“İnsan şu korkutucu çatışmayla karşı karşıyadır: Doğanın tutsağıdır, ama gene de düşüncelerinde özgürdür; doğanın bir parçasıdır ama gene de doğanın dışına taşmıştır; ne tam doğanın içinde ne de tam dışındadır. Kendinin farkında oluşu insanı dünyadan kopuk, yalnız, ürkek bir yabancıya dönüştürmüştür…”

-Erich Fromm

Merhaba 

İstanbul bir metropol kültürel ve ekonomik olarak gelişmiş bir şehir. İstanbul en çok göç alan şehirlerden biri. Çevre kirliliği, trafik ve dengesiz yapılaşma gibi sorunlar metropollerde sıkça rastlanan sorunlardır. İki yıl sonra tüm bunları yeniden hatırlarken tanıdığım bu sokaklarda yürürken izlenimler ediniyorum.

Işıklar karşıya geçmemi söylüyor. Araçlara dikkat ederek karşıya geçiyorum. Her an bir yerden araç çıkabilir. Birkaç adım sonra Özgürlük Parkının eşiğindeyim…

Güvercin Heykeli

Parkın kapısından geçip güvercin heykelini selamlıyorum. Güvercin sembolü, ruhun yükselişini, içsel barışı ve ilahi bağlantıyı temsil eden en kadim işaretlerden biridir.

Doğanın, güzelliğini hayranlıkla izliyorum…

Mevsim kendini hissettirirken dökülen yaprakların ayaklarımın altında çıkardığı müziği dinliyorum. Kuş sesleri eşlik ediyor, ardından kedi ve köpek sesleri. Anlayacağınız tam bir şölen, diyebilirim.

İleride bankımı görüyorum…

Sol Yanım: Ağacım

Özlemle banka oturup sol yanımda tüm heybetiyle duran ağacıma bakıyorum.

Ardından “Kanser tekrarladı. Doktor kontrolleri, tetkikler derken, şimdi ameliyat gününü bekliyorum.” diyorum. Dertleşmek iyi geliyor.

Banka sırtımı yaslayıp gözlerimi kapıyorum…

Öz‘le iletişime geçiyorum…

Düşüncenin İnsanı götürebileceği en yüce nokta

Düşüncenin insanı götürebileceği en yüce nokta, bilmediğimizi bilmektir. “Bilmek ve gene de bilmediğimizi sanmak en yüce başarıdır; bilmemek, gene de bildiğimizi sanmak hastalıktır.” En yüce Tanrı’ya ad takılamaması bu felsefenin doğal sonucundan başka bir şey değildir. Mutlak gerçeklik, mutlak bir sözle ya da düşünceyle yakalanamaz. Evren’deki mutlak güç de hem düşünceler, hem de duygular evrenini aşar. Rigveda’da “Ben iki şeyim: Yaşam gücüyüm ve yaşam maddesiyim ; ben aynı anda bunların ikisi birdenim.” Bu fikrin getirdiği, düşüncenin her şeyi ancak zıtlıklar içinde kavrayabileceği sonucu Veda felsefesinde daha ağır bir inanca yol açmıştır.

Tanrı sevgisi üzerine düşüncelerimden sıyrılıp ayağa kalkıyorum “Veda” zamanı ağacıma dokunup sarılıyorum. Birkaç adım sonra Fua Cafe’yi görüyorum. Seçtiğim masaya oturup bir Türk Kahvesi siparişi veriyorum. Türk Kahvesine eşlik edecek “Sevmek Sanatı” adlı eseri çantamdan çıkarıp masaya bırakıyorum. Kahvemden bir yudum aldıktan sonra kitabın satırlarında kayboluyorum…

Sevme Sanatı, Erich From tarafından 1956 yılında yazılmış, insan sevgisini büyük ölçüde kuramsal bir biçimde ele alan kitap. Kitabın içeriğinde sevginin uygulanmasına yönelik kısa bir bilgi vermiştir. 

Sevmek bir sanat mıdır?

Sanatsa, bilgi ve çaba gerektirir. Yoksa sevgi, yaşanması rastlantılara kalmış, insanın talihi yardım ederse “tutulacağı” tatlı bir duygu mudur? 

Günümüzde çoğunluk bu ikinci tanıma inanır: oysa bu kitap birinci önerme üzerine kurulmuştur. 

İnsanlar sevgiyi hiç de önemsiz bir şey olarak düşünmezler. Onun açlığını çekerler; mutlu mutsuz sayısız film görür, sevgi üstüne söylenmiş yüzlerce değersiz şarkı dinlerler — gene de sevgi konusunda öğrenilmesi gereken birçok şeyin bulunduğunu pek az kişi düşünür. 

Bu garip tutum, tek başına ya da başka önyargılarla birleşerek bizi böyle düşünmeye götüren birçok önermeden doğmuştur. Büyük çoğunluk sevme sorununu, sevmek‘ten kişinin kendi sevme yetisinden çok, sevilme sorunu olarak görür. Bu yüzden onlar için önemli olan nasıl sevilebilecekleri, nasıl sevimli olabilecekleridir. Bu amaca ulaşmak için çeşitli yollara başvururlar. Özellikle erkeklerin yeğlediği yollardan biri, başarılı olmak, yaşadığı toplum içinde büyük ölçüde güç ve para elde etmektir. Kadınların seçtiği bir yol da, vücuduna, giyimine bakarak alımlı olmaya çalışmaktır. Kadınlarla erkeklerde ortak olan bir başka göze girme yolu, hoş davranışlar edinmek, ilgi çekici bir biçimde konuşabilmek, yardımsever, alçakgönüllü olmak ve kimseyi incitmemektir. İnsanın sevimli olmak için yaptıklarının çoğu “başarılı olmak, dost edinmek ve başkalarını etkilemek” için yaptıklarının aynıdır.

Sevgi konusunda öğrenilecek bir şey olmadığı sanısını doğuran ikinci önerme de sevginin bir yeti sorunu değil, bir nesne sorunu sanılmasıdır. İnsanlar sevmenin kolay olduğunu, asıl güçlüğün sevecek —ya da sevilecek— nesneyi bulmak olduğunu sanırlar.

Sevgi konusunda öğrenilecek bir şey olmadığı sanısını doğuran üçüncü yanlış tutum da başlangıçtaki “âşık olun” eyleminin sürekli sevme, daha doğru bir deyişle “sevgi içinde olma” durumuyla karıştırılmasıdır. Birbirlerine hepimizin şu anda olduğumuz gibi yabancı olan iki kişinin aralarındaki duvar birden yıkılır, bu iki kişi birbirlerine karşı yakınlık duyar, bir olurlarsa, bu birleşme anı yaşamın en baş döndürücü, en heyecan dolu anlarından biri olur. Herkesten kopmuş, yalnız, sevgisiz insanlar için daha da güzel, daha da inanılmaz bir şey olur o zaman. 

Atılacak ilk adım sevmenin de tıpkı yaşamak gibi bir sanat olduğunu kabul etmektir; müzik, resim, marangozluk, doktorluk, mühendislik gibi başka herhangi bir sanatı öğrenmek için ne yapıyorsak, sevmeyi öğrenebilmek için de aynı şeyleri yapmamız gerekir. 

Herhangi bir sanatın öğrenilmesinde atılması gereken adımlar nelerdir? 

Bir sanatı öğrenme yolu kolayca ikiye ayrılabilir: Bunlardan biri kuramın iyice kavranması, öbürü uygulamanın başarılmasıdır. Doktorluk sanatını öğrenmek istersem, önce insan vücudunu iyice tanımam, çeşitli hastalıkları bilmem gerekir. Bütün bu kuramsal bilgileri öğrensem bile doktorluk sanatında hiç de yetkili sayılmam. Bir sanatta usta olabilmek için, kuramsal bilgilerin sonuçları uygulamada alınan sonuçlarla birleşip kaynaşıncaya dek uygulama yapmak gerekir; bu, her sanatta ustalığın temelini oluşturan sevgiye ermek demektir. Kuramla uygulamanın dışında, her sanatta ustalaşabilmek için gerekli üçüncü bir etken daha vardır- tek amaç o sanatın öğrenilmesi olmalıdır; dünyada o sanattan-daha önemli bir şey bulunmamalıdır artık. Müzik için de, doktorluk için de, marangozluk için de —sevgi için de— geçerlidir bu. Apaçık görülen başarısızlıklarına karşın ekinimizdeki insanların bu sanatı öğrenmeye çalışmamalarının nedeni şudur belki de:

“Sevgi ta derinden özlenen bir şeyken, öbür şeylerin hepsi sevgiden daha önemli sayılır. Başarı, ün, para, güç bunları elde etmek için varımızı yoğumuzu veririz; sevmeyi öğrenmek içinse hiçbir şey yapmayız.” –Erich Fromm

Sevgi, sevdiğimiz şeyin yaşaması, gelişmesi için duyduğumuz etkin ilgidir. Bu etkin ilginin bulunmadığı yerde sevgi olmaz…

İlgi, sorumluluk ve bilgi birbirine bağlıdır. Olgun bir kimsede bir arada bulunması gereken davranışlardır bunlar; Başka deyişle kendi güçlerini yaratıcı duruma getiren, yalnız emek verdiği şeyleri isteyen, her şeyi bilme, her şeyi yapabilmek gibi narsisist amaçlar peşinde koşmayan, yalnızca gerçekten yaratıcı olmanın verdiği iç güvenden doğan bir alçakgönüllülüğe ermiş insanda bulunması gereken özelliklerdir. 

“Olgun insanlar kendisini ve köklerini yalnızca dünya ile yaratıcı ilişkiler kurmada, tüm insanlar ve doğa ile kendini tekmiş gibi duyumsamada bulur.” –Erich Fromm

Gerçek olgunluk kapasitesini içeren yetişkin, çocukluğunun en iyi özelliklerini yitirmeden çocukluğu geçip büyüyen insandır. Böyle kişi, çocukluğun temel duygusal gücünü; sendeleme döneminin inatçı özerkliğini; okul öncesi yıllarının oyun, neşe ve insanı şaşırtan kapasitesini; okul yıllarının yakın arkadaşlık kurma ve bilgi edinerek meraklı olma özelliğini; gençliğin tutkucu ve idealistliğini korur. Bütün bunları, olgunluğun kararlılığı, aklı, bilgisi, diğer kişilere karşı duyarlılığı, sorumluluğu, gücü ve amaçlılığının yönetiminde olmak üzere, yeni bir gelişme modeli şeklinde birleştirir.

Olgun kişiler doğa ile diğer kişilerle ruhsal anlamda derin ilişkilere sahiptir. Ve yaşam ile hayatta oluşun sürekli görkemliliklerini sezinlerler. Kapasitelerini bütünüyle kullanır, kendilerini yaşamın daha büyük esrarını açıkça, sömürüye başvurmadan ve sorumlu bir tavırla paylaşır.

“Şu halde temelde, tümüyle olgun insanlar sürekli gelişme halindedir. Çünkü, gelişmenin bir amaç değil ama daha çok işlem olduğunu temelinde yaratıcı ve sorumlu seçenekler yattığını sezinlerler.” –Erich Fromm

Sevme Sanatı, okumayanlara tavsiye, okuyanlara bilgiyi hatırlatma amaçlı. “Sevgi”, insanoğlunun gelişmesinin ilk dönemlerinden başlayarak günümüze dek yaşayabilen vazgeçilmez bir duygu, anlam dolu bir sözcük. Hiç kuşkusuz, insanlar var oldukça da yaşayacak. Tüm çabalar, uğraşlar, tutkular, yaratılan tüm sanat yapıtları bir anlamda hep sevgisiz kalmamak için belki de. Sevgiyi yaşarken kendimizden geçer, yokluğundaysa hastalanırız. Onu bastırdıkça daha çok özlemini çeker, gizledikçe değişik görünümlerin içine gireriz. İnsanların doğumlarından ölümlerine dek özlemle istedikleri, bekledikleri, elde edebilmek için her şeyi göze alabildikleri, bazen de değerini bilmedikleri bir duygu sevgi. Tüm şarkıları, romanları, filmleri, düşlerimizi dolduran, tüm sanat yapıtlarına konu olan sevgi, insanların, doğal olarak yaşayageldiği bir olgu mu? Herkes bir çiçeği, bir çocuğu, işini, güneşi, insanı sevebilir mi? Sevgiyi herkes gerçekten duyabilir mi? Belki bu sorulara geçmeden önce sevgiyi tanımlamak gerekecek. Evet, nedir sevgi? Bir yeti midir? Bu doğal hak, giderek elimizden alınmakta mıdır? Ve biz, bunları biliyor muyuz?

Ve belki de en zor soru: Sevgi hâlâ bizimle mi?

Bugün…

  • Sevgi, hız ve yüzeysellik çağında simgelere indirgendi
  • Kalplerde değil, “beğeni”lerde aranıyor
  • Sevme eylemi, “sahip olma”yla karıştırılıyor

Ama hayır, sevgiyi kimse bizden alamaz. Çünkü sevgi bir hak değil, bir sorumluluktur. Bir armağan değil, bir var oluş biçimidir.

Ve biz biliyor muyuz tüm bunları? Bazen bilmediğimiz için değil… Unuttuğumuz için hatırlamıyoruz.

Erich Fromm, bu yapıtıyla işte bu soruları yanıtlıyor, sağlıklı ve hastalıklı sevginin ne olduğunu, ona neden büyük bir istekle sarıldığımızı, neden insanın bir varolma sorunu haline geldiğini anlatıyor. Anne sevgisinden başlayarak cinsel sevgiye dek uzanan yolda, sevginin ne gibi güçlüklerle karşılaştığını, bu engellerin hangi ruhsal ve toplumsal koşullardan kaynaklandığını gösteriyor. Çağdaş Batı toplumlarında sevginin yozlaşmasının nedenlerini irdeleyerek, bu güzel olgunun yaşanabilmesinin bilimsel temellerini gösteriyor.

Eserin Günümüz İçin Önemi Nedir?

Erich Fromm’un Sevme Sanatı adlı eseri, günümüz dünyasında neredeyse daha da hayati bir hâle gelmiş durumda. Çünkü bu kitap, sevginin bir duygu değil, bir eylem ve sorumluluk olduğunu savunur—ve tam da bu anlayış, modern insanın en çok ihtiyaç duyduğu şeydir.

  • Tüketim kültürüne karşı bir duruş: Fromm, sevginin bir “nesne” değil, bir “yetenek” olduğunu vurgular. Oysa günümüzde insanlar, sevilmeyi arzularken, sevmeyi öğrenmeyi ihmal ediyor. Sevgi, bir “sahip olma” nesnesine indirgenmiş durumda.
  • İlişkilerde derinlik arayışı: Sosyal medya çağında ilişkiler hızla kurulup hızla tüketiliyor. Fromm’un “ilgi, sorumluluk, saygı ve bilgi” üzerine kurduğu sevgi anlayışı, bu yüzeyselliğe karşı bir derinlik öneriyor.
  • Bireysel gelişim ve içsel bütünlük: Fromm’a göre sevgi, insanın kendi bütünlüğünü koruyarak başkasıyla birleşmesidir. Bu, günümüzde sıkça karşılaşılan bağımlı ilişkiler yerine, sağlıklı bireyler arası bağlar kurmanın anahtarıdır.
  • Sevginin öğrenilebilir bir sanat olması: Fromm, sevmenin doğuştan gelen bir yetenek değil, tıpkı müzik ya da resim gibi öğrenilmesi gereken bir sanat olduğunu söyler. Bu, sevgiye dair umudu ve çabayı yeniden canlandırır.
  • Toplumsal eleştiri ve dönüşüm çağrısı: Kitap, sadece bireysel değil, toplumsal bir eleştiridir. Kapitalist sistemin insanı yalnızlaştırdığına ve sevme kapasitesini körelttiğine dikkat çeker. Bu yönüyle Sevme Sanatı, bir içsel devrim manifestosu gibidir.

Fromm’un bu eseri, bugünün yalnız, yorgun ve bağlantı arayan insanına şunu fısıldar:

“Sevgi, bulunacak bir şey değil—inşa edilecek bir hâl.” –Erich Fromm

Erich Fromm: Hakikatin İçsel Psikoloğu

Erich Seligmann Fromm, 23 Mart 1900’de Frankfurt’ta dünyaya geldi. Yahudi bir ailenin tek çocuğuydu; babasının içe dönük yapısı ve annesinin melankolisi, onun çocukluk yıllarına sessiz bir derinlik kattı. Bu sessizlik, ileride insan ruhunun çelişkilerini anlamaya yönelen bir içsel yolculuğun ilk adımıydı.

Bilgeliğe Açılan Akademik Yolculuk: Fromm, önce hukuk eğitimiyle başladığı akademik hayatını, Heidelberg Üniversitesi’nde sosyolojiyle sürdürdü. 1922’de doktorasını tamamladı. Ancak onun asıl ilgisi, insanın iç dünyasındaydı. Bu nedenle psikanaliz eğitimine yöneldi ve 1920’lerin ortasında Frieda Reichmann’ın yönettiği bir sanatoryumda analiz eğitimini aldı. Kısa süreli evlilikleri, onun bireysel özgürlük ve sevgi üzerine düşüncelerini derinleştirdi.

Frankfurt Okulu ve Eleştirel Düşünce: 1930’da Frankfurt Toplumsal Araştırmalar Enstitüsü’ne katıldı. Burada, Marx’ın toplumsal analizini Freud’un bireysel psikolojisiyle harmanlayarak insan doğasını hem bireysel hem de toplumsal düzlemde anlamaya çalıştı. Ancak Nazi rejiminin yükselişiyle Almanya’dan ayrıldı ve 1934’te ABD’ye yerleşti.

İnsan Olmanın Sanatı: Fromm’un en bilinen eserlerinden biri olan “Escape from Freedom” (Özgürlükten Kaçış), bireyin özgürlükle yüzleştiğinde yaşadığı korkuyu ve bu korkunun otoriter sistemlere yönelişi nasıl beslediğini anlatır. “The Art of Loving” (Sevme Sanatı) ise onun insan sevgisine dair en derinlikli çözümlemelerinden biridir:

“Sevgi bir duygu değil, bir eylemdir. Bir sanattır; bilgi, çaba ve sorumluluk ister.” –Erich Fromm

İnsancıl Bir Toplumun Savunucusu: Fromm’a göre modern toplum, insanı yabancılaştıran bir yapıya sahiptir. O, biyofili (hayata duyulan sevgi) kavramıyla, insanın doğayla, başkalarıyla ve kendisiyle kurduğu bağın yeniden inşa edilmesi gerektiğini savundu. “The Sane Society” (Sağlıklı Toplum) adlı eserinde, akıl hastalığının bireyde değil, toplumun yapısında aranması gerektiğini ileri sürdü.

Son Yıllar ve Sessiz Vedası: 1974’te İsviçre’nin Muralto kasabasına yerleşti. Hayatının son yıllarını yazmaya, düşünmeye ve doğayla iç içe olmaya adadı. 18 Mart 1980’de, 79 yaşında hayata veda etti. Ardında yalnızca kitaplar değil, insanı anlamaya adanmış bir yaşam felsefesi bıraktı.

Fromm’un Ardından: Erich Fromm, yalnızca bir psikanalist değil; bir içsel devrimciydi. İnsanı çözümlemekle kalmadı, onu yeniden inşa etmeye çağırdı. Bugün hâlâ onun cümleleri, modern dünyanın gürültüsünde bir iç ses gibi yankılanıyor.

“İnsan, sevgiyle var olur. Sevgi yoksa, insan da yoktur…” –Erich Fromm

Yazarlar sizi okumaya davet ediyor.

Sevgi’yle okuyunuz…

Yorum bırakın

İnsan, her şeyi sahiplenme arzusundayken, varoluşun gerçek amacını çoğu zaman unutuyor. Şuurun altın damarına ulaşmanın farkında değil. Fiziksel dünyanın keşfi ilerledi ama insanın “kendini bilme yolculuğu” geri kaldı. Devasa binalar, yollar ve şehirler yükselirken; insanın iç dünyası hâlâ bilinmezliklerle dolu. Bilim, insanın özünü ve aklın ötesindekini henüz çözemedi.

Kendi değerimizi bilmemek, çağımızın en büyük açmazlarından biridir. Bu çağ, ilahi değerin açığa çıktığı dönem olmalı.

Kendini Bilmek İçin Kitap sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin