“Pek çok antik filozof için, eğer insan yaraşır bir hayat sürmek istiyorsa, o zaman kendisinin temel unsuru olarak ölüm gerçeği ile boğuşmak zorundadır. Ne olursa olsun, yaraşır bir hayat bir yanılsamanın pençesindeki biri tarafından yaşanamaz…”

— Ölüm, Felsefi Bir Deneme (S.53)

Merhaba,

Savaş, terör, virüs, şiddet ve kronik hastalıklarla yeryüzü okulunda sürekli ölüyoruz. Kim olduğumuzun ve yaşamımızı ele alışımızın şekillenmesinde yardımcı olan bir şey hakkında düşünmekten kaçınmak, onun orada olmadığı anlamına gelmez.

Peki, farkındalık mesajları içeren ölümlerimiz hakkında hiç düşündünüz mü? Ya da ölüm hakkında hiç düşündünüz mü?

Ölüm, Felsefi Bir Deneme”, adlı bu ederde Todd May belli aralıklarla filozofların ve yazarların ölüm hakkında ne dediklerine bakarak, ölümün hayatımızdaki rolü kadar onun iktidarından kaçmak için başvurduğumuz yolları ve onunla doğrudan karşılaştığımızda bize ya da bizim için ne olabileceğini anlatıyor.

Öleceğimiz gerçeği hakkımızdaki en önemli gerçektir. Yaşamlarımızda bundan daha ağır hiçbir şey yoktur. Elbette bu hakkımızda başka önemli gerçekler olmadığı manasına gelmez. İnsanlar sever, çalışır, seks yapar, arkadaşlıklar kurar, yaşam boyu sürecek projelere girişir; yoğun duygular yaşar, başkalarının ölümünü bile izler. Bunlar önemsiz değildir. Yaşayan insan için, bu şeylerden en azından bazılarını içermeyen bir hayat yaşamaya değmez (Belki başkalarının gözün de yaşamaya değer olabilir; örneğin kişinin anne-babasının). Çoğumuz için, hakkımızdaki tek önemli gerçek olan bir gerçek yoktur. Ölüm de bizim için tek önemli gerçek değildir; Ama en önemlisidir…

Neden?

Çünkü o bizim hakkımızdaki tüm diğer gerçeklerin sonudur. O dünyadaki arkadaşlıklarımızın, projelerimizin, ilişkilerimizin her birinin sonudur. Ölüm hayatımızdaki tek önemli gerçek olmamasına rağmen, bir şekilde bizim diğer yönlerimizin yapamadığı, bizim hakkımızdaki diğer tüm gerçekleri soğurma ve hayatımızın diğer tüm yönlerini kendi egemenliği altına alma kudretine sahiptir.

Büyük bir aşkın da aynı şeyi yapabileceği söylenebilir. Kişinin yaşamının odağı olan bir aşk dünyanın merkezini sevilen insan yapabilir. Önemli olan sadece sevilenle birlikte olmaktır. Başka hiçbir şey önemli değildir. Kişinin kendi yaşamının mutluluğu ya da hüznü sevilenin küçük jestlerine bağlıdır; bir gülümseme ya da kalkmış bir kaş çok büyük değere sahiptir. Ve kişinin en üst düzeydeki mutluluğu sevilenin mutluluğuna bağlıdır. Birçoğumuzun en azından böyle anları olmuştur: Büyük aşkın kısa devirleri. Bir ömür boyu böylesine bir aşkı sürdürmek çok zordur. Ama sürdürülse bile, hâlâ ölüm kadar massedici değildir.

Yazarın Notu

Bu satırları yazarken arkama yaslandım. Türk kahvesi eşliğinde masanın önündeki pencereden görünen yeşili, zeytin ağaçlarını, pembe begonvilleri, maviyi gökyüzünü izlerken kuşlar dikkatimi çekti. Her biri bir nota gibi portre görünümündeki elektrik tellerine dizilmişti. Yaratıcılığı harekete geçiren kuş seslerini bir süre dinledim… Ardından son on yılı düşündün… Biraz daha geriye giderek beşeri ilişkilerden gelişen bir can olarak şu karara vardım.

“Bir ömür boyu süren en büyük aşk Tanrı’dır…” —Yasemin Emre

Şimdi bir parça kağıt ve kalem alın. Dört ya da beş şey yazın. Bu kağıtları katlayın. Sonra kağıtları yavaşça yırtın. Yazdığınız her ne ise onunla yüzleşin. Bu elimizden geldiğince anlamak zorunda olduğumuz şeydir. Bu, ölümü bizim hakkımızdaki en önemli gerçek yapan şey: Onun hayatlarımızın diğer bütün unsurlarını olumsuzlama hüneri.

Martin Heidegger Ve Kendi Ölümümüz Görüşü

Filozof Martin Heidegger‘in bize hatırlattığı üzere, her birimiz için ölüm hakkındaki çarpıcı gerçek kendi ölümümüzdür. Başkalarının ölümünü duyabiliriz, cenazelere gidebiliriz, birinin ölümünü bile görebiliriz. Bunlar ağır meseleler. Ancak, kişinin kendi ölümünün tekilliğinin yerini alamazlar. Büyük resme bakarsak başka birinin ölümü kendi ölümümüzden daha önemli değildir. Başka birinin ölümünü kabullenerek kişi kendi ölümünü anlayamaz. Kişinin başkasının deneyiminin sessizleşmesini içeren kendi deneyiminin sessizleşmesi; herhangi bir başka birisi veya bir şeyle analoji yoluyla anlaşılamayacak bir biçimde o kişinin kendisinin kalır.

“1988’de Gazze sınırındaki bir mülteci kampında birisiyle tanıştım. 17 yaşındaydı. Bana, bir defasında kendisini neden böyle bir dünyaya getirdiğini bilmek isteyerek babasıyla karşı karşıya geldiğini anlattı.” —Todd May

Diğerlerimiz, galiba çoğumuz için yaşamın güçlükleri onun anlamlılığını hükümsüz kılmıyor. Fakat insanların ortak olduğu şey kaçınılmazlığı belirsizliğiyle bütünleşmiş bir ölüm: Deneyimimizi sonlandıracak ve bunu herhangi bir anda yapabilecek bir ölüm. Dahası, bu kaçınılmazlık ve belirsizlik kaçamayacağımız o ölümün veçheleri; biz nihayetinde bizi bekleyen sonun farkında olan yaratıklarız. Ve sonuçta, hiç ölmeyecekmişiz gibi davrandığımız zamanlarda bile —belki de özellikle o zamanlarda— bu farkındalık yaşamlarımızı sürdürme yollarımızı yapılandırıyor.

Örneğimizdeki gibi durumlarda ölümün başka yaşamlarda o yaşamlar hakkındaki başka bir olaydan ya da gerçekten daha önemli olup olmadığı sorusuna cevap vermiyor gibi görünüyor. Soruyu daha doğrudan ele alabilmek için iki farklı soruyu ayrıştırmalı. Bu soruların ikisi de kişinin yaşamı hakkındaki gerçeklerin  önemine yoğunlaşıyor ve iki farklı yöne açılıyor.

  1. Yaşamı anlamlı ya da değerli kılan veya tersine onu anlamsızlaştıran şey nedir?
  2. Bir yaşam hakkındaki, onu diğerlerinden daha çok şekillendiren, en önemli gerçek nedir?

Sarsıcı olayların önemi ilk soruyu ele almadaki rollerinde yatıyor. Ölümün önemiyse ikinci soruyla ilgili…

İyi ya da kötü, hayata anlam veren ya da bu anlamı çalabilen şeyler vuku bulabilir. Her birimiz yaşamlarımızda geriye dönüp baktığımızda, bu şeyler hakkında sorular sorarız. Onlar giriştiğimiz projeleri, kendimizi adadığımız ilişkileri ve meydana gelmiş olayları içerecektir. Bazılarımız için bu olaylar arasında, umuyorum ki çok azdır, bir çocuğun ölümü de olacaktır. Bu ölüm, yaşam için yüzleşmesi gereken belirleyici bir olay olacaktır. Bu, yaşayan için o hayatı daha az önemli gibi gösterecektir. Kişi, bu hayatın anlamlılığını sorguladıkça, onun üzerine derinlemesine düşünecek, o kişinin yaşamının bir parçası olacaktır.

Ölümün önemiyse başka bir yerde yatıyor. O, kişinin yaşamının içeriğinde, onun şahsi gidişatında yatmaz. Bunun yerine, o, yaşamımızı nasıl idame ettirdiğimizi şekillendiren yollarda yatar. Ve bunu bizim hakkımızda herhangi bir gerçekten belki daha önemli olan bir yolla yapar. Hayatı her daim öleceğimiz gerçeği altında yaşarız. Ne yaptığımızı onu nasıl yaptığımız, ona karşı takındığımız tavır her birimizin ölümlü olduğu arka plan bilgisine karşı ortaya çıkar. Bir kez daha söylemek gerekirse; bu, bir yaşamdaki her şeyin ölüme indirgenebileceği anlamına gelmez. İnsan yaşamları hakkında birçok önemli gerçek vardır. Onun yerine, bu, önemli gerçekler içinde ölümlülüğümüzün özel bir yere sahip olduğu anlamına gelir.

Her yaşamın neleri : (whats) vardır. Ölüm, o nelerden bir tanesidir, ama o bir (how) olarak işler. O, bir ne olduğunda, vuku bulduğunda yaşamdaki nasıllar artık yoktur. Ama vuku bulmadan önce, yaşam üzerinde bir nasıl olarak çalışır. İnsan yaşamını oluşturan en önemli nasıl.

Ölümün yaşamdaki merkezi rolü bizi çevreleyen her yerdedir. Bunu anlamak için dünya nüfusunun büyük çoğunluğu için önem arz eden, yaşamdan bir arenayı örnek olarak alalım: Din. Ölümle ilgilenmek dinlerin rolleri arasındadır.

Ölüm Nedir?

Felsefe de insan ölümlülüğü üzerine fikirler ortaya atıldı. Fakat, belki de bunların hiçbiri Heidegger’in anıtsal eseri “Varlık ve Zaman“ın İkinci Bölümü’nün ilk kısmında yaptığı kadar sistematik olmadı. “Varlık ve Zaman” felsefe tarihinde en etkili kitaplardan bir tanesidir. Heidegger’in Varlık sorusu ve Varlık anlamı dediği şeyler üzerine erken dönem başyapıtıdır. Bu soruyu sorarken, onun bilmek istediği şey Varlık sorusunu soran kişinin varlığıdır: Diğer bir ifadeyle, kim olduğumuzdur. Heidegger’in görüşünde, biz Varlık sorusunu soranlarız. Bunun sebepleri buradaki amacımızla alakalı değilse de bu soruyu soranlar olarak ölümlü oluğumuz gerçeği öyledir. HeideggerVarlık ve Zaman“ın ikinci bölümünü insanlar için ölümlü olmanın ne ifade ettiğine dair düşünerek açar.

Özellikle bakmamız gereken dört tema var.

  1. Ölüm bizim ve deneyimimizin sonudur.
  2. Bu son bir başarıya da hedef değil; bir kesintidir.
  3. Ölüm bir defa kaçınılmaz ve belirsizdir. Öleceğimiz kesindir, ama ne zaman olacağını bilemeyiz. Böylece ölüm yaşamlarımızın sonunda bulunmaz, onları istila etmiştir.
  4. Ve son olarak, ölümün bu üç karakteristiği bizi yaşamlarımızda bir mana olup olmadığına dair bir meraka düşürür.

Ölümün bizim ve deneyimimizin sonu olması burada incelediğimiz dinî geleneklerin kaçınmaya çalıştığı şeydir. Ölümde, artık yokuzdur. Kabul etmeliyim ki, bu tahayyül etmesi zor bir durum. Ben ölümüm hakkında düşündüğümde, bunu, sıklıkla benden sonra devam edecek dünya hakkında düşünerek yapıyorum. Ama bu hâlâ beni de içinde barındıran bir resim perspektifinden geliyor. Sanki dünyaya yukarıdan ya da dışarıdan bir göz atıyormuşum gibi. Benim locadan izliyor oluşum dışında, her şey önceden olduğu gibi devam ediyor. Dünyadan ayrıyım, ama hâlâ oradayım.

Sessizlik olan ölüm, benim artık orada olmayışım, yine başka bir şeydir. Düşünceye direniyor gibidir. Zihnimin nüfuz edemeden ya da yolunu bulamadan karşı koyduğu bir duvardır. Benimle, varlığıma bir tehdit olarak değil (çünkü bunun için artık çok geçtir); buna rağmen olmakta olduğum şeyin kavranamazlığı olarak karşı karşıya gelir.

Epikuros Ve Ölüm Hakkında Düşünceleri

Bazı filozoflar için, bu ölüm hakkındaki iyi haberdir. Antik Yunan filozofu Epikuros şöyle yazar:

“Ölüm bizim için hiçbir şeydir; çünkü gözden kaybolan duyumsanamaz ve duyumsanamayan bizim için hiçbir şeydir..”

—Epikuros, Temel Öğretiler”î II

Bu, üzerinde durmaya değer acı bir ölüm çözümlemesidir…

Epikuros için, yaşam bir haz ve acı konusudur. Hayatın tüm hazlarını tatmaya adanmış insanlar için kullanılan Epikurosçu terimi buradan devşirilmiştir. Ne yazık ki, Epikurosçular Epikuros’un tam zıttı olan bir felsefe takip ederler. Epikuros’un görüşü insanların haz peşinde koşmaları değil, acıdan kaçınmaları gerektiğidir. Esasında hazzı aramayı amaçlamak kendi içinde çelişkilidir. Çoğunlukla hüsranla sonlanır ve Budistlerin de anladığı gibi, arzu her zaman kendini çoğaltır ve nihayetinde tatmin etmez. Ancak, bunun için Epikuros’un bulduğu çare Budistlerinkinden farklıdır. Arzuyu bertaraf etmek yerine, insan basit hazları aramalıdır. Besleyici bir yemek, uyuyacak bir yer, dostluk ve yoldaşlık: Bunlar iyi bir yaşama aittir. İnsan bundan daha fazlasına ihtiyaç olmadığını anladığında, huzura kavuşacaktır ve acıyı büyük oranda bertaraf edecektir.

Ölüme gelindiği] e, o “tüm insanlar duvarların olmadığı bir şehirde yaşar” der (“Vatican Sayings”, 31). O zaman onun içimizde uyandırdığı korkuya yenik düşmeden ve onun bizim için hiçbir şey olduğunu kabul ederek, ölümle nasıl yüzleşebiliriz? Öldüğümüzde, artık yokuzdur. Ölüm acısını deneyimleyecek hiçbir şey kalmaz geriye. Yaşarken, acıyı ve hazzı deneyimleyebiliriz. Ama öldüğümüzde, deneyim kapasitemiz yoktur artık. Ya varızdır ya da yok. Varsak ölüm yoktur ve ondan korkacak hiçbir şey yoktur. Eğer yoksak, o zaman zaten ölmüşüzdür ve ondan korkabilecek hiçbir şey kalmaz geriye.

Bu bize ölümle karşılamaktan kaçınmanın bir yoluymuş gibi gelebilir. Ama şunun farkına varılmalıdır, bu yukarıda üzerinde durduğumuz dini gelenekler tarafından gelir. O gelenekler için, ölüm korkusunun üstesinden gelmek kendi ölümünüzü atlatmakta köklenmiştir. Epikuros, bunun aksine, teselliyi ölümü atlatamadığımız gerçeğinde bulur. Onun için, bu, ölümü acının bir kaynağı olarak hükümsüz kılan mutlak yitimimizdir. Eğer onu deneyimleyecek kimse yoksa, acı da yoktur.

Peşinde Olduğumuz Şey

Peşinde olduğumuz şey tatmin edici bir tamamlanmadır, bir romanda ya da bir oyunda olduğu gibi. Bir romanın sonu onun üzerine tekrar düşünebilmemize izin verir. Herhangi bir sanat eserinin sonu önemlidir. Bu sonun ışığında daha önce ne olduğu üzerine düşünürüz. Bu anlamda, bir romanın bir oyunun y da bir filmin ya da bir şiir sonu o eseri bir bütünlüğe kavuşturur. Onun sadece sonunu getirmek yerine, onu tanımlar. (Elbette böyle bir tamamlanmaya direnen sanat eserleri, özellikle de yakın zamandakiler,, vardır. Ancak, onlar geleneksel sanat eserlerinin yarattığı beklentilere karşı durarak etkinlik kazanırlar.)

Bazen ilişkilerinde başarılı bir kapanışı da gerektirir. Burada belirtilen alakasız göründüğü insanlar- ve muhtemelen onların etrafındaki insanlar- zaten değerli gördükleri bir yaşama sahip olmuş olanlardır. Ve şimdi o yaşam bir sona ulaşmıştır ve ölüm kapanış perdesini indirir.

Kimse böyle yaşamların mümkün olduğunu ve ölümün onları bir bütünlüğe ulaştırdığını reddedemez. Ama aynı zamanda, onların nadirliği de inkar edilemez. Birini ilişkilerinden, uğraşlarından ve dahası umutlarından mahrum bırakmayan kaç yaşam kalmıştır geriye? Çok değil. Büyük çoğunluğumuz için ölüm hiçbir şey başarmaz. O sadece bizim aksi takdirde devam etmek istediklerimizi durdurur: Yaşamlarımızın uğraşları ve ilişkileri. İnsanın yaşamı ilişkilerle ilgili olsa bile, yine de ölümle birlikte bu ilişkilerin tümünü kaybedecektir.

Thomas Nagel “Ölüm” Makalesi

Filozof Thomas Nagel, yalın bir şekilde “Ölüm” olarak adlandırdığı makalesinde şöyle yazar:

“Kişinin yaşamına eklendiğinde, o yaşamı daha iyi hale getirecek unsurlar vardır; kişinin yaşamına eklendiğinde, onu kötüye götürecek başka unsurlar da vardır. Ama tüm bu unsurlar bir kenara bırakıldığında, geriye kalan salt nötr değildir; o, üzerine basarak, pozitiftir… Bu fazladan ağırlık deneyimin içeriğinden değil, deneyimin kendisinden kaynaklanır.” —Thomas Nagel (1979:2)

Kişinin yaşamının bir sanat eseri olması mümkündür. Bu, kişiye anlamlı olabilecek güzelliği verebilirmiş gibi görünür. Kişinin yaşamı, anlaşılır bir başı, ortası ve sonu olan romana benzetilebilir ve sona erdiğinde romanın bu unsurlarını bir araya toplayan dört başı mamur bir bütün olarak düşünülebilir. Veya bütünün bireysel unsurlara odaklanıldığında görülemeyecek bir ışık ve dengeye sahip olduğu varsayıldığında, yaşam her bir konusunun diğerleriyle, renkler ve notalar gibi, ilişkilendiği bir müziğe ya da resme benzetilebilir. Ölümden sonraki yaşama adanmış hayatlar yerine, burada yaşam kendi önemini başka bir şeyle ilişkisinde değil kendi içinde arar. Buna rağmen, bu yaşamın önemi yalnızca onu yaşayan tarafından erişilebilir.

Ölüm ve Ölümsüzlük

Arjantinli yazar Jorge Luis Borges, Joseph Cartaphilus öyküsü anlatılıyor. Daha doğrusu, Borges yalnızca sahneyi kurmaktan biraz fazlasını yaparken, Cartaphilus kendi öyküsünü anlatır. Cartaphilus antik Thebes’teki yaşamı ve Mısır’daki “insanı ölümden arındıran” ırmağı arayan bir adamla yollarının kesişmesinin betimler. Daha sonra adam ölür ama Cartaphilus’u görkemli Ölümsüzler Kenti’nin uzak köşesindeki bu ırmağı kendisi aramaya karar verir. Bir grup adamı ırmağı bulmak üzere hizmetine almıştır, ancak adamlar Cartaphilus’a karşı ayaklanır ve Cartaphilus kaçmak zorunda kalır. Bir gece uyur ama uyandığında elleri bağlıdır ve müthiş bir susuzluk çekmektedir. Hemen altında küçük bir tuzlu su birikintisi görür ve kendisini suyun içine atar. Susuzluğu diner ama çok zayıf düştüğü için hareket edemez. Günler geçer ama kaç gün olduğunu bilmez.

Ölümle Yaşamak

Taoizm’de, Budizm’de olduğu gibi bir ölüm ve yaşam çevrimi vardır ama karma yoktur. Her birimiz varlık denizinde birer dalga gibiyizdir. Kendimizin eşsiz ve değiştirilemez bireyler olduğunu düşünerek denizden geliriz, bunun sebebi daha büyük bir şeyin geçici hareketlerinden başka bir şey olmadığımızı anlamamızdır. Nihayetinde o daha büyük şeye döner ve onun bir parçası oluruz. Taoizm, Budizm gibi benlik kavramının yanıltıcı. olduğunu kabul eder. Basitçe kozmosun açılan bir süreci vardır ve benlikmiş gibi görünen şey bu kozmik açılıştaki bir andan daha fazlası değildir. Fakat reenkarnasyona inanan Budistlerin aksine, Taoizm bu anlamda daha tutarlıdır. Reenkarnasyon kendi içinde üstü örtük bir benlik fikrini barındırır. O benlik Nirvana’ya ulaştığında tekrar gözden yitebilir, ama en azından bir yaşamlar dizisi boyunca o benlik orada kalır. Kişi doğar, ölür, meydana geldiği ve aslında hiç terk etmediği kozmik kaynağa geri döner.

Taoizm’de ölüm nasıl kavranır?

Bu biraz belirsizdir. Bir bakış açısından kişi kesinkes ölür. Dalga denize geri düştükten sonra, kişiden geriye hiçbir şey kalmaz. Tabii ki, orada ölen birisinin, bir benliğin olduğu fikrinin kendisi hatalıdır. Ama bunu bir kenara koyarsak, bir benlik deneyimine sahip olunduğu kadarıyla, bu kişinin ölümüyle sonlanır. Bu şekilde kavrandığında, Taoizm bir ölümden sonraki yaşam kavramına sahip değildir. Birinci bölümde yalıttığımız ölüm temaları baki kalır.

Ancak, işleri karıştıran başka bir bakış açısı daha var. Bir söyleyişte, kişi ölümünün ardından kozmik şeye geri döner, ama bütünüyle gözden yitmez. Antik Taocu Chuang Tzu’nun yazılarında, örneğin, bir karakter yaklaşmakta olan ölümünü kutlar, onu başka maceralar için bir şans olarak görür.

Marcus Aurelius Meditasyonlar

Marcus Aurelius “Meditasyonlar“ında şöyle yazar:

Her şey hikâyelenen geçmişe dönüşür ve kısa bir süre sonra unutulmaya yüz tutar. Hayatı zafer parıltılarıyla dolu olanlar için bile böyle olur; geri kalanlar içinse, onlar daha son nefeslerini vermeden, Homeros’un deyişiyle “gözlerden ve sözlerden yitip giderler”.

—Marcus Aurelius (4.Kitap)

Tüm bu ölüm hakkındaki yaklaşımların ortak noktası nedir?

İnsan yaşamı ölüm karşısında kırılgandır. Ölüm tarafından her an kırılabilir. Tam da bu yüzden, yaşam yalnızca sonunda değil, varoluşu boyunca kırılgandır. Aynı zamanda bu kırılganlık, eğer kırılgan olmasaydı asla olamayacağı bir şekilde yaşamı değerli kılan şeydir.

Ölümlülüğümüzden ne gibi dersler çıkarabiliriz?

Todd May bu kitapta ölümle ölümün iktidarında yüzleşmeye çalışıyor. O, bu dünyadaki ölümlerimizi bizim sonumuz olarak kabul edip bunun yaşamlarımız için ne manaya geldiğini soruşturuyor. Ölümlülüğümüzden ne gibi dersler çıkarabiliriz? Ölen ve öleceğimizi bilen varlıklar olarak nasıl yaşayabiliriz? May bu sorulara cevap ararken ölümle ilgili iki ayrı bakış açısını bir araya getiriyor. Bunlardan birincisi, ölümün kötü bir şey olmadığını ya da en azından ölümsüzlüğün ölmekten çok daha beter olduğunu söylüyor. İkincisiyse, ölümün kötü bir şey olduğunu ve bu gerçekten kaçmanın mümkün olmadığını ileri sürüyor. May ise, eğer ölümle yaşayacaksak, bu iki bakış açısını bir araya getirmemiz gerektiğini gösteriyor. Bu iki bakış açısının birleşimi yaşamımıza birbirinden ayrılamayacak bir güzellik ve trajedi katar. Kendi kişisel deneyimi kadar pek çok –antik ve modern– felsefecinin ve yazarın görüşlerinden yararlanan May, ölümün kaçınılmazlığını nasıl düşüneceğimize ve daha önemlisi yaşamlarımızı bu kaçınılmazlık karşısında nasıl yaşayabileceğimize dair bir görüş ileri sürüyor. Nihayetinde, o şunu tartışıyor: Kavranması ve her birimizin kalan saatlerinin ya da yıllarının içine yerleştirilmesi gereken şey kesin bir şekilde yaşamlarımızın olumsal olduğudur ki, her anımızı bizi belirsiz bir geleceğe bağlayan bir bağmış gibi ve yine de geriye kalan son bağımızmış gibi yaşayabilelim.

Yazarın Notu

Sevgili okur şu anı milat kılarak, yaşamını bir sanat eserine dönüştürmek için var gücünle çalış. Kırmadan ve kırılmadan yaşamayı öğret kendine…

Ölüm, Felsefi Bir Deneme, okumayanlara tavsiye, okuyanlara bilgiyi hatırlatma amaçlı. Todd May’in Ölüm: Felsefi Bir Deneme adlı eseri, günümüz dünyasında bireyin varoluşsal sorgulamalarına ışık tutan nadir felsefi metinlerden biri olarak öne çıkıyor. Özellikle hızla değişen, belirsizliklerle dolu çağımızda ölümün kaçınılmazlığıyla yüzleşmek, yaşamın anlamını daha derinlemesine kavramak için güçlü bir düşünsel araç sunuyor.

Eserin Günümüz İçin Önemi Nedir?

  • Ölümlülükle yüzleşme cesareti: May, ölümün kaçınılmazlığını bastırmak yerine onunla doğrudan yüzleşmeyi öneriyor. Bu yaklaşım, bireyin yaşamını daha bilinçli ve anlamlı kılmasına yardımcı oluyor2.
  • İki karşıt görüşü birleştirme: Ölümün kötü bir şey olduğunu savunanlarla, ölümsüzlüğün daha kötü olduğunu düşünenleri bir araya getirerek yaşamın trajik ama aynı zamanda güzel doğasını ortaya koyuyor.
  • Modern bireyin kaygılarına yanıt: Kitap, özellikle ölüm korkusunun ve anlam arayışının yoğunlaştığı çağımızda, bireyin bu duygularla nasıl başa çıkabileceğine dair felsefi bir rehber niteliğinde.

Bu yönleriyle eser, sadece akademik çevrelerde değil, hayatın anlamını sorgulayan herkes için güncel ve etkileyici bir kaynak.

Todd May: Ölümün ve Yaşamın Filozofu

Todd Gifford May, çağdaş felsefenin en içten ve erişilebilir seslerinden biri. Onun düşünsel üretimi, yalnızca akademik çevrelerde değil, aynı zamanda popüler kültürde de yankı buldu. Ölüm: Felsefi Bir Deneme gibi eserleriyle, insanın en temel korkularından biri olan ölüm üzerine cesurca düşünmemizi sağladı.

Erken Yaşam ve Eğitim: 1955 yılında New York’ta doğan Todd May, erken yaşlardan itibaren sorgulayıcı bir zihne sahipti. Penn State Üniversitesi’nde felsefe doktorasını tamamladıktan sonra, akademik kariyerine adım attı. Ancak onun felsefesi, yalnızca kürsülerde değil, sokakta, dizilerde ve hapishane sınıflarında da yankı buldu.

Düşünsel Yolculuk: May’in felsefesi, postyapısalcı anarşizmden varoluşçuluğa, etik ve siyaset felsefesine kadar geniş bir yelpazeye yayılır. Michel Foucault, Gilles Deleuze ve Jacques Rancière gibi düşünürlerden etkilenmiş; ancak onların karmaşık fikirlerini sadeleştirerek daha geniş kitlelere ulaştırmayı başarmıştır.

Özellikle Ölüm: Felsefi Bir Deneme adlı kitabında, ölümün yaşamı nasıl şekillendirdiğini, onunla yüzleşmenin yaşamı nasıl daha anlamlı kıldığını derinlikli ama anlaşılır bir dille anlatır.

Popüler Kültürdeki Yeri: May’in felsefesi yalnızca kitaplarda kalmadı. NBC’nin sevilen dizisi The Good Place’in felsefi danışmanı olarak, etik ve ölüm temalarını milyonlarca izleyiciye ulaştırdı. Dizideki karakterlerin ahlaki seçimleri, doğrudan May’in düşüncelerinden ilham aldı.

Toplumsal Katkı: Todd May, felsefeyi yalnızca akademik bir uğraş olarak görmez. Hapishanelerde felsefe dersleri vererek, düşünmenin özgürleştirici gücünü en karanlık yerlerde bile yaymaya çalışır. Bu yönüyle, felsefeyi bir yaşam pratiği haline getirmiştir.

Yaşamın Anlamı Üzerine: May’e göre yaşamın anlamı, büyük ideallerde değil, küçük ama anlamlı eylemlerde gizlidir. Ölümün farkındalığı, yaşamı daha dolu yaşamak için bir davettir. Onun felsefesi, trajik olanla umut vereni bir arada tutar.

Todd May’in Seçkin Eserleri: Todd May’in eserleri, çağdaş felsefenin en insani ve erişilebilir örnekleri arasında yer alır. Hem akademik hem de gündelik yaşamın içinden gelen soruları ele alarak, okuyucuyu düşünmeye ve sorgulamaya davet eder.

  • Ölüm: Felsefi Bir Deneme: Ölümün yaşam üzerindeki etkisi, ölümlülüğün anlamı ve yaşamın trajik doğası.
  • Anlamlı Bir Yaşam (A Significant Life): Yaşamın anlamı nedir, bireyin özgünlüğü ve etik sorumlulukları.
  • Kırılgan Bir Yaşam (A Fragile Life): İncinebilirlik, acı ve insan olmanın kırılgan doğası.
  • Makul Bir Yaşam (A Decent Life): Günlük yaşamda etik kararlar, adalet ve sorumluluk.
  • Şiddetsiz Direniş (Nonviolent Resistance): Gandhi, Martin Luther King gibi figürler üzerinden şiddetsiz direnişin felsefesi.
  • Foucault’nun Felsefesi: Kimlik, iktidar ve özgürlük üzerine Michel Foucault’nun düşüncelerinin analizi.
  • Deleuze: Bir Birey Nasıl Yaşayabilir: Gilles Deleuze’ün birey ve yaşam felsefesi üzerine yorumlar.
  • Postyapısalcı Anarşizmin Siyaset Felsefesi: Anarşizm ve postyapısalcı düşüncenin kesişim noktaları.

Todd May’in kitapları, felsefeyi soyut bir alan olmaktan çıkarıp yaşamın içine yerleştiriyor. Her bir eser, okuyucunun kendi yaşamına dair daha derin sorular sormasını teşvik ediyor.

Yazarlar sizi okumaya davet ediyor.

Sevgiyle okuyunuz…

Yorum bırakın

İnsan, her şeyi sahiplenme arzusundayken, varoluşun gerçek amacını çoğu zaman unutuyor. Şuurun altın damarına ulaşmanın farkında değil. Fiziksel dünyanın keşfi ilerledi ama insanın “kendini bilme yolculuğu” geri kaldı. Devasa binalar, yollar ve şehirler yükselirken; insanın iç dünyası hâlâ bilinmezliklerle dolu. Bilim, insanın özünü ve aklın ötesindekini henüz çözemedi.

Kendi değerimizi bilmemek, çağımızın en büyük açmazlarından biridir. Bu çağ, ilahi değerin açığa çıktığı dönem olmalı.

Kendini Bilmek İçin Kitap sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin