“Sanat bir izahat değildir. Sanat bir sanatçının yaptığı şeydir, sanatçının açıkladığı şey değil.”
— Ursula Le Guin
Merhaba
Bugün Le Guin mağarasına doğru bir yolculuk, dağın zirvesine yapılan arketipik tırmanıştan daha az meşakkatlidir; fakat pek de tehlikesiz sayılmaz. Bastığınız yere güvenemeyeceğiniz Wikipedia bataklığını aşmalısınız. Trolleri uyandırmamak için bütün o yorum kısımlarında parmak uçlarınızda yürüyün. Aklınızda olsun, siz onları görebiliyorsanız onlar da sizi görebilir! Canavar Youtube’dan, ulu saat oburundan uzak durun. Onun yerine Google adıyla bilinen solucan deliğine doğru yol alın ve oradan devam edin. Ursula Le Guin‘in internet sayfasına varınca durun ve son paylaşımını görmek için doğrudan bloguna yönelin.
Ama önce bu kitabı okuyun…
Burada pek çok meseleye dair derin düşüncelerden oluşan bir arşiv bulacaksınız; yaşlanma; şeytan çıkarma; özellikle de belirli bir inanç olmaksızın yerine getirildiği zamanlardaki ritüel gereksinimi; internet üzerindeki bir yanlışın nasıl asla düzeltilemeyeceği; canlı müzik ve çocuklar; Homeros, Sartre ve Noel Baba. Le Guin, mutabakat ve hürmet talep eden bilgelerden değil. Onun kitaplarını okuyan herkes bunu bilir. Karşınıza çıkacak derin düşünceler, size sadece bizzat kendisinin ne düşündüğünü gösterecek.
Oysa tüm bunlar, sizin kendi düşünceleriniz için de güzel bir başlangıç niteliğindedir. Kimi zaman mağaradaki tabelada bilgenin yerinde olmadığı yazar. Böyle durumlarda, günün konusunu onun yerine Kendi belirler. “Böcekleri bir düşün”der.
Hayatında da işinde de her daim iyiliğin gücünü temsil ediyor ve sert bir toplum eleştirmeni; dünya gözlerimizin önünde kötülüğe yönelirken böyle bir duruş her zamankinden daha elzem. Hem okur hem de yazar olarak onun izinden giden bizler çok şanslıyız.
“Başlarken Ekim 2010 ”
Bana ilham veren, Jose Saramago‘nun seksen beş ve seksen altı yaşlarında yayınladığı olağanüstü blog yazıları oldu. Söz konusu yıllar, bu yıl Notebook adıyla İngilizcede yayımlandı. Her yazıyı hayret ve keyifle okudum. Daha önce hiç blog yazmak istememiştim. Zaten blog kelimesini de pek sevmem; sanıyorum bio-log (biyo-günlük) ya da öyle bir şey demek, ama kulağa biri sizi engellemiş ya da belki de sokakları koca yapılardan söz ediliyor gibi geliyor. Ayrıca bir blogun “interaktif” olması gerektiği fikri beni bu işten soğutuyordu; bir blog yazarından beklenen, tek tek yanıt verebilmek için insanların yorumlarını okuması ve yabancılarla sayısız muhabbete girmesiydi. Böyle bir şeye kalkışmak için fazla içedönük biriyim. Bir hikaye ya da şiir kaleme alıp onların arkasına saklanabildiğimde ve yazdıklarımın benim yerime konuşmasına izin verebildiğim müddetçe yabancılarla aram iyi.
Benim şimdiye kadarki denemelerim /girişimlerim/çabam (adı boşuna deneme yazısı değil) Saramago’nun yazdıklarından daha az politik ve ahlaki ağırlığa sahip; havadan sudan bahseden kişisel yazılar. Belki bu yazı biçiminde deneyim kazandıkça bu durum değişir, belki de değişmez. Belki de çok geçmeden bu türün hiç bana göre olmadığını fark edip bırakacağım. Zaman gösterecek. Şu an hoşuma giden, verdiği özgürlük hissi. Saramago doğrudan okuruyla iletişime geçmedi (tek bir istisna hariç). İşte ben de bu özgürlüğü de ondan ödünç aldım.
Ben de duayenlerden özgürlüğü ödünç alarak blog da yıllardır yazı ve şiirlerimi kaleme alıyorum. Anlayacağınız olmak istediğim yerdeyim. Bu nedenle olmamı istediğiniz yerden beni görebilmeniz pek mümkün değil.
Boşa Geçirecek Vakit Yok, çağdaş edebiyatın büyük yazarlarından Ursula Le Guin‘in ölmeden önce bize bıraktığı son armağanlardan…Zihninde dünyalar tasarlayan, kendini daha büyük bir gerçekliğin gerçekçisi olarak tanımlayan ve yaşarken efsaneleşmiş yazar, ilerlemiş yaşında, heyecanlı bir yürekle masasının başından bize ulaşıyor.
“Boş Vakitlerinizde Ekim 2010″
Harvard Üniversitesi 1951 yılı mezunlarının 60.yıl buluşması vesilesiyle Harvard’dan bir anket gönderdiler. Tabii benim gittiğim okul Radcliffe College idi, o zamanlar görünürde Harvard’a bağlıydı fakat kabul edilen öğrencilerin cinsiyeti nedeniyle Harvard olarak kabul edilmiyordu; zaten Harvard her şeyi kolayca hiçe sayabildiği zahmetli itibari sayesinde böyle detayları sıklıkla gözden kaçırır. Her neyse, zaten anket isim istemiyor, bu yüzden muhtemelen cinsiyet ayrımı da yapmıyor, ilginç.
Bu anketi doldurması beklenen kimselerin hemen hepsi seksenlerinde ya da seksen olmak üzere; altmış yıl, o gözleri parlayan genç mezunların başına türlü türlü şeylerin gelmiş olması için yeterli bir zaman.
Gelgelelim, şevkimi kıran Soru 18 idi: “Boş vakitlerinizde neler yaparsınız? (Uygun olanları işaretleyin) Liste şöyle başlıyor: “Golf… ”
Yirmi yedi uğraş içinde, “Raket sporları”nda sonra ama “Alışveriş,” “TV”, ve “Briç” ten önce yedinci sırada “Yaratıcı aktiviteler 8Resim yapmak, yazı yazmak, fotoğraf çekmek vs.) yer alıyor.
Tam bu noktada okumayı bıraktım, oturup epeyce düşündüm. Buradaki anahtar ifade boş vakit. Bu kelimeler anlama geliyor?
Boş vakit aslında özgür olduğunuz vakittir. Boş vaktin tersi meşgul vakit olsa gerek.
Yazmak Çok Tinsel, Çok Zihinsel Bir Aktivite…
Fakat hayatımın hiçbir döneminde dolu olmayan bir vakit düşünemiyorum. Ben serbestim, boşum; ama zamanım değil. Zamanım uykuyla, gündüz düşleriyle, iş yapmakla, yazmakla, okumakla, şiir yazmakla, düzyazı kaleme almakla, düşünmekle, unutmakla, yemek pişirip mideye indirmekle, mutfağı toplamakla, mutfak alış verişine çıkmakla, kocamla sohbet etmekle, yürüyebiliyorsam yürümekle, seyahat ediyorsak seyahat etmekle, kimi zaman Vipassana meditasyonu yapmakla, bazen film izlemekle, yapabildiğimde Sekiz Kıymetli Çin egzersizini yapmakla, bir cilt Krazy Kat karikatürünü elime alıp akşamüstü dinlencesi için uzandığımda uyluğumla baldırım arasındaki bölgeyi işgal ederek kendini iyice yerleştirip derhal derin bir uykuya dalmak suretiyle dolu. Bunların hiçbiri boş vakit değil. Boşa geçiremem. Harvard aklından neler geçiyor?
Boşa Geçirecek Vakit Yok, okumayanlara tavsiye, okuyanlara bilgiyi hatırlatma amaçlı. Boşa Geçirecek Vakit Yok (No Time to Spare), Ursula K. Le Guin’in yaşlılık, yaşamın sonu ve insanın zamanla ilişkisi üzerine yazdığı denemelerden oluşan bir kitaptır. Le Guin, bu eserde, yaşlanmanın getirdiği deneyimler ve hayatın anlamı üzerine derin düşüncelerini paylaşır. Kitap, yazarın hayatın sonlarına yaklaşırken yazdığı kişisel ve entelektüel bir hesaplaşma olarak okunabilir.
Boşa Geçirecek Vakit Yok, Le Guin’in 80’li yaşlarının başında kaleme aldığı, samimi ve düşündürücü bir eserdir. Yazar, yaşlanma süreciyle ilgili hissettiklerini, günlük yaşamın basit ve anlamlı anlarını, ölüm ve ölümle yüzleşme gibi evrensel temaları işler. Bu yazılar, Le Guin’in hem kendini hem de dünya üzerindeki varlığını sorguladığı bir dönemin yansımasıdır.
Kitapta, günlük yaşamdan küçük gözlemler ve yaşama dair kişisel deneyimler, felsefi bir çerçevede harmanlanır. Le Guin, okuyucusuna zamanın nasıl geçip gittiğini, ölümün ne anlama geldiğini ve insanın bu süreçte nasıl bir anlam arayışına girdiğini derinlemesine gösterir. Kitap, bir yandan yazarın entelektüel birikimini yansıtırken, bir yandan da okuru kendi varoluşuna dair düşünmeye sevk eder.
Boşa Geçirecek Vakit Yok aynı zamanda Le Guin’in çok katmanlı düşünme yeteneğini ve yazınsal dehasını gösterdiği bir eserdir. Okuyuculara yaşamın değerini, zamanın kıymetini ve hayatın sonuna yaklaşırken bile nasıl anlam dolu bir yaşam sürülebileceğini hatırlatır.
Ursula Kroeber Le Guin ( 21 Ekim 1929 – 22 Ocak 2018), Amerikalı bir yazardı. En çok, Hainish evreninde geçen bilim kurgu eserleri ve Yerdeniz fantezi serisi de dahil olmak üzere spekülatif kurgu eserleriyle tanınır. Eserleri ilk olarak 1959’da yayınlandı ve edebi kariyeri yaklaşık altmış yıl sürdü ve şiir, edebi eleştiri, çeviriler ve çocuk kitaplarının yanı sıra yirmiden fazla roman ve yüzden fazla kısa öykü üretti. Sıklıkla bir bilim kurgu yazarı olarak tanımlanan Le Guin, “Amerikan Edebiyatının en önemli sesi” olarak da anılmaktadır. Le Guin, “Amerikalı bir romancı” olarak tanınmayı tercih edeceğini söyledi
Yazarlar sizi okumaya davet ediyor.
Sevgiyle okuyunuz…



Yorum bırakın