Hazlarımız ve arzularımız bize hiçbir şey öğretmez. Asıl olana varmamızın tek yolu yaşam deneyimlerimizdir. Bunların çoğu da acılardan, ızdıraplardan oluşur…
— Helena Petrovna Blavatsky
Merhaba
Blavatsky’ye göre haz (duyusal zevkler) ve arzu (ego kaynaklı istekler), bizi gerçek bilgiden uzaklaştıran geçici ve yanıltıcı deneyimlerdir. Bu düşünce, Budizm‘in “arzu acının kaynağıdır” anlayışıyla doğrudan paralellik taşır. Teozofik bakışta, arzu benliği (kama-rupa), ruhsal yükselişi engelleyen bir alt bilinç katmanıdır.
Blavatsky, acı ve ızdırabı kaçınılmaz ve gerekli ruhsal eğitim araçları olarak görür. Gerçek bilgiye ve “asıl olana” (ilahi hakikate, ruhsal öz’e) ulaşmak için insanın ego zırhının kırılması gerekir. Bu da çoğunlukla acı verici bir süreçtir. Bu yaklaşım, mistik deneyimlerin çoğunda bulunan “karanlık gece” motifiyle uyumludur (örneğin Mevlana, Eckhart ya da St. John of the Cross).
Blavatsky’ye göre bilgi teorik olarak değil, doğrudan deneyim yoluyla edinilir. Özellikle karma (sebep-sonuç yasası) yoluyla insan, eylemlerinin bedelini yaşar ve bu süreçte ruhsal dersler alır. Bu nedenle, dünyevi acılar, evrensel yasalarla uyumlu bir şekilde ruhu olgunlaştırır.
Blavatsky’nin bu anlayışı, kişisel gelişimi sadece konforla değil, zorluklarla yüzleşerek sağlayabileceğimiz bir inisiyatik yol önerir. Yani:
- Acı = Ruhsal arınma fırsatı
- Haz = Gerçek özden uzaklaştıran illüzyon
Bu düşünce Bodhisattva ideali ile de örtüşür: Aydınlanan kişi, kendi acısını da başkalarının acısını da bir anlamda “üstlenerek” hizmet yolunu seçer.
Blavatsky’nin bu sözü, günümüzde kişisel gelişim alanında sıkça karşılaşılan “konfor alanından çıkma”, “acıyla dönüşüm” gibi kavramların çok daha derin, metafizik bir temelini oluşturur. Ruhsal evrimin itici gücü olarak acıyı görmesi, onun öğretisinin hem realist hem de mistik yönünü gösterir.
Aydınlanmış olan birey, tüm insanoğlu kusursuzluğa ulaşana dek kendi kurtuluşunu veya Nirvana’ya ulaşmayı reddeder. “Uzunca kareler”in üzerine yazılmış ayetler HPB’ye tekrar tekrar söylenmiştir; onu ezberleyen HPB, daha sonra bunlardan bazılarını çevirerek Sessizliğin Sesi’nde yazmıştır. HPB’nin başyapıtı olan “The Secret Doctirine” gene garip dilde yazılmış olan Dzyan Stanzalar’nın devasa bir yorumudur.
Sessizliğin Sesi kadim ve meçhul “Altın Öğütler Kitabı”ndan alınmış metinlerdir. Özgürleşmenin ve aydınlanmanın iki yolunu özetler:
- İlki kişinin kendisini, sadece kendi aydınlanmasına, özgürlüğüne adayan yol; diğeri ise sadece kendi aydınlanması değil, acı çeken tüm duyarlı varlıkların aydınlanmasına, kurtuluşa erişmesi için çaba gösteren kişilerin gittiği yol.
- İkinci yol Budha’nın öğretileriyle biçimlenen, varlığını oraya dayayan Bodhisattva yoludur.
Meditasyondan sonra okuduğum mini kitap. Sizler gibi bende dış dünyadan yeterince bilgi edindikten sonra, içsel dünyamda yol alabilmek için öğreniyorum.
Bazı insanlar “ O kadın bir medyum değil miydi?” ya da “Bir sahtekar?” veya “Şarlatanın teki?” sorularını yöneltiyorlardı. Ancak onun kim olduğunu ve Batı düşüncesine katkılarını bilenlerin görüşleri daha farklıydı. Tıpkı ezoterizm Christopher Bamford gibi, onlar da Blavatsky’nin neden Marx, Nietzsche veya Freud gibi ” Yirminci yüzyılın kurucularından” biri olarak kabul görmediğini anlayamıyorlardı.
Bu tespit son derece yerinde ve aslında Helena Petrovna Blavatsky’nin mirasının nasıl hem büyük ölçüde yanlış anlaşıldığını, hem de hak ettiği entelektüel konumdan uzak tutulduğunu gösteriyor. Onun kimliği ve etkisi, mistik bir medyum mu, tehlikeli bir şarlatan mı, yoksa zamanının ötesinde bir fikir öncüsü mü tartışmalarının odağında kalmıştır.
Blavatsky’yi anlamanın yolu, onu yalnızca kişisel iddialarıyla değil, düşünsel mirasıyla değerlendirmektir. O bir “şarlatan” değil; mistik düşünceyle entelektüel derinliği birleştiren bir öncüdür. Döneminde anlaşılmadı — tıpkı Nietzsche gibi. Ama etkisi, özellikle günümüz yeni ruhsallık ve ezoterik felsefe anlayışlarında hâlâ çok canlıdır.
Söylenenlere göre Einstein masasının üstünde bile Madam Blavatsky’nin başyapıtı olan The Secret Doctrine’in okunmaktan yıpranmış bir kopyası bulunuyordu. Bazı teozofistler, Einstein’ın ünlü formülü E=mc2 nin bu ağır ve kalın kitabın içinden çıktığını iddia edecek kadar ileri gitmişlerdi. Böylesi bir iddiayı doğru kabul edebilmek, birçok insana güç gelecektir.
Bu tür söylentilerin güçlü olmasının nedeni, bilim ile spiritüellik arasında bir köprü kurulması özlemidir. Ancak hem Einstein’ı hem Blavatsky’yi doğru anlamak için onları kendi bağlamlarında değerlendirmek gerekir: biri evreni deneyle çözmeye çalışırken, diğeri onu sezgiyle anlamaya çalışıyordu.
Teozofik bir deyiş olan “hakikatten daha yüce bir din yoktur‘un aksine HPB’nin hakikatin ne olduğuna dair ” Olsa olsa kısmi bir bilgiye ulaşabilir” açıklaması nispeten kolay olur.
Bu cümle, Sanskritçe aslıyla “Satyān nāsti paro dharmah” şeklinde geçer ve Teozofi Derneği’nin resmi sloganıdır. Anlamı:
Gerçekten (hakikatten) daha üstün bir öğreti, din ya da yasa yoktur…
Bu ifade ilk bakışta mutlak, evrensel bir hakikatin var olduğunu ve tüm dinlerin, geleneklerin ötesinde onun esas olduğunu ima eder. Yani:
- Tüm gelenekler hakikate farklı yollarla yaklaşır.
- Ama hakikat tek ve evrenseldir.
- Dinler, ritüeller, semboller bu hakikatin gölgeleri ya da ifade biçimleridir.
Bu görüş, Teozofi’nin “eklektik” ve evrenselci doğasını yansıtır: Doğu-Batı, din-felsefe, bilim-mistisizm arasında bir hakikat arayışıdır. Senin belirttiğin gibi, “hakikat en yüce dindir” derken hakikatin üstünlüğü ifade edilir; “olsa olsa kısmi bilgiye ulaşabiliriz” derken ise insanın sınırlılığına dikkat çekilir. Bu, Blavatsky’nin düşüncesinin hem evrensel hem de alçakgönüllü olmasını sağlar: hakikat vardır ama hiçbir sistem, kişi ya da kitap onu tam anlamıyla tekeline alamaz.
Bazı insanlar bir bilmece olarak kalıp, açıklanamazlar. HPB’de tanımlara sığmayan bir duayen.
Bencillik yapmadan yaşadığımız her sürecin birbirimizi etkilediğini düşünerek yol almalıyız.
Sessizce yaşamı ve kendimizi izlediğimizde, yol boyunca hedefe varmadan önce, karşılaştığımız manzaraların öğretisi büyük. Kimseyi yargılamadan.
Hiçbir şey sadece bireyin başına gelmez. Tüm yaşam, görünmeyen iplerle birbirine bağlıdır…
Dışarıdan görünmeyen, ama içeriden büyüyen bir uyanış. Ve bu uyanış, sessizlikte, izleyerek, yargılamadan, bencillikten arınarak gerçekleşiyor.
Her adımda içe döndüm. Baktığımda dışarıyı değil, kendimi gördüm. Bencillikten arınan her düşünce, evrenin sessiz yasasına dokundu. Yargılamadan geçtim insanların içinden. Anlamaya çalışmadım, sadece tanık oldum. Yolun kendisi öğretmendi; hedefe değil, yolda öğrendiğime tutundum. Ve nihayet, sessizlik konuştu…
Sessizliğin Sesi
Sessizliğin Sesi, okumayanlara tavsiye, okuyanlara bilgiyi hatırlatma amacıyla. Helena Petrovna Blavatsky’nin “Sessizliğin Sesi” (The Voice of the Silence) adlı eserini analiz edebilirim. Bu eser, mistik ve spiritüel öğelerle bezeli, doğu felsefesiyle batı düşüncesi arasında bir köprü kurmaya çalışan önemli bir metindir. Blavatsky, 19. yüzyılın sonlarında Teozofi hareketinin kurucularından biridir ve bu eser, onun öğretilerini yoğun bir şekilde yansıtır.
Blavatsky, bu metnin Tibetli üstatlardan aldığı ezoterik bilgilerin bir çevirisi olduğunu belirtir. Ancak tarihsel doğruluk açısından bu iddia tartışmalıdır.
Blavatsky’nin amacı, Batı dünyasına Doğu’nun ruhani geleneklerini tanıtmaktı. “Sessizliğin Sesi”, özellikle Budist mistisizmi ve Hindu Advaita Vedanta’sı gibi öğretilerden etkilenmiştir. Ancak Blavatsky bu bilgileri kendi teozofik sistemi içinde yorumlar:
- Tek hakikat öğretisi: Tüm büyük dinlerin ve öğretilerin ardında tek bir evrensel hakikat yattığı fikri.
- İçsel bilgi (gnosis): Gerçek bilgi dışsal değil, içsel deneyimle edinilir.
Akademik kuşku: Blavatsky’nin Tibetli “Üstatlar”dan aldığı bilgiler gerçek mi, yoksa kurgusal mı, hâlâ tartışma konusudur.
Doğu bilgeliğinin indirgenmesi: Bazı araştırmacılar Blavatsky’nin Doğu öğretilerini Batı’ya göre yeniden şekillendirdiğini ve özgün bağlamlarından kopardığını ileri sürer.
“Sessizliğin Sesi”, bir yandan Doğu mistisizminin Batı’da tanınmasına katkı sağlarken, diğer yandan evrensel bir ruhsal ahlak anlayışı sunar. Blavatsky’nin amacı, bireysel aydınlanmayı kolektif kurtuluşla birleştiren bir yol göstermektir. Kitap hem spiritüel bir rehber hem de sembolik derinliği olan bir felsefi metin olarak değerlendirilebilir.
Yazarlar sizleri okumaya davet ediyor.
Sevgiyle okuyunuz…



Yorum bırakın