“Huzurlu olmak için tüm içsel çatışmalarını çözümlemek zorundasın. Bu, gerçek spiritüel disiplindir….”

— Osho

Merhaba,

Uyanış ya da uyanmak rüyanın sona erdiği anlamına gelir — o âna kadar her ne varsa artık yoktur. Dolayısıyla uyanışın anlamını açıklamak zordur, çünkü senin dilin uyku dilidir. Şu anda sana söylenebilecek ya da senin anlayabileceğin ne varsa rüya dilinde olacaktır. Sana mutlu olacağını söylesem sen rüyada bildiğin mutluluğu düşünürsün. Keder yaşamayacağını söylesem yine rüyada bildiğin aynı kederi düşünürsün.

Düşünürsen erişemezsin. Bu yüzden tüm budaların sessiz kaldıklarını söylerim. İnsanlar uyanıştan sonra ne olduğunu sorduklarında onlar hep sessiz kaldılar. “Uyan ve gör,” dediler, çünkü bu, bildiğin dilin ya da dil sayesinde eriştiğin anlayışın çok ötesindedir. Orada ne mutluluğun vardır ne de kederin. Ne huzurun vardır ne de huzursuzluğun. Ne memnuniyetin vardır ne- de tatminsizliğin — şu âna kadar bildiğin şeylerin hiçbiri orada yoktur. Şu âna kadar öğrendiğin kutsal metinler de yoktur. Kutsal güce dair yarattığın resimler yoktur. Cennet ve cehennem kavramların da yoktur. Sen orada yoksan düşüncelerin ve anlayışların da yoktur.

Tarif edilemeyen, tanımlanamayan bir şey vardır orada — sen buna brahman, Vişnupad, jinpad ya da budalık da diyebilirsin, ama bu sözcüklerle bile bilmen imkânsızdır. Olur da uyanırsan ancak o zaman bilebilirsin. Aptal bir insan şekerin tadını tarif edemez, ama o tattan keyif alabilir.

Uyanıştan sonra ne olacak?

Kutsallığı tadacaksın, tüm geçmiş yaşamların boyunca ulaşmaya çalıştığın, ama sürekli ıskaladığın o tadı yakalayacaksın. Tarif edilmesi mümkün değil. Bu gidişattan sıkıldıysan uyan. Ama henüz zerre kadar ilgilenmiyorsan o zaman arkanı dön ve uyumaya devam et.

Ama bir gün uyanmak zorunda kalacaksın. Uyku sonsuza dek süremez ve uyku ebedi bir dinlenme hali olamaz, karanlık nihai hakikat deneyimi olamaz. Er ya da geç uyanmak zorunda kalacaksın — her şey sana bağlı. Ama uyandığın zaman daha önce uyanmadığın için pişmanlık duyacaksın — elini uzatman yeterliydi, sana öyle yakındı ki.

“Hakikate hürmeti olmayanlar, hakikat hakkındaki genel geçer doktrinleri doğru kabul edenler insanlardır. Hakikati bilmek için yanıp tutuşmayan insan, başkalarının ona dayattığı düşüncelere gözü kapalı inanır. Eğer bir insan hakikat özlemi çekiyorsa o kendini hiçbir dine, hiçbir doktrine, hiçbir mezhebe teslim etmez. Arar ve hakikati kendini bulur.”

Tüm yaşam enerjisiyle arar ve bu şekilde arayan insan kuşkusuz bulacaktır. İnanmaya devam eden insan sadece yaşama fırsatını kaçırmakla kalmaz, hakikate de ulaşamaz. Hakikate ulaşmak çaba ve disiplin gerektirir. Ama biz inanmaya başlarız; korkak, ödlek insanlarız. Herhangi birinin ayaklarına kapanabiliriz. Herhangi birinin elini tutar ve hayata dair bir açıklama İsteriz. Herhangi bir gurunun, kutsal bir insanın, bir azizin yardımıyla nehri geçmek İsteriz. Bu imkânsızdır. Bu kesinlikle imkânsızdır; öyle ki bundan daha imkânsız hiçbir şey yoktur.

Özgürlük, bilincin temel koşuludur. Bilincimiz nasıl özgür olabilir? Biz nasıl özgür olur ve bilincimizi özgür bırakırız? Kalıplar içine sıkışmış bir zihni nasıl serbest bırakırız? Bu konuyu üç veya dört seansta, kapsamlı bir şekilde tartışmak isterim. insanlığın yüz yüze olduğu en büyük sorun bilincin özgür bırakılmasıdır. Mesele bir Tanrı değil, mesele bilinç özgürlüğüdür.

Bilme Yetisi ve Bilinç: Varoluşun Eşiği

Asıl soru Tanrı’nın olup olmaması ya da ruhun var olup olmaması, hakikatin var olup olmaması değildir. Asıl soru: Bir insanın bilme yetisine sahip bir bilinci var mı? O bilinç olmadan, yaşamın anlamını bilmenin ya da yaşama erişmenin bir yolu asla olmamıştır ve olmayacaktır. Sadece zekası tamamen özgür olan ve algılama becerisine erişmiş bir insan bilme yetisine sahiptir.

Bilincimizi nasıl nihai özgürlüğe taşıyabiliriz? Bilincimizin kapılarını nasıl açarız? Güneş ışıkları içeri girebilsin diye pencereleri nasıl açarız? Var olanı görebilmek için gözlerimizi nasıl açarız? Bir şeye inanmaya başladığımızda, gözlerimize bir perde iner ve var olanı göremeyiz; sadece inandığımızı görmeye başlarız.

Krişna’nın, Rama’nın ya da İsa’nın vizyonunu görmüş İnsanlar vardır. Bu vizyonlar mümkündür. Eğer bir şeye inanmaya başlarsak; eğer inançlıysak ve ona zihnimizde anlam yüklersek; eğer onu hatırlamaya devam eder, oruç tutarak, kefaret ödeyerek kendimizi sürekli hipnotize edersek, onu her daim düşünürsek, düşünce ve inançları saplantı haline getirirsek o zaman vizyon görürüz. O vizyon hakikate dair bir şey içermez, sadece hayal gücümüzün yansıması olur. Düşüncelerimizin vizyonu olur. inançlarımızın yansıması olur. Hayat verdiğimiz kendi rüyamız olur. Tüm dünyada farklı dinlerden insanlar farklı tasavvurlar görürler. Bu tasavvurlar gerçek değildir.

Hakikatle yüz yüze gelmek İçin, tanrısallığı gerçek anlamda bilmek için tüm kavram ve hayallerimizden vazgeçmeli, rüyalarımızın buharlaşıp yok olmasına İzin vermeli, düşüncelerimizi  yok etmeli ve içe, herhangi bir inanç barındırmaksızın bakabilmeliyiz. inançtan yoksun bir tasavvur, hakikat tasavvurudur. İnanca dayalı bir tasavvur, hayal gücümüzün yansıması, hayal gücümüzün tasavvurudur. Bu tip bir vizyon dini bir tasavvur değildir; sadece zihinsel hayal ve rüyaların yansımasıdır. Bu deneyim gerçek değildir; bizzat zihin tarafından hazırlanmış ve üretilmiştir. Zihin temellidir; onu biz üretiriz. Pek çok insan böyle Tanrı tasavvuru görür. Oysa bu Tanrı’nın tasavvuru değildir, çünkü Tanrı’nın bir şekli veya biçimi yoktur. Hakikatin şekli ya da niteliği olmaz. Her şeye nüfuz eden hakikati bilmek için tamamen sessiz ve boş olmalıyız.

Eğer bilincimiz kesinlikle tercihsiz, huzurlu ve sadeyse, eğer zihnimizde hiçbir düşünce yoksa, rüyalar belirmiyorsa… Eğer bilincimiz tamamen sessizse o sessizlikte ne biliriz?

O sessizlikte bir şey bilinir. O boşlukta bir şeyle bir bağ ve temas kurulur. O huzurda, kutsal bir evreyle temas kurarız. O temas, o bağ, o anlayış, o farkındalık, o algı, tanrısallığın ve hakikatin algısıdır.

Buna ulaşmak için ilk adım bilincin özgür olmasıdır. Bilinç inançlardan yoksun olmalıdır; mezhep ve doktrin kalıntıları yok edilmelidir.

Bizler, bize dayatılan düşüncelerin, doktrinlerin ve kitapların yüküyle boğuşuyoruz. O yükün altında eziliyoruz. Geçtiğimiz beş bin senedir insanlar düşünüyor ve o beş bin senelik düşüncenin ağırlığı küçük bir insanın beynindedir. Beş bin sene boyunca birikmiş düşüncelerin ağırlığı üzerimizdedir. Bu yük yüzünden, bilincimiz özgür kalamaz, yükselemez. Ne zaman düşünmeye başlasak o ağırlığın altında dönüp dururuz. Oluklar vardır ve biz o olukların içinde döneriz. Zihnimiz aynı kuyunun içinde dönüp duran bağlı bir manda gibi döner durur.

Bir insanın hakikat dünyasına girebilmesi için önce bildiği tüm yollardan ayrılması gerekir. Bildiği her şeyi bırakması gerekir, ancak o zaman bilebilir. İnandığı her şeyden kurtulması gerekir, ancak o zaman var olanı görebilir.

Nasıl bir insan bilgedir?

Bir keresinde biri Mahavira’ya sormuş: “Nasıl bir insan bilgedir?”

Mahavira yanıtlamış: “Uyanık insan bilgedir ve uyuyan insan bilge değildir.” Bu eşsiz bir ifadedir, eşsiz.

Uyuyan İnsan

Hepimiz uyuyoruz. Hepimiz içimizde olup bitenlerden bihaberiz, uykudayız. içselliğimiz bizim gerçek benliğimizdir ve bunun farkında değiliz. Dışarıda olup bitenlerden haberdarız. Dışarıda olup bitenlere karşı uyanığız; içeride olup bitenlerden habersiziz. Hayatın kederi budur; hayatın cehaleti budur; hayatın esareti budur.

İçeride olup bitenlere uyanmalıyız. Düşünce akışının farkında olan insan onu görür, anlar ve bir tanık olarak kalır; çok eşsiz bir deneyim yaşar. Bağlanmadan tanık olduğu tüm düşüncelerin kaybolduğunu görmeye başlar. Gözlemleme beceresine sahip olduğu tüm düşünceler gelme becerilerini yitirir ve geriye hiçbir düşüncenin kalmadığı bir an kalır. Geriye kalan zekâdır. Hiçbir düşüncenin olmadığı ama senin var olduğun bir an gelir. İçinde uyanan şey özgür zekâ, özgürleşmiş zekâdır. Hakikati bilme becerisine sahip olan da o özgür zekadır.

Üç Kişilik

Her insanın içinde en az üç kişilik vardır.

  1. Gerçekte olduğu, ama farkında olmadığıdır.
  2. Olduğunu düşündüğüdür.
  3. İnsanlara yansıtmak istediğidir.

Gerçek insan gerçekte kim olduğundur. Sen çok mütevazı olduğunu düşünürsün ama için egoyla doludur. İnsanlara sürekli hizmet eden bir insan olduğunu düşünüyorsundur ama içten içe herkesin sana hizmet etmesini istiyorsundur. Sen gerçekten de olduğunu anladığın insan mısın? Eğer olduğunu düşündüğün kişide takılıp kalırsan gerçek içsel benliğini asla bilemeyeceksin.

Bir gün uyanmak zorunda kalacaksın. Uyku sonsuza dek süremez ve uyku ebedi bir dinlenme hali olamaz, karanlık nihai hakikat deneyimi olamaz. Er ya da geç uyanmak zorunda kalacaksın – her şey sana bağlı. Ama uyandığın zaman daha önce uyanmadığın için pişmanlık duyacaksın – elini uzatman yeterliydi, sana öyle yakındı ki.

Osho’nun Perspektifinden: Bilgelik = Düşüncesizlik

Görebilen insan düşünmez. Sadece göremeyen insan düşünür. Düşünmek bir cehalet göstergesidir; bilgi göstergesi değil. Ne kadar çok düşünürsen o kadar cahil olduğunu unutma. Bildiğin zaman düşünceler kaybolur.

“Bildiğin zaman düşünceler kaybolur.”

Bu cümle, Osho’nun meditasyon anlayışının özüdür. Gerçek bilgi, zihni susturur. Çünkü artık arayış yoktur, şüphe yoktur, yorum yoktur. Sadece olma hâli vardır.

Uyanışa Üç Adım, okumayanlara tavsiye okuyanlara bilgiyi hatırlatma amaçlı. “Uyanışa Üç Adım” Osho’nun en özlü ve doğrudan eserlerinden biri olarak, günümüz insanının zihinsel karmaşasına ve kimlik bunalımına ışık tutan bir rehber niteliği taşır. Özellikle bireyin içsel benliğini keşfetme sürecinde karşılaştığı üç temel kişilik katmanını ele alması, kitabı hem psikolojik hem de spiritüel açıdan oldukça güncel kılar.

Eserin Günümüz İçin Önemi Nedir?

  1. Kimlik Karmaşasına Netlik Getiriyor: Osho, her insanın içinde üç ayrı kişilik olduğunu söyler. Bu üçlü yapı, sosyal medya çağında “imaj” ve “gerçeklik” arasındaki uçurumu anlamak için oldukça güçlü bir çerçeve sunar.
    • Gerçekte olduğu ama farkında olmadığı benlik
    • Olduğunu sandığı benlik
    • Başkalarına göstermek istediği benlik
  2. Zihinle Özdeşleşmenin Tehlikesi: Kitap, düşünmenin bilgi değil cehalet göstergesi olduğunu savunur. Osho’ya göre gerçek bilgi, düşüncenin ötesinde doğrudan deneyimle gelir. Bu, günümüzün aşırı zihinsel analiz ve bilgi bombardımanına karşı bir uyanış çağrısıdır.
  3. Hakikatin Deneyimlenmesi: Osho’nun temel mesajı şudur: “Hakikat öğrenilemez, sadece deneyimlenir.” Bu yaklaşım, bireyin dışsal bilgiye değil, içsel sezgiye yönelmesini teşvik eder.
  4. Zihinsel Esaretten Kurtuluş: Kitap, ödünç alınmış düşüncelerle yaşayan bireyin özgürleşmesi gerektiğini vurgular. Bu, özellikle dogmatik düşünce sistemlerinden çıkmak isteyenler için dönüştürücü bir mesajdır

Osho: Asi Ruhun Sessiz Devrimi

Bhagwan Shree Rajneesh, sonradan aldığı adıyla Osho, 11 Aralık 1931’de Hindistan’ın Madhya Pradesh eyaletinde dünyaya geldi. Daha çocuk yaşta, ölümle yüzleştiği bir deneyimle içsel sorgulama yolculuğu başladı. Kucağında dedesinin ölümü, onun için sadece bir travma değil; varoluşun anlamına dair ilk uyanıştı.

Akademik Zemin, Ruhsal Sarsıntı: 21 yaşında felsefe eğitimini tamamladıktan sonra Jabalpur Üniversitesi’nde öğretim üyeliği yaptı. Ancak akademik bilgiyle yetinmeyen Osho, 1966’da görevinden istifa ederek Hindistan’ı boydan boya dolaşmaya başladı. Konferanslar verdi, tartışmalara katıldı, geleneksel din anlayışlarını sorguladı. Onun için hakikat, dogmalarda değil; doğrudan deneyimdeydi.

Öğreti: Dinamik Meditasyon ve Bireysel Özgürlük: Osho’nun en ayırt edici katkısı, dinamik meditasyon yöntemidir. Sessizlikten önce gelen bir içsel patlama, bastırılmış duyguların boşalması ve nihayetinde zihinsel arınma. Ona göre meditasyon, sadece oturmak değil; önce “boşalmak”, sonra “sessizleşmek”tir.

Kurumsal dinleri reddetti. Bireyin özgür deneyimini merkeze aldı. “Tanrı’ya ulaşmak için yoksul olmalısın” diyen çileci anlayışlara karşı, yaşamın tüm renklerini kucaklayan bir öğreti sundu: “Dünyada ol, ama ona ait olma.”

Rajneeshpuram ve Küresel Etki: 1974’te Pune’da bir așram kurdu. Ardından 1981’de ABD’ye taşındı ve Oregon’da Rajneeshpuram adlı devasa bir komün inşa edildi. Ancak bu yerleşim, Amerikan kamuoyunun ve otoritelerin dikkatini çekti. Hukuki ve siyasi çatışmalar, Osho’nun sınır dışı edilmesine kadar uzandı. 21 ülke ona giriş izni vermedi.

Sessiz Dönem ve Miras: 1986’dan itibaren konuşmalarını azalttı. Öğretisi artık kelimelerin ötesine geçmişti. 19 Ocak 1990’da Pune’da hayata gözlerini yumdu. Ardında yüzlerce kitap, binlerce saatlik konuşma ve milyonlarca takipçi bıraktı.

Osho’nun Özünü Yansıtan Birkaç Satır:

“Ben bir öğretmen değilim. Ben bir uyarıcıyım. Uyuyanları uyandırmak için buradayım.” “Gerçek din, bireyin içsel çiçeklenmesidir.”

Yazarlar sizi okumaya davet ediyor.

Sevgiyle okuyunuz…

Yorum bırakın

İnsan, her şeyi sahiplenme arzusundayken, varoluşun gerçek amacını çoğu zaman unutuyor. Şuurun altın damarına ulaşmanın farkında değil. Fiziksel dünyanın keşfi ilerledi ama insanın “kendini bilme yolculuğu” geri kaldı. Devasa binalar, yollar ve şehirler yükselirken; insanın iç dünyası hâlâ bilinmezliklerle dolu. Bilim, insanın özünü ve aklın ötesindekini henüz çözemedi.

Kendi değerimizi bilmemek, çağımızın en büyük açmazlarından biridir. Bu çağ, ilahi değerin açığa çıktığı dönem olmalı.

Kendini Bilmek İçin Kitap sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin