Dilin Öte Yakası, Emin Özdemir

Gerçi aklımızla okuruz ama, sanat zevkinin yeri iki kürek kemiğinin arasıdır. Sırtınızdaki bu ürperme, insanlığın ulaşabildiği en yüksek heyecandır. Sırtınızla okumuyorsanız hiç okumayın daha iyi. ”Vladimir Nabokov

“Söylemek bile fazla, gerçeği dile dönüştürmenin bir değil, bin bir yolu vardır. Gerçek sanatçı, bin ikincisini arayan, böyle bir yürekliliği gösterendir. “

— Emin Özdemir

Merhaba

Türkçenin büyük ustası Emin Özdemir’den Dilin Öteki Yakası eleştiri türünün sorgulayıcı yönüyle denemenin düşünen yönünü dokusunda birleştirip örtüştüren eleştirel denemeler.

Her yazı, türü ne olursa olsun; düşünce, duygu, düş ve yaşantıların basılı, yazılı simgelere dönüştürülmüş biçimidir. Okur da, en yalın tanımıyla, bu simgelerle iletişime girme, onları sorgulama eylemidir. Kuşkusuz, yazıların da kuşatıcı terimle metinlerin yapısına, dilsel ve anlatımsal özelliklerine göre okuma eyleminin doğası değişir; çünkü kurmacasal metinlerin okurdan istediği iletişim konumu, okurluk donanımıyla düz örüntülü, bilgilendirici, metinlerinki birbirinden çok farklıdır.

  • Nereden geliyor bu farklılık?
  • Dil ve yazı, gerçeklik ve yazınsallık arasında hangi türden bağıntılar vardır?
  • Yazıların okumuşluğunu, söz ve sözcük evrenini belirleyen etkenler nelerdir?

Emin Özdemir‘in değindiği bir başka konu da “anlatamamak”. Hepimizin yaşadığı içinden çıkılması zor bir duruma ayna tutuyor.

ANLATAMAMAK!

İnsanı, insana anlatmak başlıca kaygısıdır sanatın. Çağlar boyunca sözle olsun, renkle ezgiyle olsun tüm sanat verimleriyle insan dediğimiz varlığın iç ve dış evreni yansıtılmak istenmiştir. Duygular, tutkular, düşler, düşünceler değişik biçimler içinde ele alınmış, işlenmiştir. İşleyiş, ele alış biçimleri sanatçıdan sanatçıya, çağdan çağa değişse de amaç aynı kalmıştır: insanı insana anlatmak… Bir bakıma sanatın işlevindeki soyluluk, yücelik de bu amaçtan doğar. Yaşamın tatlanması, çirkinliklerden arınması, buna; insanın, insanı anlamasına bağlı değil midir?

Mutsuzluklar, uyumsuzluklar hep bundan ; insanın insanı anlamamasından kaynaklanmaz mı?

İnsanoğlunu anlamak da anlatmak da çetin bir iş olsa gerek. Boşuna mı demiş atalar: “İnsanın alacası içinde, hayvanın alacası dışında.” Bir kapalı kutu insan dediğimiz. Kolayca aldanırız bu yüzden. Güvendiğimiz, dost diye bağlandığımız biri, bir de bakmışız ki izimize kurşun atıyor, ekmek doğramak istiyor kanımıza. İhanetten çok, aldanışın acısıyla sarsılırız.

Kısacası güçtür insanoğlunu anlama.

Duyarlılığı, sezgi gücü gelişmiş kişilerin, sanatçıların üstesinden gelebileceği bir iştir bu. Ne ki sanatçıların bile güç yetmezliğine düştüğü, yakındığı durumlar vardır. Sözgelimi Orhan Veli, bir şiirini şu dizelerle bağlar:

Bir yer var, biliyorum;

Her şeyi söylemek mümkün;

Epeyce yaklaşmışım, duyuyorum;

Anlatamıyorum.

Anlatamamak, sözlerin, renklerin ve ezgilerin yetmezlendiği bir ölü noktadır. Bu noktayı almak ister sanatçı. Yeni yollar aramaya yönelir. Sözcüklerin anlam sınırlarını zorlar. Değişmeceli (mecazi) kullanımlara, doğadaki varlıkların niteliklerini insanoğluna aktararak somutlamalara baş vurur. Benzetmelere, karşılaştırmalara girişir. İnsanı, insana anlatabilmek için hayvanlardan, kuşlardan, bitkilerden yararlanır. Doğayla insanı, insanla doğayı bütünleştirir. Bu bütünleşme içinde insanı yansıtamaya çalışır.

Kendinizi besleyen, büyüten anlayan kitap ve insanları bulun. Her konuşma kısıtlı sınırlar içinde değil, bilginin gücüyle ki, gerçek bir okuyucu sınırsız olduğunu bilir, anlam kazansın.

Bende iyi olan ne varsa hepsini kitaplara borçluyum.

Anlatış kaygısı çeken kişidir yazar. Ne anlattığına değil, nasıl anlattığına da özen gösterir. Sözcükleri, dilin çevrimi içinde süreklice bir tartımdan geçirir.

Dilin Öteki Yakası, okumayanlara tavsiye, okuyanlara bilgiyi hatırlatma amaçlı.

Yazarlar sizi okumaya davet ediyor.

Sevgiyle okuyunuz…

Oda Kitap aracılığıyla ulaşan kitaba teşekkür ederim.

Ben’i Sorgula
Kategoriler
%d blogcu bunu beğendi: