“Bütün arzular kendi içinde kötü değildir. Aksine, kendini iyileştirme, daha iyi olma ve ‘Uyanma’ arzusu en gerekli ve en yararlı arzulardır. Bilgeliğe yönelerek çabaladığımızda ruhsal bir kahraman olmak ya da başkalarından daha erdemli, daha bilge olmak için çabalamayız; sınırlarımızı, hasar görebilir taraflarımızı ve kırılganlıklarımızı kabul ederek olgunlaşmak için çabalarız. Bilgelik arayışı bir tevazu ve olanı kabul etme yoludur…”
— Frederic Lenoir
Merhaba
Hayatın hakkını vermek, yani iyi bir hayat, iyiliğin kendisine uygun ve mutlu bir hayat yaşamak istediğim için Arayanlar İçin Açıklamalı Bilgelik, adlı eserin okura ulaşması için aracılık ediyorum. Beni ilgilendiren felsefi anlamdaki bilgelik, hakkı verilmiş bir hayat ideali. Senin emelinde bu mu?
Ezelden beri insanlar kendilerine varoluşun anlamını sormuşlardır.
- Sadece yemek yemek, uyumak, üremek, çalışmak ve eğlenmek için mi dünyadayız?
- Yoksa insan hayatının başka bir anlamı olabilir mi?
Kısa varoluşumuz içinde en önemli şey, mümkün olan en iyi hayatı sürebilmek için kalbimizle ve aklımızla yaşamayı öğrenmektir. İnsanlığa erişebilmek, ruhumuzu gölgeleyen ve başkasıyla ilişkilerimizi zehirleyen kötülükleri yenebilmek için… İşte ‘bilgelik’ dediğimiz budur… Soylu, bilinçli, aydınlık, sorumluluk yüklenmiş, sevgi dolu, uyumlu, adil, huzurlu, neşeli ve özgür hayat idealine yönelmek.
Bilgeliğin kendisine doğru yöneldiğimiz bir ideal olarak tanımlarsak, ne pahasına olursa olsun ulaşılacak bir hedef değil. Bilgeliğe yaklaşmak istemek : sadece bu bile hayatımızı değiştirebilir.
- Neler önemli, nelerin önemi yok?
- Nelerin kendimce önemli saymalıyım?
- Hepsinden evvel dışsal bir zenginliğe sahip olmayı mı istiyorum yoksa bir içsel zenginliğe mi?
Roma İmparatoru Marcus Aurelius zamanının en güçlü ve en zengin insanlarından biriydi. Ama aynı zamanda bilgeliğe tutkun, adil bir hayat sürdürmeye de çalışıyordu. Ruhunu yozlaştıracaklarını bilse, bütün zenginliğinden ve kudretinden vazgeçmeye de hazırdı, çünkü bilgelik arayışı onun esas hedefiydi. Marcus Aurelius ait Kendime Düşünceler adlı eserini okuyabilirsiniz.
- Senin için önemli olan ne?
- Hayatı hakkıyla yaşayıp doğru ve mutlu bir hayata yönelmek mi?
- Bu ideale ulaşmak için neleri göze alırdın?
- Yoksa senin için tanınan ve sayılan biri olmak mı daha önemli?
Kendine başka sorular sormadan sadece güzel uyumayı, beslenmeyi, sevişmeyi ve eğlenmeyi arayan, ne dünyanın daha iyileşmesine katkıda bulunmaya ne de kendilerini daha iyileştirmeye kafa yoran insanlar var. 12. yüzyılın düşünürü İbn Meymun’un dediği gibi:
“Her insanın adil olma, kötü olma; bilge olma ya da ahmak olma kabiliyeti vardır. Onu zorlayan ve davranışını önceden belirleyen, iyi yada kötü yola sürükleyen kimse yok. Kendiliğinden, büsbütün bilinçli olarak arzuladığı yolun peşine düşen yine kendisidir.”
Gerçi bilincinde olmadığımız duygularımız tarafından belirlendiğimize göre, Spinoza ve Freud’u izleyerek, insanın özgür seçimine duyulan bu mutlak inanca bir sınır çizmek gerekir. Ama yine de, hayatımızda sürekli etik seçimlerle karşı karşıya kaldığımız ve bu seçimlerin hayatımızı birbirine taban tabana zıt düşebilecek yönlere sevk edebildiği kesindir. Bilgeliği arayan kişi akıl, yaratıcılık ve iyilik bakımından içindeki potansiyeli ortaya çıkarmayı, ilerlemeyi ve olgunlaşmayı amaçlar.
Ya sen? Senin hayatta önceliğin ne oldu? Görece zengin ve kitaplarının başarısıyla refaha kavuşmuş birisin. Senin temel derdin bu muydu?
Bilgelik antikçağ filozofları için hem teorik bir bilgi (Yunancası sophia) hem de pratik bir bilgidir (phronösis). Biri olmadan diğeri düşünülcmcz. Gerçek bir bilgelik âşığı olan Andre Compte-Sponville’in dediği gibi, “Bilge yaşadığı hayatı düşünür ve düşündüğünü yaşar”. Dolayısıyla önemli olan her zaman, düşüncelerini ve kanaatlerini eylemlerle hayata geçirmeye çalışmaktır. Bu her zaman ikisi arasında tam bir tutarlılığın olacağı anlamına gelmez ama bunun için durmadan çabalamak gerekir.
Frederic Lenoir, soruyu şöyle yanıtlıyor:
Çocukluğumdan beri insan hayatının anlamını sorguladım. “Neden dünyadayız” diye sordum. On üç ya da on dört yaşıma doğru babam Platon’un Şölen diyalogunu elime tutuşturduğunda bu sorunun cevabının ilk parçalarına ulaşmaya başladım. Bütün Sokratik diyalogları yalayıp yuttum ve o andan sonra gerçekten ne yapmak istediğimi anladım: Kendimi tanımayı, dünyayı tanımayı ve bilgeliğe doğru ilerlemeyi öğrenmek! Ergenliğe vardığımda bilgelik arayışımı besleyen felsefe, psikoloji ve maneviyatla ilgili epeyce eser okumuştum. Liseyi bitirdikten sonra “bilgelik sevgisi” anlamına gelen felsefe bölümüne kaydoldum. Birkaç ay Hindistan’da yaşadım ve Tibet’te Lamaların yanı başında meditasyon yapmayı öğrendim. Bu yoğun ruhsal arayış sırasında bir de İsa’nın dahil olduğu çok güçlü bir mistik deneyim yaşadım ve bu deneyim beni yirmi dört yaşında, bir yandan felsefe okumaya devam ederken, bir manastıra girmeye itti. Üç yıl sonra oradan çıktığımda, artık bağlayıcı yeminler etmekten vazgeçmiştim. Çünkü bu sadece ve tefekkür dolu hayatı ne kadar sevsem de, ne herhangi bir kilisenin dogmalarını takip etmeye ne de iffetlilik yemini etmeye uygun bir yapım vardı. Böylece bilgelik yolundaki ucu açık arayışıma geri döndüm. Özellikle Budizme ilgi duydum ve Budizm ile Batı’nın karşılaşması üzerine bir doktora tezi savundum. Bu arada çalışmaya, okumaya, büyük varoluşsal sorular üzerine, bilgelikle ilgili sorular üzerine düşünmeye ve meditasyon yapmaya hiç ara vermedim. ”
“Aynı zamanda iyi ve mutlu bir hayata erişebilmek için her zaman çabaladım ve kendi üzerimde yoğun bir çalışma yaptım. Neredeyse yirmi yıl çeşitli terapilerle geçti. Bu terapi çalışması kendimi daha iyi tanımama yaradı; kendim birçok ketlenmeden, korkudan ve duygusal açıdan acılı bir çocukluktan miras kalma hüzünlerden ve öfkelerden kurtarmama imkan verdi. Meditasyonun da yardımıyla duygularımı kabul edip yönetme konusunda yol almayı, bedenimi kalbimi ve ruhumu bağdaştırmayı öğrendim. Varlığımızın farklı unsurları arasındaki ahenk bana bilgeliğin olmazsa olmaz bir boyutu gibi görünüyor…”
“Toplumsal olarak takdir görme meselesine gelince, yıllarca süren terapiler bana gösterdi ki bu ihtiyacım babama benimle gurur duyabileceğini kanıtlamak içindi. Ama kendime duyduğum güven gerçekten gelişip de bu nevrozla hesaplaştığım zaman, bu takdir görme ihtiyacından kurtuldum.”
Bazılarımızın tek yaşama sebebi insanlıkta olgunlaşmaya devam etmek ve başkalarına faydalı olmak… Esas olan bilgeliği arzulamak, olgunlaşmayı dönüşmeyi ve kendini daha iyiye taşımayı istemektir. Mutlulukla dolduğunuzda daha az şey sevincinizi ve huzurunuzu sarsabilir.
Montaigne’in Denemeler ‘in de Seneca’dan esinlenerek söylediği şu cümle o kadar önemli bir düstur ki:
“Gideceği limanı bilmeyene faydası dokunacak hiçbir rüzgar yoktur.”
Yani hayatta ileri gitmek istiyorsak öncelikle bir limanı, bir amacı hedeflemeli, amaçsızca oradan oraya dolanmak yerine ona erişecek araçlar edinmeliyiz. Kuvvetle arzu etmediği takdirde hiç kimse yüksek bir emele ulaşamaz. Sanat hakkında, sporda, meslek hayatından ve aile hayatında doğru olan neyse bilgelikte, yani iyi ve mutlu bir hayat idealinde de öyledir. Daha derinden ve daha uzun süreli bir mutluluk yaşamayı arzulayalım, bu mutluluğa ulaşacak araçlar edinelim ki, rüzgarların bize faydası dokunabilsin.
Hayatını bir sanat eserine dönüştürmeyi istemek gerekir…
Bütün arzular kendi içinde kötü değildir. Aksine, kendini iyileştirme, daha iyi olma ve ‘Uyanma’ arzusu en gerekli ve en yararlı arzulardır. Bilgeliğe yönelerek çabaladığımızda ruhsal bir kahraman olmak ya da başkalarından daha erdemli, daha bilge olmak için çabalamayız; sınırlarımızı, hasar görebilir taraflarımızı ve kırılganlıklarımızı kabul ederek olgunlaşmak için çabalarız. Bilgelik arayışı bir tevazu ve olanı kabul etme yoludur.
Mezopotamya’da yazılmış Gılgamış Destanı, baştan aşağı hayatın anlamı, ölüm ve ölümsüzlük ve dünyada mutlu olmanın imkanı gibi sorularla doludur. Bunlara çok belirgin cevaplar vermese bile, bilgeliğin temel sorunlarına yaklaşır. Gılgamış Destanı, dinsel ve kolektif kaygılardan ziyade daha ruhsal ve bireysel düşüncelerin öne çıktığı ilk metindir. Milattan önceki binyılın ortalarına doğru, bütün kültür havzalarında, bireysel mutluluğa, iyi bir hayat, esenlik ve kurtuluşa dair arayışlara tanık oluyoruz. Çin’de, Mısır’da, İran’da, Mezopotamya’da, Yahudiye’de, Hindistan’da ve Yunanistan’da insan hayatının anlamı üzerine düşünülüyor ve bireyin kaderi ve akıbeti gibi, krallığın ve imparatorluğun kaderi ve akıbeti üzerine de kafa yoruluyordu. Çin’de Konfüçyüsçülük ve Taoculuk; Hindistan’da Upanişad, Janizim, Budizm; İran’da Zerdüşlük; İsrail’de Yahudi dini ve Yunanistan’da felsefe gibi büyük maneviyat hareketlerinin ortaya çıkması bilgelik arayışının doğuşudur aynı zamanda.
Bütün bu düşünce hareketleri dünyanın çok farklı bölgelerinde ve kültür havzalarında neredeyse aynı anda doğmuşlar. Birbirlerinden mi esinlendiler?
Zaman zaman etkileşimler oldu. Yunan felsefesinin kurucu babalarından olan Pisagor’un Hindistan’a yolculuk ettiği kesindir. Yahudi din anlayışı da Mısır, Babil ve Pers uygarlıklarıyla temas halinde ortaya çıkmıştır. Ama doğrudan temaslar nadirdir ve bu düşünmelerin farklı kültür havzalarında aynı anda ortaya çıkması, muhtemelen, insan zihninin evrensel niteliği sebebiyledir.
Antikçağın büyük felsefe okulları birer bilgeliktir çünkü dinsel inanç üzerine değil akıl üzerine kurulu bir maneviyatı telkin etmişlerdir. Eskilerin anladığı anlamda felsefe uzman yetiştirme işi değil, insan yetiştirme işiydi.
Antik felsefe böylece yaklaşık bin yıllık bir zaman diliminde farklı büyük düşünce akımları halinde gelişti ama hepsinin ortak hedefi bilgelik arayışı idi: Platonculuk, Aristotelesçilik, Epikurosçuluk, Stoacılık, Kiniklik, Şüphelik ve Yeni-Platonculuk. Bu okullarda mantık, retorik, matematik, fizik ve kozmogoni her tür disiplin okutulmakla birlikte, öğrenimlerinin nihai amacı yine mutluluktu, insanın insanlıkta olabildiğince yükselebilmek üzere yetiştirilmesiydi.
Antikçağ felsefesinin büyük uzmanı Yaşam İçin Felsefe adlı eserin yazarı Pierre Hadot’nun çarpıcı biçimde belirttiği gibi:
“Felsefe yapma eylemi salt bilgi düzleminde yer almaz, bir ‘kendi olma’ ve varlık düzleminde yer alır. Bizi daha fazlasıyla var kılan ve daha iyiye yönelten bir ilerlemedir. Bu bütün hayatı sarsan bir dönüşümdür ve onu gerçekleştiren kişinin varlığını değiştirir. Kaygının yiyip kemirdiği ve bilinçsizliğin kararttığı sahici olmayan bir yaşama halinden, insanın kendi bilincine vardığı, dünyaya dair keskin bir görü elde ettiği ve içsel huzura ve özgürlüğe kavuştuğu sahici bir yaşama haline geçiştir.”
Kısaca felsefe yapmak yaşamayı öğrenmektir… Bu yüzden Eski Yunan’ın ve Roma’nın bilgelik okulları takipçilerine farklı farklı ruhani alıştırmalar önerirler. Dikkat vermek, bilincini sınamak hayat düsturları edinmek, kendine hakim olmak, tutkulardan arınmak ve iyiyi hatırlamak gibi…
Mutluluk Senin İçinde… Hayatımız üzerine düşünerek, kendimiz üzerine bir çalışma yaparak, adil seçimler, aklıselim seçimler yaparak ve dahası kendimize ve dünyaya dair düşüncelerimizi, inançlarımızı ve tasavvurlarımızı değiştirerek gerçekten de mutlu olabiliriz. Mutlulukla ilgili en büyük paradoks onun boyunduruk altına alınıp ehlileştirilemez oluşudur.
Bilgelik idealini şu yolla tarif edebiliriz; Bilge kişi dünyayı arzularına uydurmaya çalışmaktansa arzularını dünyaya, başka deyişle gerçekliğe uyacak şekilde yeniden şekillendirir. Hayatı koşulsuz bir tarzda her şeyin kendisi için elverişli olduğu zamanlar dışında da sevmeyi öğrenir.
Buddha, insanlığın bütün bilgeleri gibi, artık acı çekmeye bu kadar müsait olmamıza son verecek bir yol aradı. Bilgelik acının Bilgelik acının her yerde karşımıza çıkmasının kaçınılmazlığı karşısında teslim olmayı reddeder. Yine zahmetli ama hayatın cilvelerinden ve iniş çıkışlarından bağımsız içsel bir dinginlik ya da neşe duygusunu olgunlaştırmaya imkan veren bir yol önerir. Dolayısıyla bilgelik mutluluk ve mutsuzluk arasında bir uyuşmazlık olduğu bulgusuna doğrudan bir cevaptır.
Arayanlar İçin Açıklamalı Bilgelik, okumayanlara tavsiye, okuyanlara bilgiyi hatırlatma amaçlı. Kendini gerçekleştirmek fikri Doğu bilgelikleri çerçevesinde maneviyat terimleriyle tasvir etmek mümkün olduğu gibi Jungcu bireyleşme süreci çerçevesinde psikoloji terimiyle tasvir etmek de mümkündür. Bu kendimize bakışımızda, dünya ile ilişkimizde bir değişiklik meydana getiren bir olaydır. Çünkü böylelikle Bütünün bir parçası olduğumuzu ve derindeki kimliğimizin sandığımızdan çok daha tekil hem de aynı zamanda bir Mutlağa bağlı olduğunu fark ederiz. Farklı bilgelik gelenekleri bu mutlağa Tanrı, tanrısal, Logos, Tao, Brahman, Dünyanın Ruhu gibi çeşitli isimler vermişlerdir.
Frédéric Lenoir
Frédéric Lenoir, 1962 doğumlu Fransız filozof, sosyolog ve yazar; modern çağın en çok okunan düşünürlerinden biridir. Hem akademik çalışmaları hem de popüler kitaplarıyla felsefeyi geniş kitlelere ulaştırmayı başarmıştır.
Erken Yaşam ve Eğitim
- Doğum: 3 Haziran 1962, Antananarivo (Madagaskar)
- Çocukluk yıllarını Fransa’da geçirdi. Ergenlik döneminde Hermann Hesse ve Dostoyevski gibi yazarlarla tanışarak varoluşsal sorulara ilgi duymaya başladı.
- Felsefeye yönelmesi Platon’un Sempozyum eserini okumasıyla oldu.
- İsviçre’de Fribourg Üniversitesi’nde felsefe eğitimi aldı. Daha sonra Paris’te Sosyal Bilimler Yüksek Okulu’nda Budizm ve Batı üzerine doktora yaptı.
Akademik ve Edebi Kariyer
- Carl Gustav Jung’un psikolojik çalışmaları, Lenoir’in düşünsel yolculuğunda derin izler bıraktı.
- Doğu spiritüelliği, Tibet Budizmi ve Kabala üzerine yoğunlaştı.
- İlk romanları “Meleğin Vaadi” (2004) ve “Ayın Kehaneti” (2006), 20 ülkede bir milyondan fazla sattı.
- Felsefi denemeleri arasında “Mutluluk Üzerine”, “Tanrı Üzerine”, “Spinoza Mucizesi” ve “Dünyanın Ruhu” öne çıkar.
Ödüller ve Başarılar
- 2004’te Prix Maison de la Presse ödülünü kazandı.
- Kitapları birçok dile çevrildi ve uluslararası alanda geniş bir okuyucu kitlesine ulaştı.
Medya ve Popüler Etkisi
- Fransa’da radyo ve televizyon programlarında felsefe ve mutluluk üzerine konuşmalar yaptı.
- Amacı, felsefeyi akademik çevrelerin dışına çıkararak günlük yaşamın bir parçası haline getirmekti.
Düşünce Dünyası
- Lenoir’in eserlerinde mutluluk, maneviyat, dinler tarihi ve etik ana temalardır.
- Spinoza, Marcus Aurelius ve Jung gibi düşünürlerden ilham alarak modern insanın ruhsal yolculuğunu yorumladı.
Frédéric Lenoir hem akademik hem de popüler düzeyde felsefeyi erişilebilir kılan bir düşünürdür. Onun biyografisi, felsefenin yalnızca teorik bir alan değil, aynı zamanda yaşamı anlamlandırma sanatı olduğunu gösterir.
Yazarlar sizi okumaya davet ediyor.
Sevgiyle okuyunuz…



Yorum bırakın