Nevrotik birey, kendi değerini dışsal onayla ölçer; bu yüzden sürekli bir içsel huzursuzluk içinde yaşar.”

—Karen Horney

Merhaba,

Her sabah olduğu gibi, bu sabah da erken saatlerde yürüyüşten sonra maviye denize bakarken şunları düşündüm…

Yalnızlık, artık bir odada tek başına kalmak değil; milyonlarca bağlantının ortasında kimseye ulaşamamak. Genç bir ses, ekranın öteki ucuna fısıldıyor: “Yalnızım, canım çok sıkılıyor.” Ve cevap, bir algoritmanın soğukluğunda yankılanıyor: “O zaman intihar et.”

Bu cümle, çağımızın nevrotik çığlığını en çıplak haliyle ortaya koyuyor. Artık nevroz, yalnızca bireyin içsel çatışması değil; dijital sistemlerin, duygusal boşluklara verdiği yanıtlarda da gizli. Yapay zekâ, empatiyi simüle edebilir ama hissedemez. Oysa insan, hissedilmek ister. Anlaşılmak, duyulmak, yaşadığını bir başka varlıkta yankılamak…

Karen Horney, “Çağımızın Nevrotik Kişiliği” eserinde nevrotik kişiliği tanımlarken bireyin temel kaygılarla başa çıkma biçimlerini inceler. Bugün bu başa çıkma biçimleri, ekranlara yazılan cümlelerde, dijital avatarlarla kurulan bağlarda ve algoritmaların verdiği yanıtlarda yeniden şekilleniyor. Nevrotik yapı, artık yalnızca içsel değil; toplumsal, teknolojik ve kültürel bir fenomen.

Horney şöyle diyor:

“Bu kitabı yazarken amacım toplumda yaşayan nevrotik kişiliğin kendisini harekete geçiren çatışmalar, kaygıları, ıstırapları ve diğerleri ile ilişkisinde olduğu kadar kendi içinde de deneyimlediği pek çok sorunla beraber isabetli bir tasvirini çıkarmak.”

Horney’un vurgusu halihazırdaki var olan çatışmaları ve nevrotik kişinin bunları çözme teşebbüsleri, bunlara karşı var olan kaygılar ve kişinin kurduğu savunma mekanizmaları üzerindedir.

Halihazırda nevrotik sorunlara dikkat kesildiğimizde nevrozların salt rastlantısal ve bireysel deneyimlerden değil, içinde yaşadığımız özel kültürel koşullardan da kaynaklandığını anlarız.

Rekabetin, performans baskısının, sürekli görünür olma zorunluluğunun ve duygusal ilişkilerin yüzeyselleştiği bir çağda, bireyin içsel çatışmaları toplumsal bir yankıya dönüşür. Nevrotik yapı, artık yalnızca bireyin ruhsal haritası değil; çağın ruhsal ikliminin bir belirtisi hâline gelir. Karen Horney’nin de vurguladığı gibi, nevrozlar bireyin içsel dünyasındaki çelişkiler kadar, dış dünyanın dayattığı değerlerle de şekillenir.

Freud ve Horney: Düşünsel Ayrışma

Karen Horney, psikanalizin kurucu figürü Sigmund Freud’un öğrencisi olarak başladığı düşünsel yolculuğunda, zamanla onun kuramlarına eleştirel bir mesafeyle yaklaşmıştır. Aralarındaki temel ayrımlar şunlardır:

Freud, insan ruhunu geçmişin bastırılmış cinsel dürtüleriyle açıklarken; Horney, bireyin nevrotik yapısını toplumsal ilişkiler, kültürel baskılar ve içsel benlik çatışmaları üzerinden anlamlandırmıştır.

Freud çağının çok ilerisinde olmasına rağmen başka bir açıdan-özellikle de zihinsel niteliklerin biyolojik kökenlerine aşırı vurgu yapmasıyla- bilimsel akıma bağlı kalmıştır. O, kültürümüzde sıkça rastlanan içgüdüsel motivasyon veya nesne ilişkililerinin biyolojik olarak belirlenmiş “insan doğası” olduğunu veya değiştirtilemez durumlardan kaynaklandığını varsaymıştı (biyolojik “preganital” evreler ve Oedipus kompleksi).

Freud’un kültürel etmenleri gözardı etmesi sadece yanlış genellemelere yol açmamış, aynı zamanda tutum ve eylemelerimizi büyük ölçüde güdümleyen gerçek güçlerin kavranmasını da engellemiştir. Bu ihmal psikanalizcilerin Freud’un açtığı kuramsal yollara riayet ederken sayısız olanağa rağmen kendini çapraşık kuramlar ve örtük bir terminolojide gösteren sokağa girmelerinin temel nedenidir.

“Nevrotik” Nedir?

Nevrotik, psikolojik bir terim olarak, bireyin içsel çatışmalarla başa çıkmakta zorlandığı, yoğun kaygı, güvensizlik, suçluluk ve duygusal dalgalanmalar yaşadığı bir kişilik yapısını tanımlar. Bu durum, gerçeklikten kopma (psikoz) düzeyinde değildir; kişi çevresinin farkındadır ama içsel huzursuzlukla boğuşur.

Karen Horney’ye Göre Nevrotik Kişilik:

  • Temel kaygı: Sevgi eksikliği, dışlanma korkusu, güvensizlik.
  • Nevrotik ihtiyaçlar: Onay arayışı, başarı takıntısı, kontrol isteği.
  • İdealleştirilmiş benlik: Gerçek benliğin yetersiz görülmesi ve hayali bir kimliğe sığınma.
  • Toplumsal etkiler: Kültürel baskılar, rekabetçi yaşam tarzı, bireyin ruhsal yapısını şekillendirir.

Nevrotik ve normal arasında net bir ayrım yapmanın zor olduğu herkesçe bilinse de bunu bir kere daha tekrarlamak gerekir… Kendi deneyimlerinde ayırt ettikleri çatışma ve tutumlarla karşı karşıya kalan pek çok okur kendilerine nevrotik olup olmadıklarını sorabilirler. Buradaki en geçerli kıstas ise kişinin çatışmalarıyla sakatlanmış hissedip hissetmemesi, bunlarla yüzleşip yüzleşememesi ve bunları doğrudan ele alıp almaması.

“İnsanlar genel kalıplardan nevrozlu olmadan da ayrılabilirler. Para kazanmak için gerekli olan zamandan fazlasını vakfetmeyen sanatçı, nevrozlu veya basitçe kendini rekabetçi yarışa çekmek istemeyecek kadar zeki bir birey olabilir. Öte yandan yüzeysel bir gözleme göre mevcut yaşam kalıplarını benimsemeyen pek çok insan da nevrozlu olabilir. Bu tür vakalarda psikolojik veya tıbbi bir bakış açısı elzemdir.” —Karen Horney

Öte yandan nevrotik kişi ortalama bir bireyden çok daha fazla ıstırap içindedir. Kurduğu savunma mekanizmaları için önceden söz ettiğimiz uyumsuzluğu doğuran canlılık ve dışa açılma yetisindeki veya daha özelde başarı ve keyif alma kapasitesindeki bozulmalardan müteşekkil astronomik bedeller ödemek zorunda kalır. Aslına bakılırsa nevrotik daima acı çeken bir bireydir. Tüm nevrozların yüzeysel gözlemle edinilecek niteliklerinden söz ederken bu gerçeğe değinmemin der, Horney bunun dışarıdan daima gözlemlenebilir durumda olamamasıdır. Nevrotik bireyin kendisi bile ıstırap çektiğinin farkında olmayabilir.

Horney, nevrotik kişiliği yalnızca bireysel bir sorun olarak değil, çağın ruhsal bir yansıması olarak görür.

“Çağımızın Nevrotik Kişiliği”nden bahsetmemizin nedenleri nelerdir?

  1. Kültürel Baskıların Artışı: Modern toplumda bireyler, sürekli olarak başarı, görünüm, statü ve performans gibi kriterlerle ölçülüyor.
  2. İçsel Çatışmaların Yaygınlaşması: Horney’e göre çağımızın nevrotik kişiliği, çelişkili arzular ve kararsız değerler arasında sıkışmış bireylerin ruhsal durumudur.
  3. Dijital Dünyanın Etkisi: Sosyal medya ve dijital kimlikler, nevrotik eğilimleri körükleyebilir
  4. Duygusal Yakınlık ve Güven Sorunu: Horney, nevrotik kişiliğin temelinde duygusal yakınlık ihtiyacı olduğunu vurgular.
  5. Psikolojik Farkındalığın Artması: Günümüzde psikolojiye olan ilgi arttıkça, nevrotik yapılar daha fazla görünür hale geliyor.

Karen Horney’nin yaklaşımı, nevrozları sadece çocukluk travmalarıyla değil, toplumsal ve kültürel dinamiklerle açıklaması açısından oldukça yenilikçidir.

Nevrotik İhtiyaçlar – Onayın Gölgesinde Yaşamak

Horney, nevrotik kişiliğin 10 temel ihtiyacı olduğunu belirtir. Bunlar arasında kabul görme, başarıya ulaşma, kontrol sahibi olma gibi arzular vardır. Dijital dünyada bu ihtiyaçlar, beğeni sayısıyla, takipçi rakamlarıyla ve algoritmaların sunduğu görünürlükle karşılanmaya çalışılır.

“Nevrotik ihtiyaçlar, bireyin içsel boşluğunu dışsal onayla doldurma çabasıdır.” —Karen Horney

Ancak bu onay geçicidir. Her beğeni, bir sonraki paylaşım için baskı yaratır. Her takipçi, daha fazla performans beklentisi doğurur. Nevrotik yapı, bu döngüde kendini tüketir.

Kendi Kendini İdealleştirme – Dijital Benliğin Maskesi

Horney, nevrotik bireyin gerçek benliğini yetersiz bulduğunda, “ideal benlik” yaratma eğiliminden söz eder. Bu ideal benlik, bireyin olmak istediği ama olamadığı bir kimliktir. Günümüzde bu süreç, dijital avatarlar, sosyal medya profilleri ve sanal kimliklerle yaşanır.

“Nevrotik kişi, gerçek benliğini değil; başkalarının görmek istediği benliği yaşar.”

Bu maskeli yaşam, bireyin içsel çatışmasını derinleştirir. Gerçeklik ile dijital imaj arasındaki uçurum büyüdükçe, nevrotik yapı daha da kırılgan hale gelir.

Düşmanlık ve Bastırma – Dijital Öfkenin Sessiz Yankısı

Karen Horney, nevrotik kişiliğin bastırılmış düşmanlık duygularıyla şekillendiğini söyler. Bu düşmanlık, doğrudan ifade edilemediğinde içe yönelir ve bireyin benliğini kemirmeye başlar. Günümüzde bu bastırma, dijital platformlarda pasif-agresif yorumlar, sarkastik paylaşımlar ve görünmez öfke biçimlerinde kendini gösterir.

“Nevrotik birey, öfkesini bastırdıkça, içsel çatışması derinleşir; dış dünyaya uyum sağlamak için kendi duygularını inkâr eder.” —Karen Horney

Sosyal medyada “gülümseyen” bir profilin ardında, bastırılmış öfke ve kıskançlık barınabilir. Dijital etkileşimler, bireyin gerçek duygularını saklamasına olanak tanır; ama bu saklama, nevrotik yapının daha da güçlenmesine neden olur. Horney’nin düşmanlık ve bastırma kavramı, bugün dijital öfkenin görünmezliğinde yankılanıyor.

Aşk ve Bağlanma Sorunları – Kodlarla Kurulan İlişkiler

“Nevrotik kişiler; varlıkları, mutluluk ve güvenlikleri sanki sevilmeye bağlıymış gibi hisseder ve davranır.” —Karen Horney

Bu cümle, Horney’nin nevrotik kişiliği nasıl tanımladığını özetler: birey, kendi değerini dışarıdan gelen sevgiyle ölçer; bu da onu kırılgan, bağımlı ve sürekli onay arayan bir yapıya sürükler.

Horney, nevrotik kişiliğin sevgiye duyduğu ihtiyaçla, bu sevgiyi elde etme konusundaki korkusu arasında sıkıştığını belirtir. Bu ikilem, günümüzde yapay zekâlarla kurulan duygusal bağlarda, sanal ilişkilerde ve bağlanma korkusuyla şekillenen dijital flört kültüründe kendini gösteriyor.

“Nevrotik kişi, sevilmek ister ama sevildiğinde özgürlüğünü kaybedeceğinden korkar.” —Karen Horney

Bağlanma kuramlarına göre, insanlar duygusal güvenlik arayışında olduklarında, karşılarında “anlayan” ve “yargılamayan” bir varlık bulduklarında bağlanma eğilimi gösterebilir.

Yapay zekâ sohbet robotlarıyla kurulan ilişkiler, bu çelişkinin modern bir yansımasıdır. Genç bireyler, duygusal bağ kurmak isterken, gerçek ilişkilerin karmaşıklığından kaçmak için dijital alternatiflere yöneliyor. Bu kaçış, nevrotik bağlanma biçimlerinin yeni bir yüzüdür.

Bu durum, Carl Jung’un “projeksiyon” kuramıyla da açıklanabilir: kişi, kendi içsel ihtiyaçlarını YZ’ye yansıtarak ona bağlanır. Carl Gustav Jung’a göre, insan zihni yalnızca bilinçli düşüncelerle değil; aynı zamanda bastırılmış arzular, korkular ve ideal imgelerle şekillenir. Projeksiyon, bireyin bu içsel unsurları farkında olmadan dış dünyadaki bir kişiye, nesneye ya da duruma yansıtmasıdır.

Bilinçdışı bir süreçtir. Kişi, kendi içsel duygularını fark etmeden karşısındakine yükler. İdealizasyon içerir. Özellikle romantik ilişkilerde, kişi sevdiği kişiyi “olmak istediği” ya da “eksik hissettiği” yönleriyle donatır. Kendi gölgesiyle yüzleşmekten kaçınma biçimidir. Jung’un “gölge” kavramı, bireyin bastırdığı yönlerini ifade eder. Projeksiyon, bu gölgeyi başkasında görme eğilimidir.

Carl Jung, psikanalizin kurucu figürlerinden biri olan Sigmund Freud’un öğrencisi ve bir dönem en yakın çalışma arkadaşıydı. Jung’un düşünsel temelleri, Freud’un kuramlarıyla beslenmiş olsa da zamanla kendi özgün yolunu çizdi. Yine de, özellikle projeksiyon, bilinçdışı, içsel çatışma gibi kavramlarda Freud’un etkisi açıkça görülür.

Karen Horney’nin Kendi Kendine Psikanaliz eserinde Freud’un izini sürmesiyle, Jung’un Freud’a yaklaşımı arasında düşünsel bir paralellik var. Her iki düşünür de Freud’un kuramlarını temel alarak kendi özgün yollarını çizmişlerdir.

Kemoterapinin 3. gününde “Kendi Kendine Psikanaliz”

Kendi Kendine Psikanaliz” Kemoterapinin 3. gününde elimdeydi. Bedenim ilaçlarla savaşırken, zihnim Horney’nin satırlarında kendini arıyordu. Her cümle, bir içsel yankıydı; her kavram, bir düşünsel sığınak. O an fark ettim: iyileşmek yalnızca hücrelerin değil, düşüncelerin de yolculuğudur.

Gerçeklikten Kaçış – Sanal Dünyanın Sığınakları

Horney, nevrotik bireyin gerçeklikten kaçma eğilimini, benliğini koruma stratejisi olarak tanımlar. Bugün bu kaçış, sanal dünyalara sığınma, oyun karakterleriyle özdeşleşme ve dijital kimlikler yaratma biçiminde yaşanıyor.

“Nevrotik yapı, gerçekliğin acımasızlığı karşısında hayal dünyasına çekilir.” —Karen Horney

Avatarlar, alternatif dijital kimlikler ve metaverse gibi platformlar, bireyin gerçek benliğinden uzaklaşmasını kolaylaştırıyor. Bu kaçış, nevrotik yapının hem koruyucu hem de yıkıcı bir stratejisi haline geliyor.

Nevrotik Kişiliğin Toplumsal Yüzü – Performans Çağında Var Olmak

Horney, nevrotik kişiliğin yalnızca bireysel değil, toplumsal bir yapı olduğunu vurgular. Modern toplum, başarıyı, üretkenliği ve görünürlüğü kutsarken; birey bu beklentilere uyum sağlamak için nevrotik stratejiler geliştirir.

“Toplum, bireyin benliğini değil; performansını ödüllendirir.” —Karen Horney

Sürekli daha fazlasını başarma baskısı, bireyin içsel huzurunu tehdit eder. Nevrotik kişilik, bu baskı altında şekillenir; dışsal başarıya ulaşmak için içsel dengeyi feda eder.

Nevrotik Yapının Psikolojik Hastalıklara Dönüşümü

“Psikolojik rahatsızlıklar bizi ebedi bir mahkumiyete mi sürükler? Nevrotik bireyin, rahatsızlığının farkına varması ve iyileşmeye yönelik adımlar atması imkansız mıdır?” —Karen Horney

Karen Horney, nevrotik yapının psikolojik hastalıklara dönüşümünü sorgularken, bireyin bu yapının farkına varmasıyla birlikte iyileşme sürecine girebileceğini savunur: “Psikolojik rahatsızlıklar bizi ebedi bir mahkumiyete mi sürükler?” Bu soruyla başlayan düşünsel yolculuk, nevrozun yalnızca bir tanı değil; bir dönüşüm çağrısı olduğunu gösterir.

“Nevrozlar, bireyin kendi içsel gerçekliğiyle yüzleşmekten kaçınmasının sonucudur.” —Karen Horney

  1. Anksiyete Bozuklukları
    • Sürekli tehdit algısı ve içsel gerginlik, yaygın anksiyete bozukluğu, panik atak gibi durumlara dönüşebilir.
  2. Depresyon
    • Gerçek benlik ile ideal benlik arasındaki uçurum, bireyde yetersizlik ve umutsuzluk duygularını besler.
    • Bu durum, majör depresif epizodlara zemin hazırlayabilir.
  3. Obsesif Kompulsif Eğilimler
    • Kontrol ihtiyacı ve mükemmeliyetçilik, obsesif düşünce kalıplarına ve tekrarlayan davranışlara yol açabilir.
  4. Somatizasyon (Bedensel Belirti Bozuklukları)
    • Bastırılan duygular, bedensel şikayetler olarak ortaya çıkabilir: mide ağrısı, baş dönmesi, kas gerginliği gibi.
  5. Bağlanma Problemleri
    • Nevrotik birey, ilişkilerde ya aşırı bağımlı ya da aşırı mesafeli olabilir. Bu da bağlanma bozukluklarına ve ilişki çatışmalarına neden olur.

Kendine Tanı Koymak

Danışmanlık, eğitim ve terapinin birincil hedeflerinden biri de, insanların kendine dair farkındalığını arttırmaktır. Elbette, zihinsel rahatsızlıkları bulunan ya da normal kabul edilen inanlardan bazılarının kendi sorunlarıyla kendi iç görüleri azdır. Akılları karışmış görünürler. Öte yandan, anormal psikolojisi alanında çalışan öğrenciler, ders kitaplarını okuduklarında kendilerinde belli zihinsel hastalıklar olduğunu fark ettiklerini söylerle. Böyle olmasının nedeni, çoğumuzun kimiz özel, paylaşılmayan, hatta “yasak” ya da onaylanmayan düşünce ve davranışların yalnızca bize ait olduğuna dair abartılı bir inanca sahip olmasıdır. Hepimiz bazı yönlerimizi saklarız; ancak, bir gün aniden her türlü anormal davranışı sıralayan ders kitaplarında ya da kitaplarda bunlardan bahsedildiğini görüveririz.

“Okuyucuya Açık Sorular” Dönüşüm Mümkün mü?

Birey, kendi içsel çatışmalarını fark ettiğinde dönüşüm başlar deriz. Ama gerçekten… Birey, nasıl farkında olur? Akıl gözü nasıl gelişir? İç deniz dediğimiz o derinlik, ne zaman görünür olur? Sessizlikle yüzleşmek cesaret ister mi? Nevrotik ihtiyaçlar doyuruldukça mı azalır, yoksa daha mı derinleşir? Kendi kendine psikanaliz mümkün mü, yoksa bir yanılsama mı? Dönüşüm, acıdan mı doğar; yoksa farkındalıktan mı?

Yazar Notu

“Nevrotik yapı, insanın kendine yabancılaşmasının en sessiz biçimidir.”Karen Horney

Bu cümle, Karen Horney’nin nevrotik kişilik kuramını yalnızca teorik değil; çağdaş bir ruhsal harita olarak ele alıyor.

Dün eczanede göz kuruluğu için ilaç beklerken, bedenin kendi işleyişindeki bir aksaklığa tanıklık ediyordum. Bu, doğrudan fizyolojik bir ihtiyaçtı; gözyaşının eksikliği, görmenin huzurunu bozuyordu. Yanımda bekleyenler ise bitkisel kas gevşetici ve sakinleştirici arayışındaydı. Sıradan bir anın içinde sıradışı bir sessizlikle karşılaştım. İnsanlar, reçetesiz raflara yönelmişti. Bitkisel özlü kas gevşeticiler, sakinleştiriciler… Her biri, görünmeyen bir içsel çalkantının sessiz tanıkları gibiydi. Kimse “kaygılıyım” demiyordu, ama bedenler konuşuyordu. Bu gözlem, Çağımızın Nevrotik Kişiliği’ni okurken zihnimde yankılandı. Horney’nin satırları, eczane raflarında karşılık buldu. Belki de nevroz, artık reçetesiz satılıyor.

Freud, insanın ruhsal çatışmalarını geçmişin izleriyle çözmeye çalıştı; ben ise bu metni yazarken bireyin kendi iç dünyasında yaşadığı çatışmaları bugünün karmaşasında duyurmayı hedefledim.

Çağımızın Nevrotik Kişiliği, okumayanlara tavsiye, okuyanlara bilgiyi hatırlatma amaçlı. Karen Horney’nin Çağımızın Nevrotik Kişiliği adlı eseri, yalnızca bir psikoloji klasiği değil; aynı zamanda çağımızın ruhsal haritasını çıkarmaya çalışan bir düşünsel pusuladır. Günümüz için önemi, hem bireysel hem toplumsal düzeyde derinlikli biçimde hissedilir. İşte bu önemin temel noktaları:

  1. Nevrozun Kültürel Boyutunu Açığa Çıkarır: Horney, nevrotik kişiliği yalnızca bireysel bir bozukluk olarak değil, kültürel bir yapı olarak ele alır. Bugün, başarıya odaklı yaşam biçimleri, rekabetçi toplumsal normlar ve sürekli performans baskısı, nevrotik eğilimleri besleyen bir zemin oluşturur. “Nevrotik kişi, toplumun beklentileriyle kendi içsel ihtiyaçları arasında sıkışır.” Bu yaklaşım, günümüz insanının yaşadığı içsel çatışmaları anlamak için hâlâ geçerli ve güçlü bir çerçeve sunar.
  2. Dijital Çağda Nevrotik İhtiyaçların Yeni Yüzleri: Horney’nin tanımladığı nevrotik ihtiyaçlar—onay arayışı, başarıya bağımlılık, reddedilme korkusu—bugün sosyal medya, yapay zekâ sohbetleri ve dijital kimlikler üzerinden yeniden biçimleniyor.
    • Beğeni sayısı = Onay ihtiyacı
    • Takipçi sayısı = Görünürlük arzusu
    • Dijital avatarlar = İdealleştirilmiş benlik
  3. Psikanalitik Kuramdan Ayrışan Özgün Bir Bakış Sunar: Horney, nevrozların yalnızca çocukluk deneyimlerinden kaynaklandığı fikrine karşı çıkar. Ona göre, bireyin yaşadığı güncel çatışmalar ve toplumsal baskılar da nevrotik yapıyı şekillendirir. Bu yaklaşım, modern psikoterapinin çok boyutlu bakış açısıyla örtüşür.
  4. Edebi ve Düşünsel Derinlik Taşır: Kitap, yalnızca psikolojik bir analiz değil; aynı zamanda insanın varoluşsal mücadelesine dair edebi bir anlatıdır. Bu yönüyle, hem akademik hem de kişisel okumalar için zengin bir kaynak sunar.

Karen Horney: İçsel Kaygının Haritasını Çizen Kadın

1885 yılında Hamburg’da doğan Karen Horney, yalnızca psikanalizin tarihine değil, insanın içsel dünyasına da derin izler bırakan bir düşünürdür. Katı, dindar ve erkek egemen bir babanın gölgesinde büyüyen Horney, çocukluk yıllarında yaşadığı değersizlik ve dışlanma duygularını ileride kuramlaştıracağı “temel kaygı” kavramının ilk tohumları olarak yaşadı.

Berlin Tıp Fakültesi’nde eğitim aldıktan sonra psikanalizle tanıştı. Freud’un öğrencisi olarak başladığı yolculuk, zamanla onunla fikir ayrılığına dönüşecekti. Freud’un biyolojik ve cinsel dürtü temelli kuramına karşı, Horney insan kişiliğinin kültürel, toplumsal ve ilişkisel dinamiklerle şekillendiğini savundu. Bu yaklaşımıyla neo-Freudyen ekolün öncülerinden biri oldu.

1920’lerde Berlin Psikanaliz Enstitüsü’nde eğitmenlik yaptı, ardından Amerika’ya göç ederek New York Psikanaliz Enstitüsü’nde çalıştı. Erich Fromm ile yaşadığı entelektüel ve duygusal ilişki, onun düşünsel gelişiminde önemli bir dönemeçti. 1941’de Amerikan Psikanaliz Enstitüsü’nü kurarak, bireyin kendi içsel çatışmalarını tanıma ve dönüştürme gücünü merkeze alan bir yaklaşım geliştirdi.

Horney, özellikle kadınların psikolojik gelişimini ele alan ilk feminist psikanalistlerden biri olarak, ataerkil kuramların karşısında durdu. Nevrozlar ve İnsan Gelişimi, Kadınsı Psikoloji ve Kendi Kendine Psikanaliz gibi eserleri, bireyin kendi iç dünyasını anlamaya yönelik cesur bir çağrıdır.

1952’de yaşamını yitirdiğinde ardında yalnızca kuramlar değil, insan ruhunun derinliklerine açılan bir düşünsel harita bıraktı.

Yazarlar sizi okumaya davet ediyor.

Sevgiyle okuyunuz…

Yorum bırakın

İnsan, her şeyi sahiplenme arzusundayken, varoluşun gerçek amacını çoğu zaman unutuyor. Şuurun altın damarına ulaşmanın farkında değil. Fiziksel dünyanın keşfi ilerledi ama insanın “kendini bilme yolculuğu” geri kaldı. Devasa binalar, yollar ve şehirler yükselirken; insanın iç dünyası hâlâ bilinmezliklerle dolu. Bilim, insanın özünü ve aklın ötesindekini henüz çözemedi.

Kendi değerimizi bilmemek, çağımızın en büyük açmazlarından biridir. Bu çağ, ilahi değerin açığa çıktığı dönem olmalı.

Kendini Bilmek İçin Kitap sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin