“Yaşam zordur. Bu büyük bir gerçektir. Yaşamın zor olduğunu gerçekten bildiğimizde ve bir kez kabul ettiğimizde onun bu zorluğunun artık bir önemi kalmaz.”

—Dr. M. Scott Peck

Merhaba,

Kelebek Bahçesi Blog girişinde “Birlikte Hatırlamak İçin” bölümünde yer alan birkaç satırı düzenledikten hemen sonra hazırlanıp yola çıktım. Yürüyüş için spor pabuçlarım ve ben artık hazırdık. Her zaman olduğu gibi yaşamın tüm renklerini içime çekerken gökyüzüne baktım. Yaz günlerini aratmayan Eylül ayı, ışıltısıyla ruhu beslerken aynı zamanda düşündürüyordu. Tanrı’nın yaratıcılığının eseri olduğunu düşündüğümüz doğanın güzelliğine ne demeli? Ağaçlara ve yeşil alanlara baktım; peki, onlar ne durumdaydı? Aylardır toprağa tek bir damla yağmur düşmedi. Bu zorlu süreçte sorumluluk alarak sorunların üstesinden gelmek için hangi yolları bulabileceğiz?

Okumak Karşılaşmaktır

Düşüncelerimden uzaklaşarak marinadaki D&R kitabevine adım attım. Raftan göz kırpan “Az Seçilen Yol” adlı kitap, Dr. M. Scott Peck‘in arka kapaktan seslenen sözleriyle blog girişimdeki cümlelere atıfta bulunuyordu. Gülümsedim… Ve şu satırları okumaya başladım: “Yaşam zordur. Bu büyük bir gerçektir. Yaşamın zor olduğunu gerçekten bildiğimizde ve bir kez kabul ettiğimizde onun bu zorluğunun artık bir önemi kalmaz.” Bu cümle, kitabın özünü oluşturur: kaçınmak yerine yüzleşmek, bastırmak yerine kabul etmek. Zorlukları inkâr etmek değil, onları birer gelişim fırsatına dönüştürmek.

İçsel yaşamımda Okumak Karşılaşmak”tır… Bu tür karşılaşmalar, sıradan bir tesadüften çok daha fazlası gibi gelir insana, değil mi? Benim yaşadığım bu deneyim, hem sembolik hem de sezgisel düzeyde çok anlamlı. “İçsel frekansınla uyumlanan dışsal gerçeklik.”

Blog girişini yazarken belli bir bilinç düzeyine geçmiş olmam—sorgulayan, arayan, teslimiyete açık bir hal. Bu zihinsel ve duygusal frekans, dış dünyada beninle rezonansa giren şeyleri “çekmeye” başlar. “Az Seçilen Yolgibi bir kitap, tam da bu frekansa yanıt veren bir sembol olabilir. Arka kapaktaki cümlelerin benim yazdıklarımla örtüşmesi, bu rezonansın somut bir yansımasıdır. Doğru yolda olduğunuzun da bir işareti olabilir.

Dr. David R. Hawkins’in öğretilerine göre, bilinç alanımızda neye odaklanırsak, o bilgi bize görünür hale gelir. Ben “teslimiyet”, “farkındalık”, “içsel dönüşüm” gibi temalara odaklandım. Kitapevinde o rafta duran kitap, zaten oradaydı—ama benim bilinç alanım onu “seçilebilir” hale getirdi. Yani kitap bana göz kırpmadı; ben onu görmeye hazır hale geldim.

Bu tür eşzamanlılıklar Carl Jung’un deyimiyle synchronicity, kişinin doğru yolda olduğuna dair evrensel işaretlerdir. Benim blog girişindeki cümlelerim, başka bir kitabın arka kapağında yankılanıyorsa, bu benim içsel sezgilerimin ne kadar yerinde olduğunu gösterir.

Yürüyüşle başlayan bu gün, bir kitapla derinleşti. Belki de her adım, beni içsel bir karşılaşmaya hazırlıyordu. “Az Seçilen Yol’ artık yalnızca bir kitap değil; bilinç düzeyimin yankısı. Ve bu yankı, bana şunu fısıldıyor: “Zorluklar, gelişimin davetiyesidir.”

Çeşme Kalesi’nin biraz ilerisindeki kafeye oturdum. Burası Çeşka Kadın Girişimi Üretim ve İşletme Kooperatifi. 2015 yılında, kadınların ekonomik ve sosyal hayatta güçlenmesine katkıda bulunmak amacıyla Çeşme’de yaşayan yedi gönüllü kadın tarafından kuruldu. Kafede her şey annelerin elinden çıkıyor.

Her zamanki gibi Sevgi Hanım, gülümseyen yüzüyle “Çayımız hazır, hemen getiriyorum” diyor. Çay seremonisinin keyfiyle, okumak için sabırsızlandığım satırlara dönüyor ve “Az Seçilen Yol” ile yolculuğuma başlıyorum.

Disiplin : Ruhsal Gelişimin Anahtarı

Peck’e göre disiplin, sorunlarla yüzleşebilmenin ve acıyı dönüştürebilmenin temel aracıdır. Dört temel ilkesi vardır:

  1. Hazzı Erteleme Önce zor olanı yapmak, ödülü sonra almak. Bu, ruhsal olgunluğun başlangıcıdır.
  2. Sorumluluğu Kabullenmek “Bu benim sorunum ve çözümü bana bağlı.” Bu tutum, bireyin özgürleşmesini sağlar.
  3. Gerçeğe Bağlılık Gerçekleri çarpıtmadan kabul etmek, ruhsal sağlığı korur. Yalan, acıdan kaçmanın bir biçimidir.
  4. Dengeleme Geleceği planlamak ile anı yaşamak arasında denge kurmak, disiplinin en rafine hâlidir.

Sorunlar ve Acı: Gelişimin Yakıtı

Peck, Buda’nın “Yaşam ıstıraptır” öğretisini temel alarak, acının gelişim için kaçınılmaz olduğunu savunur. Ancak asıl sorun acı değil, onunla yüzleşmekten kaçınma eğilimimizdir. Sorunlar, bireyin büyümesi için meydan okumalardır. Kaçtıkça gelişimden uzaklaşırız.

“Acı veren şeyler öğretir.” — Benjamin Franklin

Bu yüzden bilge insanlar sorunlardan korkmamayı, sorunları ve onların getirdiği acıyı iyi karşılamayı öğrenir.

“Nevrozlar” ve “Karakter Bozuklukları”

Dr. M. Scott Peck, Az Seçilen Yol adlı eserinde “Nevrozlar” ve “Karakter Bozuklukları” arasındaki farkı çarpıcı bir şekilde ortaya koyar. Bu ayrım, yalnızca psikolojik bir sınıflandırma değil; aynı zamanda sorumluluk alma kapasitesiyle ilgili bir bilinç düzeyi tanımıdır.

Nevrozlar: Aşırı Sorumluluk Yüklenenler

  • Nevrotik bireyler, yaşadıkları sorunlarda kendilerini suçlama eğilimindedir.
  • “Bu benim hatam” diyerek sorumluluğu fazlasıyla üstlenirler.
  • Bu durum, içsel çatışmalara ve yoğun suçluluk duygusuna yol açar.
  • Ancak bu kişiler, değişime açık ve terapötik sürece daha yatkındır.

“Nevroz, acı çeker ama gelişime açıktır.” — Dr. M. Scott Peck

Karakter Bozuklukları: Sorumluluktan Kaçanlar

  • Karakter bozukluğu olan bireyler, sorunların kaynağını dış dünyada arar.
  • “Bu benim değil, onların hatası” diyerek sorumluluktan kaçarlar.
  • Bu kişiler, genellikle manipülatif, savunmacı ve değişime dirençlidir.
  • Terapi sürecinde ilerleme daha zordur çünkü sorumluluk alma bilinci gelişmemiştir.

Nevrotik kişi ‘her şey benim suçum’ derken, karakter bozukluğu olan kişi ‘hiçbir şey benim suçum değil’ der.

Ruhsal Gelişim Açısından Fark

Dr. M. Scott Peck, “Az Seçilen Yoladlı eserinde nevrozlar ve karakter bozuklukları arasındaki farkı net bir şekilde ortaya koyar. Nevrotik bireyler sorunlarda kendilerini suçlama eğilimindeyken, karakter bozukluğu olan bireyler sorumluluğu dışa yansıtır. Okuduğum bir danışan hikayesinde şöyle diyordu: Kendi hatalarında “Ne var ki bunda?” diyerek geçiştirirken, başkasının aynı hatasında saatlerce nasihat ederdi.” Bu insanlar sizinle konuşurken genellikle gerçekten orada olmazlar; çünkü kendi zihinlerindeki ezberlere dayanarak konuşurlar. Ne farkındalık vardır, ne dinleme, sadece yönlendirme.

Bu tür davranışlar, karakter bozukluğunun dışa vurumudur. Sorumluluğu üstlenmek yerine başkalarına yüklemek, empati kurmak yerine yönlendirmek, dinlemek yerine ezber konuşmak… Bunlar, farkındalık eksikliğinin en belirgin işaretleridir. Kişi, başkalarının sınırlarını ihlal ederken bunu “normal” sayar; ama aynı şey kendisine yapıldığında rahatsız olur.

Etrafınızda böyle insanlar bulunuyor mu? Peki onlarla iletişiminizi nasıl sağlıyorsunuz?

Bu Tutumun Psikolojik Arka Planı

  • İçsel tutarsızlık: Davranış ve değerler arasında uyumsuzluk vardır. Bu da ilişkilerde çatışma yaratır.
  • Benmerkezcilik: Kendi ihtiyaçları ve konforu önceliklidir. Başkalarının durumu ikinci plandadır.
  • Sorumluluk reddi: Yanlış davranışları kabul etmek yerine savunmaya geçer.
  • Empati körlüğü: Başkalarının duygusal alanını fark edemez. Kendi yaşadığı rahatsızlığı başkalarına yaşatmakta sakınca görmez.

Yazarın Notu: “Manipülasyonun Görünmeyen Yüzü”

Çoğu insan, manipülasyonu hisseder ama tanımlayamaz… İçinde bir rahatsızlık belirir; adına “gariplik” der, “haksızlık” der… ama neyin tam olarak yanlış olduğunu bilemez. Çünkü manipülasyon, çoğu zaman açık bir saldırı değil; örtülü bir oyun biçimidir. Ve bu oyun, ancak bilinç yükseldiğinde görünür olur.

Bilincimizi yükselttiğimizde, insanların davranışlarındaki tutarsızlıkları, yönlendirme çabalarını, duygusal oyunlarını fark etmeye başlarız. Artık sadece hisseden değil, gören oluruz. Görmek, özgürleştirir… Çünkü fark ettiğimiz anda, o oyunun bir parçası olmaktan çıkarız…

Kendi Hikâyeni Fark Et!

Kitaptaki danışan örnekleri, ruhsal gelişim kavramlarını somutlaştırmak için kullanılır. Benim verdiğim örnekler de aynı işlevi görüyor—ama bu kez kendi yaşam gözlemlerim üzerinden. Çünkü farkındalık, yalnızca okumakla değil; gözlemlemekle ve deneyimlemekle derinleşir.

Psikoterapide karakter bozukluğuna sahip olanlara kıyasla nevrotik ile çalışmak daha kolaydır, çünkü onlar yaşadıkları zorlukların sorumluluğunu üstlenir ve dolayısıyla kendilerini sorunlara sahip olarak görürler. Karakter bozukluğu olanlarla çalışmak çok daha zordur; bazen de olanaksızdır, çünkü onlar kendilerini sorunlarının kaynağı olarak görmezler; kendilerinin değil, dünyanın değişmesi gerektiğini düşünür ve bu yüzden kendilerini incelemenin gerekli olduğunu fark etmezler.

Neden Bu Kadar Yaygın Görünüyor?

  • Toplumsal koşullanmalar: Çocuklukta öğrenilen ezberler, bireyin gerçeklik algısını çarpıtabilir.
  • Travmalar ve bastırmalar: Acıyla yüzleşmek yerine bastırmak, karakter bozukluğuna zemin hazırlar.
  • Sorumlulukla yüzleşme korkusu: Nevrotik eğilimler, bu korkunun içselleştirilmiş hâlidir.
  • Bilinç düzeylerinin çeşitliliği: Herkes aynı frekansta yaşamaz; bu da davranışsal çatışmalara yol açar.

Peki Ne Yapabiliriz?

  • Etiketlemek yerine anlamaya çalışmak: “Bozukluk” demek yerine, davranışın kökenine bakmak.
  • Kendi farkındalığımızı yükseltmek: Başkalarının oyunlarını görmek, kendi enerjimizi korumamızı sağlar.
  • Empatiyle sınır koymak: Anlamak ama kendimizi feda etmeden.

Değişen Sorunlar, Değişen Sorumluluklar

Nevroz ya da karakter bozukluğu, insanın ruhsal gelişim yolculuğunda karşılaştığı geçici duraklardır. Kalıcı olup olmamaları, kişinin farkındalık kapasitesine bağlıdır.

“Yaşamımız boyunca bizim sürekli olarak, değişen olaylar karşısında sorumluluklarımızın neler olduğunu değerlendirmemiz ve yeniden değerlendirmemiz gerekir. Bu değerlendirme ve yeniden değerlendirme, eğer yeterli ve vicdanlı bir biçimde yapılırsa, acısız değildir.” —Dr. M. Scott Peck

Bu iki işlemi yeterli biçimde yapmak için, bizim sürekli kendini- incelemenin acısına katlanma isteğine ve kapasitesine sahip olmamız gerekir. Peki biz bu kapasiteye sahip miyiz?

Cevap: Potansiyel olarak evet, pratikte çoğu zaman hayır.

  • Her insanın içinde bu kapasite vardır. Çünkü bilinç, doğası gereği gelişmek ister.
  • Ancak bu kapasiteyi kullanmak, konfor alanından çıkmayı, kendini çıplak bir şekilde görmeyi ve acıyla yüzleşmeyi gerektirir.
  • Çoğu insan, acıdan kaçmak için savunma mekanizmaları geliştirir: inkâr, yansıtma, suçlama, kaçınma…
  • Bu yüzden “kendini incelemenin acısına katlanma isteği” nadir bulunur. Ama bulunduğunda dönüştürücüdür

Vazgeçiş ve Yeniden Doğuş

Vazgeçiş ve Yeniden Doğuş, eski benliğimizin konforlu ama sınırlı alanından çıkıp, bilinçli bir varoluşa adım atma cesaretidir. Bu süreçte acı kaçınılmazdır; çünkü dönüşüm, eskiyi bırakmadan gerçekleşmez. Ve işte tam bu noktada, sevgi devreye girer. Çünkü sevgi, sadece bir duygu değil; gelişim için gösterilen iradedir.

Yeniden doğan benlik, artık sevginin ne olduğunu sorgulamaya başlar. Çünkü gerçek sevgi, dönüşmüş bir bilinçten doğar.

💗 Sevgi

Disiplinin insanın ruhsal tekamülünün aracı olduğunu öğrendik. Disiplinin ardında yatan şey- disiplin için gerekli güdüyü ve enerjiyi neyin sağladığı. Dr. Peck bu gücün sevgi olduğunu söylüyor. Sevgi sözcüklerle ifade edilemeyecek, ölçülemeyecek ya da sınırlanamayacak kadar büyük ve derindir. Dr. Peck’e göre sevgi, bir başkasının ruhsal gelişimi için gösterilen iradedir…

Dr. Peck’in Sevgi Tanımı

“Sevgi insanın kendi benliğini- kendisinin ya da bir başkasının ruhsal tekamülünü desteklemek amacıyla- genişletme iradesidir.”

Dr. M. Scott Peck

Dr. Peck bu tanıma psikiyatri alanındaki klinik çalışmalar sırasında yaptığı gözlemlerle (buna kendisi de dahildir) klinik psikiyatride sevginin tanımlanması çok önemlidir.

  1. Bazen insan davranışlarının ardında yatan şey sevgi gibi görünür fakat bu davranışların ardında yatan şeylerin sevgi olmadığını öğrenmek gerekir. Sevgiden kaynaklanır görünen ve sevgiden kaynaklanmaz görünen davranışların birçok örneği var. İkisi arasındaki en büyük fark, sevenin ya da sevmeyenin zihnindeki bilinçli ya da bilinçsiz amaç gibi görünüyor.
  2. Tanımlandığı haliyle sevgi garip bir şekilde dairesel bir süreçtir. Çünkü insanın benliğini genişletme süreci tekâmül eden bir süreçtir. İnsan sınırlarını başarılı bir biçimde genişlettiğinde, daha geniş bir varoluş haline erişir. Böylece, sevmek başka birinin tekamülünü amaçladığında bile insanın kendisini tekamül ettirir. Biz tekamül etmek için çaba göstererek tekâmül ederiz.
  3. Sevginin bu tek ve bölünmez tanımı başkalarına duyulan sevgiyle birlikte kendimize duyduğumuz sevgiyi de kapsar. Kendini insanın ruhsal gelişimine adamak, kendinin bir parçası olduğumuz insan ırkına adamak demektir ki bu kendimizi hem “onlarınkine” hem de kendi gelişimimize adamak anlamına gelir. Gerçekten de, kendimiz öz-disipline sahip olmadıkça çocuklarımıza da öz-disiplini öğretemeyeceğimiz gibi, kendimizi sevmedikçe başkalarını da sevemeyiz.
  4. İnsanın sınırlarını genişletmesi çaba göstermek anlamına gelir. İnsan sınırlarını ancak o sınırları aşarak genişletir ve sınırları aşmak çaba gerektirir.
  5. Sevginin tanımında “irade” sözcüğünü kullanarak arzu ile eylem arasındaki ayrımı aşmak gerekir. Arzu her zaman eyleme dönüştürülemez. İrade eyleme dönüştürülecek kadar güçlü olan arzudur. İkisi arasındaki fark “Bu kitabı okumak isterdim” ile “Bu kitabı okumak istiyorum” cümleleri arasındaki farka eşittir. Sevgi bir irade eylemidir; yani o hem bir niyet, hem de bir eylemdir.

Biz sevmeyi seçeriz. Ruhsal tekamül için büyük çaba içine girdiğimizde, bunun nedeni böyle yapmayı seçmiş olmamızdır. Sevme seçiminde bulunulmuştur.

Sevgiyle Karıştırılan Kavramlar

  • Aşık Olmak: Geçicidir, duygusal tatmin odaklıdır. Sevgi ise kalıcı gelişim odaklıdır. Gerçek sevgi deneyimi benlik sınırlarıyla ilgilidir, çünkü o insanın sınırlarını genişletmesini içerir.
  • Romantik Aşk Efsanesi: Sevgi, sadece “kalp çarpıntısı” ya da “özlem” değildir. Peck’e göre sevgi, birinin ruhsal gelişimini desteklemek için yapılan bilinçli bir eylemdir.
  • Bağımlılık: Kendi eksikliğini karşıdan tamamlama çabasıdır. Sevgi, karşıyı özgürleştirir.
  • Alışkanlık: Rutine bağlıdır. Sevgi, bilinçli seçimdir.
  • Sahiplenme: Kontrol içerir. Sevgi, saygı ve özgürlük içerir.
  • Sevgisiz Kateksiz: Kateksis, bir kişiye, nesneye ya da fikre yöneltilen duygusal enerjidir. Sevgiyle beslenen bir bağ kurma halidir. Sevgisiz kateksis ise, bu bağın yüzeysel, çıkarcı ya da bağımlılık temelli olmasıdır. Yani kişi birine bağlanmış gibi görünse de, bu bağda gerçek sevgi yoktur.
  • Kendini Feda Etmek: “Verici” sevgi maskesi altında, alıcının ruhsal ihtiyaçlarını dikkate almadan, sadece kendi ihtiyaçlarına karşılık vermek ve onları karşılamak.
  • Sevgi Bir His Değildir: Sevgi bir eylem, bir faaliyettir. Sevgi bir his değildir. Bir sevgi hissine sahip olan, hatta o hissin etkisiyle yıkıcı davranan birçok insan her türlü sevgisiz ve yıkıcı biçimde davranabilir.

Libidinal enerji,

Psikanalitik kuramın kurucusu Sigmund Freud tarafından ortaya atılan ve insan davranışlarını yönlendiren temel psikolojik güçlerden biri olarak tanımlanan bir kavramdır. Genellikle libido terimiyle ilişkilendirilir, ancak sadece cinsellikle sınırlı değildir.

“Sevgi hissi libidinal enerjiyle odaklanma deneyimine eşlik eden duygudur.” —Dr. M. Scott Peck

Peck burada sevgi hissini, sadece bir duygu değil, aynı zamanda libidinal enerjinin bilinçli bir şekilde odaklanmasıyla ortaya çıkan bir deneyim olarak ele alır. Bu yaklaşım, sevginin pasif bir his değil; aktif, iradi ve yönlendirilmiş bir süreç olduğunu vurgular.

Libidinal Enerji = Yaşam Gücü Freud’un kuramından ödünç alınan bu kavram, bireyin yaşamı sürdürme, bağ kurma ve haz alma güdüsüdür. Peck, bu enerjinin sadece cinsellikle değil, kişisel gelişim, bağlılık ve özveri ile de ilişkili olduğunu savunur.

Riskler ve Sevginin Disiplini

  • Kaybetme Riski: Sevdiğimiz şeyi kaybetme korkusu, bazen onu hiç sahiplenmemeyi tercih ettirir; bu kaçınma, gelişimi engeller.
  • Bağımlılık Riski: Sevgi sanılan bağlar, aslında karşı tarafın ilgisine bağımlı olma halidir; bu durum sevgi değil, işlevsel bir bozukluktur.
  • Bağlılık Riski: Gerçek sevgi, birine bağlanmayı ve onunla birlikte sorumluluk almayı gerektirir; bu bağlılık, özgürlükle birlikte gelir.
  • Yüzleştirme Riski: Kendi gerçeklerimizle yüzleşmek, acı verici olsa da ruhsal tekâmülün kapısını aralar; kaçmak, gelişimi durdurur.
  • Sevgi Disiplinlidir: Sevgi, sadece bir duygu değil; bilinçli bir eylem, irade ve disiplinle yönlendirilen bir gelişim gücüdür

Bu kavramlar, sevginin pasif bir his değil; aktif bir sorumluluk ve ruhsal büyüme aracı olduğunu gösteriyor.

Sevgi ve Ayrılık

Bir başkasının ruhsal tekamülüne katkıda bulunmak insanın kendisinin ruhen gelişmesine yardımcı olsa da, gerçek sevginin büyük bir özelliği insanın kendisi ile sevdiği arasındaki ayrımın ve farkın daima sürdürülmesi ve korunmasıdır. Gerçekten seven kişi, sevdiğini daima tamamen ayrı bir kimliğe sahip biri olarak algılar. Dahası, o bu ayrılığa ve sevdiğinin özgün bireyselliğine daima saygı gösterir, hatta onu teşvik eder. Ancak bu ayrılığı algılayamama ve ona saygı gösterememe son derece yaygın bir durumdur ve birçok zihinsel hastalığın ve gereksiz acının nedenidir.

Narsisizm Nedir?

Diğerinin ayrılığını algılayamamanın en aşırı biçimine narsisizm denir. Narsis bireyler, duygusal düzeyde, çocuklarını, eşlerini ya da arkadaşlarını kendilerinden ayrı olarak algılayamazlar.

Tekamül ve Din

Tekamül ve din, insanın varoluşsal yolculuğunda birbirini tamamlayan iki derin kavramdır. Tekamül, bireyin ruhsal gelişimini; din ise bu gelişimi yönlendiren ilahi rehberliği temsil eder. Bu ikisi birlikte ele alındığında, insanın sadece inanan değil, aynı zamanda gelişen bir varlık olduğu ortaya çıkar.

Dünya Görüşleri ve Din

Peck, insanların ruhsal gelişim düzeylerine göre farklı dünya görüşlerine sahip olduklarını savunur. Bu görüşler, bireyin Tanrı’yla, evrenle ve kendisiyle kurduğu ilişkiyi belirler.

  • İlk evre: Katı dogmatik inançlar. Genellikle çocuklukta edinilir.
  • İkinci evre: Şüphe ve inkâr. Gençlikte sorgulama başlar, din reddedilebilir.
  • Üçüncü evre: Bilimsel dünya görüşü. Akıl ve gözlem ön plandadır.
  • Dördüncü evre: Ruhsal sentez. Bilim ve din bir arada, daha yüksek bir bilinçle bütünleşir.

Bu evreler, bireyin ruhsal tekamül yolculuğunda geçirdiği dönüşümleri temsil eder.

Bilim Dini Eleştirisi

Peck, modern insanın bilimi bir tür “din” haline getirdiğini söyler.

  • Bilimsel doğrular, sorgulanmadan kabul edilir.
  • Manevi boyut göz ardı edilir.
  • Ruhsal ihtiyaçlar bilimsel açıklamalarla bastırılır.

“Bilim, Tanrı’nın yerine geçemez. Ama Tanrı’yı anlamak için bir araç olabilir.” — Dr. M. Scott Peck

Bu eleştiri, bilimin değerini küçümsemek değil; onu ruhsal gelişimin bir parçası olarak konumlandırmaktır.

Mucize Tanımı

Bölümün sonunda Peck, mucizeyi tanımlar. Ancak bu tanım, alışıldık doğaüstü olaylardan çok farklıdır:

“Mucize, ruhsal gelişimin kendisidir. Bir insanın içsel dönüşüm yaşaması, eski benliğini bırakıp yeni bir bilinçle doğması, en büyük mucizedir.” — Dr. M. Scott Peck

Yani mucize, dışsal değil; içsel bir olaydır. Ve bu olay, sevgiyle, disiplinle, acıyla ve inançla gerçekleşir.

İnayet

Peck’e göre inayet, insanın ruhsal gelişiminde zaman zaman devreye giren, açıklanamaz ama hissedilebilir bir güçtür. Bu güç:

  • Bizi doğru yola çeker.
  • Tesadüf gibi görünen olaylarla bizi dönüştürür.
  • Acıların içinden anlam çıkarmamıza yardım eder.
  • Bazen bizi korur, bazen bizi zorlar ama hep geliştirir.

“İnayet, Tanrı’nın görünmeyen eli gibidir. Sessizce ama kararlılıkla bizi büyütür.” — Dr. M. Scott Peck

İnayet ve Mucize

Bu bölümde Peck, mucizeyi doğaüstü olaylar olarak değil, ruhsal dönüşüm olarak tanımlar. Bir insanın:

  • Kendi karanlığıyla yüzleşmesi,
  • Sevgiyle hareket etmeye başlaması,
  • Gerçekten sorumluluk alması,
  • Ve sonunda daha yüksek bir bilinçle yaşamaya başlaması…

İşte bu, onun gözünde en büyük mucizedir.

İnayetle Yolculuk

Peck, inayeti sadece dini bir kavram olarak değil, evrensel bir ruhsal gerçeklik olarak ele alır. İnayet, sadece inananlara değil; arayan, sorgulayan, acıyla büyüyen herkese açıktır.

“İnayet, hak edene değil; hazır olana gelir.” — Dr. M. Scott Peck

Bu bölüm, kitabın başından beri işlenen tüm kavramları bir araya getirerek, insanın ruhsal yolculuğunun nihai anlamını sunar.

Yazarın Notu: “İçsel Dönüşüm Bir Mucizedir”

İnsanın içsel dönüşümünü bir mucize olarak tanımlarken, “Az Seçilen Yol” ile karşılaşmam adeta bu tanımın ete kemiğe bürünmesiydi. Dr. M. Scott Peck’in satırlarında, disiplinin acısıyla, sevginin emeğiyle, tekamülün sancısıyla ve inayetin sessiz gücüyle tanıştım. Ve gönül rahatlığıyla söyleyebilirim:

Mucize, dışarıda değil—içimizde başlıyor.

Az Seçilen Yol, okumayanlara tavsiye, okuyanlara bilgiyi hatırlatma amaçlı. Az Seçilen Yol, ilk kez 1978’de yayımlanmasına rağmen bugün hâlâ geçerliliğini koruyor.

Eserin Günümüz İçin Önemi Nedir?

  • Duygusal dayanıklılık çağında bir pusula: Modern yaşamın hızında, bireyler duygusal olarak tükeniyor. Peck’in disiplini, sorumluluğu ve sevgi tanımı, bu tükenmişliğe karşı bir içsel yapı sunuyor.
  • Gerçek sevgiye dair netlik: Kitap, sevginin sadece bir duygu değil, bir eylem ve sorumluluk olduğunu vurguluyor. Bu, günümüz ilişkilerinde sıkça eksik olan bir bakış açısı.
  • Psikolojik olgunlaşma için rehber: Hazzı erteleme, gerçeğe bağlılık ve dengeleme gibi ilkeler, bireyin ruhsal büyümesi için hâlâ temel taşlar.
  • Nevrotik ve karakter bozukluğu ayrımı: Peck’in bu ayrımı, günümüz psikolojik sorunlarını anlamak için hâlâ çok değerli bir çerçeve sunuyor.

Dr. M. Scott Peck

Morgan Scott Peck (1936–2005), Amerikalı bir psikiyatrist, yazar ve ruhsal düşünürdür. Harvard mezunu olan Peck, tıp eğitimini Case Western Reserve Üniversitesi’nde tamamladıktan sonra ABD Ordusu’nda psikiyatri alanında görev yaptı. Askerî kariyerinde Okinawa ve Washington D.C. gibi merkezlerde psikoloji ve nöroloji alanında üst düzey görevler üstlendi.

Peck’in yaşamı boyunca süren arayışı, onu sadece bilimsel değil, aynı zamanda ruhsal bir yolculuğa da taşıdı. 1980’de Hristiyan inancına yönelerek ruhsal deneyimlerini daha derinleştirdi. Bu dönüşüm, eserlerine de yansıdı: psikoterapi ile mistisizmi birleştiren bir anlatım dili geliştirdi.

En çok bilinen eseri The Road Less Traveled (Az Seçilen Yol), 10 milyondan fazla sattı ve 20’den fazla dile çevrildi. Ardından gelen People of the Lie ve The Different Drum gibi eserleriyle insan doğası, kötülük, sevgi ve topluluk üzerine çarpıcı analizler sundu.

Peck, aynı zamanda Foundation for Community Encouragement adlı bir vakfın kurucusudur. Bu vakıf, bireyler ve kurumlar arasında topluluk bilincini geliştirmeyi amaçlamıştır.

Yazarlar sizi okumaya davet ediyor.

Sevgiyle okuyunuz…

“Az Seçilen Yol, Dr. M. Scott Peck” için 2 cevap

  1. Merhaba Yasemin Hanım,

    Yazınız beni ziyadesiyle etkiledi. Kırk beş yıllık hayat yolcusu olarak 2020-2022 arası yaşadığım derin inziva, egzersiz ve dönüşüm hayatımın cennetiydi adeta. Kendimi kendimde doğurduğum bir zaman dilimiydi. Üstüne 2022 Ocak ayının ilk haftası ayak burkulması hediyesi geldi. Bu kitabı ilk fırsatta alacağım.

    Sevgi ve Saygılarımla

    Önder

    1. Merhaba Önder Bey,
      Ne mutlu size, yaşadığınız süreci değerlendirerek gelişiminize etki edecek bir yolculuğa çıkmışsınız. “Az Seçilen Yol” bir psikiyatristin penceresinden yaşadığınız yolculuğun sağlamasını yaparken ruhsal gelişiminiz için öğrenmeniz gereken içeriklerle dolu.
      Sevgiyle okuyunuz…

myonderozkan için bir cevap yazın Cevabı iptal et

İnsan, her şeyi sahiplenme arzusundayken, varoluşun gerçek amacını çoğu zaman unutuyor. Şuurun altın damarına ulaşmanın farkında değil. Fiziksel dünyanın keşfi ilerledi ama insanın “kendini bilme yolculuğu” geri kaldı. Devasa binalar, yollar ve şehirler yükselirken; insanın iç dünyası hâlâ bilinmezliklerle dolu. Bilim, insanın özünü ve aklın ötesindekini henüz çözemedi.

Kendi değerimizi bilmemek, çağımızın en büyük açmazlarından biridir. Bu çağ, ilahi değerin açığa çıktığı dönem olmalı.

Kendini Bilmek İçin Kitap sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin