Dünyada olduğumuzdan dolayı anlama mahkum edilmişizdir ve o, tarihte kendine bir isim edinmeden ne bir şey yapabilir ne de söyleyebiliriz.
— Maurice Merleau-Ponty
Merhaba
Bu söz, insanın kendi varoluşunu anlamlandırma zorunluluğunu, ama aynı zamanda bunun ancak tarihsel ve kültürel bağlamlar içinde mümkün olabileceğini dile getiriyor.
“Anlama mahkûmiyetimiz” — insan zihninin kaçamayacağı kader gibi… Her şeyin bir isimle var olması, dilin ve tarihin içinden konuşmaya mecbur olmamız, bizi hem sınırlayan hem de şekillendiren bir gerçeklik.
Bu, hem Zihin ve Doğa Arasında gibi eserlerin temel sorunsalıdır hem de aslında tüm felsefenin:
- “Ben kimim?” derken bile bir dilin içinde konuşuyoruz.
- “Gerçek nedir?” sorusunu bile tarihsel düşünce kalıplarıyla sorabiliyoruz.
Yani kendi özümüze ulaşmak isterken bile, tarih, kültür, dil ve anlam yapıları arasında bir ağın içindeyiz.
Bu cümledeki ağırlık, bana biraz Heidegger’in, biraz da Foucault’nun etkisini hissettiriyor. Bu düşünceyle, özgürleşmek bile, anlam yapılarının içinde bir mücadeleye dönüşüyor.
Roger Smith, yüzyıllar süren gelişimi ve başka disiplinlerle ilişkisi bakımından psikolojiyi ele aldığı kitabında, bu soruların da cevabını arıyor. Psikolojinin gündelik hayat, politika, din, sanat, teknoloji gibi alanlar ve disiplinlerle ilişkisini anlatıyor. Zihin ve doğa arasındaki ilişkiyi merkeze alıp psikolojiye ve bilimin diğer disiplinlerine ve onların tarihlerine dair uzun soluklu bir kitap Zihin ve Doğa Arasında: Bir Psikoloji Tarihi.
- Psikoloji nasıl ve neden çağdaş yaşamın sorgulanmayan bir özelliğine dönüşmüştür?
Batı’da son iki yüz yıldır veya buna yakın bir süre boyunca, insanlara yardım etme ve onları düzenleme bilgi ve arzusu psikolojik bir biçim almıştır. Psikoloji, yaşamın, bireysel kişiye, kendini bilmeye ve kendini kontrol etmeye görünüşte doğal bir şekilde değer atfeden modern yönlerinin özündedir. Psikoloji, anlama dair son derece eski özlemlerin teknesi ve kendine biçim vermenin son derece modern aracıdır.
Kendi üzerine dair düşünmenin çok sebebi olduğundan, psikolojinin de çok yüzü vardır. Bu kitap, toplumsal olaylar bağlamında ve insan olmadaki “olma” üzerine felsefi sorular ışığında, hem bilimsel araştırma hem de uygulama olarak psikolojinin çok sayıdaki biçimini açıklamaktadır. Fransız Devrimi ve Sanayi Devrimi’nin erken yıllarından günümüze kadar olan süreyi, geniş çaptaki ticari ve kentsel gelişme dönemini kapsamaktadır. Bu modernite çağı sırasında toplumsal yaşamın birçok alanı ve yığınlarca birey, çevreye uyumlarını gerçekleştirebilmek ve pratik yardım alabilmek için yüzlerini psikolojiye dönmüştür. Hem mesleki kişiler hem de sıradan insanlar psikologlara dönüşmeye başlamıştır. 1800’den sonra, doğa ve insan bilimlerinde bugünkü biçimlerine yakın üniversite dalları ortaya çıkmıştır; bunların arasında, esasen 20.yüzyılda olmak üzere, psikolojik ve toplumsal bilimler de vardır.
Eğer insanların nasıl yaşadıklarıyla ilgileniyorsanız veya doğa bilimlerinin her soruyu yanıtlamadığını düşünüyorsanız bu durumda, farklı insanların dünya üzerine hangi terimlerle düşündükleri son derece önemli olacaktır. Bu kitap, psikolojik terimler, hatta düşünmenin özellikle psikolojik biçimlerinin olma ihtimali hakkındadır. Böyle bakıldığında bu bir “eleştirel” tarihtir.
Tarih ve etnoloji, her ikisi de benzer şekilde, ötekini, alışıldık olmayanı anlamanın ve dolayısıyla bir bakış açısı yaratmanın yollarıdır; yani kendimizi bir tarihsel yerimiz varmış gibi görme becerisi.
Tarih, dünyayı anlaşır ve zevkli kılmaya çalışan büyük sanatlardan biridir…
Araya giriyorum. “Hah! Şimdi anladım!”diye haykırdığınız fakat düşündüğünüzde farklı açılımlar meydana gelip araştırdığınız oluyor mu? Benim çoğunlukla böyle oluyor. Okuma kültürüne olan bağımlılık, daha iyi yazma eyleminden doğuyor. Her defasında daha da fazla okuyacak argümana ulaşarak, okuma listesi uzayıp gidiyor. Bu kadar okumadan sonra halen bilmeyenim, öğrenilecek birçok şey olduğuna inanıyorum. “Tüm bunlar ne için?” diye soracak olursanız.
Tüm bunlar zihnimi, kendimi, yaşamı, yaşanılanları ve insanları daha iyi “anlamak” için…
Psikolojinin tarihini konu edinmiş kitapların büyük bir kısmı Aristoteles’le başlamaktan hoşlanır; modern psikoloji sanki doğal olarak antikçağ bilgeliğinin bir varisiymiş izlenimini vermeye çalışır.
Psikoloji, geçmişten, bilmenin ve yaşamanın çeşitli muhtemel yollarından biri olarak değil de hakikat olarak belirir.
Geleneksel yaklaşımlarda, bilimin yükselmesine dair bir öykü antikçağ ile modern dönemi birleştirir: Modern bilgi, daha önceki görüşlerin üzerinde yükselir ve doğa gerçekleriyle yüzleşmelerini sağlayarak onların yerini alır. Anlatı, gerçeği (ya da ona en fazla yaklaşanı) modern doğabilimcilerin malı yapmasıyla, çarpıcı şekilde emperyalisttir.
Bir dizi insan, tıpkı şimdi olduğu gibi, zihni anlamak için fiziksel dünya, özellikle sinir sistemi üzerine araştırmalara yönelinmesine büyük ümitler bağlamıştı. Bilimsel psikoloji gayet göze çarpan bir şekilde belirli ülkelerde sen uyurken tüm bu bilgileri edindi.
Nietzsche’nin “psikolojinin artık bir kez daha temel sorunlara giden yol ”olduğuna dair beyanı kulaklarda yankılanıyor mu?
Kitapçılar ve medya, her türlü insan özelliğinin psikolojisine dair rehber kitaplar sergilemekte, öğrenciler psikoloji derslerine büyük rağbet göstermekte, dünya çapında yüz binlerce insan alenen psikolog statüsü iddiası talebinde bulunmaktadır. Bu her zaman böyle değildi. Bugün psikoloji olarak adlandırdığımız büyük kısmı son derece yakın döneme aittir.
- Peki, psikolojinin esasını oluşturan çekirdek konu nedir?
- Bu akıl, ruh, davranış, beyin, kişilik, söylem, zihinsel yapı veya başka bir şey midir?
- Psikoloji insanın kendisini bilmesini sağlayan, kaynaklardan biri midir?
Psikoloji çalıştığımızda kendimizi çalışırız; psikolojik araştırmanın nesneleri olarak çalıştığımız psikolojik özneler bizizdir.
- O halde insanların insanlara dair nesnel bilgisinin olabilmesi mümkün müdür?
- Otantik bir kendilik söz konusu mudur?
- Öznel duygularım diğer insanlarınki gibi midir?
- Zihin ile beyin arasında nasıl bir ilişki vardır?
- Yaşamımız tanrı, kader, genler, aile koşulları veya manevi sorumluluk tarafından mı belirlenmektedir?
- Otokontrol uygulayabilir miyim?
- Neden severiz?
- Neden insanlar bireysel ve kollektif olarak farklılık gösterir ve bu neden önemlidir ?
- Peki, ya ruh?
- Psikoloji tarihinin bir alanın bir bilime dönülmesiyle ilgili olduğunu ilan etsek bile, bu ne tür bir bilimdir?
Şu gayet aşikardır ki, bir kişiyi anlamak için, yani insan doğasını anlamak için bir parça psikoloji öğrenmelisiniz.
Zihin ve Doğa Arasında, Roger Smith’in kitabı Bir Psikoloji Tarihi. Okumayanlara tavsiye, okuyanlara bilgiyi hatırlatma amaçlı. Zihin ve Doğa Arasında, sadece bir akademik metin değil; aynı zamanda “insan nedir?”, “doğa ile ilişkimiz nasıl koptu?”, “zihni anlamak ne demek?” gibi yaşamsal soruları da gündeme getiren bir eser.
Günümüzde bireyin içsel dünyasına, çevreye ve bilime bütüncül bir bakışla yaklaşmak isteyen herkes için yol gösterici.
Zihin ve doğa kavramlarının ayrımını anlamak için: Smith, Batı düşüncesinde zihin ve doğa arasındaki ayrımın nasıl ortaya çıktığını ve zaman içinde nasıl şekillendiğini gösteriyor. Bu ayrım, modern bilimin, psikolojinin ve hatta kültürel normların temelini oluşturuyor.
Zihinsel süreçlerin doğadan nasıl koparıldığını sorgulamak için: Kitap, Descartes’tan başlayarak aklın doğayla olan bağının nasıl kesildiğini; insan zihninin, beden ve doğadan ayrı bir varlık gibi ele alınmasının nasıl bir dünya görüşü oluşturduğunu irdeliyor.
Bilimin insanı nasıl kavradığını görmek için: Modern psikolojinin, tıbbın ve nörobilimin insanı anlamaya çalışırken zihni ne şekilde nesneleştirdiğini, bunun felsefi ve toplumsal sonuçlarını gösteriyor. “İnsan nedir?” sorusuna bilimsel bir bakışın neyi eksik bıraktığını sorgulatıyor.
Zihinsel olanla fiziksel olan arasındaki çizgileri sorgulamak için: Zihin-beden ikiliğinin sonuçları; örneğin duyguların, bilinçli düşüncenin ya da ruhsal deneyimlerin bilimsel açıklamalarla nasıl çatışabildiği üzerine zihin açıcı tartışmalar sunuyor.
Günümüz İçin Önemi Nedir?
- Zihin sağlığı ve bütüncül bakış için: Bugün, psikolojik sorunlara yaklaşımda çoğunlukla ya biyolojik ya da davranışsal modeller kullanılıyor. Oysa Smith’in açtığı bu felsefi zemin, zihinsel süreçleri daha geniş bir bağlamda, kültür, tarih ve etikle birlikte düşünmeye olanak tanıyor.
- Doğa ile uyumlu düşünce sistemine katkı için: Doğadan kopuk bir zihin anlayışı, sadece bireysel değil, ekolojik ve toplumsal sorunların da temelinde yatıyor. Zihni doğanın bir parçası olarak yeniden düşünmek, çevreyle ve kendimizle olan ilişkimizi dönüştürebilir.
- İnsan nedir sorusunu yeniden sormak için: Yapay zekâ, transhümanizm, nöroteknoloji gibi çağdaş gelişmeler, insan zihninin doğasına dair sınırları yeniden zorluyor. Bu kitap, bu sorulara sağlam bir felsefi zemin sunuyor.
Yazarlar sizi okumaya davet ediyor.
Sevgiyle okuyunuz…



Yorum bırakın