu. 1980’lerde Almanya’ya taşınarak felsefe, Alman edebiyatı ve Katolik teolojisine yoğunlaştı. 1994’te Heidegger üzerine yazdığı “Heideggers Herz. Zum Begriff der Stimmung bei Martin Heidegger” (Heidegger’in Kalbi: Martin Heidegger’de Duygu Durumu Kavramı) tezi ile doktora derecesini tamamlamıştır. 2000 yılında Basel Üniversitesi’nin felsefe departmanına dahil olarak fenomenoloji çalışması “Tod und Alterität” (Ölüm ve Ötekilik) ile habilitasyonunu almıştır. 2010 yılında Karsruhe Sanat ve Tasarım Üniversitesi’nde çalışmaya başlamıştır. 2012’den itibaren de Berlin Sanat Üniversitesi’nde felsefe ve kültür eleştirisi alanlarında dersler vermiştir. Berlin’de yaşamaktadır.

Yakın zamana kadar radyo veya televizyon röportajı vermeyi reddeden Han, doğum günü gibi biyografik ya da kişisel detaylara değinmekten de kaçınmıştır. 2015’te hayatını ve düşüncelerini anlattığı “Fatigue Society – Byung-Chul Han in Seoul / Berlin” (Yorgunluk Toplumu – Byung-Chul Han Seul / Berlin’de) adlı belgesel gösterime girmiştir.

Byung-Chul Han’ın Eserleri:

  • Yorgunluk Toplumu Modern bireyin kendi kendini sömüren bir “başarı öznesi”ne dönüşmesini ve bunun sonucunda ortaya çıkan burnout (tükenmişlik) sendromunu analiz eder.
  • Şeffaflık Toplumu Han, şeffaflık ideolojisinin aslında bir denetim ve performans baskısı aracı olduğunu savunur. Her şeyin görünür olması, özgürlük değil, yeni bir tür baskıdır.
  • Psikopolitika Modern iktidarın artık dışsal değil, içselleştirilmiş bir kontrol biçimi olduğunu; bireyin kendi kendini denetleyerek sisteme hizmet ettiğini anlatır.
  • Şiddetin Topolojisi Günümüz toplumunda şiddetin artık fiziksel değil, yapısal ve görünmez biçimlerde tezahür ettiğini savunur. Performans, başarı, şeffaflık gibi pozitif görünen kavramlar bile şiddet içerir.
  • Eros’un Istırabı Aynı’nın Cehennemi”, “atopos”, “Başka’nın kaybı”, “narsisist depresyon” gibi kavramlar bu kitabın özüdür.
  • Güzeli Kurtarmak Güzelliğin artık bir “beğeni nesnesi”ne indirgenmesini ve estetik deneyimin derinliğini kaybetmesini eleştirir.
  • Zen Budizm Felsefesi Sessizlik, içsel boşluk, doğu felsefesi.
  • Hiperkültürellik Küreselleşme, kültürel erozyon.
  • Zamanın Kokusu Bulunma sanatı, zamanla ilişki.
  • Enfokrasi Bilgi iktidarı, dijital denetim.
  • Ritüellerin Yok Oluşuna Dair Ritüel kaybı, anlamın çözülmesi.
  • Ötekini Kovmak Başka’nın dışlanması, narsisizm.
  • Sürünün İçinde Toplumsal konformizm, bireyselliğin kaybı.
  • Vita Contemplativa Eylemsizlik, düşünsel varoluş.
  • Yeryüzüne Övgü – Bahçelere Yolculuk Doğa, güzellik, yavaşlık ritüeli.
  • Palyatif Toplum, Günümüzde Acı Günümüzü “palyatif toplum” olarak tanımlar. Bu toplumda acı bastırılır, uyuşturulur, görünmez kılınır. Gerçeklik, bir tür “anestezi” ile örtülür.
  • Anlatının Krizi Günümüzde “anlatı” kelimesi her yerde ama gerçek anlatılar yok. Anlatı enflasyonu, anlam ve istikamet eksikliğiyle bir anlatı boşluğuna dönüşüyor.

Günümüzde sınıf mücadelesinin Marx’ın kavramsallaştırdığı gibi toplumsal değil bireyin kendine dönük içsel bir mücadele olarak yaşandığını söyleyen Han, artık herkesin kendini çalıştırıp yine kendini sömüren işçi-patronlar olarak “girişimci” haline geldiğini, başarısız olduklarında veya problem yaşadıklarında toplumu değil kendilerini sorumlu görüp suçladıklarını ve bu nedenle de “yorgun”, bitkin ve tükenmiş hale geldiklerini iddia etmiştir.

Yazarlar sizi okumaya davet ediyor.

Sevgiyle okuyunuz…

Yorum bırakın

İnsan, her şeyi sahiplenme arzusundayken, varoluşun gerçek amacını çoğu zaman unutuyor. Şuurun altın damarına ulaşmanın farkında değil. Fiziksel dünyanın keşfi ilerledi ama insanın “kendini bilme yolculuğu” geri kaldı. Devasa binalar, yollar ve şehirler yükselirken; insanın iç dünyası hâlâ bilinmezliklerle dolu. Bilim, insanın özünü ve aklın ötesindekini henüz çözemedi.

Kendi değerimizi bilmemek, çağımızın en büyük açmazlarından biridir. Bu çağ, ilahi değerin açığa çıktığı dönem olmalı.

Kendini Bilmek İçin Kitap sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin