“Ölümün insanoğlunun başına gelen iyiliklerin en iyisi olup olmadığını kimse bilmiyor, ama güya başa gelebilecek en büyük kötülük olduğunu sandıklarından ondan korkuyorlar. Birinin bilmediği bir şeyi bildiğini sanması cehaletin en utanç verici türü değil midir? “
— Sokrates
Merhaba
Atina-Sparta arasındaki Peloponez Savaşı ve sonrasında binlerce insanın öldürülmesine veya sürgününe neden olan Otuz Tiran’ın kovulmasının ardından MÖ 403 yılında Atina demokrasisi yeniden yapılanma sürecine girdi. Farklı kesimlerden Atinalılar, genç nüfusunu kaybetmiş ve salgınlarla boğuşan kenti tekrar inşa edebilmek için birlikte çalışmaya başladılar. Kentin yasaları revize edildi. Böyle bir dönemde yaşam tarzı “felsefe yapmak” olarak özetlenebilecek olan Sokrates; soruları, eski hikmetleri bazen denetleyen, bazen çürüten sorgulayıcılığı ve Atina’nın önde gelenlerine yönelttiği eleştirileri ile birçok düşman kazandı. Oligarşinin yerine demokrasi gelmiş olmasına karşın hâlen yeniden yapılanmaya çalışan Atina demokrasisi; arkasında Otuz Tiran’ın kovulmasında etkin rol oynamış ve Atina ordusunda komutan olarak hizmet etmiş olan Anytos ile Atinalı aristokrat Lykon ve Euthyphron Sokratik diyaloğunda hakkında silik bir delikanlı olarak söz edilen Meletos adında bir genç tarafından “gençlerin ahlakını bozmak ve dinsizlik” suçlamalarıyla açılan dava sonucunda 500’ler Meclisi kararıyla 70 yaşındaki Sokrates MÖ 399’da ölüme mahkûm edildi.
Sokrates, kendisini suçlayanları ikiye ayırır: mahkemede suçlayanlar ve “eskiler”. Kendi savunmasını yaptığı bu ilk bölüm eski suçlayıcılarına karşı gelişir. Davayı açan Meletos’un da bu eski suçlayıcıların sözlerine kandığını iddia eder. Sokrates suçlayıcılarının kendisi hakkında şöyle konuştuklarını iddia eder:
“Sokrates hem yerin altındakileri hem de göktekileri araştırır. İşgüzarın biridir. Bu nedenle de suçludur. Başkalarına da aynı şeyleri öğreterek, kötüyü iyiymiş gibi gösterir.”
Bu eski suçlayıcılardan sadece komedya yazarı Aristophanes’in adını verir.
Sokrates’e göre Atina’da adının çıkmasının bir nedeni vardır: bilgeliği. Ancak bunu kendini beğenmişlik olarak değil, bir olgu olarak sunar. Bilgeliğini ise Delfi’deki kahinin sözlerine dayandırarak şu olayı anlatır:
Sokrates’in arkadaşlarından Khairephon, Delfi’ye gider ve dünyada Sokrates’ten daha bilge biri olup olmadığını sorar. Aldığı yanıt ise olmadığıdır. Bu kehaneti kabullenemeyen Sokrates kendinden daha bilge olabileceğini düşündüğü devlet adamları, ozanlar ve zanaatkârlar ile konuşmak ve kehaneti çürütmek için yollara koyulur. Sokrates, bilge olduğunu sandığı ya da kendini bilge sanan bu insanların aslında bilge olmadıklarını anladıktan sonra, onlara bilge olmadıklarını ispatlamaya başlar. Böylece kendisine birçok düşman edinir. Hiçbir şey bilmediği hâlde kendisini bilge sanan bu insanlardan tek farkının “hiçbir şey bilmediğini bilmesi” olduğunu söyler. İşte onun gerçek bilgeliği bu bilinçtir. Ancak bu tutum, bilgeliklerini çürüttükleri insanlar tarafından bir bilge olarak sanılmasına yol açar. Edindiği düşmanlıkların nedeni de budur.
Sokrates; Meletos, Anytos ve Lykon’un tüm bu anlatılanları temel alarak kendisine saldırdıklarını söyler. Meletos’un ozanlar, Anytos’un zanaatkarlar ve devlet adamları, Lykon’un ise hatipler adına ona karşı olduklarını belirtir. Eski suçlayıcılara karşı savunmasını bitirdikten sonra şimdi sıra yeni suçlayıcılara gelmiştir. Baş suçlayıcısı Meletos’a yönelik ilk eleştirisini sunar:
“Ben de ey Atina erleri, Meletos’un ordubozanlık yaptığını söylüyorum. Çünkü ciddi konuları alay konusu yapıyor, insanları kolayca mahkemeye vermeye kalkışıyor, aslında hiç ilgilenmediği konularda kendini gayretli ve endişeli gösteriyor.”
Daha sonra, Meletos ile soru-yanıt şeklinde gelişen karşılıklı konuşmaya girer, insanların hiçbir kötülüğü bilerek yapmadıklarından bahseder. Eğer ölüme mahkûm edilirse, soylu ama hantallığı ve miskinliğiyle bir at sineğinin sokarak uyandırmasına muhtaç kocaman bir ata benzettiği bu kente kendini adamış birinin kaybedileceğinden bahseder. Gençleri yoldan çıkarttığı iddialarına karşı, yoldan çıkarılanları ya da onların yakınlarını mahkemede göremediği argümanını dile getirir. Kötü bir muamele görmüşlerse, neden kendisinden öç alma peşinde olmadıklarını sorar. Savunmasının sonlarına doğru yargıçlara neden gözyaşı dökerek yalvarmadığını, çocuklarını veya evinden herhangi birini neden merhamet dilemek için şahit olarak çıkarmadığını açıklar. Tüm bunları yapmanın kendisine yakışmayacağını belirtir.
Sokrates, 500’ler Meclisi’nin oylamasıyla az bir farkla suçlu bulunur. Platon, eserde yargıç sayısı veya oy sayısından bahsetmez ancak Sokrates’in otuz oy daha almış olsa idam cezası almayacağını belirtir.
Zaten az yaşamı kalmış biri için ölüm cezasını uygun görenlere bu kararlarının doğuracağı sonuçları gösterir. Yaşlı ve aslında öyle olmamasına karşın “bilge” birini öldürmekten başkalarının ceza verenleri eylemlerinden sorumlu tutacaklarını belirtir. Yargı huzurunda kendini küçük düşürmemesinin ve yalvarmayışının aslında gerçek öldürülüş sebebi olduğunu açıklar, bunları yapmaktansa ölmeyi yeğleyeceğini belirtir. Cezasına oy verenlere son olarak bir kehanette bulunur, idamından sonra başlarına çok daha büyük belalar açılacağını söyler.
Yaşaması için ölüm cezasına karşı oy kullananlarla Sokrates sohbet eder. İlahi gücün sesinin ona yanlış bir şey yaptığında hep karşı çıktığını, ancak tüm bu olaylar içinde hiç karşı çıkmadığını, yani aldığı bu kararın iyi bir şey olduğunu ve bir işaretle engellenmediğini söyler. Ölümü iki olasılıkla değerlendirir: Sonsuz bir hiçlik veya ruhun başka bir yere göç etmesi. Ölüme soğukkanlılık ile yaklaşan Sokrates, cezasından memnuniyetini bile dile getirir.
Son olarak yeniden suçlayıcılarına dönerek onlara öfkeli olmadığını söyler ve onlardan bir şey rica eder. Eğer gelecekte oğulları erdem yerine paraya daha çok değer verir ya da sahte bir bilgelik hissine kapılırlarsa, kendilerini bilmezlerse, yapmaları gerekeni yapmazlarsa; oğullarına, kendisinin suçlayıcılarına davrandığı gibi davranmalarını öğütler.
Sokrates, ceza hükmünün verilmesini doğru bulmadığını dile getirir ve konuşmasını şu şekilde bitirir:
“Artık ayrılma vakti geldi çattı, ben ölmeye, sizler de yaşamlarınızı sürdürmeye gidiyorsunuz. Hangisinin daha iyi olduğunu sadece tanrı bilebilir…”
Sokrates’in Savunması, okumayanlara tavsiye, okuyanlara bilgiyi hatırlatma amaçlı. Sokrates’in Savunması (Apologia Socratis), Platon tarafından kaleme alınan ve Sokrates’in Atina’daki yargılaması sırasında savunduğu savunmasının detaylarını içeren ünlü bir diyalogdur. Bu eser, yalnızca Sokrates’in hayatını değil, aynı zamanda felsefi metodunu, değerlerini ve düşüncelerini de açıklar. Sokrates’in Savunması, Batı felsefesi açısından son derece önemli bir metin olup, felsefi özgürlük, doğru yaşam ve bilgelik arayışı gibi temalar üzerinde derinlemesine düşünmeyi teşvik eder.
Sokrates’in Savunması, Sokrates’in MÖ 399 yılında Atina’da suçlandığı ve yargılandığı mahkemede yaptığı savunmayı içerir. Sokrates, kendisine yöneltilen iki ana suçlamayla karşı karşıya kalmıştır:
- Tanrılara inanmamak ve yeni tanrılar icat etmek.
- Gençleri kötü yönde etkilemek, onları Atina devletinin geleneksel inançlarına ve değerlerine karşı ayaklandırmak.
Yapıt, Euthyphron ve Kriton ile birlikte bir üçleme oluşturur. Euthyphron mahkemenin hemen öncesini, Savunma yargılama sürecini, Kriton ise yargılama sonrasını anlatır. Sokrates’in Savunması, Euthyphron adlı diyaloğun devamı niteliğindedir.
Sokrates, mahkeme salonunda kendini savunurken, kendisine yöneltilen suçlamaların yanlış olduğunu savunur. Savunmasını yaparken çok belirgin bir sokratik yöntem kullanır. Sokratik yöntem, soru-cevap yoluyla düşünsel bir çözüm aramaya dayanır. Sokrates, karşısındaki kişileri soru sorarak, onların görüşlerinin çelişkilerini ortaya çıkarmayı amaçlar.
Sokrates’in Savunması, sadece bir kişinin mahkemede savunması değil, aynı zamanda felsefi bir duruş, erdemli bir yaşamın savunusu ve sokratik yöntemin ne denli güçlü ve etkili bir düşünme biçimi olduğunu gösteren bir metin olarak önem taşır. Sokratik ironi, ahlaki sorgulama ve bilgiye duyulan özlem gibi unsurlar, eserin temel felsefi unsurlarını oluşturur.
Sokrates, Atina’da sistemi sorgulayarak, halkı düşünmeye ve kendilerini sorgulamaya davet ediyordu. Onun derdi, toplumun köhneleşmiş düşünce yapılarının ve geleneksel değerlerinin yerine, gerçek bilgi ve erdemi yerleştirmekti. Bu anlamda, o da aslında mevcut düzeni bozma çabası içindeydi, ancak amacını her zaman toplumun daha iyiye gitmesi olarak koymuştu.
Sokrates’in Savunması’nda olduğu gibi, bugün de bu tür direnişlerde baskılar, suçlamalar ve toplumsal karşıtlıklar olabilir. Ancak, “bozmak” ya da “sorgulamak” aslında toplumun kendi kendini yenilemesi için gereken bir süreçtir. Zira her toplum, zamanla yeniliklere ve sorgulamaya ihtiyaç duyar.
Sokrates, toplumun mevcut yapısını kabul etmenin değil, sürekli olarak onun doğru olduğunu sorgulamanın önemini vurgulamıştı. Bugün de bu düşünceler, gençlerin direnişinde, sosyal adaletin savunulmasında, bireylerin haklarının korunmasında, özgürlüklerin artırılmasında ve her türlü toplumsal bozulmaya karşı bir duruş sergilenmesinde görülüyor. Bu süreç, insanlığın ilerlemesinin ve gelişmesinin temel yoludur.
Sokrates’in son sözleri genellikle şu şekilde aktarılır: “Iphigenia’ya bir horoz borçluyum. Onu ödeyin.” Bu sözün kökeni, Sokrates’in ölüm cezasını aldığı ve yargıçlar tarafından idam edilmek üzere mahkemeye götürüldüğü anla ilgilidir. Ancak, bu son sözlerinin anlamı, aslında hem metaforik hem de felsefi bir derinlik taşır.
Horoz, eski Yunan’da genellikle kurban edilmesi gereken bir hayvan olarak kabul edilirdi, dolayısıyla “horoz borcu” terimi, bir tür felsefi yükümlülük veya toplumun beklentileriyle ilişkilendirilebilir. Sokrates’in bu son sözleri, ölümünün ardından bile toplumsal ve dini sorumluluklarını yerine getirmesi gerektiğine dair bir işaret olabilir. Tanrılara karşı bir borç, ahlaki sorumluluk ve doğru yaşam anlayışının ifadesi olabilir.
Ölüm ve Sonsuzluk: Sokrates’in ölümle yüzleştiği ve ölümün getireceği bilinmezliğe dair bir huzur içinde olduğu düşünülürse, horoz figürü aslında bir tür sonsuzluk ya da geçiş sembolü olarak algılanabilir. Yunan kültüründe, horozlar, günün ilk ışıklarıyla birlikte yeni bir dönemi simgeliyor. Bu, Sokrates’in ölümünden sonra yeni bir hayatın ya da bilinçli bir dönüşümün başladığına dair bir metafor olabilir. Belki de Sokrates, ölümün bir son değil, bir geçiş olduğunu ve bu geçişin bir tür daha yüksek bilinçe açılma olasılığını içerdiğini ima etmeye çalışıyordu.
Horoz borcu, Sokratik ironiye de bir göndermedir. Sokrates’in en büyük bilgeliği, bilmediğini bilmesidir. Bu, basit ve sıradan bir hayvan üzerinden bile bir tür felsefi ders çıkarmaya ve insanın dünyadaki geçici sorumluluklarını bile sorgulamaya devam ettiğini gösterir. Horoz, gün doğumunun işareti olduğu gibi, belki de sokrasi bir yeni başlangıcın işaretidir, bir tür felsefi uyanış.
Sokrates, ölümü bir korku ya da son olarak görmemiştir. Aksine, doğal bir geçiş olarak kabul etmiş ve onu bir dönüşüm süreci olarak ele almıştır. Bu bağlamda, son sözlerinde güvenli bir şekilde ölümüne hazır olduğunu, hayatını özgür düşünme, bilgelik arayışı ve doğru yaşam için adadığını ifade etmekteydi. Horoz borcu, bir şekilde ölümün de, tıpkı bir yaşam döngüsünün sonu gibi, doğal bir parçası olduğu anlayışını temsil eder.
Sokrates’in ölümüne yaklaşırken söylediği “horoz borcu” ifadesi, pek çok farklı anlam taşıyor. Hem tanrılara karşı bir sorumluluğu yerine getirme hem de bilgelik ve ölüm üzerine düşünsel bir yansıma olarak yorumlanabilir. Sokrates’in son sözleri, bir bakıma onun yaşamını ve ölümünü bir bütün olarak düşündüğümüzde, hayatın geçici doğasını, sorgulamanın ve özgür düşünmenin değerini, toplumun değerlerinden bağımsız düşünmeyi savunmak adına çok önemli bir mesaj taşıyor.
Sonuçta, Sokrates, ölümün son olmadığına, bilgelik ve düşüncenin sürekli bir arayış olduğuna dair derin bir iz bırakarak, son nefesini vermiştir. Horozun borcu, hem toplumsal sorumluluklar hem de kişisel bilgelik arayışının bir tür özeti olabilir.
Sokrates, koçluk veya rehberlik açısından da oldukça önemli bir figürdür! Koçluk denilince akla genellikle kişisel gelişim ve yaşam rehberliği gelse de, Sokrates’in sorgulama yöntemi ve felsefi yaklaşımı, koçluk anlayışının temelleriyle gerçekten de paralellik gösterir.
Yazarlar sizi okumaya davet ediyor.
Sevgiyle okuyunuz…



Yorum bırakın