“Her ne kadar ilk bakışta altıncı kitap sadece insanlardaki deprem korkusunu ortadan kaldırmayı amaçlıyormuş gibi dursa da, aslında Inwood’un bildirdiği gibi, insanları fiziki alemi derinlemesine incelemeye çağırarak duyusal yetilerin ötesine varacak ölçüde tefekkürü öne çıkarır…”
— Doğa Araştırmaları 6. kitap, Lucius Annaeus Seneca
Merhaba,
Kozmos, Evrenin ve Yaşamın Sırları eserinde Carl Sagan şöyle yazıyordu: “Bugün bizler için apaçık olan gerçekler, eski zamanlarda evrenin akıl sır ermeyen olguları arasındaydı. Günlük yaşamdaki en basit bir olay bile evrenin sırlarıyla ilişkili olarak yorumlanıyordu.”
Doğa Araştırmaları 7. kitap, 1.yüzyıl, Lucius Annaeus Seneca : “Çağlar boyunca girişilecek sabırlı ve dikkatli çalışmalar, bugün için sır perdesinin arkasında kalan birçok şeyi aydınlığa kavuşturacaktır. İnsan, evrenin sırlarını araştırmak için yaşamının tümünü bile harcasa, yine de böylesine engin bir sorun karşısında yeterli olamaz. Bu nedenle bilgiler, ancak çağlar aşıldıkça insanoğlunun önüne serilecektir. Bir zaman gelecek, o günün insanları kendilerince bilinen şeylerin daha önceleri bilinmeyişine şaşacaklar… Birçok buluşun ortaya çıkışı, bizlerin anısının çoktan silinip gittiği dönemlere rastlayacaktır. Her çağın insanına, araştırılmak üzere sorular gizlemesini beceremeyen bir evren, çekici olmaktan uzak, tekdüze bir yaşam ortamı oluştururdu…“
Carl Sagan‘ın kaynak olarak gösterdiği bu satırları (S.11) de okuduğumda, Seneca Doğa Araştırmaları adlı eseri araştırıp bulduğum o günü hatırlıyorum. Tarih kendini tekrar ederken, bizler geçmiş tarihin izini sürdüğümüzde Atalarımızdan hangi dersleri almış ve nasıl bir yol haritası belirlemiştik? Haritada bulunduğumuz noktaya bugün baktığımda; yeni gelişen bir teknolojik uygarlığın gezegeni, kendi kendini yok etmekten kurtulmaya çabalıyor. Bizim sadakatimiz türlere ve gezegenedir. Biz yerküremiz adına konuşuyoruz. Varlığımızı sürdürme yükümlülüğümüzse, yalnızca kendimize karşı değil, aynı zamanda Kozmos’a karşıdır da. Yaşam kaynağımız olan o eski ve engin Kozmos’a…
“Doğa Araştırmaları” olarak çevirebileceğimiz Naturales Quaestiones filozofun yaşamının, saraydan ve çeşitli sorumluluklardan uzaklaştığı son üç yılında (İS. 62-65) kaleme alınmıştır. Yedi kitaptan oluşan bu eser bir yandan depremler, yıldırımlar, şimşekler, rüzgarlar, bulutlar, göksel ışık ve su kaynakları gibi çeşitli doğa olaylarını doğal nedenleriyle açıklamaya çalışırken öte yandan bu açıklamaların her birinden, muhatabı olan ve eserini adadığı dostu Lucilius için birer ahlaki ders çıkarmayı amaçlar. Eserdeki doğayla ilgili açıklamaların önemli bir bölümü, Yunan’ın eski doğa filozoflarının eserlerinden alınmış ve Seneca’nın eleştirel bakış açısıyla irdelenerek nedenleriyle birlikte ya onaylanmış ya da reddedilmiştir.
Değişik okullara mensup doğa filozoflarının açıklamalarına yer verildiğinden ve yeri geldiğinde eski Stoacıların doğa olaylarına ilişkin bazı açıklamalarına katılmadığını açıkça dile getirdiğinden, söz konusu eseri tamamen bir Stoacı doğa çalışması olarak görmek ilk bakışta yanıltıcı olabilir. Ancak eserin bütününde Stoa felsefesinin genel hatlarına uygun bir biçimde, doğa bilgisini salt doğa bilgisi edinmek için değil, ahlak için öğrenmeyi gerekli gördüğünden ve ahlak çıkarımları Stoa düşüncesiyle bire bir örtüştüğünden Naturales Quaestiones‘i Stoacı doğa ve ahlak öğretisi kapsamında değerlendirmek yanlış olmayacaktır.
Gerçekten de Seneca Naturales Quaestiones adlı eserinde doğa olaylarını, salt kişisel merakından ötürü incelemez. Düşünürün bu eseri kaleme almasının temel nedeni, Stoa düşüncesindeki ahlak temelli doğa anlayışına uygun olarak, doğa olaylarının bilgisinden hareketle, insanın ahlaki duruşuna birtakım genelgeçer ölçütler belirleyebilmek ve bizzat doğanın düzenli işleyişini insan yaşamına örnek kılabilmektir. Bu yüzden Naturales Quaestiones sadece doğa üzerine yazılmış bir eser değildir; ana hedef, insanın doğanın bilgisine ererek ahlaki gelişimini tamamlamasıdır. Bu durum eserin üçüncü kitabında, “Niçin bilgi sahibi olmalıyız?” sorusuna “kendi kötülüklerimizi ortadan kaldırmak için” cevabının verilmesiyle de netlik kazanır. Seneca ya göre, bu amaca yönelik bir çalışma, insanlığa zararı dokunmuş olan, örneğin Philippus veya İskender gibi tarihi kişiliklerin eylemlerini kaleme alıp geleceğe aktarmaktan çok daha faydalıdır. Zaten Senecâ için doğa tanrısal bir iradeyle yönlendirildiğinden doğa olaylarını incelemek demek, aslında tanrıların işlerini incelemek, yani övmek anlamına gelir.
Bu ahlak temelli bilgi anlayışının payandası da, Seneca’nın bu konudaki düşüncelerine kaynaklık eden Stoa felsefesinin kendisi olacaktır. Dahası bu felsefe okuluna ve Seneca’nın eser boyunca sergilediği genel tutuma bakılacak olursa, doğanın ve buna bağlı olarak tanrıların hakiki bilgisine erişen insanı kutsalın yüce bilgisine vararak yeryüzünde değerli gibi görünen, fakat hiçbir değeri olmayan maddi zenginliği de küçümsemeye başlayacaktır. Yaşamdaki türlü kötülüklerden, kederlerden ıstıraplardan, tüketici hazlardan, korkulardan ve huzur bozan diğer olgulardan ve duygu durumlarından sıyrılarak zihnen olgunlaşacak böylece olgunlaşmış zihniyle, en büyük gerçeği olan bir gün ölecek olmasını sessizce ve cesaretle karşılar hale gelecektir.
İçeriğe biçimsel olarak bakmak istersek sadece birinci, üçüncü ve dördüncü kitaplarında önsöz bulunan Naturales Quaestiones‘in işlediği konuların bölümlemesinin şöyle olduğunu görürüz:
- Kitap : Tanrı ve evren (teoloji) üzerine çalışmanın felsefenin en önemli kısmı olduğu. Meteorlar ve işaretleri, Haleler ve nedeni, Gökkuşağı, doğal aynalar ve yansımalar, Yalancı güneşler, diğer göksel alevler, varlık ve gölge, Hostius Quadra ve aynaları suistimal hikayesi, Aynaların doğru kullanımı ve gösteriş eleştirisi.
- Kitap : Doğa araştırmasının kısımları: Gökbilim, meteoroloji ve yer bilimleri, Havanın nitelikleri, Gök gürültüsü, şimşek ve yıldırım, Seneca’nın teorisi, Yıldırım türleri ve oluşumu, Yıldırımın fiziki etkileri, Yıldırımın kehanet niteliği, kaderin rotası, Etrüks inanışı, luppiter’in okları, Caecina’nın ve Atalus’un bölümlemesi, Yıldırımın fiziki etkileri, Yıldırımın ve şimşeğin oluşum nedenleri, Seneca’nın teorisi, Yıldırım korkusunu yenmek.
- Kitap: Fiziki alemi araştırmanın önemi ve insan için esas olan hakkında. Su türleri, Yeryüzünün su kaynağı ve yeraltı deposu, Elementlerin dönüşümü, Bazı nehirlerin neden dönemsel olarak yükseldiği, Element olarak su, Yeryüzünün insan bedeninkine benzer kanallarının olması, Yeraltı suları, Ahlaki ders: Tekirbalığının yemek masasındaki ölümünü seyretmek ve gösteriş eleştirisi, Yeraltı balıkları ve nehirleri, Farklı su tatları, Zehirli gazlar, İlk ve sonradan oluşan sular, Su türleri, su ısısı ve zehirli sular, yükselmeler, Sel felaketi: Tanrı’nın yeni insanlığı yaratmak için eskisini yok etmesi.
- Kitap: Lucilies’a dalkavuklukla ilgili nasihat. Nil nehri, Dolu oluşumu, Dolu fırtınalarının önceden bilinmesi ve engellenmesiyle ilgili batıl inancın eleştirilmesi, Dolu ve karın oluşum nedenleri, Kar yemeyle ilgili gösteriş eleştirisi.
- Kitap: Havanın tanımı, Rüzgarın oluşumu üzerine Atomcu görüş ve bu görüşün çürütülmesi, Rüzgarın oluşumuna ilişkin farklı teoriler ve buharlaşma, Özel rüzgarlar, Açgözlülüğü yeren hikaye, Özel rüzgarlar, Tanrı’nın iyi amaçlarla rüzgarları vermesi ve savaş karşıtlığı.
- Kitap: Campania depreminden hareketle insanların deprem korkusundan kurtulmasının gerekliliği ve fiziki nedenleri bilmenin önemi, Depremin oluşumuna ilişkin farklı düşünceler, Deprem nedeni olarak su, Ateş, Toprak, Ateş, Hava, Dört element ve bilhassa hava, Farklı deprem türleri ve depremlerin nedenleri, Depremlerin her yerde olabileceği, Campania depremiyle birlikte görülen beklenmedik olayların açıklanışı, İnsanları deprem ve ölüm korkusundan kurtarmak.
- Kitap: Kuyrukyıldız gibi ender görülen olayların insanları, sürekli görülen olaylardan daha fazla etkilemesi, Kuyrukluyıldızlarla ilgili incelemeler, Kuyrukluyıldız incelemelerinin kısa tarihi, Nedenler, Epigenes’in teoirisi, Neden olarak rüzgarlar, Epigenes’in teorisinin çürütülmesi, Farklı açıklamalar, Gezegen kavuşumları teorisi ve teoirinin çürütülmesi, Kuyrukluyıldızın gezegen olmadığı düşüncesi, Stoacı düşünce, Stoacı düşüncenin çürütülmesi, Kuyrukluyıldız rotası, İncelemenin sürekliliği, Kuyrukluyıldızların niteliği, Görünümü, Haberciliği, İncelemeye atfedilen önem, Roma’da felsefeye olan ilgisizlik, gösterişin ve feminenliğin insanları esir almasına getirilen eleştiri.
Seneca’nın Naturales Quaestiones adlı eserinde; her ne kadar ilk bakışta altıncı kitap sadece insanlardaki deprem korkusunu ortadan kaldırmayı amaçlıyormuş gibi dursa da, aslında Inwood’un bildirdiği gibi, insanları fiziki alemi derinlemesine incelemeye çağırarak duyusal yetilerin ötesine varacak ölçüde tefekkürü öne çıkarır.
I.1. İşittik ki, insanların iyisi Lucilius’um, meşhur Campania kenti Pompeii bir depremle enkaza dönmüş, bildiğin gibi, açık denize bakarak güzel bir koyda uzanan kentin bir yanında Surrentum’un ve Stabiae’ın, diğer yanında Herculaneum’un kıyısı var, işte tüm bu komşu bölgeler de [depremden] kötü bir şekilde etkilenmiş. Felaket kışın meydana geldi, oysa atalarımız içimize su serperdi hep bu mevsimde böyle felaketler olmaz diye.
2. Regulus ile Virginius’un konsüllükleri esnasında, Şubat’ın 5’inde olmuş sarsıntı, zaten Campania’nın hiç de uzak olmadığı bu felaketle sarsılmadık bir yeri kalmamış, büyük bir yıkımla harap olmuş ortalık, öyle ki Herculaneum kenti de çökmüş, geri kalan kısım ise kuşkuyla duruyormuş ayakta. Nucerialıların kolonisi felaketten nasibini almamışsa da, sızlanmıyor değilmiş. Keza Neapolis de birçok özel mülkünü yitirmiş, her ne kadar kamu mülkleri bu felaketten hafif etkilenmişse de.
3. Köy evleri desen, pek zarar görmeden, sadece sarsılmış. Ayrıca yüzlerce koyun telef olmuş, heykeller çatlamış, yine bazı insanlar dengesini yitirmiş ve sarsılmış bir şekilde dolaşıyormuş ortalıkta.
Hem üzerinde durduğum çalışmanın planı hem de son zamana denk gelen bu felaket, depremlerin nedenlerini ortaya koyan bir incelemeyi gerektiriyor. Kaygılı insanlara teselli aranmalı, bu büyük korku kökten yok edilmeli. Dünyanın kendisi sallanıyorsa ve en sağlam kısımları sendelemeye başlamışsa, neresi yeteri kadar güvenli görünebilir?
4. Diğer her bir şeyi kendisine tutturan, hareketsiz, sabit bir şey yerinden oynuyorsa; yani yeryüzü, bütün korkularımızı dindiren, kendine has duyarlılığını yitiriyorsa; bedenler hangi sığınağı bulabilir? Korku dipten geliyorsa ve kaynaktan doğuyorsa, endişeli bedenler nereye sığınır? Binalar gıcırdayıp yıkılma emarelerini gösterdiğinde herkes panikler, başları önde aceleyle dışarı çıkar, ocak tanrılarını geride bırakıp açıklığa güvenir.
5. Fakat yeryüzünün kendisi yıkımı tetikliyorsa, hangi kovuğu, hangi yardımı arayabiliriz? Bizi saran ve koruyan, üzerine kentlerimizi kurduğumuz, kimileri tarafından evrenin temeli denilen bu sağlam küre çatırdıyor ve yerinden oynuyorsa, nereye kaçabiliriz? Korku, tüm kaçış imkânını ortadan kaldırdığında, yardımı da geçtim, hangi söz seni teskin edebilir? Diyorum ki, en güvenli yer neresi? Kendisini ve başkalarını koruyabilecek kadar sağlam kılınmış yer neresi? Düşmanı surdan kovarız, tüm heybetiyle duran kalelerimiz ağır ağır ilerleyen orduları geciktirir.
6. Liman bizi fırtınadan kurtarır, çatılar bulutlardan yağan sağanağı ve bitmek bilmez yağışı durdurur, böyle bir durumda yağmur kendisinden kaçanları izleyemez, gökteki ve uyarılara karşı çare, yeraltındaki sığınaklar ve inlerdir. Göksel ateş işlemez yeryüzüne, küçücük bir toprak parçası bile geri püskürtür onu. Salgın hastalık baş gösterdiğinde yerimizi değiştirebiliriz. Kendisinden kaçmanın mümkün olmadığı hiçbir felaket yoktur. Yıldırımlar tüm halkı yakıp kül etmez. Öldürücü gök kuraklaştırır kentleri ama tümüyle ortadan kaldırmaz.
7. Fakat kendisinden kaçılmaz olan bu açgözlü felaket [deprem] büyük ölçüde vurur ülkeyi. Sadece evleri, aileleri tek tek kentleri harap etmez, tüm ulusları ve bölgeleri yerle bir eder: Kimi kere onları yıkıntıya çevirir, kimi kere ise derin yarıklarda yakar, ardında bütün bunların bir kerede olduğuna ilişkin en ufak bir iz bırakmadan. En soylu kentlerin bulunduğu alanın üzerinde bomboş bir toprak uzanır ve önceki durumundan hiç iz kalmaz geriye. Böyle, yani evleriyle çukura gömülerek ve diğer canlıların içinden canlı canlı alınarak ölmekten çok korkanlar var, sanki herkesin kaderi aynı sona varmayacakmış gibi!
8. Bu, yani ölüme varma konusunda hepimizin eşit olması, diğerleri içinde doğanın adaletini gösteren en temel ilkedir.
9. Bir kaya yuvarlanmış üstüme, koca bir dağ çökmüş ya da bir evin ağırlığı altında kalmışım; değersiz molozun ve çöpün altında can vermişim ya da koca bir toprak almış canımı; gün ışığında, açıklıkta ya da açılan toprağın derin bir yarığında vermişim son nefesimi; o toprağın derinliklerine yalnız başıma ya da enkaz altında kalan kalabalıkla birlikte girmişim hiç fark etmez. Benim için hiç fark etmez, ölümümün etrafında ne kadar yaygara koptuğu, zira o her yerde aynı ağırlıkta. O halde büyük bir cesaretle karşı çıkalım ne kendisinden kaçılabilen, ne de öngörülebilen şu felakete. Campania’dan bahsedip duran, felaketten sonra göçüp bir daha o bölgeye ayak basmayacağını söyleyen şu adamları dinlemekten vazgeçelim artık! Zira kim bu veya şu toprağın daha iyi bir temele dayandığı konusunda güvence veriyor onlara?
10. Her yer aynı kadere teslimdir ve bir yer henüz sarsılmamış olsa bile, yine de sarsılabilir niteliktedir. Belki de şu an güvenle bastığın nokta bu gece ya da geceden de önce yarılacak. Nereden bileceksin o yerlerin durumunun daha iyi olup olmadığını, talihin oralarda tüm gücünü tüketip tüketmediğini ya da gelecekte felaketini hazırlayıp hazırlamadığını? Zira yanılırız, toprağın bir kısmının tehlikeden muaf ve uzak olduğuna inanırsak. Her yer aynı yasanın hükmü altındadır, doğa hiçbir şeyi sarsılmaz yaratmamıştır.
11.Toprağın farklı kısımları farklı zamanlarda çöker. Nasıl ki büyük kentlerde şimdi bir ev, başka zaman da başka bir ev çökme emaresi gösterirse, yer yuvarlağında da bu böyledir, şimdi bu kısım, başka bir zaman da başka bir kısım yıkıma sebep olur. Bir zamanlar Tyrus’un adı çıkmıştı yıkımlarla. Asia bir kerede on iki kentini yitirdi. Geçen sene, bu felaketin gücü Achaea’yı ve Macedonia’yı bastırırken, bugün Campania’yı vurdu. Kader döner de, uzun süre ihmal ettiğine geri gelir.
12. Kimi yeri nadiren, kimi yeri ise her daim bezdirir. O, hiçbir yerin serbest ve incinmemiş olmasına izin vermez. Sadece kısa ömürlü ve cılız doğmuş biz insanlar değil, kentler, sahiller, karaların kıyı kesimleri ve hatta deniz bile kaderin kölesidir. Yine de kendimizi ikna ederiz iyi talihin süreceğine, inanırız insanoğlunun her işinde ziyadesiyle kısa ömürlü ve değişken olan esenliğinin bir yere çöküp öylece kalacağına!
13. Kendisini, her şeyin daimi olduğuna ikna eden kişi aklına getirmez bizim devamlılığımızın bile değişmez olmadığını. Zira [bu] sadece Campania’nın, Urus’un ya da Achaea’nın değil, toprağın her parçasının bir kusurudur ve toprak kusurlu bir şekilde bir aradadır, dahası birçok nedenle zayıflar ve bütün olarak kalır da, sadece parçaları çöker.
II.1. Ne yapıyorum ben? Tehlikelere teselli vereceğimin sözünü vermiştim, şimdi bak, hep korkulası şeylerden bahsedip duruyorum. Sonsuz huzur diye bir şeyin olmadığını söylüyorum; çürüyebilen, mahvedebilir de. Ancak ben bunu tesellinin kendisi olarak görüyorum hem de çok güçlü bir teselli, zira tedavisi olmayan korku budalalıktır. Akıl dehşeti söker alır bilgelerden, keza cahiller için de büyük umutsuzluktan güven çıkar. Bu yüzden ani esarete, alevlerin ve düşmanın eline geçince sersemleyen insanlara söylenen şu sözlerin tüm insanlık için geçerli olduğunu düşün:
Mağluplar için tek selamet, selameti hiç ummamaktır…
2. Hiçbir şeyden korkmamak istiyorsan, her şeyin korkulası olduğunu düşün. Bak çevrene, en ufak nedenlerle bile dağılabiliriz. Ölçüsüzse, ne yemek, ne su, ne uyanma, ne uyuma salim kılar bizi. Ancak bu şekilde anlayacaksın büyük bir çaba olmaksızın yok olmaya yazgılı, değersiz, cılız ve geçici birer beden olduğumuzu. Şüphesiz, karşılaştığımız tek tehlikedir yeryüzünün sallanması, yani birden parçalanarak yeryüzündeki her şeyi dibe çekmesi!
IV. I. O halde yüzeyin altında toprağı hareket ettiren, büyük bir kütleyi rahatsız eden ve ondan daha güçlü olanı böylece gücüyle büyük bir ağırlığı sarsan neyse onu inceleyelim toprağın niçin bazen sarsıldığını, bazen parçalandığını ve yarıldığını bazen çatladığını ve boşluklar meydana getirdiğini bazen çökme nedeniyle uzun süre boşluğunu koruduğunu, bazen ani bir şekilde boşluğunu doldurduğunu, niçin bazen büyüklüğüyle bilinen nehirleri kendisine çektiğini bazen yenilerini meydana getirdiğini bazen yeni sıcak su kanalları tığını, bazen o suları soğuttuğunu, 2. niçin bazen bir dağdaki ya da kayalıktaki önceden bilinmeyen bir çatlaktan ateş kardığını bazen yüzyıllar boyunca bilinen, pek meşhur ateşleri söndürdüğünü inceleyelim. Binlerce harika şey yaratıyor toprak, yerin şeklini değiştiriyor, dağları indiriyor, düzlükleri yükseltiyor, vadileri şişiriyor ve derinlikte yeni adalar meydana getiriyor. Bütün bu olayların nedenleri incelemeyi hak ediyor. Çalışmanın ödülü ne olacak, diye soruyorsun. Doğayı bilmekten daha değerli hiç bir şey yoktur.
XII. I. Ünü büyük birçok yazar da havanın depremlere neden olduğunu düşünüyor. Dikkatli bir gözlemci olan Archelaus diyor ki rüzgârlar yeryüzündeki oyukları süpürür, ardından, bütün boşluklar dolunca ve atmosfer elinden geldiği kadar yoğunlaşınca, bastırmaya devam eden hava gücünü kullanarak önceki havayı ittirir, sık esintilerle onu ilkin bastırır, sonra yerinden oynatır.
2. Atmosferdeki hava, gücünü dağıtmak için dar kanallar da boşluk arar ve sınırlarını parçalamaya çalışır. Hava mücadele ettikçe ve kaçacak bir delik aradıkça, yeryüzü sallanır. 0 halde bir deprem olacaksa, atmosfer hemen öncesinde sessiz ve durgun bir görüntüye bürünür, bunun nedeni normalde rüzgârları hareket ettiren güçlü havanın yeraltında hapsedilmesidir.
3. Yakın tarihte, Campania’da meydana gelen depremden sonraki günlerde, kış vakti olmasına rağmen, atmosfer hâlâ durgundu, havada kıpırtı yoktu. O halde rüzgarın estiği bir yerde deprem olmaz mı? Aynı anda iki rüzgârın estiği pek nadir görülse de, bu mümkündür, gerçekleşebilir. Bu görüşü kabul edip iki rüzgârın aynı anda estiğini düşünürsek; niçin bu rüzgârlardan biri yerin üstündeki, diğeri ise yerin altındaki havayı hareketlendirmesin?
Bedenimizin sağlıklıyken, nabız sayısı bozuk değil, düzenlidir, buna karşın bir sorun olduğunda, nabız hızlanır ve zor nefes alıp hızlı soluma, zorlanmayla bitkinliğin işaretleri olur. Aynı şekilde yeryüzü de, doğal durumundayken sarsılmadan durur. Ancak bir bozulma olduğunda, hasta bedendekine benzer bir hareket meydana gelir, olabildiğince ölçülü bir şekilde akan soluk damarları daha şiddetle sarsar ve sallar. Yeryüzünün canlı olduğuna pek inanmıyoruz. Yeryüzü, bir canlı gibi olmasa da, tümüyle aynı rahatsızlığı deneyimler, nitekim bizde de humma kimi kısımları daha ölçülü, bir şekilde etkilemese de, her kısmı eşit yoğunlukta sarar.
MS 79 yılında Vezüv Yanardağı‘nın patlaması Pompeii de dahil olmak üzere birçok şehri etkileyen yıkıcı bir olaydı. Patlama iki gün sürmüş ve iki aşamadan oluşmuştur. İlk aşama, yaklaşık 18 saat süren ve kent sakinlerinin çoğunun kaçmasına izin veren bir ponza yağmuruydu. Ancak ikinci aşama, yapıları yıkan, kalan nüfusu yakan veya boğan ve manzarayı değiştiren yüksek hızlı, yoğun ve kavurucu kül bulutları olan piroklastik akışlardan oluşuyordu. 2010’da yapılan bir araştırma, patlamadan etkilenenlerin ana ölüm nedeninin kül boğulmasından ziyade sıcaklık olduğunu ortaya koymuştur. Genç Plinius, daha önce düşünülen Ağustos tarihinin aksine 24-25 Ekim tarihlerinde meydana gelen patlamayı ilk elden anlatmıştır. Bu sonuç, küle gömülenlerin daha ağır kıyafetler giymesi ve dükkanlarda Ekim ayına özgü taze meyve ve sebzelerin bulunması gibi kanıtlarla desteklenmektedir.
Pompeii’nin yeniden keşfi ve kazıları 16. yüzyılda mimar Domenico Fontana’nın bir su kemeri inşa ederken resim ve yazıtlarla kaplı antik duvarlara rastlamasıyla başlamıştır. Ancak, “Rei Publicae Pompeianorum “dan bahseden bir yazıtın bulunduğu 1763 yılına kadar resmi olarak Pompeii olarak tanımlanmamıştır. Yüzyıllar boyunca, aralarında Karl Weber ve Franscisco la Vega’nın da bulunduğu çeşitli kişi ve gruplar kazıların sorumluluğunu üstlendi. 1863 yılında Giuseppe Fiorelli, çürümüş cesetlerin bıraktığı boşluklara alçı enjekte etme tekniğini uygulayarak kurbanların alçı kalıplarının oluşturulmasını sağladı. Finansman yetersizliği ve kalıntıları daha derinlere gömen patlamalar gibi çeşitli zorluklara rağmen, kazılar antik kent ve tarihi hakkında daha fazla şey ortaya çıkarmaya devam ediyor.
Seneca Doğa Araştırmaları okumayanlara tavsiye, okuyanlara bilgiyi hatırlatma amaçlı. Seneca, yaklaşık iki bin yıl önce kaleme aldığı Doğa Araştırmaları’nda doğayı sorgulamadan önce amacını ve sınırlarını şöyle açıklamıştı: Hem kendisiyle hem de başkalarıyla ilgili olayları öngörüp yönetebilen bir zihne sahip olduğunu düşünenler de vardır. İçinde bizim de bulunduğumuz bu evrenin gayesiz olduğunu, doğanın rastlantılarla ya da yaptığı şeyin bilincinde olmadan hareket ettiğini düşünüyorlar. Bütün bunları öğrenmeye ve nesnelere sınırlar atfetmeye ne değer biçiyorsunuz? Örneğin Tanrı ne kadar muktedirdir? İlkin kendi mi maddeyi yarattı, yoksa zaten var olan bir maddeyi mi kullandı? Tasarım mı maddeden önce geldi, madde mi tasarımdan?
Tanrı istediği her şeyi yaratabilir mi, yoksa eserinde herhangi bir bozukluk olmasa da, işlenmesi zor bir maddeden yararlanan bir sanatçı gibi, birçok yaratımında işlediği madde onu yanıltabilir mi? Bütün bunları araştırmak, öğrenmek ve onlar üzerinde yoğunlaşmak, niçin ölümlülüğün sınırlarını aşmak ve daha iyi bir kader yazmak anlamına gelmesin? Bütün bunların senin ne işine yarayacağını mı soruyorsun? Bu sayede hiçbir şeyi değilse de en azından her şeyin Tanrı ölçüsünde kısıtlı olduğunu bilmiş olacağım.
Belki de bu yüzden Seneca, klasik sıfatını fazlasıyla hak eden Doğa Araştırmaları’nda sadece doğa olaylarını tasnif ederek yorumlamakla kalmadı; bunu yaparken, Aristoteles’ten veya diğer Yunan doğa bilimcilerinden farklı olarak, devrinin sorunlarına da değindi. Geçerli kehanet anlayışlarını ve batıl inançları eleştirdi. Örneğin, Zeus’un yıldırım oku fırlatamayacağını, çünkü yıldırımların doğal bir fenomen olduğunu söyledi. Vezüv patlamasıyla ilgili Antik Çağ’daki ikinci temel kaynak olma özelliği taşıyan eserinde, depremin doğal nedenlerine ilişkin farklı görüşleri aktarmakla yetinmeyerek deprem korkusunun yersizliğini Stoa felsefesine göre eleştirdi, hatta bu korkuya karşı tesellilerini sundu. Doğayı insandan ayırmadı ve toplumsal eleştiri ve önerilerini ondan iki bin yıl sonra neredeyse hâlâ aynı dertlerden muztarip okurlarıyla paylaştı.
Seneca’nın bugüne dek dilimize kazandırılmamış Doğa Araştırmaları’nı C. Cengiz Çevik, Latince aslından çevirdi.
Yazarlar sizi okumaya çalışıyorum davet ediyor.
Sevgiyle okuyunuz…



Yorum bırakın