“Senin var olman, olsa olsa, benim tarafımdan algılanmış olman demektir. Senin var olduğun yer benim tasarımımdır. Dolayısıyla, ben senin varlığının ilk koşuluyum…”

— Arthur Schopenauer

Merhaba

Önce Upanişadlar vardı. Upanişadlar felsefesi, Hindistan’ın evren hakkındaki öğretilerinin doruğunu oluşturur. Bu noktaya daha Veda zamanlarında erişilmiştir, felsefi önem bakımından da günümüze kadar olan hiçbir düşünsel gelişme onu aşamamıştır.

Filozof için eşyanın doğasında tezahür eden ve bilgimizin sınırları genişledikçe daha iyi görülebilen büyük bulmacanın kapsamlı bir çözümüne ola ki ulaşılırsa, bunun anahtarı ancak doğanın esrarının bize içerden açıldığı yerde, yani içteki benliğimizden bulunabilecektir.

Upanişadların ilk düşünürleri işte bunu ortaya koymuşlardır.

Bilebildiğimiz kadarıyla felsefe üç kez aşama kaydetmiş ve bunun sonucunda onun ezeli ödevi, ondan beklenen çözüm daha açık olarak kavranabilmiştir; önce Upanişadlarla Hindistan’da, sonra Parmedines ve Eflatun’un felsefeleriyle eski Yunan’da, yakın zamanda da Kant ve Schopenhauer’in felsefelerinde, Grek felsefesi Parmedines ve Eflatun’un öğretileriyle doruğa ulaştı, şu bakımdan ki,değişim gösteren tüm evrenin Parmedines baştan aşağı görüngesel, Eflatun’da bir gölgeler alemi olduğunu söylemiştir.

Upanişadlar Sanskritçe’den Farsça’ya ilk kez çevrildi. Daha sonraki yıllarda Latince’ye aktarıldı. Fakat çeviri birçok bilgin tarafından ilgiyle karşılanmış olsa da, anlaşılması o kadar zor bir uslüpla kaleme alınmıştı ki, karmakarışık labirentin içinde bir kılavuz ip bulmak için Schopenhauer gibi yılmaz ve anlayışı keskin bir filozof gerekiyordu. Schopenhauer bu ipi bulup izlemekle kalmadı, oradaki göz korkutucu dağarcığın altında uçsuz bucaksız düşünce hazinelerinin yattığını inkarcı bir çağa duyuracak cesareti de gösterdi.

Schopenhauer çeviriyi titizlikle okuduğu gibi kendi felsefesinin Upanişadlardaki temel öğretilerden yoğun etkiler taşıdığını da açıkça belirtti.

Schopenhauer Seneca’nın Aristo’dan yaptığı bir alıntıyı anar; Büyük dehalar elbette çılgınlığa çok yakındırlar ve çok ince çizgiyle ayrılırlar…

Eflatun’un mağara benzetmesini anımsatır. Şair-filozofa göre mağaranın dışında kalanlarla, döndüklerinde alay edilir; çünkü gözleri karanlığa alışık olmadığından, gölgeleri iyi göremez ve ayırt edemezler. Demek ki dehanın aynı anda iki dünyada da yaşayabilen kişi olduğu söylenebilir. Deha, çıldırmadan, istek dünyasında da, sanat dünyasında da yaşayabilir.

  • Müziğin rolü nedir?

Onun konusu yalın zamandır. Müzik öteki sanatlar gibi Eflatun’un “idea” dedikleriyle değil, isteğin “ideaların” yansımaları olduğu dünya isteğinin kendisiyle ilgilenir. Schopenhauer şöyle yazmıştı: “Dünyaya vücut bulmuş istek kadar vücut bulmuş müzik de denebilir.”

İsteme ve Tasavvur Olarak Dünya’nın Genel Yapısı

İsteme ve Tasavvur Olarak Dünya önsözler, dört ara kitap ve Kant felsefesinin tartışıldığı bir ekler bölümünden oluşmaktadır.

Klasikleşen eserlerin yazarlarının kendi kitaplarına yazdıkları önsözler önemlidir ve muhakkak değerlendirilmelidirler. Schopenhauer’ın önsözlerinin yazım yılları ve içerikleri kısaca şu şekildedir:

  1. Önsöz (1818): Schopenhauerjın İsteme ve Tasavvur Olarak Dünya’nın okunması için talep ve tavsiyeleri (Schopenhauer 30 yaşında).
  2. Önsöz (1844): Schopenhauer’ın akademi analizleri (Schopenhauer 56 yaşında).
  3. Önsöz (1859): Schopenhauer’ın kitabına yönelik sakin ve çok kısa değerlendirmesi (Schopenhauer 71 yaşında — [72 yaşında ise ölüyor]).


Burada ikinci ve üçüncü önsözler önemli olmakla birlikte “1. Önsöz” adeta kitabın kullanım kılavuzu olduğu için bu takdim yazısında özellikle “1. Önsöz” üzerinde duracağım. Fakat “2. Önsöz”deki akademi eleştirisi o kadar çarpıcıdır ki kısaca da olsa buna dikkat çekmekte fayda olduğunu düşünüyorum.

Schopenhauer’ın birinci ve ikinci önsözleri yazması arasında 26 yıl vardır. İkinci önsözü yazarken artık 56 yaşında olan filozof, 30 yaşındaki halinden farklı olarak akademiyi derinden eleştirebilecek konumdadır. Schopenhauer’ın ikinci önsözde yer alan eleştirisinin temelinde ise akademinin ciddi bir kısmında hakikat arayışının değil, iktidar dalkavukluğunun ve hesapçı ve kurnazca tüccarlığın hâkim olduğu iddiası yer almaktadır. Buna ilaveten iç dünyası sığ, zihinleri de hamasetten öteye geçemeyenlerin ise sahip oldukları hınçla yaratıcılık sahibi ve üretken insanlara engel oluşturup ciddi anlamda zaman, enerji ve üretim kaybına yol açtıklarına işaret edilmektedir. Tüm bu durumlar ise akademiyi yozlaştırmaktadır.

Tabii bana kalırsa eğer Schopenhauer, intihal skandallarını, unvan veya teşvik almayı tek ve nihaî amaç haline getirenleri, para verip tez yazdıranları, puan toplamak için birbirlerine atıf yapanları ve tüm bu utanç verici güdülere hizmet etmenin ötesine geçemeyen konferans ve dergileri de görseydi herhalde resmettiği yozlaşmanın bile bir derece daha yozlaşabildiğini iddia ederdi.

Schopenhauer’ın yazdığı önsözlerden 1818 tarihli olan ilki ile karşılaşan birisinin —özellikle her şeyin çok hızlı yaşandığı çağımızda— şaşırmaması veya öfkelenmemesi zordur, Zira filozofun talepleri vardır. Okur kendisine yeni görevler yükleyen bir yazara alışık olmadığı için Schopenhauer’ın tavrına ilk başta şaşırabilir. Fakat Schopenhauer’ın taleplerinin anlamlı olduğu, kitapta ilerlendikçe kendisini belli edecektir. Schopenhauer’ın birinci önsözdeki talepleri ise şu şekilde gösterilebilir: Ana talepler:

  1. Kendisinin daha önce yazmış olduğu Yeterli Temel İlkesinin Dörtlü Kökü Üzerine başlıklı kitabını okumak
  2. Kant felsefesini tanımak
  3. Kitabı bitirince bir kez daha okumak İkincil talepler: 1. Platon düşüncesini tanımak. 2. Vedalar ve Upanishadlar hakkında malumat sahibi olmak

Yeterli Temel İlkesinin Dörtlü Kökü Üzerine başlıklı kitabının okunmuş olması Schopenhauer’ın ana taleplerinden ilkidir ve bu eser de artık Türkçede mevcut olduğundan okur bu talebi karşılayabilir. Bana kalırsa okur bu eseri, yalnızca İsteme ve Tasavvur Olarak Dünya ile bağlantısı için değil, kendi içinde felsefe tarihinin başyapıtlarından biri olarak sadece olduğu haliyle de değerlendirebilir zira aşağıda da kısaca göstermeye çalışacağım üzere Schopenhauer’ın bu kitabı büyük ve önemli iddialar barındırmaktadır.

Ana taleplerden ikincisi de gerçekten önemlidir zira Schopenhauer çok fazla terimi ve düşünceyi Kant’ın bıraktığı yerden devralmaktadır. Bu konuda okurun dikkat edebileceği tek nokta Schopenhauer’ın Kant felsefesinin terimlerini ödünç almakla birlikte bunları sıklıkla Kant çerçevesinin dışında kullanmasıdır.

Schopenhauer’ın bu eseri bitiren okura kitabı tekrar okumasını salık veren üçüncü talebine gelince ben onun kendi eserini içten içe müzikal bir yapı olarak da gördüğüne ve böyle bir istekle eserinin sonuna “başa dönüp tekrar çal” anlamına gelen de cap işareti koyduğuna inanıyorum. Fakat bu talebe odaklandığımızda göz önünde bulundurmamız gereken, bütün kitabın aslında tek bir düşünceden ibaret olduğu ve bu tek düşüncenin İse mimari katılığa sahip donuk bir bütünden ziyade yaşayan canlı bir organizmaya benzediği iddiasıdır. Schopenhauer’ın bu üçüncü talebi canlı bir varlığa bakıp tanışıklık kurmaya benzemektedir.

Friedrich Nietzsche, Eğitici Olarak Schopenhauer adlı eserinde şöyle yazar: “Eğiticilerin, özgürleştiricilerinden başka bir şey olamazlar. Her türlü eğitimin sırrı da budur işte: yapay uzuvlar, balmumundan burunlar, gözlüklü gözler vermez sana, — bu armağanları verebilen, sahte bir eğitim görüntüsüdür yalnızca. Oysa özgürleştirmedir eğitim, bitkinin narin çekirdeğine tecavüz edecek her türlü ayrıkotunun, molozun, asalağın ayıklanması, ışık ve ısının sökün etmesi, gece yağmurun sevgiyle inmesidir; anaç ve merhametli olduğu yerde doğayı taklit etmek ve ona hürmet etmektir, gaddar ve acımasız nöbetlerine engel olduğu ve iyiye yöneldiği yerde, üvey ana tavrının ve hazin anlayışsızlığının dışavurumlarının üstüne bir örtü serdiği yerde, doğanın tamamlanışıdır.”

“Elbette, kendini bulmanın, koyu bir bulutun içindeymiş gibi, olağanlıkla yaşanılan uyuşukluktan çıkıp kendine gelmenin başka yolları da vardır ama ben, eğiticilerini ve biçimlendiricilerini düşünmekten daha iyi bir yol bilmiyorum. Ve bugün, kendisiyle gurur duyduğum bir öğretmeni ve bir terbiye ustasını, Arthur Schopenhauer’i anmak istiyorum daha sonra başkalarını da anmak üzere.”

Schopenhauer’ın Einstein’dan Schrödinger’e, Nietzsche’den Wittgenstein’a, Wagner’den Mahler’e, Tolstoy’dan Beckett’a günümüz kültür dünyasını şekillendiren pek çok kişiyi etkileyen ve felsefe tarihinin başyapıtlarından biri olan İsteme ve Tasavvur Olarak Dünya’sı, birinci basımının ardından iki yüzyıl sonra nihayet ilk kez tam metin çevirisiyle Türkçede yeniden doğuyor.

Arthur Schopenauer, Alman filozof. Felsefe tarihinde irrasyonalist ve karamsar olarak bilinir. En ünlü yapıtı henüz 30 yaşına varmadan yayınladığı İstenç ve Tasavvur Olarak Dünya’dır. Arthur Schopenauer, görünen dünyanın ardında yatan esas gerçekliğin İstenç (İrade) olduğunu ileri sürdü. Arthur Schopenauer’e bu istenç akılsız, bilgisiz bir öze sahipti ve kendisini fenomenler dünyasında gösteriyordu. İnsan bedeni de onun esiriydi. Aklın denetiminde olmayan bu istenç, insanları parmağında oynatıyor ve geçici tatminlerle veya ulaşılamayan hayallerle, insanı hiçbir zaman dışına çıkamayacağı bir bıkkınlık ve acı döngüsüne sokuyordu. Ona göre; anlamsız, boş, acı-dolu, kötü bu hayattan kaçınmanın tek yolu vardı ; o da istencimizi öldürmek.

İsteme Ve Tasavvur Olarak Dünya, okumayanlara tavsiye, okuyanlara bilgiyi hatırlatmak için. İsteme ve Tasavvur Olarak Dünya (Die Welt als Wille und Vorstellung), Arthur Schopenhauer’in en ünlü ve en önemli felsefi eserlerinden biridir. 1818 yılında yayımlanan bu kitap, Schopenhauer’in felsefi sistemini sistematik bir şekilde sunduğu eserdir ve özellikle onun idealizm, isteme ve acının doğası üzerine yaptığı derinlemesine tartışmalarla tanınır.

Kitap, dünyaisteme ve tasavvur (temsil) olarak iki temel kavram üzerinden ele alır:

  1. Tasavvur (Temsil): Schopenhauer’e göre, dünya bizim algılarımız ve düşüncelerimizle şekillenir. Dünya, dış dünyadaki nesneler ve olaylar, biz onları nasıl algılıyorsak o şekilde bir temsile dönüşür. Yani, dış dünya gerçek anlamda bir “şey” değildir, aslında biz onu zihnimizde temsil ederiz. Bu, Kant’ın fenomenler ve “şeyler kendinde” düşüncesine benzer bir bakış açısıdır.
  2. İsteme: Schopenhauer’in felsefesinin merkezi, dünya ve varoluşu isteme olarak görmesidir. Schopenhauer’e göre, dünya, aslında derin ve sürekli bir arzu ve çaba (isteme) halindedir. İsteme, bilinçli düşünceler ya da arzular değil, daha derin bir varoluşsal kuvvetin yansımasıdır. İnsan, hayvan, doğa — her şey, istencin bir tezahürüdür ve tüm varlıkların esas amacı sürekli bir şekilde bir şeyler istemek ve bu istekleri tatmin etmeye çalışmaktır. Bu isteme, Schopenhauer’in ünlü “acının kaynağı” düşüncesinin temelini oluşturur.

Schopenhauer’in felsefesine göre, isteme evrensel bir güçtür ve varlıkların içsel özü, tatmin edilemeyen bir istekten başka bir şey değildir. İnsanlar bu isteklerini tatmin etmek için çabalarlar, fakat bu sürekli bir döngüdür, çünkü bir istek tatmin olduktan sonra, başka bir istek doğar. Bu yüzden hayat, sürekli bir acı ve eksiklik hali olarak yaşanır. Dünya, temelde bir acı ve isteme ile şekillenir.

Schopenhauer, bu düşüncelerle, bireysel varoluşun acı verici doğasına dair derin bir eleştiri sunar. Dünya, bir nevi kendisini sürekli arayan bir arzu olarak var olur ve bu yüzden insanlar hep tatminsizlik içinde yaşar. Fakat, Schopenhauer’in çözümü, insanın kendi istemelerini aşmak ve sanat, estetik deneyim, ve mistik bir bakış açısı aracılığıyla bu sürekli isteme döngüsünden kurtulması gerektiğidir. Bu bakış açısı, onun huzur ve özgürlük arayışı konusundaki fikirlerini besler.

İsteme ve Tasavvur Olarak Dünya (daha çok Dünya İsteme ve Temsil Olarak çevrilir), Batı felsefesinde önemli bir yere sahip olan bu derin ve felsefi eserdir. Schopenhauer, eserinde Kant’ın idealizmini daha da derinleştirerek, insan varoluşunun anlamını ve acısını keşfetmeye çalışır.

Bu eser, özellikle felsefe, psikoloji ve varoluşsal düşünceler üzerine ilgi duyanlar için büyük bir etki yaratmış ve Schopenhauer’in fikirleri modern düşünceyi şekillendiren önemli kaynaklardan biri olmuştur.

Yazarlar sizi okumaya davet ediyor.

Sevgiyle okuyunuz…


Kaynak Kitaplar : Upanişadlar Max Muller, Yaratıcı Mitoloji Joseph Campbell, Eğitici Olarak Schopenhauer, Friedrich Nietzsche

Yorum bırakın

İnsan, her şeyi sahiplenme arzusundayken, varoluşun gerçek amacını çoğu zaman unutuyor. Şuurun altın damarına ulaşmanın farkında değil. Fiziksel dünyanın keşfi ilerledi ama insanın “kendini bilme yolculuğu” geri kaldı. Devasa binalar, yollar ve şehirler yükselirken; insanın iç dünyası hâlâ bilinmezliklerle dolu. Bilim, insanın özünü ve aklın ötesindekini henüz çözemedi.

Kendi değerimizi bilmemek, çağımızın en büyük açmazlarından biridir. Bu çağ, ilahi değerin açığa çıktığı dönem olmalı.

Kendini Bilmek İçin Kitap sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin