“Bir imge yaratma sorunu yoktu artık biliyorum, gerçek bir kentten söz edip tümüyle düşsel bir kent yaratabilirdim…”
—İtalo Calvino
Merhaba,
Ben yazarken bir sıra izliyorum: Kafamda dönüp duran fikirlerden yola çıkarak yazdıklarımı ya da yalnızca yazmak istediğim şeylerin notlarını. Bir dosyada yaşamımın kentleri ve kır manzaralarıyla ilgili sayfaları topluyorum, bir diğerinde zamandan ve mekandan bağımsız hayali kentleri. Bu dosyalardan biri kağıtlarla tıka basa dolduğu zaman, ondan nasıl bir kitap çıkarabilirim diye düşünmeye başlıyorum.
Böylece son yıllarda, farklı evrelerden geçerek, bu kentler kitabın peşinden gitmeye başladım, diyor İtalo Calvino. Arada, sırada, her seferinde minik bir parça yazarak. Kimi zaman yalnızca üzgün kentleri, kimi zaman yalnızca mutlu kentleri düşünmek geliyordu içimden; bir dönem kentleri yıldızlı gökyüzüne benzettim, başka bir dönemse kentin dışında günden güne yayılan çöplükten konuştum. Sanki kişiliğimden ve düşüncelerimden kaynaklanan bir günlük olmuştu bu; her şey kent imgelerine dönüşüyordu; Okuduğum kitaplar, gezip gördüğüm sergiler, arkadaşlarımla yaptığım tartışmalar.
Ama bütün bu sayfalar hala bir kitabı oluşturmaya yetmiyordu; bir kitap (bana göre) başı ve sonu olan bir şey (dar anlamda bir roman olmasa da). Kitap bir alan; okur içine girmeli, dolanmalı, belki kendini kaybetmeli, ama belli bir noktada bir çıkış hatta birçok çıkış bulmalı. Kitap, dışarı çıkabilmek için bir yola koyulma olanağı. Aranızdan biri bu tanımın şiir kitapları, deneme kitapları ya da büyük olasılıkla öykü kitapları gibi okunan, bunun gibi bir kitap için değil de, olay örgülü bir roman için geçerli olduğu söylenebilir. Asıl söylemek istediğim; bunun gibi bir kitap da, kitap olabilmek için, bir kurguya sahip olmalı, yani bir olay örgüsü, bir gezi tasviri ve bir sonucu olmalı.
- Bugün kent olarak yaşamanın gittikçe zorlaştığı şu günlerde, Kent kavramı bizim için ne anlama geliyor?
Belki de kent yaşamının kriz noktasına yaklaşmaktayız ve Görünmez Kentler, yaşanmaz hale gelen kentlerin kalbinden doğan bir rüya. Metropollerin tamamını bloke ederek zincirleme zararlar doğurabilecek büyük teknolojik sistemlerin çekiciliğinden konuşulduğu kadar, doğal ortamın yıkımından da aynı süreklilikle konuşuluyor. Çok büyük kentlerin yaşadığım kriz doğanın yaşadığı krizin diğer yüzüdür. Dünyanın sonunu ve felaketleri bildiren kitaplar yeterince var. Calvino, Marco Polo’nun kalbinde yatan, insanları kentlerde yaşatan gizli nedenleri, krizlerin ötesinde değerleri olan nedenleri keşfetmek. Kentler birçok şeyin bir araya gelmesidir; Anıların, arzuların, bir dilin işaretlerinin. Kentler takas yerleridir, tıpkı bütün ekonomi tarihi kitaplarında anlatıldığı gibi, ama bu değiş-tokuşlar yalnızca ticari takaslar değil; kelime, arzu ve anı değiş-tokuşlarıdır. Bu kitap, mutsuz kentler imgesi üstüne açılıp kapanıyor.
“Özgür aklın ürünü bir düş makinesinin gerekliliğine inanıyorum kendimizi tanımlayabileceğimiz şeyleri çoğalttığı, başka değerler ve başka ilişkilere göre bütün ayrıntılarıyla düşünülmüş bir dünyanın mutlak farklılığını, kısaca “kent’ olarak “ütopya”yı kısır seçimlerimiz arasına kattığı ölçüde (tabii katıyorsa). Bizim kuramayacağımızı ama onu düşleme, her şeyiyle düşünme yetimizde kendisini parça parça kuracak, kendisinde yaşamamızı değil, bizde yaşamayı talep ederek bizi ütopyadan farklı, iyi ya da kötü, bugün yaşanabilir bütün kentlerin ötesinde, yeni içsel ve dışsal koşullanmaların karşılaşmasından doğan “üçüncü bir kentin olası sakinleri yapacak bir kent bu.” (Calvino, 1974: 4)
Qfwfq’nun “kristal-dünya” düşü, Görünmez Kentler‘de bir “yapı”ya dönüşüyor, evreni “başka türlü” okutacak yeni bir alfabe hazırlıyordu. Qfwfq şöyle demişti: “Kristal bir dünya düşledim o zamanlar; düşlemedim, gördüm onu, yıkılmaz, buzul bir kuvars ilkbaharıydı… Tümel bir kristal düşlüyordum, hiçbir şeyi dışarı sızdırmayan bir topaz-dünya.” (1967:73)
“Kesin çizgileri ve üçgen yüzeyleriyle “paramparça bir bütün”ün simgesi kristal, “titiz kesimi ve ışığı yansıtma yeteneğiyle… ve en ilkel biyolojik varlıkları andıran doğma ve büyüme özellikleriyle, mineral dünya ile canlı madde arasında bir köprü” olabilirdi.” (Calvino, 1989: 69)
Borges’in özel bir yeri vardır Calvino’da: “Edebiyat dünyasında kristalin görkemli geometrisine ve tümdengelimli düşüncenin soyutluğuna karşılık gelen yapıtlar yaratarak, Valery’nin imgelemde ve dilde ‘kesinlik’i hedefleyen estetik idealini tam anlamıyla kimin gerçekleştirdiğini söylemem gerekse, hiç tereddütsüz Borges derim” (1989: 155).
Peki neden Borges? Çünkü onun her metni, evrenin bir modelini ya da evrenin bir simgesini içerir: sonsuzluğu, çoğulluğu, şimdiyi ya da dönüşümlü zamanı. Marco Polo’nun “düşünceyle gidip gördüğü” kentleri anlatan her kısa metin de evrenin bir simgesi ya da bir modelidir. Bu mikro modeller, anılar, arzular, göstergeler, takas ve gözlerle, adlar, ölüler ve gökyüzü ile kurdukları ilişkide incelik, süreklilik ve gizlilik kazanıp tam beş kez çoğalarak, kristalin güven mimarisinde bir bütünlük ararlar. Görünmez Kentler sonsuzlukta, çoğullukta ve tarihsiz bir zamanda yaşanan bir kimlik krizidir.
Kristal geometrisinde aranan bu “çokparçalı bütünlük” Valery’yi anımsatır: “Bütünsel Görüngü dediğim şeyi, ilişkilerin, koşulların, olasılıkların ve olmazlıkların tümünü aradım, arıyorum, arayacağım” (Calvino 1989: 155). Calvino da bütünlüğe buna benzer bir tanım getirir: “Bugün gizilgüçlü, sanısal, çoğul olmayan bir bütünlükten söz edilemez artık” (aynı yer).
Bu tanımı kuran üç sıfat da, evrenin gizli şifresini zorlamada, edebiyatı üçlü bir ekip çalışmasına çağıran örtük bir mesajla yüklüdür. Felsefe, edebiyat ve bilimden oluşan bir menage â trois önerir Calvino. Bu paramparça ve gizilgüçlü bütünlüğe, karşıtlarının sivriltilmesi, bilinen her şeye yeni sorular sorularak her şeyin krize sokulması ve gerçeğin çarpıtılması ile ulaşılabilir ancak. Bu soruları felsefe sormalıdır. Şöyle der Calvino: “Edebiyat ile felsefe arasındaki karşıtlık çözülmemeli; bu karşıtlık her an sürekli, her an yeni görülürse, sözcüklerin canlılığını yitirerek üzerimize bir buz kütlesi gibi kapanmasını önleyecektir.” (1980: 151).
Michel Butor, “Bence bir romanın simgeselliği, romanın, yaşadığımız gerçekten yararlanarak tanımladığı şeyi yaratan ilişkilerin bütünüdür” demişti. Calvino sanatının en güçlü eğretilemesi haline gelen kent, Calvino için “dev bir kolektif anı, başvurulacak bir ansiklopedi” gibi daima yanıbaşımızdadır.
Metropollerin mozaik yapısında bizi mitsel kentlere keşiş kılan ve anılarımızı biçimlendiren arzular hiç bırakmaz yakamızı. Kentleri ya onlar kurar, ya da korkular. Kentler de düşler gibi “bir arzu ya da arzunun tersi, bir korkuyu gizleyen resimli birer bilmecedir.”
İnsanla kent arasındaki bu göreli ilişkiyi bir ölüm-kalım bilmecesinde damıtır Calvino:
“Ne arzularım, ne korkularım var benim,” dedi Han, “benim düşlerimi ya düşünce, ya da rastlantılar oluşturur.” “Kentler de düşüncenin ya da rastlantının eseri olduklarını sanırlar hep, ama ne biri, ne öteki ayakta tutmaya yeter onların surlarını. Bir kentte hayran kaldığın şey onun yedi ya da yetmiş yedi harikası değil, senin ona sorduğun bir soruya verdiği yanıttır.” “Ya da onun sana sorduğu ve ille de yanıtlamanı beklediği sorudur, tıpkı Thebai’nin Sfenks’in ağzından sorduğu soru gibi.”
Ben Görünmez Kentler’e giderken Marco Polo’nun rotasını izledim. Başka yolcular başka rotalar izleyebilir, ama görecekler ki bütün yollar hep aynı “bütünlük”le bitecek ve kusursuz kent parça parça kurulacak:
Marco Polo, tek tek her taşıyla bir köprüyü anlatıyor. “Peki köprüyü taşıyan taş hangisi?” diye sorar Kubilay Han. “Köprüyü taşıyan şu taş ya da bu taş değil, taşların oluşturduğu kemerin kavsi,” der Marco, Kubilay Han sessiz kalır bir süre, düşünür. Sonra ekler: “Neden taşları anlatıp duruyorsun bana? Beni ilgilendiren tek şey var, o da kemer. ” Marco cevap verir: “Taşlar yoksa, kemer de yoktur...”
Okur, kitabı eline aldığında, yazarın kentleri arasında dolanacağından, önüne altın harflerle sunulan olasılıkları yutacağından, sonunda okuduklarını kendi zihnindeki ideal kentlere ekleyeceğinden emin olmalı. Okur, kitabı, mümkünse, büyük bir caddenin kenarına dizilmiş kahve masalarından birine ilişerek, okumalı; göz önündeki gerçekle, göz önündeki kurguyu daha iyi görebilmek için…
Belki de kent yaşamının kriz noktasına yaklaşmaktayız ve Görünmez Kentler, yaşanmaz hale gelen kentlerin kalbinden doğan bir rüya.
Görünmez Kentler, okumayanlara tavsiye, okuyanlara bilgiyi hatırlatma amaçlı. Modern dünyanın masal anlatıcısı Italo Calvino’nun Türkçede uzun süredir görünmeyen kitabı Görünmez Kentler, tekrar elimizin altında… Kubilay Han’ın atlasında yolculuk eden Marco Polo… Batının doğuyu gören gözünün kurduğu hayaller bir yanda, modern kentin içinden çıkılmazlığı ve geleceği öte yanda…
Gerçekten de Calvino, hiçbir kültür ve edebiyatta, Dante’ye “çılgın bir şiirde böylesine yaşam aşkıyla dolu, böylesine gerçekçi, böylesine insan” diye söz ettiği Aristo’ya, Galileo ve Leopardi’ye yakın olduğu kadar yakın olmadı. Calvino poetikasının vasiyetnamesi Amerika Dersleri bunun kanıtı sayılabilir. İtalyan edebiyatı ve geleneğiyle yakından tanışık biri, kitabın hücrelerine sinmiş bu geleneğin, Calvino’nun 2000’li yıllar için önerdiği Hafiflik, Hızlılık, Kesinlik, Görünürlük, Çokluk ve Tutarlılık (bu bölüm tamamlanmamıştır) gibi değerleri irdeleyen en etkin sözcü olduğunu sezecek; Calvino’ya, tüm zenginliği ve çeşitliliğiyle arka çıkan dünya edebiyatının, kitabın hiçbir yerinde onu unutturamadığını, bastıramadığını hemen görecektir Gelecek için bırakılan öğütlerin gerisinde Dante, Cavalcanti, Galileo, Leopardi ve Gadda’yla Sicilya masalları, Geç Rönesans kargaşasından katı bir politika dersi çıkaran Machiavelli’nin çağdaşı, alaycı, güvensiz, hüzünlü, ama gülen masal ustası Aristo vardır. Onun kahramanlarını geleceğe taşır Calvino: “Orlando’yu, Angelica, Ruggiero, Bradamante, Astolfo’yu yönlendiren şey, geçmişe değil, geleceğe yönelik bir enerjidir, bundan kesinlikle eminim..”
Calude Levi-Strauss ve Barthes’in öğretisi çerçevesinde insan-hakikat ilişkisini edebiyatın baş kişisi yapar… Chomsky’nin izinde onu duraklıktan kurtararak korkunç bir devinimin öznesi kılar. Calvino, Apollinaire’in “Düzene Karşı Serüven” denklemini “Düzen İçinde Serüven” olarak yeniden kurar. Schopenhauer’in “bunalım” denklemin üçüncü “bilineni”dir. Bu üç bilinenli denklemi çözmek için seçtiği biçim ve üslup onu öncü edebiyatın önemli üyelerinden biri yapacaktır.
Alpler’in ötesinde İtalya’ya süzülen ve Yenigerçeklik iklimiyle yüz yüze gelen yeni kültürün benimsenmesi aşaması ve kavgası sırasında Calvino, ilk kitabıyla, bir çocuğun gözünde daha da sorunsallaşan “faşizm içinde var olma” sorununu gene Yenigerçekçi bir bakış açısından ele almıştı. Satır aralarını okumayı bilen herkes, bu kitabın, Calvino’nun ileride seçeceği düşsel edebiyatın ilk habercisi olduğunu anladı. Serüven-masal temalarıyla düşsel edebiyata gizil bir ilginin varlığını doğruluyordu.
Calvino “modern yaşamın ritmini göstermek için Şarlman şövalyelerinin savaş ve düellolarını anlatmaktan daha iyi bir yol” düşünemediğini söyleyerek, belgesel ve gerçekçi yazıdan uzaklaşıyor, gene alegoriden güç almasına karşın düşselliğin kapılarını aralıyordu. Henüz gerçekten kesin bir kopma değildi bu: gerçeğin meseli işlevini yüklenen bir “masal”dı. Ancak, ileride Calvino’nun adını büyük labirent ustalarının hanesine yazacak usdışı bir yazıya atılan ilk adımlardı.
“Zekâ ve irade: bunları önermek bile bireye inanmak, onun ayrışmasını reddetmektir. Bugün hiç kimse, tarihsel sorunları çoğul, kitlesel ve sınıfsal açıdan ele almayı öğrenmiş, bu ilkeleri benimsemiş kişiler arasında kavga veren biri kadar, bireysel kişiliğin değerini/ bireysellikte ne denli kararlılık bulunduğunu, kendisi ve başkaları için bireyin her saniye ne çok seçim yapabileceğini öğrenemez; özgürlüğü, sorumluluk ve dehşeti tanıyamaz… Bizi her şeyin ötesinde ilgilendiren şey, insanın geçirdiği sınavlar ve bunların üstesinden gelme biçimidir. En uzak masallar hep bunu anlatır: ormana bırakılmış çocuk vahşi hayvanlar ve büyülere karşı savaşan şövalye, insanla ilgili bütün tarihlerin değişmez örgüsünün, ahlak simgesi bir kişinin, acıma- sız bir doğada ya da toplumda yaşayarak kendisini gerçekleştirdiği büyük, örnek roman kurgularının temel öğeleridir.”
Bu yaşam dersi Calvino’nun yaşama bakışını biçimlendirir: “aydın sürekli muhalefette” olmalı, her türlü düzenle bütünleşmeyi reddetmeli, sosyal gerçekleri bütünlüğü içinde daha iyi görüp değerlendirmek için kendisini uzaklara taşımalıdır. Bu ilke Atalarımız‘da metafora dönüşür: İkiye bölünen Vikont “gerçek ben”in “önerilen ben” ile yaşadığı ikilemi; Var Olmayan Şövalye işleviyle özdeşleşmiş tek boyutlu insanın, bilincine bile varamadığı yabancılaşmışlığını anlatır. Ağaca Tüneyen Baron ise insana uzak bir bakış önerir. Calvino uzmanlarının “uzaklığın acısı” tanımıyla açıkladığı bu yeni çözüm Görünmez Kent Bauci’de çoğul bir yaşam biçimine dönüşür.
“Ben-Hakikat” ikilisinin sancısını masalda, mitik bir dünyada kurmalı. Calvino, kurmaca edebiyatının tabularını 1960 yılında yayınlanan Atalarımız başlığıyla yayınladığı “üçlü romanı”yla zorlamaya başladı. Zaman ve mekanın tutsaklığından kurtulmak için masalı seçmesinde, Einaudi yayınevi için derlediği ve 1956 yılında yayımlanan İtalyan Masalları‘nın büyük etkisi yadsınamaz. Kitabın giriş yazısı şöyle kapanıyordu: “Şunu söylemeliyim ki bu bir sanrı, bir tür mesleki hastalık değildi. İşin başından beri bildiğim, daha önce de değindiğim bir inancımın sağlaması oldu bu deneyim; artık hiç kuşkum yok; masallar gerçektir…”
Yazarlar sizi okumaya davet ediyor.
Sevgiyle okuyunuz…



Yorum bırakın