“Doğada oradaki bir çatlağa konabilecek bir şey sonradan meydana gelmez; zira doğa her zaman aynıdır ve onun her yerinde aynı etkinlik ve eylem gücü kendini gösterir; yani her şey meydana gelip bir biçimden diğerine değişirken doğanın yasaları ve buyrukları, her yerde ve her daim aynı kalır; böylece ne olursa olsun her şeyin doğası aynı yöntemle anlaşılmalıdır, yani doğanın evrensel yasaları ve kuralları aracılığıyla…”
— Spinoza, Etik’in [Ethica] üçüncü bölümüne ait önsöz
Merhaba
Belirlenimcilik sorunu kadim zamanlardan beri düşünürlerin ve filozofların ilgisini çekmiş ve en benzeşmeyen fikirlerin ortaya atılması, fakat bir sonuca varılmaması dikkate alındığında, hakkıyla felsefenin daimi konularından biri olarak değerlendirilir.
Bazı filozoflar belirlenimcilik meselesini açıkça çözmeye çalışmış ya da güçlü belirlenimci veya belirlenemezci eğilimler göstermişken bazıları da çalışmalarında bu konuya özel bir ilgi ya da açık bir hassasiyet göstermemiştir.
Felsefenin, Allah’ın takdiri ve yazgı sorunu dahil İslam teolojisindeki gelişmelerden epeyce etkilendiği Klasik İslam dönemi boyunca Müslüman felsefeciler doğal olarak belirlenimcilik meselesine eğilmiştir. Bu nedenle Aristotelesçi gelenek içinde yetişmiş ve İslami bir çevrede iş gören Müslüman bir filozofun belirlenimcilik karşısında nasıl konumlandığını gözden geçirmek önemlidir.
Hıristiyan, Yahudi ya da İslami, Ortaçağ felsefesi güçlü dini ve teolojik temellere sahiptir. Dolayısıyla Ortaçağ felsefecilerinin görüşleri incelenirken felsefi etkinliklerinin altyapısını biçimlendiren entelektüel ve dini bağlamı sarfınazar etmemek uygun düşer.
Bu kitap Latincede Avicenna olarak tanınan İbni Sina’nın (ö. 428/1037) çalışmalarında belirlenimciliğin rolünü tartışmak ve filozofun belirlenimci olup olmadığını soruşturmak amacındadır. İbni Sina, Farabi (ö. 339/950) ve İbni Rüşd (595/1198) gibi Ortaçağ İslamı’nın en ünlü ve etkili felsefecilerinden biridir, zira çalışmaları ve kuramları İslam İmparatorluğu’nun sınırları dışında da incelenmiştir.
Belirlenimcilik ana hatlarıyla dünyadaki her olayın ya da tözün başka türlü olamayacağı şekilde belirli ve zorunlu bir nedeni olması kuramı olarak tanımlanabilir. Bu görüş dünyayı katı bir zorunlu nedenselliğin yönettiğini varsayar ve buna göre her şey nedeni ya da nedenleri tarafından zorunlu biçimde koşullanır ki olanak halinde etkilerini “içerdikleri” ve belirlenmiş koşullar altında onları ürettikleri söylenebilir. Bu tanım hem kendi adına bir şeyin olduğu gibi olması gerektiği anlamını taşıyan zorunluluk mefhumundan hem de bir etki üretmeyi ya da bir nedenin sonucu olmayı imleyen nedensellik kavramından faydalanır. Nedensellik ve zorunluluk kavramlarına dayanmasıyla bu belirlenimcilik tanımı epistemolojik alana ait öngörülebilirlik meselesinden ziyade evrenin ontolojik yapısıyla bağlantılıdır? Yani bu bir belirlenimci için bir şeyin neden olduğunu bilmesek de durum hâlâ zorunlu biçimde belirlenmiş olarak sınıflandırılabileceği anlamına gelir.
Rastlantı buna karşılık kesin nedeni bulunmayan, ama kendiliğinden meydana gelen seçkisiz ya da olumsal olayların oluşu olarak tanımlanabilir. Bir rastlantı olayı bu suretle nedensiz bir olaya ya da nedenin “gevşek şekilde” çıktığı bir olaya eştir (bir nedenin ya da nedenler kümesinin olası birçok etki taşıdığını farz edelim). Rastlantı ayrıca bağımsız iki neden silsilesinin denk gelmesi ya da bir araya gelmesi olarak tanımlanabilir. Bu anlamda bir rastlantı savunucusu yalnızca geleceğin öngörülemez olduğunu bildirmekle yetinmez, çünkü ilkeye göre şimdiki halihazır nedensel bağlantıların da rastlantının seçkisizliği sebebiyle bilinemez olduğunu ve ayrıca her şey zorunluluk gereği gerçekleşmediği için geçmiş olayların başka türlü olabilme olanağı taşıdıklarını belirtir.
Farklı belirlenimcilik türleri mevcuttur, fakat bizim amaçlarımız için üç temel tür ayırt edilebilir. Metafizik veya nedensel belirlenimcilik her varlığın başka türlü olamayacağı şekilde nedenleri tarafından zorunlu biçimde koşullanır. Metafizik burada Aristotelesçi anlamda en genel ifadesiyle varlık olarak varlığı ve en yüksek varlık olarak Allah’ı inceleyen felsefe dalı olarak kavranır. Böylece hem ontolojiyi hem de teolojiyi kapsar.
Fiziki belirlenimcilik doğadaki her olayın katı doğa yasalarına ve düzenli bir örüntüye göre yön bulduğunu, dolayısıyla her doğal sürecin açıklanabileceğini ortaya koyar. Metafizik varlıkları genel olarak ele alırken fizik bilhassa doğal süreçlerle ilgilenir.
Son olarak etik belirlenimcilik ya da insan eyleminin belirlenmesi insan eylemlerinin ya doğa yasaları tarafından ya da Allah’ın eylemi aracılığıyla ya da bu ikisinin birleşimi vesilesiyle, Allah’ın önceden tesis ettiği doğa yasalarıyla belirlendiğini ileri sürer. İnsanlardaki özgür iradeyi açıkça safdışı bırakır. İnsan sorumluluğu ve cezanın meşruluğu, insan ve/veya ilahi gibi hususlarda olumsuz sonuçları itibariyle etik belirlenimcilik geleneksel olarak en tartışmalı olan türdür.
Çağdaş felsefeciler farklı belirlenimcilik türleri ayırt etmiştir; Allah’ın bütün olayları belirlediği görüşündeki teolojik belirlenimcilik ve “her önerme ya ebediyen doğru ya da ebediyen yanlıştır, dolayısıyla gelecek bir olayı betimleme iddiasındaki her önerme ya doğrudur ya da yanlış” diyen mantıki belirlenimcilik gibi. Bu anlamıyla mantıki belirlenimciliğin içermeleri olayların tümünün gerçekleşmeden vuku bulduğu manasına gelir. Bu tartışma en meşhur, Aristoteles’in De interpretatione’de deniz savaşı çekişmesi halinde kendini gösterir. Aristotelesçi gelenekte teoloji metafiziğin iki dalından biri olduğu için teolojik belirlenimcilik metafizik belirlenimciliğin altına düşürülebilir. Bir dogmalar dizisinden ziyade, Allah’ın doğasına ilişkin diyalektik bir tartışmadan oluştuğu için Hıristiyan teolojisinden su götürmez şekilde ayrılan İslam teolojisinde (kelam) teolojik belirlenimcilik ya da belirlenemezcilik büyük bir önem elde eder.
Bu kitap bilhassa, disiplinlerin Aristotelesçi anlamlarıyla fizik ve metafizik belirlenimcilik üzerinde durur. Bu tercihin arkasındaki neden “rastlantı”nın Fizik’te [Physika] Aristoteles tarafından doğal nedensellik tartışması bağlamında ele alınışında ve rastlantının doğa felsefesine ait bir konu olduğunu düşünmesinde yatar. Aristoteles’in yapıtlarının İslam felsefesi üzerindeki muazzam etkisi sebebiyle-Aristoteles aslında İslam felsefesinin gelişmesinde kilit rol oynayan tek filozoftur- ve İbni Sina’nın temel eserlerinden bazıları Aristoteles’in yapıtlarına dayandığı için, o da rastlantıyı doğa felsefesi bağlamında tartışır. Bunun neticesinde İbni Sina’nın ele aldığı fizik sorunlarına atıfta bulunmadan belirlenimcilik bahsi açılamaz.
Etik yönün İbni Sina için temel kaygı olmayışı İslam teolojisinin kendisiyle ilişkilendirilebilir. Kader konusunda Allah’ın olayları belirlemesi etrafında dönen İslami çekişmede insanların özgür irade taşıyıp taşımadığından çok Allah’ın sıfatlarından ikisine karşılık gelen adaletini ve takdirini olumlamanın bir çelişkiye yol açıp açmadığı mevzubahistir.
Gelişigüzel olaylar doğuran Epikurosçu çekirdek sapma felsefe tarihinden klasik bir fizik belirlenimcilik örneğidir. Karşıtı ise doğadaki her olayın nedensel olarak zorunlu kılındığı yönlü Stoacı kuramdır. Kant (ö. 1804) insan özerkliği ya da özgürlüğü mefhumunu ortaya atarak ve böylece zorunlu ya da kaçınılmaz bir doğal nedenler silsilesine tabii olmama suretiyle insanları özgür kılarak nedenselliğin, insani ve doğal, iki alanı arasında bir ayrım gerçekleştirir. Belirlenimcilik sorununu saf aklın üçüncü çatışkısı biçiminde ifade eder. Kant sav içinde bir insan özgürlüğü kanıtlaması sunar:
“Doğa yasalarına dair nedensellik dünyadaki fenomenleri üreten tek nedensellik değildir. Bu fenomenleri açıklayabilmek için özgürlük aracılığıyla bir nedenselliğin zorunlu olarak varsayılması gerekir”. Karşı savbelirlenimci görüşü ortaya koyar: “Özgürlük (diye bir şey) yoktur, daha ziyade dünyadaki her şey sadece doğa yasalarına göre gerçekleşir?”
Ne Antik Yunancada ne de Arapçada bizim modern (‘belirlenimcilik” idemizi tastamam karşılayacak bir ifadenin bulunmadığını ifade etmek gerekir. Buna mukabili bazı pasajlar Aristoteles’in “belirlenimcilik” adlandırdığımız şeyin farkında olduğu izlenimini uyandırır. Mevcut çalışma yukarıdaki tanıma göre İbni Sina’da ve İbni Rüşd’de belirlenimci ya da belirlenemezci bir bakış açısını nasıl olanaklı olduğunu ortaya çıkarmak için emek harcayacaktır.
“Belirlenimcilik” terimi Kant’ta ve daha sonra da Hegel’de karşımıza çıkar, fakat modern filozoflar arasında en tutarlı ve dizgeci felsefi belirlenimcilik kalıbını önerdiği kabul edilen Spinoza’da mevcut değildir. Terim ona başvurmayan felsefi dizgelere ve filozoflara atfedilmiştir.
Burada belirlenimciliğin tarihine dair dizgeci bir çalışma ya da inceleme gerçekleştirilemeyeceğinden belirlenimcilik fikrini müdafaa etmiş filozoflar arasından iki paradigmatik örnek üzerinde durmak gereklidir; önce Stoacılar, sonrasında da Spinoza.
Kader ve belirlenimcilik mevzuu Aristoteles, Platon ve Sokrates öncesi felsefeciler tarafından ortaya atılsa da, onu felsefi dizgelerine temel bir parça olarak dahil edenler Stoacılardır. Klasik Antik Çağ’da yukarıda tarifedilen fizik/metafizik/dizgeci belirlenimciliğin ilk biçimi olarak adlandırabileceğimiz halini savunmuş, böylece yüzyıllar sürecek belirlenimcilik tartışmasına yön vermişlerdir. Antik Çağ’da özgürlüğe ya da rastlantıya yer bırakmayarak her şeyin bir neden aracılığıyla gerçekleştiğini ve nedenleri tarafından belirlendiğini savundukları düşünülmüştür.
Modern felsefede Spinoza Stoacılarınkine benzer bir belirlenimcilik ortaya koyar. Etik’in [Ethica] üçüncü bölümüne ait önsözde şunları söyler:
“Doğada oradaki bir çatlağa konabilecek bir şey sonradan meydana gelmez; zira doğa her zaman aynıdır ve onun her yerinde aynı etkinlik ve eylem gücü kendini gösterir; yani her şey meydana gelip bir biçimden diğerine değişirken doğanın yasaları ve buyrukları, her yerde ve her daim aynı kalır; böylece ne olursa olsun her şeyin doğası aynı yöntemle anlaşılmalıdır, yani doğanın evrensel yasaları ve kuralları aracılığıyla…”
Spinoza’nın doğanın ya da doğal süreçlerin bir derece seçkisizlik ya da doğal yasalardan sapma içerdiğini kabul etmediği ortadadır. Görüşü Stoacıların belirlenimciliğini de aşar, çünkü yalnızca aynı nedenin aynı koşullar altında aynı etkiyi doğuracağını savunmakla kalmaz, doğada olup biten her şeyin kati surette evreni yöneten düzenli fizik yasalarına göre gerçekleştiği fikrini taşır.
- Peki, İbni Sina üzerindeki temel felsefi etkiler nelerdir ve bu etkiler bu hususta nerede durur?
Belirlenimcilik tartışması bağlamında rastlantının ele alınması gerektiği ortadadır, zira rastlantı tam olarak, nedensel silsilelerin düzenliliğini bozmak ve belirlenimciliği çürütmek gibi, doğal nedensellikteki çatlakları ve yeniden başlamaları ifade eder. İbni Sina’nın rastlantı üzerine düşünceleri incelenirken bu filozofa göre kendiliğinden, nedensiz bir olay diye bir şeyin var olup var olmadığına bir yanıt bulmak olanaklıdır. Bu rastlantı tartışması bir yandan madde ve şer meselesiyle bağlantılıdır. Madde Aristotelesçi kalıptaki diğer üç nedenden —ereksel, etken ve biçimsel- bağımsız bir etmen olarak görülebilir ve gelişigüzel olaylara yol açtığı ya da doğadaki olağandışı oluşların nedeni olduğu değerlendirmesinde bulunulabilir, dolayısıyla da İbni Sina için maddenin diğer üç nedenden bağımsız olup olmadığının tespit edilmesi gerekir. Eğer madde ona göre düzensiz bir yapıdaysa rastlantı olaylarının oluşumuna kaynaklık ediyor olabilir. Bu noktada biçimsiz maddeye eş birincil maddeyle biçimle beraber açığa çıkan biçimlenmiş madde arasında bir ayrım gerçekleştirilmesi gerekir. Doğal süreçlerdeki belirlenemezliği başlatabilecek olan arda kalan biçimlerle bağlantısız birincil maddedir. Bu kitabın ikinci bölümü madde konusuna ayrılmıştır.
Rastlantı meselesi bu yüzden bir yandan madde ve şer diğer yandan dünyanın oluşumu, böylece de yaratım ve ilahi nedensellik olmak üzere çatallaşır. Aristoteles rastlantı meselesine eğilirken doğa felsefesinin alanına giren, gelişigüzel, nedensiz ferdi olayların varlığını sorgulamanın yanı sıra seriminin ikinci kısmında dünyanın bir bütün olarak rastlantı ürünü olup olmadığına yanıt arar. İbni Sina için ise mesele doğrudan dini çağrışımlar taşır ve böylece tartışmayı İslami geleneğe göre Allah’ın öngörüsü ve olayları belirlemesini kapsayacak biçimde uzatır. Öngörü her ne kadar Stoacılarla ve Epikurosçularla beraber daha önce felsefi spekülasyonun konusu haline gelmiş olsa da İslami vahiy altyapısına dayanarak daha büyük bir önem kazanır.
Belirlenimcilikle bağlantılı ana başlıkları takdim ettiği için İbni Sina’nın rastlantı görüşünü incelemek filozofun belirlenimcilik karşısındaki konumunu sormaya uygun düşer.
Bunun neticesinde ilk bölüm İbni Sina’nın eş Şifa’da Aristoteles’in Fizik’ini açımlarken yer verdiği rastlantı çözümlemesini içerir. İkinci bölümde Ivry’e ait, İbni Sina’ya göre maddenin gelişigüzel olayları üretebileceği yönlü savı değerlendirmek amacıyla filozofun madde kuramına göz gezdirilir. Üçüncü bölümde ise onun modal metafiziğini ve taşma sürecine yol açma şeklini tartışıp, sevgi aracılığıyla ereksel nedeni takip etme ve Allah’ı özümleme çabası gibi gökkürelerin devinimi kuramı üzerine düşüneceğiz. Son olarak öngörü ve kader üzerine fikirlerini ele alacağız.
İbni Sina’da belirlenimciliği araştırmak amacıyla, bu çalışmanın kapsamı dışına çıkacak şekilde rastlantıya ve ilgili konulara dair bütün göndermelerin üstünden geçmek gibi yorucu bir denemeye girişmeden, fizik ve metafizik üzerine temel yapıtlarından uygun pasajları tartışacağız. Bu amaçla eş Şifa (İyileştirme), en Necat (Kurtuluş), Talikat (Yorumlar), Mubahatlat (Tartışmalar), İşaret ve Tembihat (Belirtiler) ve Danişname (Bilgi Kitabı) eserlerinin yanı sıra kader ve diğer ilgili konular üzerine daha az hacimli incelemeleri de çözümlemeye dahil edilmiştir.
“Bu dünyada, var olamayacak biçimde daha tam ve iyi bir düzenin ve düzenlenmenin var olmak zorunda olduğunu, birleştirmelerin (imtizaj) kesin ve belirlenmiş olduğunu, onlardan meydana gelen var olanların zorunlu olduğunu ve bunun her daim böyle olduğunu ve hiçbir vakit başarısız olmadığını savunduğumuz için bunların hepsinin rastlantı sonucu ortaya çıkması olanaklı değildir, çünkü rastlantı sonucu ortaya çıkan daha az zorunludur; Allah’ın sözleriyle, ‘Her şeyi tam hale getiren Allah’ın yapıp etmesidir’ (Kuran 27:88). Nesneler şayet olanaklı (ala al cavaz) olsaydı, onlarda bir kusursuzluk mevcut olabilir miydi? Zira olanaklı olan var olması karşıtından daha mümkün değildir; Allah’ın sözleriyle, ‘Rahman(olan Allah)’ın yaratımında bir uyumsuzluk görmezsin. Dikkatli bir bak, bir çatlak (/yarık) görüyor musun?’ (Kuran 67:3)” İbni Rüşd
Temel fizik ve metafizik yapıtlarını tartıştıktan sonra İbni Rüşd’ün nedensellik görüşüne dayanan belirlenimci bir eğilim kolayca ayırt edilir. İbni Rüşd ne doğal dünyadaki kendiliğinden olaylara ne de maddenin Allah’ın takdirinden çıkmak gibi bir gücü olduğuna inanır görünür. Teolojik kader sorununa karşı Allah’ın bütün nedenleri yarattığını ve diğer nedenlerin Allah’ın etmenliğine tabi olduğunu savunur. Ayrıca Allah’ın öngörüsünün dünyayı hem etken hem de ereksel neden olarak, olası en bilge yolla yönettiğine inanır.
İkinci bölümde yer aldığı gibi, İbni Rüşd Aristoteles gibi rastlantının arızi bir neden olduğu tarafındadır. Rastlantıyı ereksel nedenle ilişkilendirmek yerine (ki ereksel nedene diğerlerinden daha büyük önem atfeder) etken nedenin bir ilineği olarak yorumlayışı zorunlu illa daha zayıf bir belirlenimcilik biçimini benimsediği anlamına gelmez. Aristoteles’le paylaştığı, rastlantının arızi bir neden olduğu görüşü aslında her rastlantı olayının onu zorunlu kılan bir etken neden taşıdığını demeye gelir. Böylelikle rastlantı etken bir güce karşılık gelemez. Mantıken bir ilinektir ve böylece kendi başına varlığını sürdüremez; bunun sonucunda da sahiden kendiliğinden olayları üretemez. İbni Rüşd doğal süreçlerin altında yatan zorunluluğu araştırırken her şeyin katı doğa yasalarına göre gelişir göründüğü sonucuna varır. İbni Rüşd Aristotelesçi bir yolla maddeyi olumlu ya da özerk bir veçheden yoksun bırakır. Etmen etkisini meydana getirebildiğinde söz konusu olay gerçekleşir, öbür türlü gerçekleşmez. Dolayısıyla dışarıdan etken bir nedenin varoluşu belirli bir olaya ve bu nedenin yokluğu da o olayın aksamasına yol açar, İbni Rüşd etkisini üretmesi bakımından dışarıdan nedenlerden fikrinden ziyade etmenin kendisi üzerinde durur, fakat onun nazarında etken neden genel olarak ereksel nedene bağlıdır.
Farabici ya da İbni Sinacı anlamda suduru reddederken ereksel nedenin etken nedenden önce geldiğinin altını çizer. Evrendeki bütün devinim, oluşum ve bozulma bir ereksel nedeni takip eder ve etken neden ereksel neden tarafından kapsanır. Oluşum ve bozulma süreci bir amaca uyar. Devinim daha geniş katmanlar düzeyinde topyekûn ereksel nedenin ve her varlığa içkin Allah’a yönelik arzunun ürünüdür. İbni Rüşd’ün her olayın bir etken nedene sahip olduğunu inkâr etmediği ortadadır, fakat bütün nedenlerin gerçek devindirici olan ereksel nedenin altına düştüğü fikrindedir. Bu ereksel neden vurgusu bir bakıma öznenin dışarıdan mecbur bırakılmaktan ziyade ereğine çekilmiş olduğu üzerinde durulduğu manasını taşır. Verili bir eylem dışarıdan nedenler tarafından harekete geçirilse de etmeninde ortaya çıkar.
İbni Rüşd Aristoteles’te mevcut “engel” kavramıyla ilgili belirli varlıkların belirli doğal edimleri içkin tabiatlarına göre gerçekleştirdiklerine dikkat çeker. Fakat İbni Rüşd’e göre bireylerin güç taşımasına ve Eşarilikte olduğu gibi Allah olayları doğrudan belirlemese de, nihayetinde her şeyi O belirler.
Onun insan etmenliği yorumuyla teolojik, Eşarilik yaklaşım arasındaki yegâne fark Allah’ın gücünden vazgeçmesinden ziyade, aktarma ve ikincil nedensellik fikriyle oluşur (İbni Rüşd bu fikre yan çıkarken Eşarilik karşı çıkar). İbni Rüşd insan sorumluluğu meselesini evelki tutarsız görüşleri değerlendiren bir çerçeve içinde ele alır, fakat o da Allah’ın takdirinin insanın özgür eylemine üstünlüğüne vurgu yapar. Allah her olayı belirler, fakat el Eşari’nin ortaya koyduğu vesileci (okkasyonalist) görüşten farklı olarak, doğrudan değil ikincil nedenler aracılığıyla dolaylı biçimde. Böylece İbni Rüşd İslami bir çekişmeye felsefi bir sav takdim eder.
Olayların belirlenmiş olduğunu fazla fazla kelimelerle ifade etmese de nedensellik düşüncesi bu görüşe sebebiyet verir. İbni Rüşd’ün öngörü kavramsallaştırması, belirlenimciliğine halel gelmeyecek şekilde, bu dünyanın Allah’ın bilgeliğine göre olanaklı en iyi örneğe denk düştüğü fikrinde olduğuna işarettir.
Ereksel neden yerine etken nedenin olan biteni mekanik bir dizge içinde açıkladığı bir dünyadan ziyade teolojik bakımından devindirilen bir evren düşüncesinden yanadır. Bazılarına göre yalnızca farklı belirlenimcilik biçimlerine karşılık gelseler de mekanikten ziyade teleolojik belirlenimcilikten söz edilebilir. Bazılarına göre ise erekselcilik etmene daha fazla özgürlük tanır.
İbni Rüşd her şeyin zorunlu olmadığını savunurken “zorunluluk”u sonsuz varoluşla bir tutar ve her şey ebediyen var olmaz, bilhassa da oluşum ve bozulma dünyasında. Buna rağmen her şeyin belirli bir neden taşıdığını İbni Rüşd de kabul eder. Aristoteles gibi, rastlantının gökyüzünde yeri olmadığını kabul eder ve doğal nedensellik içinde bütün süreçlerin kesin yasalara uyduğuna inanır. Sırf zorunluluğu sonsuzlukla eş tuttuğu için kolay bozulabilir nesneleri zorunlu varlıklar kümesinin dışında tutar. Bu suretle her şeyin zorunlu olmadığına yönelik iddiayla o şeylerin nedenleri tarafından belirlenmediği kast edilmez. Bu iddia basitçe, meydana gelen ve yok olan ayaltı varlıklarıyla, her şeyin nedeni olan Allah’ın kendisi ve gökküreler gibi sonsuz varlıklar arasında keskin bir ayrıma delalettir.
İbni Rüşd’ün belirlenimciliği İslam teolojisinde bulunanların yanı sıra Yunan felsefesinde mevcut belirlenimci öğelere dayanır. Bizzat Aristoteles rastlantının temel bir neden olduğunu yadsır ve rastlantıyla gerçekleşen her şeyin temel bir nedeni olduğu fikrinin arkasındadır. İbni Rüşd gibi Aristoteles de kendiliğinden olayların varlığına bütünüyle inanmaz. Aristoteles felsefesine dahil belirlenimci öğelerle İslam teolojisine hâkim belirlenimci ve yazgıcı eğilimlerin birleşimi İbni Rüşd’ün konumuna katkı sunar.
İbni Rüşd’ün belirlenimciliğinin, bir şeyin hiçlikten ortaya çıkamayacağı gibi Aristoteles’te verili belirli ilkelerden çıkarsanabilir. İbni Rüşd’ün her olayın nedeni aracılığıyla açıklanabileceğine inanmasına rağmen etik bakımdan insan düşünmesine inanmak gerektiğini ve aksinin etik eyleme köstek oluşturacağını belirtir. Doğa felsefesi alanın da ise nedensel zorunluluğa dair sarsılmaz inancı doğal evrenin daha iyi anlaşılması ve bilimin gelişmesi için daha iyi bir ortam hazırlar.
İbni Sina ve İbni Rüşd Belirlenimcilik ve Rastlantı, okumayanlara tavsiye, okuyanlara bilgiyi hatırlatma amaçlı. Bu çalışma İslam Rönesansı’nın iki önemli düşünürü İbni Sina’nın (980-1037) ve İbni Rüşd’ün (1126-1198) felsefelerinin belirlenimci olup olmadığını araştırmaktadır. İslam ve Avrupa Rönesanslarını şekillendirmiş bu iki düşünürün fizik ve metafizik görüşlerini inceleyerek doğadaki rastlantısal olayların yanı sıra, maddeye ve ilahi takdire dair fikirlerini tetkik eder. Bunun yanında İslam düşüncesindeki Aristotelesçi ve Yeni Platoncu felsefeler ve kelam gibi ilahiyat gelenekleri üzerindeki etkilerini ve bu düşünce okulları ve gelenekler ve genel felsefe tarihi içindeki yerlerini ortaya koymaktadır. Böylece hem İbni Sina hem de İbni Rüşd felsefelerinin, kadim zamanlardan beri düşünürlerin ilgisini çekmiş belirlenimcilik sorununa verdikleri özgün cevapları karşılaştırırken Antik Yunan’dan günümüze felsefe tarihini de gözden geçirme olanağı sunar.
Yazarlar sizi okumaya davet ediyor.
Sevgiyle okuyunuz…



Yorum bırakın