Yürümek keyiflidir, çünkü öncelikle insanı gündelik yaşamın zorlamalarından geçici olarak da olsa kurtarır. Yürümek stresi, aceleyi, üretme zorunluluğunu yok eder. Yürümek, aslında yaşamın o kendine özgü zamanını yeniden bulmaktır. Yürürken yorulduğumuzda çimenlere oturmak, bir ağacın gölgesinde uyumak, bir ırmakta yüzmek yaşamın tadına varmamızı sağlar…

— David Le Breton

Merhaba

Yaşamımızda yapmayı düşündüğümüz değişikliklerle ilgili en önemli kararları yürürken ve dinlenirken veririz. Yürümeye Övgü, yürümenin bütün yönlerine açılıyor: Okur, Yürüyen Adam sizsiniz…

Yürüyüş Dünyaya Açılmaktır...

Yaşama dair mutlu duygular vererek onarır insanı. Bütün duyguların açık olmasını gerektiren etkin bir meditasyona sokar insanı. İnsan çıktığı yürüyüşten bazen değişmiş olarak döner ve o an ki yaşamlarımızda ağır basan ivediliğe boyun eğmektense zamanın keyfini çıkarmaya eğilimli hisseder kendini. Yürümek geçici ya da kalıcı olarak bedenle yaşamaktır.

Yürüyüş dünyanın içine girme yöntemidir, katedilen doğanın içine girmenin bir yoludur, gündelik yaşamı tanıma ya da algılama tarzlarına kapalı bir evrenle ilişki kurmanın yoludur. Yürüyüşçü yürürken dünyaya bakışını genişletir, bedenini yeni koşulların içine sokar.

Yürüyüş sessizliğin geçişi ve ortamdaki sessizliğin hazzıdır…

Bachelard, “Ruhumuzun sessizliği iyice dinleyebilmesi için susan bir şeye ihtiyacı var galiba” der.

Sessizlik bir yerin imzası gibi, varlığın mekana musallat olan ve sürekli dikkat çeken, neredeyse dokunabilir töz gibi ses çıkarır. Albert Camus Djemila harabelerinde dolaştığı sırada şu gözlemde bulunmuştur; “Ağır ve çatlaksız güçlü bir sessizlik, bir terazinin dengesi gibi bir şey. Kuş cıvıltıları, üç delikli flütün boğuk sesi, keçilerin ayak sesleri, gökyüzünden gelen mırıltılar; bu yerlerin sessizliğini ve hüznünü oluşturan bir yığın gürültü. Manzaraya vuran yakıcı güneşten doğan ağır kurşun örtü.”

Kimi zaman yürüyüş sonsuzdur, zamandan başak istikameti yoktur.

Nietzsche, “Böyle Buyurdu Zerdüşt” eserinde şöyle diyor:

Esinlenmiş kişinin derin ruh hali. Her şey yolda, uzun yürüyüşler sırasında tasarlanmıştır. Müthiş esneklik ve bedensel eksiksizlik.

Yürüyüşçü, eğer çevresinde uygun insanlar varsa ya da kendisi sabırla öğrenmeye çalışıyorsa, sayısız bilgilenme yoluna sahiptir.

Dünyanın bilgisinin sonsuzca kendini sergileyebilmesi için yollar gerekir.

Alman filozof Schelle, “Kişinin doğası, kendine özgü düşünceleri ancak yabancıların varlıklarından uzakta, kendisiyle baş başa kaldığında gelişebilir” der.

Bütün sadeliğiyle ve güzel bir eşlikle süren bu gezintide yazarın sadece yürüyüş zevkinden değil aynı zamanda sayısız okumalarından aldığı zevki ve her yazının başka yazılardan, genellikle yazarın kalemini besleyen bu mutluluk borcunu bir metinle hatırlatmaya da hakkı olduğu şaşmaz hissinden söz etmesi önem taşır. Gerisi akıp giden anılar, izlenimler, rastlaşmalar, önemli ve önemsiz konuşmalar; tek kelimeyle dünyanın tadıdır.

Yürüyüş, dünyayı duyumsamaya götürür, inisiyatifi insana bırakan eksiksiz bir deneyimdir.

Yürümeye Övgü, okumayanlara tavsiye, okuyanlara bilgiyi hatırlatma amaçlı. Modern dünyada, hızlı yaşam temposu ve dijitalleşme, bireylerin doğayla ve kendi bedenleriyle olan bağlarını zayıflatmıştır. Le Breton’un eseri, bu kopukluğu yeniden kurma ve yavaşlama çağrısı yaparak, bireylere içsel huzur ve denge arayışında bir rehberlik sunuyor.

Yürümek ve Beden: Le Breton, yürümeyi bedenin dünyayla kurduğu en doğrudan ilişki biçimi olarak ele alır. Yürümek, insanın çevresiyle etkileşimini artırır ve bedeniyle uyum içinde olmasını sağlar.

Yürümek ve Zaman: Yürüyüş, zamanın hızla akıp gittiği modern dünyada bir duraklama, anın tadını çıkarma fırsatı sunar. Bu, bireyin içsel dünyasına dönmesine ve yaşamın anlamını yeniden keşfetmesine olanak tanır.

Yürümek ve Yalnızlık: Yalnız yürümek, bireyin kendi iç yolculuğuna çıkmasını sağlar. Le Breton, yürüyüşün yalnızlıkla barışma ve kendini keşfetme süreci olduğunu belirtir.

Yürümeye Övgü, modern yaşamın karmaşasında kaybolan bireylere, yürümeyi bir keşif, bir içsel yolculuk ve bir direniş biçimi olarak sunuyor. Le Breton’un derinlemesine analizleri, okurları yavaşlamaya, doğayla yeniden bağ kurmaya ve kendi iç dünyalarını keşfetmeye davet ediyor.

David Le Breton Hayatı ve Kariyeri

Le Breton, Le Mans’ta büyüdü ve Tours ile Paris’te psikoloji ve sosyoloji alanlarında eğitim aldı. 1987 yılında doktora unvanını kazandıktan sonra, 1981’de Angers Katolik Üniversitesi ve Brüksel Katolik Üniversitesi’nde dersler vermeye başladı. 1989’da Strasbourg Üniversitesi’nde sosyoloji öğretim üyeliğine atandı ve 1992-1995 yıllarında Paris-Nanterre Üniversitesi’nde de görev yaptı. Institut Universitaire de France üyesi olan Le Breton, aynı zamanda “Avrupa’da Kültürler ve Toplumlar” laboratuvarında araştırmalar yürütmüştür .

Le Breton’un başlıca eserleri şunlardır:

Yürümeye Övgü (Éloge de la marche, 2000) Acının Antropolojisi (Anthropologie de la douleur, 2003) Sessizlik Üzerine (Du silence, 1997) Bedenin Antropolojisi ve Modernite (Anthropologie du corps et modernité, 1990) Yüz Üzerine (Sur le visage, 2016

Bu eserlerinde, bireyin bedeniyle kurduğu ilişkiyi, toplumsal normlarla şekillenen kimliğini ve modern dünyanın birey üzerindeki etkilerini derinlemesine analiz etmiştir.

David Le Breton’un çalışmaları, bireyin modern toplumdaki yerini ve kimliğini anlamada önemli bir kaynak teşkil etmektedir. Beden, risk, sessizlik ve yürümek gibi temalar üzerinden yaptığı analizler, bireyin içsel dünyasını ve toplumsal bağlamını derinlemesine keşfetmemize olanak tanır. Modern dünyanın birey üzerindeki etkilerini sorgulayan Le Breton, insan deneyiminin zenginliğini ve çeşitliliğini anlamamıza katkı sağlamaktadır.

Yazarlar sizi okumaya davet ediyor.

Sevgiyle okuyunuz…

Yorum bırakın

İnsan, her şeyi sahiplenme arzusundayken, varoluşun gerçek amacını çoğu zaman unutuyor. Şuurun altın damarına ulaşmanın farkında değil. Fiziksel dünyanın keşfi ilerledi ama insanın “kendini bilme yolculuğu” geri kaldı. Devasa binalar, yollar ve şehirler yükselirken; insanın iç dünyası hâlâ bilinmezliklerle dolu. Bilim, insanın özünü ve aklın ötesindekini henüz çözemedi.

Kendi değerimizi bilmemek, çağımızın en büyük açmazlarından biridir. Bu çağ, ilahi değerin açığa çıktığı dönem olmalı.

Kendini Bilmek İçin Kitap sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin