Hayat size acıyı zaten getirir. Sizin sorumluluğunuz neşeyi yaratmaktır.

— Milton Erickson

Merhaba

Milton H. Erickson’un hikâyeleriyle ilk karşılaştığımda, yalnızca bir terapi yöntemi değil, kendimi yeniden inşa etmenin yollarını da keşfetmeye başladım. Bu hikâyeler, insanı bir yerden alıp başka bir yere götüren, sade ama etkili dönüşüm anahtarlarıydı. Yıllarca bastonla yaşadığım süreçte, onun anlatıları bana yön gösteren, içime ışık tutan rehberlere dönüştü.

Erickson’un telkin hikâyeleri, yaşamın içinde görünmeyen katmanlara dokunur. Mizahla, nükteyle, sezgiyle örülüdür. İçerdiği her kıvrım, okuyanın hayatına başka bir yerden sızar. Ve işin güzel tarafı şu: Anlattıkları yalnızca terapötik alanla sınırlı kalmaz; bir insanın kendini tanıma yolculuğuna, bir yazarın anlatma gücüne, bir düşünürün derinliğine de seslenir.

Benim için bu hikâyeler, birer “uyandırıcı”ydı. İçimde bir yerleri tetikleyen, unuttuğum bilgeliği yüzeye çıkaran. Yazarlık yolculuğumda da bana eşlik ettiler. Her hikâye bir pusula, her satır bir hatırlatıcıydı. Erickson’un sesi, kimi zaman bir öğretmeninki gibi net, kimi zaman bir arkadaşın fısıltısı kadar yakındı.

Ve şimdi ben, yıllardır biriktirdiğim onca kitap, satır, kelime ve yaşanmışlıkla bu sesi bugüne taşımak istiyorum.

Bu yazı, hem bir teşekkür, hem de kendi dönüşümümün bir belgesi. Çünkü bazı hikâyeler sadece okunmaz. Yaşanır, içselleştirilir ve dönüştürür. Erickson’un hikâyeleri de tam olarak böyle.

Milton H. Erickson‘un telkin hikayeleri-hastalarına ve dünyanın dört bir yanından kendisine gelen öğrencilerine anlattığı hikayeler dahice ve büyüleyicidir. Onlar, ikna sanatının olağanüstü örnekleridir. Bazı kimseler bu hikâyelerin psikiyatri raflarında saklanamayacak kadar iyi olduklarını söyler. Çünkü; her ne kadar terapötik amaçlı olsalar da, çok daha geniş bir geleneğin parçasıdırlar. Bu gelenek; en büyük örneği Mark Twain olan mizah ve nükte yüklü Amerikan geleneğidir.

Sidney Rosen

İlk kez, 1963 yılında Palo Alto’daki Zihinsel Araştırma Merkezi’nde yazar ve editör olarak çalışmaya başladığında, Erickson’un müthiş kullanımlarının farkına vardım” der. Jay Haley ile birlikte, Aile Terapisi Teknikleri kitabı için malzemeleri bir araya getirirken, Erickson ile yapmış olduğu saatler süren görüşmeleri kasete kaydetmiş olan Haley, “Onun hakkında bana peş peşe hikâyeler anlatıyordu ve ben büyülenmiş bir şekilde dinliyordum” der.. Bu benim aile terapisi alanında çalışmaya başlamamın sebeplerinden biridir ve bende oldukça ciddi bir etki yaratmıştır.” “Bundan on sekiz yıl sonra Sidney Rosen’in topladığı Erickson’un Telkin Hikâyelerine önsöz yazmamın istenmesi benim için onurdan çok daha öte bir şeydir.”

Erickson‘un tedavi eden ile şair, bilim adamı ile ozanı arasındaki çizgide bulunuluşunun alışılmamış tarzından dolayı, onun yaptıklarını tarif edebilmek zordur. Onun seminerlerinin notları, harika olmalarına rağmen, bir dereceden sonra tatmin edici değildir. Yazılı kelimeler; söz aralarını, gülümsemeleri, Erickson‘un delip geçen bakışlarıyla anlattıklarını nasıl vurguladığını kolayca ifade edemez. Ne de onun sesinin ve tonunun ustalığını kaydedebilir. Kısaca; yazılı kelimeler, Erickson‘un kendini ifade ediş tarzı hakkında herhangi bir fikir veremez.

Nasıl yapmış olduğundan emin olamasam da Sidney Rosen bu sorunu çözmüş bulunuyor. Erickson; öğrenci olarak, meslektaş olarak ve arkadaş olarak bu kitabı hazırlaması için onu seçti. Onun sezgisi, genel olarak, doğrudur. Rosen’in sizi elinizden tutup sanki Erickson yanınızdaymış gibi hissettiren bir tarzı var. Hiç engel yok gibi görünüyor. Bir keresinde Florida’da bir sualtı gösterisi seyrettim. Seyirciler yeraltında kireçtaşı kaynağından cam bölme ile ayrılmış bir amfi tiyatroda oturuyorlardı. Su o kadar temiz ve şeffaftı ki cam bölmeye yakın yüzen balıklar havada süzülüyor gibi görünüyorlardı.

Bu kitabı okumak benzer bir tecrübeydi. Bu, belki de Rosen bize Erickson‘un kendi doğal ortamıyla ilişkisel alanın böylesine güçlü bir duygusunu yaşattığı içindir. İlk bölümün ilk satırında, Erickson bilinçaltının doğası hakkında Rosen’in dikkatini çeker. Tıpkı Erickson‘un; ânılar, kişisel biyografiler, tuhaf düşünceler veya alışılmamış gerçeklerle telkin hikayelerini dokuması gibi, Rosen de yorumlarına Erickson ile şu ya da bu şekilde karşılaşmalarından parçaları, bazı özel hikâyelerden çağrışımlarını, bizzat kendisinin bu hikâyeleri hastalarıyla birlikte kullanış tarzlarını katmıştır ve hikâyelerde örnekleri bulunan değişik tekniklerin açıklamalarını da vermektedir. Yorum; hikâyelerin içinde gezindiği ilişkisel alandır.

Milton H. Erickson

Çağımızın en etkili hipnoterapisti olarak kabul edilmektedir. Terapisinin bir kısmını telkin hikâyelerinin kullanımı oluşturmaktadır. Şok, sürpriz ve konfüzyon yollarıyla bol miktarda soru, kelime oyunu ve şakayla insanların içinde bulundukları durumu başka bir bakış açısıyla görmelerine yardım etmiştir.

Sydney Rosen, M.D. hipnoterapi ve psikoterapide Eriksoniyen yöntemlerinin dünyaca meşhur bir öğreticisidir. New York Milton H.Erickson Psikoterapi ve Hipnoz Derneği’nin kurucu başkanlığını yapmış ve artık emekli olmuştur.

Milton H. Erickson şöyle der:

“Ve ben senin geçmişte küçük, çok küçük bir kız çocuğu olduğun bir zamanı seçmeni istiyorum. Ve sesim seninle her yerde. Sesim annenin, babanın, komşularının, arkadaşlarının, okul arkadaşlarının, oyun arkadaşlarının ve öğretmenlerinin sesine dönüşüyor. Ve kendini, sınıfta oturmuş, uzun zaman önce unuttuğun, uzun zaman önce olmuş bir şeyden dolayı mutlu hissederken bulmanı istiyorum.”

Bilinçaltını Değiştirmek

Anlamadığın şey Sid, yaşamımızın çoğunun bilinçsiz olarak belirlenmiş olduğudur.”

Erickson bunu bana söylediğinde, aynı şeyi hastalarıma söylediğim zaman onların çoğunun gösterdiği gibi tepki gösterdim. Yaşamımın önceden belirlenmiş olduğunu kastettiğini düşündüm ve çok çok sıkıca belirlenmiş olan bilinçaltı kalıpların farkına varabilmeyi umut edebilirdim. Daha sonra anladım ki bilinçaltı kesinlikle değiştirilemez değildi. Bugün sahip olduğumuz tecrübelerin tümü bilincimizi olduğu kadar bilinçaltını da etkilemektedir. Bana ilham veren bir şey okursam bilinçaltım değişmiştir. Önemli bir kişiyle randevum varsa — yani o kişi benim için önemliyse — bilinçaltım değişir. Aslında, herhangi bir psikoterapinin pozitif değeri açıkça kişinin değişmeye dair yeteneğine bağlıdır, büyük ölçüde diğer kişi ya da kişilerle karşılaşmasının sonucu olarak.

Bana göre bu değişim, terapist hastasının bilinçaltı kalıplarını — sıklıkla bireyin değerlerini ve referans çerçevelerini içerir — etkilemeye odaklandığı zaman en etkili ve en kalıcı olarak gerçekleşir. Erickson bu yaklaşımla aynı fikirde olmuştur. Yaşamının sonuna doğru bu amacı gerçekleştirmek için çok etkili bir yöntem geliştirmiştir- telkin seminerleri.

Hikaye Anlatıcı Milton Erickson

“Hikaye anlatma”da Erickson şüphesiz ki çok eski bir geleneği izliyordu. Çok eski zamanlardan beri hikayeler; kültürel değerleri, töreleri ve ahlaki değerleri aktarmanın tek yolu olarak kullanılmıştır. Tatlı bir şeyin içine yerleştirilmiş acı bir hap çok daha yutulabilir. Direk olarak verilen bir ahlak dersi akıldan çıkabilir, fakat öğüt verme ve yönlendirme, merak uyandıran, eğlenceli ve ilgi çekici bir şekilde anlatılan bir hikayede gizlendiğinde kabul edilebilir hale gelir. Bu amaçla, Erickson hikaye anlatırken; mizahın kullanılması, tıbbi, psikolojik ve antropolojik gerçeklerle ilgili ilginç bilgilerin bulunması gibi birçok etkili hikaye anlatım yöntemi kullanırdı. Terapötik tavsiyeler; içeriği, hem terapistin açık amacından hem de hastanın endişelerinden uzaklaştırılmış hikâyeler arasına serpiştirilirdi.

Trans Hali: Öğrenme ve Değişim

Erickson’a göre trans hali; öğrenmenin ve değişime açık olmanın en yüksek ihtimalle meydana geldiği durumdur. Telkin ile oluşturulmuş bir uyku durumu değildir. Hastalar, terapist tarafından “kontrol altına alınmış” olmadıkları gibi kontrolden çıkmış veya başka bir kimsenin arzusuyla yönlendirilmiş de değildir. Gerçekte trans; herkes tarafından yaşanan doğal bir durumdur. En tanıdık deneyimimiz gün içerisinde hayal kurduğumuzda oluşur; fakat meditasyon yaparken, dua ederken ve egzersiz yaparken- bazen “hareket halinde meditasyon” olarak adlandırılan jogging gibi —yine diğer trans durumlarını yaşarız. Bu durumlarda, kişi içsel bilişsel ve duyuşsal deneyimlerinin canlılığının; ses ve hareketler gibi dıştan gelen uyarıcıların farkında olup bunlara daha az önem verir.

Trans halindeyken hastalar, rüyaların, sembollerin ve diğer bilinçaltı ifadelerin ne anlama geldiklerini sezgisel olarak kavrar. Bu durumda Erickson’un “bilinçaltı öğrenmeler” olarak adlandırdığı duruma daha yakındırlar, düşünceleriyle ve sorunlarıyla daha az ilgilidirler. Hastalar, eleştirel yönlerinin azaldığı bu durumda, hipnoz uygulayan kişinin önerilerini kabul edebilir; bununla birlikte eğer bu öneriler hastanın düşünceleriyle çatışacak cinsten olursa kabul edilmeyecek veya kısa bir süreliğine geçici olarak kabul edilecektir.

Dr. Kubie ; trans sırasında hipnozu uygulayan kişi ile süjesi arasındaki ayırımın ortadan kalktığına dikkat çeker. Bu noktadan sonra süje; hipnozu uygulayan kişinin sesini sanki kendi zihninden geliyormuş gibi- kendi iç sesi gibi- algılar. Bu Erickson’un gerçeğidir. Onun sesi sizin sesiniz olur ve nereye giderseniz gidin sesi sizinle gelir.

Milton H. Erickson ve Telkin Hikayeleri

Milton H. Erickson şöyle yazar:

“Ailesinin avlusuna gelen bir at hikayesi. Atın tanıtıcı herhangi bir işareti yoktu. Erickson atı sahiplerine geri vermeyi istedi. Bunu yapmak için de ata bindi ve onu yola çıkardı ve atın istediği yolu seçmesine müsaade etti. Yalnızca at yoldan ayrılıp da otlamaya veya bir araziye girmeye kalktığında müdahale etti. Bir kaç mil sonra at bir komşunun avlusuna vardığında, komşusu Erickson’ a “Bu atın buradan geldiğini ve bizim atımız olduğunu nereden biliyorsun?” diye “Ben bilmiyordum, ama at biliyordu. Tüm yaptığım onu yolda tutmaktı. ” diye yanıtladı.”

Gerçek yolun başlangıcına dönmek genellikle yararlıdır… 

Yarın Bir Başka Gün

“Kırk dönümlük bir araziyi kazıp çapalayarak bir yaz harcadım. Babam toprağı sonbaharda ve ilkbaharda tekrar sürdü ve yulaf ekti. Yulaflar çok iyi büyüdü ve çok iyi bir ürün almayı umduk. Yazın sonuna doğru, bir perşembe akşamı, ürünün nasıl gelişmekte olduğunu görmeye, ne zaman hasat edeceğimizi tespit etmeye gittik. Babam yulafların saplarını inceleyip “Evlat” dedi. “Dönüm başına 300 değil en az 900 kiloluk bir hasat olacak. Ve sen sadece içe dönersin, içe dönmek zorunda kalacaksın da: dışarıdaki yolculuk sona erdi. Dış dünyada erişilebilecek her şeye erişildi. Mutlu Mutlu yürüyüp 35 40 tonluk yulafı ve Bunun ekonomik olarak bizim için ne demek olduğunu düşünüyorduk. Hava atıştırmaya başladı. Bütün bir perşembe gecesi yağdı. Bütün bir cuma günü, bütün bir cumartesi günü, bütün bir pazar günü yağdı ve pazartesi sabah erken saatlerde yağmur dindi. Suyun içinden geçerek araziye vardığımızda arazinin dümdüz olduğunu gördük. Arazi tümüyle düzdü ve ayakta duran bir tane bile yulaf sapı yoktu. Babam “Umarım yeterince yulaf olgunlaşmıştır, böylece yeniden sürgün verebilir. Bu şekilde sonbaharda hayvanlar için yeterince yeterince yeşil yemimiz olur, gelecek yıl başka bir yıldır” dedi. “

Bu tema yarının bir başka gün olduğu, güneşin yine doğacağı , ne olursa olsun dünyanın sonunun olmayacağı , ne kadar dümdüz olduğunuzu hissederseniz hissedin yeni filizler ve sürgünler olacağını anlatıyor. 

Buzlar Üzerinde Yürümek

Erickson bir gün işe giderken yolda bir ayağını kaybetmiş bir gazi ile karşılaşır. Adam buz tutmuş yolda, düşmeden yürüyüp yürüyemeyeceğini düşünerek adımlarını tereddütle atmaktadır. Adama biraz beklerse buzların üzerinde düşmeden nasıl rahatlıkla yürünebileceğini göstereceğini söyleyerek buzlu yoldan yürüyerek yolun karşısına geçer. Şaşıran adam bunu nasıl yaptığını sorar.” Gözlerinizi kapatırsanız size de buzların üzerinde yürümesini öğretebilirim” der. Gözlerini kapattıktan sonra etrafında daire çizerek dönmesini, biraz ileri-geri sağa ve sola yürümesini ister. Adamın kafasının karıştığını fark edince de dosdoğru yürümesini ister. Adam gözlerini açtığında buzlu, kaygan yolun arkasında kaldığını görür. Adamın “Buraya nasıl geçtim?” sorusuna Erickson, “Gördüğünüz gibi normal yolda yürüyormuş gibi karşıya geçtiniz. Çünkü buz üzerinde yürümeye hazırlandığınızda, kaslarınız düşmeye doğru sizi hazırlar. Bu bir ” zihinsel settir.” Bu zihinsel setten dolayı insanlar düşerler. Oysa insanlar ayaklarını kaygan olmayan normal bir yere basar gibi düşünerek yürürlerse düşmezler” der.

Erickson çocuk felci geçirmiş, uzun yıllar boyunca yataktan kalkamamıştı. Ancak bu olumsuz durumu en iyi şekilde kendi yararına kullanmayı bildi. Hastalığı süresince sadece gözlerini hareket ettirebildi. Bu durumda yaşamdan zevk almanın yollarını düşünmeye başladı. Yapılabildiği ona zevk veren tek şey, yeni şeyler keşfetmek için insanları gözlemlemekti. Kız kardeşlerini gözlemlemeye başladı. Kız kardeşinden öğrendiği ilk şey birinin, “Evet” dediğinde, bunun hayır demek anlamına gelebildiğiydi… Aynı şekilde kardeşleri “Hayır” dediklerinde bunun anlamı “Evet” olabiliyordu. Erickson bu şekilde yıllarca insanları gözlemleyerek gözlemin gücünü keşfetti. Sözsüz iletişim ve beden dili konusunda keşifler yapmaya başladı. Öğrenme süreçlerinde bilinçaltının gücünü keşfetti. Yokuş inerken yer çekiminin aşağı doğru uyguladığı kuvvet gibi insanların öğrenmesi sırasında da bilinçaltının da etken bir kuvvet olduğunu savundu.

En küçük kardeşini emekleme aşamasından yürümeyi öğrenme aşamasına kadar gözlemledi. Yürümeyi öğrenmek için çocuk bilinçli hiçbir caba sarf etmiyordu. Yürümeyi öğrendikten sonra da yürümeye özen göstermek için bilinçli bir çaba göstermiyordu. Yürümeyi nasıl öğrendiğimizi hatırlıyor muyuz? Hayır değil mi? Ama yürüyoruz? Buna göre her şey başlangıçta bilinç düzeyinde öğrenilebilse de sonradan öğrenilen her şey ” farkında olmadan bilinçaltına inmektedir.

Erickson yaşamının son döneminde sesinin tonunu ayarlayamaz hale gelmişti. Hayatını sinema filmi yapma tekliflerini sağlık sorunları nedeniyle kabul etmedi. Erickson yaşamının son günlerini çizgi filmler izleyerek ve komik kitaplar okuyarak geçirdi. Hastalıkları iyice ilerlemişti ve yataktan kalkamıyordu. Erickson “Beklediğimden çok daha fazla yaşadım zaten” diyerek öldü. Özellikle yaşamının son dönemlerinde sabah kalktığında “Ben hala yaşıyor muyum yahu? Diye yataktan kalkardı. Gerçekten de o bedende o yaşa kadar yaşayacak insan bulmak zordur.

Erickson ‘un bir çok hastalığı olmasına rağmen her zaman “ölmek en son yapacağım iş olacak” derdi. Erickson 1980′ de 79 yaşında son işini de yaptı. Ölümünden sonra cenaze töreni yapılmamasını, cesedinin yakılarak küllerinin Squaw Tepesi’ne savrulmasını istedi.

Erickson çok zor hastalarla çalışırken çok başarılı sonuçlar alarak haklı bir ün sahibi olmuştur. Günümüzde tüm dünyanın sahiplendiği ve saygı duyduğu ender bulunur bir bilim insanıdır.

Sesim Seninle Her Yerde, okumayanlara tavsiye, okuyanlara bilgiyi hatırlatma amaçlı. Milton Erickson: Sesim Seninle Her Yerde, Telkin Hikayeleri, hipnoterapi ve psikoterapi alanında büyük bir etkiye sahip olan Milton H. Erickson’un telkin hikayelerini içeren önemli bir eserdir. Günümüzde bu kitap, terapi ve kişisel gelişim alanlarında hala büyük bir değer taşımaktadır.

Erickson’un hikaye anlatımı, bireylerin bilinçaltına ulaşarak değişim ve dönüşüm sağlamalarına yardımcı olur. Günümüz psikoterapi tekniklerinde, özellikle hipnoterapi ve bilişsel terapi yöntemlerinde, Erickson’un yaklaşımı sıkça kullanılmaktadır. Kitap, terapistlerin danışanlarına farklı bakış açıları sunmalarına ve onların içsel süreçlerini anlamalarına yardımcı olan güçlü bir araç olarak görülmektedir.

Ayrıca, Erickson’un hikayeleri sadece terapistler için değil, bireysel gelişimle ilgilenen herkes için de ilham verici olabilir. Günümüzün hızlı ve stresli yaşamında, Erickson’un hikayeleri, insanların kendi iç dünyalarını keşfetmelerine ve daha sağlıklı düşünme biçimleri geliştirmelerine yardımcı olabilir.

Milton Erickson Hayatı ve Kariyeri

Milton Hyland Erickson, 5 Aralık 1901’de Nevada, ABD’de dünyaya geldi. Yaşamı boyunca yalnızca psikoterapi alanında devrim yaratmakla kalmadı, aynı zamanda insan doğasını anlamaya dair farklı, sezgisel ve şiirsel bir yol sundu. Henüz gençliğinde geçirdiği ağır çocuk felci, onu yalnızlığa ve içe dönük bir gözleme yöneltti. Bu süreç, onun en büyük öğretmenlerinden biri oldu. Çünkü bedenini hareket ettiremediği zamanlarda yalnızca gözleriyle dünyayı gözlemleyebiliyordu — ve o, bu gözlemle insan ruhunun gizli kapılarını fark etmeye başladı.

Küçük yaşlarda yaşadığı fiziksel sınırlandırmalar, onda hiçbir zaman bir engel yaratmadı. Aksine, bu sınırları anlamak ve dönüştürmek üzerine bir yaşam pratiği geliştirdi. Bastona dayanan bedeni, kelimelere dayanan bir bilgelikle bütünleşti. Bu farkındalık hali, ileride onu dünyanın en özgün hipnoterapistlerinden biri haline getirdi.

Erickson’un en önemli katkılarından biri, klasik hipnoz anlayışını dönüştürerek Ericksonian Hipnoterapi adını alan yaklaşımı geliştirmesiydi. Bu yaklaşım, bireyin içsel kaynaklarına duyulan güvene dayanıyordu. Otoriter değil; işbirlikçi bir dil kullandı. Telkin, onun elinde bir emir değil, bir davet halini aldı. Dilin gücüne olan inancı, onu adeta bir hikâye anlatıcısına dönüştürdü. Her hasta, onun için bir öykünün başkahramanıydı ve her seans, kişinin kendi hikâyesini yeniden yazma yolculuğuydu.

Arizona’da sürdürdüğü hayatında, dünyanın dört bir yanından gelen terapistleri ağırladı. Onlara ne teorik dersler verdi ne de klasik yöntemler sundu. Bunun yerine metaforlarla, fıkralarla, gözlemlerle yoğrulmuş anlatılarla bir tür bilinçaltı eğitimi verdi. Çünkü ona göre değişim, bilinçli aklın çizdiği sınırların ötesinde, derin bir farkındalıkla mümkün oluyordu.

Erickson’un çalışmaları, yalnızca psikoterapi değil; dilbilim, eğitim, kişisel gelişim ve iletişim alanlarında da iz bıraktı. NLP’nin (Neuro-Linguistic Programming) temelleri, büyük ölçüde onun yaklaşımından ilham aldı. Ama o hiçbir zaman bir teoriyle sınırlanmadı. Onun bilgeliği, teoriden çok deneyime; kuraldan çok sezgiye; tedaviden çok insana dairdi.

1980 yılında aramızdan ayrıldığında, ardında binlerce hasta, yüzlerce terapist ve kelimelerle iyileşmeye inanan bir dünya bıraktı. Onun sesi, bugün de anlatılan hikâyelerde, sessizce yapılan dönüşümlerde ve bilinçaltının en sessiz yerinde yankılanmaya devam ediyor.

Yazarlar sizi okumaya davet ediyor.

Sevgi’yle okuyunuz…

Yorum bırakın

İnsan, her şeyi sahiplenme arzusundayken, varoluşun gerçek amacını çoğu zaman unutuyor. Şuurun altın damarına ulaşmanın farkında değil. Fiziksel dünyanın keşfi ilerledi ama insanın “kendini bilme yolculuğu” geri kaldı. Devasa binalar, yollar ve şehirler yükselirken; insanın iç dünyası hâlâ bilinmezliklerle dolu. Bilim, insanın özünü ve aklın ötesindekini henüz çözemedi.

Kendi değerimizi bilmemek, çağımızın en büyük açmazlarından biridir. Bu çağ, ilahi değerin açığa çıktığı dönem olmalı.

Kendini Bilmek İçin Kitap sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin