“… bu hareketler dünyanın aradığı ve istediği, özlediği realitenin peşinde koşmaktadır. Tanrı bu yolda hız almak isteyen her koşucunun büyük yardımcısı olsun. Kurulduğu tarihten bu güne kadar, geçen zaman zarfındaki hayırlı fakat iddiasız, ihtirassız, menfaatsiz ve mütevazi faaliyetiyle, Türkiye Metapsişik Cemiyeti kendisini tanıtmış buluyor…”
— Dr. Bedri Ruhselman (Ruh ve Kainat Dergisi)
Merhaba
Dr. Bedri Ruhselman olayı gerçekten ilginçtir belki günümüzde pek ilgi çekmeyecektir ama onun iyi bilinmemesi bu konularla ilgilenenler için affedilmez bir eksikliktir. Çünkü Bedri Ruhselman kesinlikle Türkiye’deki ruhçuluğun en önemli ismidir. Türk Ruhçuluğu’nun doğal lideri Dr. Bedri Ruhselman‘ın yaşamı hakkında çok şey yazılmamıştır, oysa Ruhselman’ın yaşamı ilginç olaylarla doludur ve bu olaylar Ruhçuluğa gönül veren, ilke edinen ve yaşamaya çalışan kitleler için olabilir hatta olmalıdır. 1950 ve 60’lı yıllar, Türkiye’de gizemciliğin Tasavvuf-Spiritüalizma-Felsefe üçgeni içinde değerlendirildiği dönemdir.
Bir efsanenin öyküsü… Türk ruhçuluğunun babası Dr. Bedri Ruhselman Milli Eğitim Bakanlığı’na bir yazı gönderir fakat sonuç alamaz. Aynı sene Ekim ayında “Ruh ve Kainat” dergisini yayınlamaya başlıyor, Dergi 18 sayı yayınlanıyor ancak maddi imkansızlıklar yüzünden 1953 Haziran ayında kapanıyor. Cemiyetteki diğer üyelerin bu çalışmalara pek katkısı olmadığı ortadadır. Ruhselman devamlı olarak tek başına çalışır gözükmektedir.
Mukadderat ve İcabat
Aynı yıl Nisan ayında “Mukadderat ve İcabat” isimli kitabını yayınlamıştır. Annemin hediyesi olan bu değerli kitabın, benim hayatımda da önemli bir yeri var. Yapılan celse çalışmalarında oldukça ilginç bilgiler elde edilmektedir; geleceğe ait kehanetler bunlara örnektir. 1953 yılı, Nisan ayının birinci gününde Sirkeci Yedinci Noterliği’nde resmen tescil edilen bir ruhsal tebliğde şöyle denmektedir:
“Türkiye böyle bir arızaya uğrayacaktır. O kaviste (Burada Mersin körfezinden başlayarak, takriben Seyhan nehri yatağını takip eden kavis kastediliyor) deniz içeri çekilecektir.” — Dr. Bedri Ruhselman
Nitekim bu kehanet , 1966 yılının 13 Martında gerçekleşiyor.
“Kadri”, “Mustafa Molla”, “Şihap”, “Kemal Yolcusu”
Dr. Bedri Ruhselman aralıksız çalışmalarıyla aldığı bilgileri tamamen hazmettikten, onları kendi yaşamında uyguladıktan sonra, başka varlıklardan yeni bilgiler almaya başlıyor. Bu varlıklardan başlıca, kendilerini, “Kadri“, “Mustafa Molla“, “Şihap“, “Kemal Yolcusu” gibi adlarla tanıtmışlardır. Bu bilgilerle büyük mesafeler kateden Ruhselman, “Rehber” adlı varlığın celseleriyle ikinci büyük faaliyetine başlamıştır. Bu celselerden sonra, 1957 yılına kadar süren üç yıllık bir ara döneme giriliyor. Ama 1954’de eski üyeler cemiyetten ayrılmaya başlarlar, önemli celselerin sona ermesi de bu yılın baharına rastlar. Yeni üyelerin yetişmesi için dersler veriyor, konferanslar düzenliyor. 1955’de “Altın Kitap” dergisine makaleler yazıyor.
Ruhselman’ın Annesi Ölüyor
Konuya ilgi duyanlar azalmaya başlamıştır. 31 Ocak 1957’de annesi ölüyor ve 5 Mart 1957’de cemiyetten istifa ediyor. Harbiye’deki apartmanın bodrum katına yerleşerek son çalışmalarına başlıyor. Ruhselman‘ın yoğun çalışmalarını gerçekleştirdiği evi gayet mütevaziydi, küçük bir salon, onun yanında bir oda ve küçük bir mutfaktan ibaretti. Odasında bir gardırop ve seyyar bir yatak vardı, salonu ise kitaplarla doluydu. Önce çeşitli medyumlarla celseler düzenliyor. Refet Kayserilioğlu‘nun medyumluğuyla. Medyumlarla yaptığı çalışmalarına hastalığına rağmen devam ediyor. 9 Aralık 1958 tarihinde yine bir kehanet tebliği alınıyor. Ruhselman‘ın operatörlüğünü yaptığı celse notere onaylatılıyor. Bu kehanet, Türkiye’nin belirli yerlerinde meydana gelecek sel felaketlerini 50 gün öncesinden haber vermektedir ve olaylar aynen gerçekleşiyor.
Gizli Kitabın Doğuşu: Ve “Önder” Adlı Varlık
Eylül 1958-Temmuz 1959 arasında Atilla Güyer‘in medyumluğu kanalıyla “Önder” ismindeki bir kaynaktan tebliğler almaya başlarlar ve bunlarla bir kitap derleyeceklerdir.
“Önder” adlı varlığın denetimi altında yazdırılmaya başlanan kitap 1959 Ağustos’unda son buluyor. Derlemiş olduğu bu bilgiler için,
“Bu, hiçbir zaman benim eserim değil, Yukarı’nın eseridir..” — Dr. Bedri Ruhselman
Ruhselman Ve Ölümü
Derlediği kitabı üç kişiye emanet ederek çalışmalarını bitirir. 1960 yılında 16 Şubat akşamı saat 21.00 de geçirdiği bir enfarktüs krizi nedeniyle ölür. Dr. Bedri Ruhselman, her şeyden önce bilgi, hakikat ve vazife insanıydı. O bilime, ilkelere, hakikati araştırmaya, doğruluğa , fazilete, erdeme büyük önem vermiş ve bu konudaki görüşlerini şöyle belirtmişti
“İyiliğin ve dürüstlüğün yitirildiği bir ortamda, gerçek sanat ve fazilet gelişemez. Pisagor teoremini ezberlemekle, kimse insan olmayı öğrenmemiştir. Bir insana gelişimi için nefes kadar vazgeçilmez şekilde lazım olan şey, önce yüksek insanı değerlerdir. Diğer her şey ondan sonra gelir. Sağlam ahlakın olmadığı yerde, bilim de yozlaşır.” — Dr. Bedri Ruhselman
Ünite Dediğimiz İdrak Birliği
İlahi Nizam ve Kainat, ünite dediğimiz idrak birliğinden, insanların tekamül ihtiyaçlarına cevap verebilecek şekilde, vazifeliler tarafından dünyaya verilmiştir.
Bu kitap etrafımızda gördüğümüz, hissettiğimiz, yarım olarak doğa diye adlandırdığımız uyumun bir parçasıdır. Evrenimizde tekamül diye adlandırabildiğimiz o aydınlık yolun, insanların bilgilerine olan bir köprüsüdür. İnsanın dar madde hayatını, geniş ve idrakli olan ileri bir aşamaya bağlayan biricik yoldur. Bu ne bizim, ne siz insanların, ne de hiçbir kimsenindir. Bu, ilahi düzenin insanlara bir hediyesidir. Yani doğadan bir parçadır.
Allah, ezelden takdir etmiş olduğu, sonsuz ve değişmeyen yasalarının icaplarını her an, her yerde, insanların anlayabilecekleri ve ihtiyaç duydukları şekil ve ölçüde, vicdanlarına ilham edici araçları lütfedip dünyaya göndermiştir ve göndermektedir.
İnsanlar bu tür ilham ve bilgi kaynaklarıyla gerçekten birçok defa karşılaşmışlardır. Buna karşın insan, bencilliğinin kör içgüdüsü ile hareket ederek, nefsaniyetini her şeyden olduğu gibi, bütün bu ilham ve bilgi kaynaklarından da üstün görür ve onlara ruhunun antenlerini açmaya yanaşmazsa, Mutlak Adalet onun bu hareketine karışmaz.
Çünki insan öyle istemiş ve bunun kendisine önceden haber verilmiş sonuçlarına katlanmayı da göze almıştır. Böylece o, evrim yollarının en çetinini, en üzücü ve azaplı olanını kendine seçmiş bulunuyor. Buna kim ne der?
Nitekim o, bu kayıtsızlığı ve imansızlığı ile tuttuğu yolda azaplı ve zor durumlarla karşılaştığı zaman, bu kurtarıcı azap ve işkencelerle ruhunu yıkayacak, temizleyecek ve ondan sonra herkes gibi vicdanının sesine uyarak, limana gelmesini öğrenecektir. Hayat da bir okuldur. Her öğrenci okulu bitirebilir. Fakat bazısı bir yılda birkaç sınıf atlayarak, bazısı da birkaç yıl bir sınıfta kalarak ve birçok zahmetler çekerek…
Vicdan Mekanizması
Vicdan mekanizmasının yüksek unsurları: Dünya hayatında birçok olaylara ve sınavlara sebep olan sevgi, hem öz bilginin oluşmasında hem de vicdanın gelişiminde doğrudan ve dolaylı rol alan en güçlü etkenlerden biridir. Örneğin sevgiyle bir insana yardım eder, denize düşen bir insanı kurtarmak için özveri gösterilir, aç kalan bir kimse doyurulur, ağlayan gözyaşları dindirilirse, bütün bunların sonunda insana bir ferahlık bir huzur, hatta mutluluk duygusu gelir. Bu hızlı bir gelişimin göstergesidir.
Nefsaniyet egemen: Buna karşın, sevgi için birçok kalp kırılır, bir ihanetin cezası verilir, bir rakibin vücudunun ortadan kaldırılması düşünülür, başkasına kötülük yapılır ise, insanda gücenme, huzursuzluk, sıkıntı başlar. Bu da ağırlaşmış bir gelişimin göstergesidir.
- Birinci gruptakilerde, vicdan mekanizmasının yüksek unsurları,
- İkinci gruptakilerde nefsaniyet egemendir.
Bu gelişim süreci insanı başkalarına hizmet etmek, onların iyiliği ve gelişimleri konusunda yardımda bulunmak gibi yüksek derecelere ulaştırır ki, işte vicdan mekanizması bu aşamalarına ulaşmış kişiler, dünya okulunun insana kazandırdığı en yüksek aşamadır. Bu aşamaya ulaşan insanlar, dünya okulundan tam derece ile diplomasını alacak, daha güçlü ve mutlu bir varlık halinde yüksek planlara geçecektir.
Dünya Devriminin Son Anına Doğru
Bütün doğa olayları şiddetlenecek, yer sarsıntıları artacak, su baskınları, büyük seller büyük kaymalar, yer çatlamaları ve birkaç şehri birden harabeye çevirebilecek büyük depremler birbirini izleyerek sürüp gidecek, insanlar henüz geçmiş bir felaketin sıcaklığı soğumadan daha korkunç diğer bir felaketle karşılaşacaklardır. Bu sırada doğal olarak kütleler hâlinde ölümler olacak, hastalıklar çoğalacak dünyada yaşamak çok ıstıraplı ve zahmetli bir duruma gelecek.
Akıllı, bilgili ve iyi hazırlanmış olan insanlar bu durumu görebildiklerinde gayet iyi anlayacaklar ki artık dünya insanları için dünya maddesi yeterli gelmemektedir ve dünya, bu hakikati insanların kafasına vururcasına göstermektedir. Ve böylece bir an gelecek ki insanların birçoğu artık kendileri için dünyada yaşanacak hiçbir yerin kalmadığını anlayacaklardır. İşte bu da insanların hakikati bütün çıplaklığı ile görebilmeleri için dünyanın kurulmuş en mükemmel bir sıralaması ve düzeni olacaktır ki bu düzenin ve sıralamanın gücüyle insanların çoğu, yukarıda söz ettiğimiz iki alemi birbirinden ayıran kapıyı ardına kadar ve büyük bir özlemle açabilme kuvvetini kazanacaklar, yani idraklerinin ışığına kavuşmaya başlayacaklardır
Bu kargaşalık gittikçe içinden çıkılmaz duruma gelip artarak insanları şaşkına çevirecek ve en sonunda bir an gelecek ki o andan itibaren, o zamana kadar can çekişmekte olan dünya en kısa zamanda gözlerini eski hayatına tamamıyla kapayacaktır. Bu durumdayken dünya, tam anlamıyla kaynayan bir kazana benzeyecektir. Ancak birkaç gün devam edecek olan bu son aşama sırasında bütün kıtalar ve denizler harekete geçecek. Yer ve gök sarsılacak.
İşte bu karmaşada insanların çoğu, kendi ihtiyaçlarına cevap verecek bir aleme gidecek, az miktarda kalanlar ise yeni dünyaya geçmek üzere, büyük felaketten geriye kalmış kaya parçaları üzerinde şaşkın durumda kalacaklar. Çünkü denizlerin dibine gömülen eski kıtaların bazı yüksek yerleri, geleceğin küçüklü büyüklü adalarını ve takım adalarını oluşturmak üzere büyük kaya parçaları halinde denizlerin üstünde kalacaktır.
Yeni dünya devri insanlarını, bugünkü dünyanın batışı sırasında, kıtaların yüksek yerlerinde ve tepelerinde kalan insanlar oluşturacaktır demiştik. Bu sıralarda denizin dibinden çıkan yeni kıtalarda henüz insan bulunmayacaktır. Bugünkü dünyadan, gelecek dünyaya geçecek olan insanların yaşamak zorunda olacakları adalarda toprak olmayacağından, bu insanlar sadece kayalardan ibaret, etrafı denizle çevrilmiş bu adalarda mahsur kalacaklardır. Böylece birkaç gün içinde olup biten bu işlerden sonra sükûnet geri gelecek, dünyada yıllardan beri bozulmakta olan genel denge, bu son birkaç günlük krizini atlattıktan sonra yeni dünya koşullarına uygun olarak tekrar kurulacak, her şey olup bitecek, güneş yine aynı parlaklıkla yeni dünyanın ufuklarından doğarak onu canlandırmakta devam etmeye başlayacaktır.
İnsanlara gelince, bu dünyadan gelecek dünyaya geçen insanlar her ne kadar beden yapılarını ilk anlarda koruyacak olsalar da bunların zihinsel durumlarında, zekâlarında, idraklerinde, duygularında, hafızalarında büyük gerilemeler meydana gelecektir. Bunlar şuurlarını kaybedecekler ve delireceklerdir. Bu insanlar geçen dünya devrine, büyük insan uygarlıklarına, kendi bireysel, ailevi ve toplumsal hayatlarına ait bütün bilgileri ve kavramları unutacaklardır. Hafızalarında ne geçmiş bilgilerinden, ne bilimlerinden, ne tekniklerinden, ne yeteneklerinden, ne alışkanlıklarından, ne de kendi eski kimliklerinden hiçbir şey kalmayacak, çok ilkel birer insan hâlinde yalnız içgüdüleriyle hareket edeceklerdir. Onların içgüdülerinin başında korku gelecektir. Büyük dünya devrimi sırasında, gözleri önünde günlerce devam eden felaket olaylar, dünyanın korkunç ve gürültülü atışı, onların varlıklarında uzun süre devam edecek büyük bir korku içgüdüsüne sebep olacaktır. Fakat bu insanlar, geçmişe ait bütün bilgilerini kaybettiklerinden o anki durumda da şuursuzluk ve tam bir idraksizlik içinde bulunduklarından, bu korkularının ne sebebini ne de niteliğini asla bilemeyecekler, sadece onun devamlı baskısı altında yaşayacaklardır. Bundan başka, yeni girdikleri dünya ortamının gittikçe vahşileşen ve kabalaşan koşulları da insanların bu korku içgüdülerini daha çok arttıracak ve kuvvetlendirecektir.
Korku hissi bu ilkel insanları beşer, onar bir araya toplayacaktır. Bunlar her şeyden korkacaklar, korktukları zaman birbirlerine daha çok yaklaşacaklar ve sarılacaklardır. Bakışları korkak olacak, her hâl ve hareketlerinde korkunun bütün görünümleri görülecektir. Ara sıra ve genellikle bir şeyden korktukları zaman anlamsız, şuursuz birtakım sesler çıkararak bağrışacaklar, düşüncesizce oraya buraya koşuşacaklardır. Çünkü bunlar henüz konuşmasını bilmeyecekler ve işaretlerle bile anlaşabilmek liyakatinden yoksun olacaklardır. Örneğin, bir tanesi bağırmaya başladığı zaman, özellikle korku içgüdüsüyle diğerleri de ona uyarak bağırmaya başlayacaklar, bir süre birlikte bağrıştıktan sonra, korkularının biraz yatışmasıyla hep birden tekrar susacaklardır.
Önceki dünyadan yeni dünyaya geçen ve aç, çıplak, aletsiz, araçsız, hiçbir şeysiz, özellikle akılsız, düşüncesiz, şuursuz hâlde kalan ve sadece korku ve açlık içgüdüleriyle hareket eden bu zavallı insanların kayalar üzerinde, vahşi hayvanlar arasında geçirecekleri anlar pek çetin ve sert olacaktır. Bunlar yiyecek bulamayacaklar, giyecekten yoksun kalacaklar, sığınacak bir tek ağaç kovuğu göremeyecekler ve kayalarla çevrilmiş bir çevrede doğanın bütün olaylarıyla karşı karşıya kalacaklar. Güneşin ışığı vücutlarını yakacak soğuk rüzgârlar ve havalar çıplak bedenlerini hırpalayacak. Vahşi hayvanların saldırılarından kaçışacaklar, beş onu bir arada kayaların aralarına ya da taş oyuklarına sığınacaklar. Bütün bu durumlar onlarda aslında var olan korku içgüdüsünü büsbütün arttıracaktır.
İdrak ve zekâları henüz taşları yontarak onlardan kendilerine av ya da savunma silahı yapabilecek durumdan çok uzak olduğundan, bu insanlar ilk zamanlarda henüz taş devrine bile girmiş olmayacaklardır.
Altmış bin yıl sürecek olan yeni dünyanın bu insanlık gelişimi devresi boyunca insanlar, yeni bir uygarlığa ulaşıncaya kadar taş, demir, tunç devirleri gibi uzun devirler geçirecekler; ilk çağ, orta çağ gibi birtakım çağlar atlatacaklar; kısacası Mu dünyasından bu dünyaya devredilen insanlarda olduğu gibi, bunlarda da yavaş yavaş içgüdüler sezgilere, sezgisel idraklere geçerek idraklerin gelişimiyle yavaş yavaş toplumsal ve yüksek toplumsal planlara geçilecektirler
Kısaca, dünya okulu, her gelişim devresi sonunda yetiştirdiği mezunlarını yüksek kurumlara vermek üzere, kapılarını onların arkasından kapayacak, gidenlerin boşalan yerlerine de yetiştirilmek üzere, yeni geleceklere kapılarını açacak ve böylece devirli olan sonsuz işlevlerinden bir tanesini daha yapmış olacaktır. Bu yalnız dünyanın değil, bütün dünyaların, bürün alemlerin ve evrenin kaderidir.
Yazarın Notu: “Annemin Hediyesi”
Annemin bana hediye ettiği “Mukadderat ve İcabat“, sadece bir kitap değildi. O, bir hatırlatma, bir çağrıydı. Ardından gelen “İlahi Nizam ve Kâinat“, bu çağrının kapısını araladı. Okurken fark ettim: bu iki eser, birbirini tamamlayan bir bilinç haritasıydı. Ve annemin mirası, bana sadece bilgi değil—bir geçiş kapısı sundu.
Bu kapıdan geçmek, sadece okumak değil; frekansla hizalanmak, sistemle rezonansa girmekti. Her kavram, bir titreşim; her satır, bir eşikti. Ve ben, bu mirasla birlikte kendi içsel sistemime doğru yürümeye başladım.
İlahi Nizam ve Kainat, okumayanlara tavsiye, okuyanlara bilgiyi hatırlatma amaçlı. İlahi Nizam ve Kâinat, Bedri Ruhselman’ın medyomsal tebliğlerle derlediği ve 54 yıl boyunca saklanıp “zamanı geldiğinde” yayımlanan bir metin olarak, günümüz için hem ruhsal hem sistemsel bir uyanış çağrısıdır.
Eserin Günümüz İçin Önemi Nedir?
- Bilinç Haritası Sunar Kitap, insanın sadece fiziksel bir varlık olmadığını; ruhsal, zihinsel ve enerjetik boyutlarda işleyen bir sistemin parçası olduğunu anlatır. Bu, modern psikoloji ve kuantum metaforlarıyla çalışanlar için bir köprü niteliğindedir.
- Ölüm ve Sonrası İçin Netlik Sağlar Ölümden sonraki süreç, Spatyom adlı ara boyut üzerinden detaylandırılır. Ruhun tekâmül yolculuğu, vazife planları ve bilinç geçişleriyle açıklanır. Bu, ölüm korkusunu dönüştürmek isteyenler için bir rehberdir.
- Kozmik Sistem ve İlahi Mimariyi Açıklar Evrenin işleyişi, zamanın yapısı, madde ve ruh ilişkisi gibi konular, metafizik değil; sistematik bir dilde sunulur. Bu, hem bilimsel hem spiritüel arayışta olanlar için eşsizdir.
- Ruhsal Ekolojiye Dair Uyarılar Taşır Kitapta küresel ısınma, doğal afetler, hastalıklar gibi olaylar, ruhsal düzeydeki dengesizliklerin yansıması olarak ele alınır. Bu, kolektif bilinç için bir uyarı ve hizalanma çağrısıdır.
- Zamanın Ruhuna Hizalanır Kitabın 2013’te yayımlanması, “doğru zaman” vurgusuyla yapılmıştır. Bu, sadece bir yayın tarihi değil; kolektif bilinçte bir eşik geçişidir. Bugün, bireysel uyanışlar ve sistemsel dönüşümler için bu metin bir eşlikçidir.
Medyumluk, Bedri Ruhselman
“Acaba ruhlar, medyumlarla birlikte celsede hazır bulunan asistanların ve özellikle sual soran operatörün zihninden geçen fikirleri doğrudan doğruya, yani medyumun yardımı olmadan anlayabilirler mi?”
— Dr. Bedri Ruhselman

Bu soruya Ruhselman’ın verdiği yanıt, ruhların algı düzeyine ve irtibatın niteliğine bağlıdır. Onun metinlerinde şu temel prensipler öne çıkar:
- Ruhlar, medyumun aracılığı olmadan da zihinsel titreşimleri algılayabilirler. Özellikle yüksek frekanslı varlıklar, celsede bulunan kişilerin niyetlerini, sorularını ve zihinsel alanlarını doğrudan sezebilir.
- Ancak bu algı, ruhun gelişmişlik düzeyine, celse ortamının frekansına ve operatörün zihinsel berraklığına bağlıdır.
Ruhlar, yalnızca medyumun değil, celsede bulunan herkesin zihinsel titreşimlerini algılayabilirler. Fakat bu algı, onların iradesiyle sınırlıdır. Her şeyi bilmek değil—izinli olanı duymak esastır.
Yüzyıllardan bu yana, birçok Amerika ve Avrupa milletlerinin bilim adamları, gayri resmi ya da yarı resmi olarak psişik ya da metapsişik konulara dair çalışmalar yapmışlardır. Ve bu araştırmaların sonucunda “medyomluk” konusunda birtakım teoriler ortaya konmuştur. Ama bütün bu değerli çalışmalara rağmen medyumluğa ait belirtiler ve bunların izahları şimdiye kadar köklü bir biçimde yapılamamıştır. Bu yüzden de, tüm bu düşünceler arasındaki ortak yanların anlaşılmasına katkı sağlayıcı bir sonuca varılamamıştır. Bu durum, sadece psişik ve metapsişik konular üzerinde çalışan düşünürlerin arasında birtakım anlaşmazlıkların doğmasına sebep olmamış; aynı zamanda da -haklı olarak- akademik çevrelerin bu konulara uzak kalmasına neden olmuştur.
“İşte bu nokta üzerinde yıllarca düşündüm ve tüm çalışmaları, bilimsel, mantıki ve metapsişik bağlantılarıyla birlikte tekrar gözden geçirdim. Ve bunun yanısıra, şahsen, medyumlarım aracılığıyla ruh alemiyle yaptığım temaslardan elde ettiğim bilgilere de dayanarak medyumluğun neo-spiritüalizm görüşüyle yeniden bir değerlendirmesini yaptım. Bilimsel düşüncelere dayanan görüşlerimi, bu raporla, tüm dünya milletlerinin araştırmacılarına takdim ediyorum.” — Dr. Bedri Ruhselman
Stockholm Kongresi’ne sunduğu rapor, bu alandaki en erken ve en kapsamlı metapsişik tezlerden biridir.
“Aziz Dr. Ruhselman 1951 Stockholm Kongresi’ne takdim edilmiş olan raporunuzu büyük bir ilgiyle okudum. Bu raporda ifade ettiklerinizden ve yapmış olduğunuz çalışmalarınızdan dolayı sizi tebrik ederim. Bu raporun bilimsel bir belge olduğuna inanarak ve henüz bu rapordan haberdar olmayan milletarası spiritüzalizm gruplarına birer suretini gönderiyorum. Aynı zamanda, bu raporu takdir edilecek özel üyelere de yolluyorum.”
— Başkan P.J. Hitchcock
Medyumluk, her şeyden önce, spatyum dediğimiz ruhlar alemiyle, üç boyut şartlarının geçerli olduğu dünyamız arasındaki bağlantı tarzı imkanlarının incelenmesi ve açıklanmasını gerektiren bir konu olduğu.
Ruhselman’ın Medyumluk adlı eseri, neo-spiritüalist bir çerçevede, ruhların dünyamızla nasıl iletişim kurduğunu bilimsel ve sistematik biçimde açıklar.
Kitap, perispri, zihin-beyin ilişkisi, duyu dışı algı, ruhların sınıflandırılması gibi konuları işlerken, medyumluk pratiğini bir bilimsel disiplin olarak sunar.
Ruhselman, ölüm sonrası süreci bir “bilinç geçişi” olarak tanımlar; ruh, fiziksel bedeni terk ettikten sonra Spatyom adlı ara boyutta gelişimini sürdürür.
Yazarın Notu:
Medyumluk, ruhsal iletişimi bilimsel bir disipline dönüştüren bir eşik metnidir. Her kavramı, bilinçle hizalanmak için bir geçit; her sınıflandırması, frekanslar arası bir haritadır.
Medyumluk, okumayanlara tavsiye, okuyanlara bilgiyi hatırlatma amaçlı. Bedri Ruhselman’ın Medyumluk adlı çalışması, günümüzde hâlâ tam olarak anlaşılmamış bir alan olan ruhsal iletişimi, deneysel ve sistematik bir çerçeveye oturtarak hem bilimsel hem ruhsal bir geçit açıyor.
Eserin Günümüz İçin Önemi Nedir?
- Medyumluğu yüzeysellikten kurtarır Ruhselman, medyumluğu “cin çağırma” ya da “fal bakma” gibi popüler algılardan arındırarak, onu zihinsel ve fiziksel medyumluk olarak sınıflandırır. Bu ayrım, medyumluğu bir algı yetisi değil; fizyolojik, nörolojik ve parapsikolojik bir fenomen olarak ele alır.
- Perispri kavramını bilimsel zemine taşır Kitapta ruh ile beden arasındaki köprü olan perispri, fiziksel yasalarla açıklanamayan ama ruhsal etkileşimi mümkün kılan bir yapı olarak tanımlanır. Bu, modern fizik ve bilinç araştırmalarıyla çalışanlar için bir enerji modeli sunar.
- Ruhsal iletişimi sistemleştirir Medyumluk, Ruhselman’a göre ruhlar âlemi (Spatyom) ile insan dünyası arasında bir “aracılık” hâlidir. Bu iletişim, sadece sezgiyle değil; niyet, frekans ve bilinç düzeyiyle gerçekleşir. Bu yaklaşım, günümüz kuantum metaforlarıyla da örtüşür.
- Bilimsel rapor niteliği taşır 1951’de Stockholm Kongresi’ne sunulan İngilizce rapor, medyumluk olgusunu bilimsel bir yöntemle ele alır. Ruhların sınıflandırılması, insanlarla ruhlar arasındaki ilişkilerin metapsişik, fizyolojik ve fiziksel aşamaları bu raporda detaylandırılır.
- Modern ruhsal araştırmalar için temel metin Bugün, duyu dışı algı, bilinç transferi, enerji alanları gibi konularla ilgilenen herkes için Medyumluk, bir öncül kaynak niteliğindedir. Ruhselman’ın yaklaşımı, hem sezgisel hem sistemsel bir rehber sunar.
Dr. Bedri Ruhselman– Bilinçle Dokunan Bir Hayat
1898 yılında İstanbul’un Fındıklı semtinde dünyaya gelen Bedri Ruhselman, hem bir hekim hem bir keman virtüözü hem de Türkiye’deki metapsişik bilimin öncüsüydü. Çerkes kökenli bir aileden gelen Ruhselman, çocuk yaşta müziğe ve ruhsal konulara ilgi duymaya başladı. 12 yaşında eline geçen Cinlerle Muhabere adlı kitap, onun bilinç alanını açtı; evin tavan arasında kendi kendine celse denemeleri yaparak ruhsal iletişime ilk adımını attı.
Kabataş Lisesi’ni bitirdikten sonra Tıp Fakültesi’ne girdi. Ancak müzik tutkusu onu Prag’a, Virtüöz Okulu’na taşıdı. Keman eğitimini sürdürürken, ruhçulukla ilgili ilk bilgileri burada aldı. Fransızca, Almanca ve İngilizce bilen Ruhselman, dünya literatürünü yakından takip ederek klasik ruhçuluğu sentezledi. Türkiye’ye döndüğünde tıp eğitimini tamamlayarak dahiliye uzmanı oldu, ancak asıl mesaisi artık ruhsal araştırmalardı.
1936’da Hüseyin Sadettin Arel’in medyumluğu aracılığıyla aldığı yüksek bilgiler, onun ruhsal yolculuğunda bir dönüm noktasıydı. Bu celselerde kendisini “Üstad” olarak tanıtan bedensiz varlık, evrenin işleyişine dair derin bilgiler aktardı. Ruhselman, bu bilgileri sistematik hâle getirerek Medyumluk, Ruhlar Arasında, Allah, Mukadderat ve İcabat gibi eserleri kaleme aldı.
Ancak onun en büyük mirası, vefatından 53 yıl sonra yayımlanan İlahi Nizam ve Kâinat adlı eserdir. Bu kitap, ruhsal sistemin mimarisini, evrensel yasaları ve ölüm sonrası bilinç geçişlerini detaylı biçimde açıklar. Ruhselman’a göre ölüm, bir son değil; ruhun Spatyom adlı ara boyutta gelişimini sürdürdüğü bir geçittir.
Hiç evlenmeyen Ruhselman, yaşamını bir hizmet alanı olarak gördü. Bilimle sezgiyi, müzikle ruhu, bedenle bilinci birleştiren bu eşsiz yolculuk, onu Türkiye’deki deneysel ruhçuluğun kurucusu yaptı. 1960 yılında kalp krizi sonucu vefat ettiğinde, ardında sadece kitaplar değil—bir frekans bıraktı.
Yazarlar sizi okumaya davet ediyor.
Sevgiyle okuyunuz…



Yorum bırakın