Merhaba
Ege sahilinde yaşamın keyfi, kıyılarında gizli olmalı. Göğe yükselen martıların dansını bir süre izledim. Yaşamın içinden, insan desenlerine mavinin her bir tonuna ayrı ayrı dokunarak geçtim. Şimdi saat 19.10’u gösterirken pencereden esen hafif bir rüzgar eşliğinde klavye de tık tık tuş sesleri tınlarken, kuş sesleri de odanın içine doluyor. yazmak işte böyle bir büyü haline dönüşüyor.
Yazılanları tekrar okumak için durduğumda saçlarım rüzgardan savrulurken gözüm pencerenin önünde açan pembe begonvillere takılıyor. Anın verdiği keyifle tüm duygular dalgalar halinde yükselirken, sade sodanın damağımdaki tadı adeta hücrelerime işliyor.
Bu hislerin adı özgürlük değilse ne?
“Benim rolüm insanlara, kendilerini daha özgür olduklarını göstermek,” diyen blog sayfasının konuğu Michel Foucault’nun kişiliği ve entelektüel karakteri başka nasıl okunabilir ki!
Michel Foucault, hem düşünceleri hem de yaşantısıyla tam bir özgürlük kahramanıdır. Onun bu ilginç karakterini kendisiyle yapılan söyleşilerde kimi zaman kullandığı, “Yaşamın ve çalışmanın temel amacı, kişinin başlangıçta olmadığı kişi olmasıdır; oyun ancak sonunda ne olacağını bilmediğin zaman oynamaya değer olur; kitaplarımın her biri benim yaşamöykümdür,” gibi ifadelerinden çıkarmak da mümkündür.
İnsanların yaşadıkları, yaptıkları ve düşündükleriyle ilgili kesin ve rahatsız edici yargılar vermekten olabildiğince kaçınan Foucault, tersine, daha çok onları anlamaya ve incelemeye özen gösterir.
Michel Foucault için, modern aklın içine tıkıldığı hapishanenin en güçlü duvarı, inanın modernliğine özgü bir düşünce ve uygulama sisteminin içine hapsedilmesini temsil eden hümanizm ve hümanizmin merkezindeki insan figürüydü; öyle ki “kumsala çizilmiş bir yüz gibi silinmeye” mahkum olan insanın öldüğünü ilan etmiş olması da, onun düşüncesinin en çok bilinen yanıdır. Kendinden menkul iyiliğinin örtüsü altındaki hümanizm, ona göre, hapishane gibi, kendi temellerini oluşturan hümanist gerçeklerin gerçek yüzlerini saklayan kurumlar yaratmıştır.
Michel Foucault‘nun düşüncesini en çok etkileyen filozofun Nietzsche olduğunda kuşku yok. Arkeolojinin tarihten yararlanması Nietzscheci bir soykütüğü ile ilintili olmakla birlikte, Nietzsche gelecekteki bir arkeolojik düşünce için hazır bir araç sunmamış ama ona, bu düşünce için gerekli olan zemini hazırlamıştır; işte onun bu katkıları bağlamında, Foucault, üç önemli noktaya işaret eder. 1)Bir filozof olarak Nietzsche felsefeyi dil üzerine köklü bir düşünme bağlamında ele alır ve dilin bilmecemsi çoğulluğunun ortaya çıkacağı entelektüel zemini hazırlar, 2)Nietzsche‘nin Tanrı kavramı ile insan kavramı arasında zorunlu bir bağ kurması, Foucault‘nun antropolojisinin yıkılması gerektiğini görmesini sağlar; ki üstinsan imgesi bu yıkımın habercisidir; 3) ” Nietzsche biz doğmadan çok önceleri diyalektik ve antropolojinin işbirlikçi vaatlerini küle çevirmişti” diyen Foucault için, kendi düşüncesine egemen olabilecek konumda bulunan Kant‘ın antropolojik düşünme ile Hegel’in tarihsel düşünme biçimi, hem antropolojiyi hem de diyalektiği sorgulamakla, Nietzsche tarafından saf dışı edilmiştir.
Düşünce Sistemleri Tarihi, kitaplarının bir derlemesi gibi de düşünülebilir. Benim için varoluşçular arasında önemli bir yeri olan Foucault’un diğer eserlerine Blog sayfasından ulaşabilirsiniz.
MICHEL FOUCAULT VE Düşünce Sistemleri Tarihi, okumayanlara tavsiye, okuyanlara bilgiyi hatırlatma amaçlı.
Yazarlar sizi okumaya davet ediyor.
Sevgiyle, okuyunuz…
Bir Cevap Yazın