
Johann Wolfgang von Goethe
“Eğer insanın sağlıklı doğası birlik halinde işlerse, eğer insan kendisini bu dünyanın içinde muhteşem, asil ve değerli bir bütün olarak hissederse, eğer uyum içindeki huzur ona saf ve özgür bir keyif sunuyorsa, eğer kendi kendisinin bilincine varabilirse, işte o zaman hedefine ulaşmanın zevkine erer ve kendi varoluşunun ve oluşumunun zirvesinde hayranlıkla kalır. Doğasının zirvesine ulaşmamış olan insan, kendi zirvesine ulaşması gereken tamamıyla yeni bir doğadır. Tüm kusursuzlukları ve erdemleri edinip, düzen, seçim, uyum ve anlamı etrafında topladığında bu yüksekliğe doğru çıkar ve sonunda bir sanat eseri yaratmış olur…”
Sevgili Okur
İnsanın “insan olmak” üzerine düşündüğünde, irdeleyeceği her zaman kendisidir…
Kozmosun bir parçası olarak, yarım asrı aşkın süredir insanlığın dışsal hedeflerinin yol açtığı karmaşaya şahitlik ediyorum. Gürültülü, kalabalık, herkesin bağrış çağrış içinde olduğu; “sen-ben” çatışmalarının bireysel haklılık arayışına dönüştüğü; duygusal, düşünsel ve bedensel kirlilik ile şiddetin hüküm sürdüğü bir dünya bu.
“Bu dünyada şiddete başvurmadan, özgürlük içinde ve erdemle yaşamak mümkün mü? İçimizde kök salmış olan şiddeti tamamen dönüştürmek mümkün olabilir mi? Şiddet bize nereden miras kaldı? Hayatımızda bu kadar acı varken, bu acıları nasıl sonlandırabiliriz?” Krishnamurti’nin bu soruları günümüzde hangi cevapları barındırıyordu. Bilgeliğe ulaşmak için nasıl bir yol haritası gerekiyordu.
Acının sona ermesi, bilgeliğin başlangıcıdır…
Acıyı ve doğasını anlamadan, sevginin ne olduğunu bilemeyiz. Ancak ne yazık ki, kıskançlık ve rekabet içinde yaşayan insan, gerçek sevgi ve şefkate ulaşamıyor.
Nedenini Edward Bach şu sözleriyle açıklıyor: “İnsanın en önemli hastalıkları aslında gurur; zalimlik, nefret, kendini beğenme, cehalet, dengesizlik ve açgözlülüktür. Bu gibi bozukluklar gerçek hastalıklardır.”
“İnsan olmak, bir çeşit rahatsızlık gibidir.” der Osho. Diğer rahatsızlıkların çaresi bulunabilir; fakat insan olmanın rahatsızlığına kimse bir reçete yazamamıştır. Bu nedenle büyük çoğunluğumuzun mükemmel hâle erişene kadar kat etmesi gereken belirli bir yol vardır ve bununla beraber şaşırtıcıdır ki ciddi çabalar harcandığı takdirde ve sadece o zayıf kişiliğine güvenmeyip aynı zamanda tam bir imana sahip olduğunda, herhangi bir kişi bu yollardan hızla geçip ilerleyebilir; bu kişiye imkân sunulduğunda, dünyadaki büyük üstatların öğretileri ve sergiledikleri örnek yaşamlar aracılığıyla, kendi Ruhuyla, yani içindeki ilahilikle birleşmesi mümkün olabilir.
İçsel keşif yolculuğunda sorular meydan okuyordu… Cevapları aramak için yola çıktım…
Öbür Ben
Atalarımızın sözlü geleneklerinde, eski doğudan kalma ilk el yazmalarından günümüz yayınlarına kadar, insanın içindeki “öbür ben” hakkında örtülü ama sürekli göndermeler vardır. Peki, bu “öbür ben” nedir? Nereden başlayıp ona ulaşabiliriz?
İşte o zaman dışsal koşulların yarattığı farkındalıkla içe dönme vakti gelmiştir. Benliğimizi tüm maskelerden arındırmalıyız. Gregor Samsa gibi, “Ben Kapsülü”ne binip izole olabiliriz.
Dönüşüm, fiziksel değil ruhsaldır.
İçsel özgürlük, dış dünyadan soyutlandığımız o odada filizlenir—Gregor’un yalnızlığında olduğu gibi. Ve işte o odada, dış dünyanın sesleri sustuğunda, içimizdeki başka bir ses duyulur. Bu ses, ‘öbür ben’in fısıltısıdır—görünmeyen ama hissedilen, tanıdık ama unutulmuş. Ona ulaşmak, yalnızca bir arayış değil; bir hatırlayıştır.
İçsel Yolculuk ve Kitapların Gücü
Antik çağların en saygın okullarının özünü hissetmek için kendi inziva odamda “Kitaplar Okulu”mu kurdum. Sessizlikten beslenip zihni bir bütün haline getirerek gerçeğin sesini duymak gerekiyordu. Kadim öğretileri uygulama alanına taşıdım. Kütüphanemde “Kadim Sohbet” arkadaşları edindim; öğrendiklerimi yanımda taşıdım.
Okumak sadece dünya bilgisini değil, aynı zamanda evrenin düzenini anlamayı sağlar. Kozmos’un sırlarını keşfetmek için içe dönüş yoluna çıktım. Kendi benliğimi parçalara ayırıp fethetmek için derinlere daldım. Kendi kendime koçluk ederken içsel motivasyonum şuydu: “İçini anladığında ve onun için çalıştığında, her şey eksiksiz olur…”
Stephen R. Covey, “Zihni eğitmek, varsayımları sorgulamak ve açmak, insanı büyütür. Çok okumak, büyük zihinlere açılan bir kapıdır. Okumayan kişi, okumayı bilmeyenden daha iyi değildir.” der.
Yazmak ise düşüncelerin berraklığını ve iletişim gücünü artırır. Günümüzde derin kitaplar az okunuyor; analitik düşünmek ve eleştirel yazmak geri planda kalıyor. Zaman çoğunlukla ekran başında geçiyor.
İnsanın tarih boyunca birikmiş tüm bilgisi içindedir. Bu bilgiye derinlemesine inip çıkarabilmek, ‘kendini tanımanın’ önemini artırır. Eğer kişi kendini tanımak isterse, doğrudan kendine bakmalıdır…
Kitaplar Okulu’nda Kendini Yaratmak
Bilinmeyen derinliklere yelken açmak zordur; bilinmeyen okyanusta cevaplar aramak cesaret ister. Gerçek öğrenme, insan olmanın anlamını yürekte kavramaktır. Kendimizi yeniden yaratmak, dünyayla ilişkimizde yeni kapılar açmaktır. Öğrenme; yaratmanın ve yaşamın üretim sürecinin bir parçası olmaktır.
Joseph Murphy’nin şöylediği gibi: “Önce zihnimizi arzuladığımız dünyaya göre değiştirmeliyiz.”
Zihin, bir bahçe gibidir; toprak, döngü, yıkım ve yeniden doğuşun alanıdır. İçimizdeki benliği sürdürmenin yolu budur. Bahçemizde yeni düşünce tohumları eker, ruhsal alemde gerçekliği izleriz. Gezegenlerin uyumlu dönüşlerini seyrederiz.
Bizler, koca gökte Venüs ve Mars arasında bir noktada, evrende dönüp duran küçük bir küre üzerindeyiz. İnsanın tek yapması gereken kendini yönetmektir. Dünyanın hareketini kontrol etmeye çalışmak boşunadır.
Güneş sistemi biz olmadan da dönüyor…
Kendini Tanımak: Zamanın En Zor Sanatı
İnsan, her şeyi sahiplenme arzusundayken, varoluşun gerçek amacını çoğu zaman unutuyor. Şuurun altın damarına ulaşmanın farkında değil. Fiziksel dünyanın keşfi ilerledi ama insanın “kendini bilme yolculuğu” geri kaldı.
Devasa binalar, yollar ve şehirler yükselirken; insanın iç dünyası hâlâ bilinmezliklerle dolu. Bilim, insanın özünü ve aklın ötesindekini henüz çözemedi.
Kendi değerimizi bilmemek, çağımızın en büyük açmazlarından biridir. Bu çağ, ilahi değerin açığa çıktığı dönem olmalı.
Miletoslu filozofun dediği gibi: “Yapılması en zor şey, kendini tanımayı öğrenmektir.”
Eski çağların bilge sözüdür bu; bugün de yolumuz budur…
Bugün, bilgiye ulaşmak kolaylaştı; ama bilgelik hâlâ sessizliğin derinliklerinde saklı. Kendini tanımak, yalnızca düşünmek değil—varoluşun özüne dokunmaktır. Bu çağ, dışsal ilerlemenin değil, içsel uyanışın çağrısını taşıyor. Çünkü gerçek gelişim, insanın kendi özünü hatırlamasıyla başlar.
Birlik Denge ve İnsan Olmanın Anlamı
Barış, düzen, denge ve uyumdur. Çokluk ve çeşitlilik, birliğe dönüştüğünde yok olmaz; aksine gerçekliğin tam halini kazanır. Zıtlıkların aşıldığı yerde savaş olmaz, düzen ve uyum hüküm sürer.
İnsan, düşünce, eylem ve niyetlerinde birliği gerçekleştirmeye çalışmalıdır. Niyet, eylemin özüdür; dış etkenler sonucu etkiler ama niyet bizim kontrolümüzde olan bir güçtür.
Niyetin birliğine sürekli yönelmek, kalple sembolize edilen değişmez merkeze dönmektir. Bu, ruhun kıblesidir.
Bu kıbleye yönelmek, dışsal karmaşadan içsel düzene geçiştir. İnsan, niyetini saflaştırdıkça eylemleri de berraklaşır. Düşünce, niyet ve eylem bir çizgide buluştuğunda, insan kendi içsel mimarisini inşa etmeye başlar. Ve bu mimari, barışın, düzenin ve uyumun yaşandığı bir içsel evrenin temeli olur.
Sevgi Özgürlük ve Yeniden Doğuş
Gerçek benliğiniz olan sevginin varlığını keşfetmeniz, özgürlüğün doğru ifadesidir. Her an, yeniden doğuş için bir fırsattır; yeter ki farkında olalım.
Dış seslerin ve toplumsal baskıların bizi yönlendirmesine izin vermeyelim. Özümüzle, kalbimizle, sevgiyle bağlantı kuralım.
Dr. David R. Hawkins’in Bilinç Haritası’na göre, saf sevgi ve içsel özgürlük 500’ün üzerinde bir kalibrasyonla ölçülürken, gerçek aydınlanma 600 seviyesinde başlar. Bu seviyeye ulaşmak, yalnızca farkındalık değil; niyetin, teslimiyetin ve ruhsal bütünlüğün bir sonucudur.
Biz sadece rehber değil, yolcuyuz. Bazen bir kelimeyle rehber, bazen sessizlikle yolcu oluruz. Farkındalıkla yürüdüğümüz yol bizi ve dünyayı değiştirir.
Tüm sevgimle, Yasemin…
Hakkında
Kendini Keşfetme Yolculuğu
İnsan olmak, bir çeşit rahatsızlık gibidir. Diğer rahatsızlıkların çaresi bulunabilir; fakat insan olmanın rahatsızlığına kimse bir reçete yazamamıştır. Bu nedenle büyük çoğunluğumuzun mükemmel hâle erişene kadar kat etmesi gereken belirli bir yol vardır ve bununla beraber şaşırtıcıdır ki ciddi çabalar harcandığı takdirde ve sadece o zayıf kişiliğine güvenmeyip aynı zamanda tam bir imana sahip olduğunda, herhangi bir kişi bu yollardan hızla geçip ilerleyebilir; bu kişiye imkân sunulduğunda, dünyadaki büyük üstatların öğretileri ve sergiledikleri örnek yaşamlar aracılığıyla, kendi Ruhuyla, yani içindeki ilahilikle birleşmesi mümkün olabilir.
İçsel keşif yolculuğunda sorular meydan okuyordu… Cevapları aramak için yola çıktım…







Yorum yazabilmek için oturum açmalısınız.