“Okumuşlara dikkat edin! Sizden nefret ederler, kendileri kısır olduğu için. Kurumuş, sönmüş gözleri vardır hepsinin; o gözlerle bakınca her kuş tüyleri dökülmüş görünür onlara.”
— Friedrich Nietzche, İyinin Ve Kötünün Ötesinde
Merhaba
Nietzsche Ve Varlık, Güç İstenci Ve Dağınık Sistemlerin Doğası Üzerine, 128 bölümden oluşuyor. Anlaşılması zor ve özel terimlerle dolu sunum yazıları okuru yıldırabilir ama bir şey ancak biz onu anlayıncaya dek zordur. Hatta bazen bir şeyi en sonunda anladığımızda artık bize hiç de zekice bile gelmez. Bu nedenle aşağıda yazılanlar ilk bakışta şifreli, çapraşık ve zor geliyorsa biliniz ki, bu kitap açıklayıcı ve anlaşılabilir bir dil kullanarak her şeyi son derece netleştirme çabası içinde olacaktır.
1900 yılındaki ölümünden bu yana, Nietzsche’nin adı defalarca Nazi, varoluşçu, perspektivist, ateist, çılgın, yorum delisi, modernist, postmodernist, sanatçı, post-Kantçı ve post-yapısalcı gibi sıfatlarla anılagelmiştir. Fakat. Nietzsche bizlere çok farklı bir evren tablosu sunmaktadır: Bu evrende, bazı rekombinatif varlıklar çeşitli konfigürasyonlar ortaya çıkarmak amacıyla kendi etkilerini yakın çevrelerinde en üst düzeye çıkarma yönünde bir davranış sergilemektedir ve bu konfigürasyonların her birisi bizzat şansın eseri olarak ortaya çıktığı halde, bunlar aynı zamanda evrenin bütüncüllüğü açısından da ortaya çıkmaları zorunlu olan konfigürasyonlardır. Nietzsche bu evrene Güç İstenci adını verir ve her ne kadar zaman zaman diğer genelleyici ifadeler ve isimlerle ortaya çıksa da, Tragedya’nın Doğuşu’ndan Deccal’e kadar Nietzche’nin tüm eserlerine baştan sona yön veren temel düşünce budur. Nietzsche’nin tüm felsefesi bu Güç İstenci kavramı ile ilintilidir ve Nietzsche felsefesini başından sonuna dek kendi içinde tutarlı ve mantıklı kılan da bu kavramdır. Bu kozmik Güç İstenci kavramının doğası anlaşılamazsa, Nietzsche de anlaşılmaz olarak kalacaktır.
Yukarıda “yerel konfigürasyonların en üst düzeye çıkarılması” şeklinde tanımladığımız kavram Nietzche’nin zayıflık, statis (ve entropi) olarak gördüğü duruma katkıda bulunuyorsa, Nietzsche bunları “çöküş” (dekadent), “olumsuz” ve “hasta” sözcükleri ile nitelendirir. Öte yandan, Nietzsche’nin akış (flux) dediği olguya katkıda bulunuyorlarsa da bunları “olumlu”, “yaratıcı,” “hayat dolu” ve “hareketli” gibi sözcüklerle tanımlar. William Plank, ilerleyen sayfalarda bu özel ahlak türü ile termodinamik sistemler arasında bir bağıntı kuruyor. Nietzsche’nin bu yerel konfigürasyonları onaylaması ya da onaylamaması ile, ahlakın en temelinde yatan Amor Fati (Kaderini Sevmek) kavramı olarak göreceğimiz kendi ahlak felsefesinin de temelini de ortaya çıkmış olur. Sonuçta, Güç İstenci’nin kendisi de ister parçacıklardan ya da enerji merkezlerinden, isterse de Cevher çıkarıldığında geride kalan şeylerin durumlarından ibaret olsun, evrenin teleolojik-olmayan, ve ahlaki-olmayan boyutuna verilen addır. Olaya Güç İstenci açısından bakıldığında görülür ki, ahlaksızlıktan farklı olmayan bir ahlaklılık durumu yoktur; sadece bizim kendimizce iyi ya da kötü diye nitelendirdiğimiz ve biraz sorunlu nedenlerle olsa da geleneksel olarak neden-sonuç terimlerini kullanarak açıkladığımız, Güç İstenci’nin yerel egemenleşme durumları vardır. Fakat, bu ahlak-ahlaksızlık ikileminin kendisi de sadece kendisinden daha üst düzeydeki (olumlu-yaratıcı-flux’a uyumlu terimleriyle de adlandırılabilen) bir Güç İstenci konfigürasyonunun temelinde yatmaktadır, ki biz buna Ahlak adını veriyoruz ve evrimsel aksiyosferin ortaya çıkardığı Übermensch, yani Üstinsan adıyla anılan daha sonra ele alacağımız bir kavramda da kendini göstermektedir. Bu son andığımız ve belki de kulağa gizemli gelen kavram, okuru ikna etmek için daha uzun bir açıklama gerektirmektedir. Bu konuyu daha sonra ele alacağım.
Ancak, Güç İstenci’nin bir bakış açısı yoktur, çünkü Güç İstenci evrene dışarıdan bakarak onu gözlemleyen ve değerlendiren bir şey değildir. Kuantum mekaniği gibi, Güç İstenci de yerel ve mekanik kavramlar üzerine kurulu değildir. Hatta, Güç İstenci “bir şey?’ değildir. Güç İstenci evrendir. Darwin’in evrim-tersevrim kavramları gibi, minerallerden ahlaka kadar her düzeyde iş başında olan denge dışı ya da ısı dağıtıcı bir sistem gibidir. Darwin, biyolojik evrimin çeşitli boyutlarını “iyi” ya da “kötü” terimlerini kullanarak adlandırmaya karşı çıksaydı buna elbette ki şaşırmazdık. Her ne kadar bu William Plank terimleri sıklıkla kullansak da evrimi iyi ya da kötü terimleriyle adlandırmak kolay değildir. Hayır, Güç İstenci Darwin’in evriminden farklıdır; Güç İstenci de evrimdir ama Cevher’in olmadığı bir evren anlayışında inorganik ve biyolojik olanla beraber ahlaki olanı da kapsayan daha üstün bir evrimdir. Evren evrimdir; akıştır. Bu nedenle, Nietzsche’ye göre kabul edilecek ya da reddedilecek değil, keyifle kabul edilmesi gereken bir şey olması dışında, Schopenhauer’in bütüncül İsteme Ve Tasavvur Olarak Dünya kavramına da yakın yer almaktadır. Budizm’de yer alan ve insana mutsuzluk veren turlarından kişinin Nirvana ile kurtulması gereken yaşam-ölüm tekerleğinin aksine, insan Bengi Dönüş süreci ile kendini dışa vuran Güç İstenci’ni mutlulukla kucaklayacaktır. Bu nedenle, Güç İstenci’ni reddeden, kendini de reddetmiş olur ve nihilizm bataklığına saplanıp kalır. Bu kitapta mevcut durumun bu olduğunu göreceğiz.
Nietzsche’nin Güç İstenci kavramını bireysel psikolojik istenç ya da irade kavramını genişleterek ve genelleştirerek, ya da ona Schopenhauer’in İsteme Ve Tasavvur Olarak Dünya kavramını ekleyip değiştirerek türettiğini söylemek mümkündür ama konumuz bu ilginç tahminler değil. Biz, burada kendisine modern insan diyen kişiler için ne ifade ettiğini anlamak için Güç İstenci’ne daha yeni bir bakış açısı geliştirme arayışında olacağız. Güç İstenci’ne yönelik yeni bir bakış açısı geliştirmek ve onu daha iyi tanımlamamıza yardımcı olması için, Manfred Eigen ve Ruthid Winkler’in cam bilye oyunlarını kısmen ama ayrıntılarıyla ele alacak ve Güç İstenci ile cam bilye oyunları arasındaki benzerlikleri gösterecek ve bunlardan bazı sonuçlar çıkaracağız. Ardından, Güç İstenci’nin ne kadar da açık ve yararlı bir kavram olduğunu ve diğer 19. ve 20. yy. düşünürlerinin kendi amaçları için bu kavramı nasıl değiştirdiklerini ya da yaygın bilinen başka adlarla kullanmış olduklarını göreceğiz. Bazı bölümlerde ise Güç İstenci kavramı, tarihin nasıl değerlendirebileceğini göstermek için bir yöntem, bir bakış açısı, ya da bir sorunsal olarak kullanılacaktır. Bir yöntem olarak Güç İstenci neredeyse sınırsız kullanım alanına sahiptir; aklın maceralarına, felsefeye, edebiyata, bilim ve politikaya uygulamada açık-uçludur.
Gittikçe daha çok kocakarı ilaçları ve alternatif tedaviler gibi konularda kullanılmasına alıştığımız bütüncül (holistic) teriminin takip eden sayfalarda kullanılmasından rahatsız olmayalım. Sonuçta Spinoza, Kant ve Leibniz da bütüncül sistemler arayışı içinde olmuşlardı. Felsefenin ilgilendiği şey de zaten bütüncül bir görüştür. İnsanlar da oturdukları orta sınıf evlerinin arka bahçesinin sınırlarıyla yetinmeyip bir bütün olarak hayatta neyin ne olduğunu bilmek isten Cam bilye oyunlarının açıklandığı kısımda biraz sabırlı olmamız gerekecektir. Bu oyunlar, parçacık ve örüntülerin rekombinasyonu sorunu konusunda mükemmel ve kolayca anlaşılır bir örnek sunmaktadırlar. Her şeyi tek bir giriş sayfasında anlatmak mümkün olsaydı, öyle yapılabilirdi. Fakat, basit bazı tanımları takip etmek gerekli olacaktır çünkü her şey daha sonra netleşecektir. Kısa süre içerisinde, zaten kullanılmakta olan terimlerin tanımları oturacak ve kullanılan özel terimlerin yarattığı belirsizlik yerini bir konuya derinliğine nüfuz etme ve kavrama anlayışına bırakacaktır.
Bu kitapta esas amaç, Nietzsche felsefesinin tam bir çözümlemesini yapıp sunmak değil, daha çok onun Güç İstenci, Üstinsan, Bengi Dönüş ve Amor Fati gibi bazı başlıca kavramlarının bakış açısıyla dünyaya ve tarihe ait çeşitli konuların nasıl görüldüğünü saptamak ve kuantum mekaniği ile post-Darwinci biyoloji gibi bazı modern gelişmelerin Nietzsche’nin bazen oldukça karmaşık olabilen felsefesinin kavranmasında nasıl yardımcı olabileceklerini göstermektir. Güç İstenci kavramına neredeyse birebir denk olan bir düşünceye kuantum mekaniği cephesinden yaklaşmak muhteşem bir maceradır. Fizikçi d’Espagnat’ın da geleneksel fiziğin ortaya çıkardığı en önemli sonuçlardan bahsederken belirttiği gibi, “bu sonuçların bazıları, kuantum yapısalcılığının sergilediği gelişim ile bir dereceye kadar ortadan kalkmış durumdadır” (Highley ve Peat, s. 152). Matematiğin güzelliğinin de bir bedeli vardır ve bu bazı insanların felsefi açıklamaları ve sonuçları anlamasının önüne geçebilir.
Bu kitabın bölümleri numara ve başlıklar ile sunulmuş ve metnin içinde sıkça diğer kısımlara göndermeler yapılmış olsa da, ilgili okuyucuyu bölümleri sırayla okumaya davet ediyorum, çünkü kullanılan terimler ve kavramlar önceki bölümleri okumuş olanların daha sonraki bölümleri anlamaları kolay olsun diye gittikçe birbiri üzerine eklenerek verilmişlerdir. Bölüm başlıkları, bölüm içeriklerini tamamen kapsamaktan öte, yapılan inceleme için bir çıkış noktası ve takip edecek konulara yönelik bir aşinalık yaratmak amacını gütmektedir. Bu nedenle, çok sevilen kısımlarının köşelerini kıvırarak işaretlemiş erotik içerikli bir kitapta olduğu gibi, sadece içindekiler kısmına bakıp size ilginç gelecek bir bölümü seçip okuyabilirsiniz. Bazen, sadece tek bir dil bilen bir kişinin bir yabancı ile karşılaştığında yaptığı gibi bağırarak konuşmanın anlamayı ve ikna olmayı kolaylaştıracağı türünden bir varsayımla, bir tanımı tekrarlayabilir ya da okura daha önce söylemiş olduğum bir şeyi hatırlatabilir kitap.
William Plank şöyle yazıyordu:
Lütfen birinci tekil şahıs zamiriyle konuşmamı da hoş görün. Böyle yapmamın inanılmaz derece çok metafizik yükü de beraberinde taşımakta olacağını bana yıllar boyunca söyleyip durdular ama ben çocukluğumdan beri kendimi bu şekilde ifade etmeye son derece alışmış durumdayım. Dahası, o kadar çok zamanım Nietzsche okuyarak geçti ki kendimi kuru, aşırı ciddi ve profesörce bir tavırla ifade etmemi istemek, benden de duygusuz ve itici bir kişi olmamı beklemek demek olacaktır. Okurlara, amacınızın ne olduğunu en baştan belirtmek, ulaştığınız noktanın ne olduğunu da en sonda hatırlatmak son derece dürüst bir yaklaşım olacaktır. Öyleyse, bu kitabın özeti ve Nietzsche’nin yazdıklarından benim gördüğüm kadarıyla çıkan sonuçlar şunlardır: Evrende sadece tek bir parçacık var olsaydı, bu durum olabilecek tek gerçek kaos olurdu. Evrende iki parçacığın varlığı ise zorunlu olarak “İlişki” denen durumu ortaya çıkaracaktır. İlişkiden de Güç ve Değer doğar. Güç ve Değer eşanlamlıdırlar. Bu Değer’den de tek ve gerçek olan Ahlak doğar. Dinler, ideolojiler ve değişik milliyetçilikler kendi çarpık niyetleri ile bu Ahlak] bozarlar ve böylece de İlişki’nin, erdemin ve bizzat da evrenin yapısının bozulmasına yol açarlar, ki bu da Nihilizmin ortaya çıkmasını mümkün kılar, hatta bizzat buna yol açar. Güç ve Değer’in eşitliği durumunun, akıl ve beden, ruh ve madde, biyoloji ve etik, ahlak ve termodinamik sorunlarının çözümünü kendi bünyesinde barındırdığı görülecektir. Kitabın sonu geldiğinde tekrar bu paragrafa atıfta bulunduğumda bu dediklerimin hepsinin daha anlamlı geleceğini ümit ediyorum.
Bu kitap, dağıtıcı (dissipative) sistemlerin durumları arasındaki ilişkiler üzerine yazılmış bir kitaptır. Nietzsche’nin Güç İstenci kavramı, bu durumlar arasındaki ilişkilerin bir tanımını sunmaktadır. Manfred Eigen’in Cam bilye oyunları da benzer biçimde bize bu durumların birbirleriyle nasıl ilişkiler içinde olduğunu anlatır. Darwin’in ortaya koyduğu kuramın da evrim adını verdiğimiz, muazzam bir biçimler karmaşası sürecinde çeşitli durumların aralarındaki ilişkinin bir tasviri olduğunu bugün anlamış bulunuyoruz. Darwin’in kuramında yer alan bu evrim içerisinde doğrusal bir nedensellikle çalışan uyum sağlama (adaptation) kavramı anlamsızdır. Türler, mutlak birer varlık olarak yokturlar ve var da olamazlar. Bizim tür adını verdiğimiz şey aslında akış (flux) içindeki bireylerdir. Bireylerin kendileri akış içindeki genel ve özelliksiz konfigürasyonlardan ibarettirler ve bu nedenle de birey, her ne kadar varlık açısından gerçek olsa da, bir yanılsamadan ibarettir. Nietzsche, gerçekliğin bir yanılsama olduğunu biliyordu ama aynı zamanda bu yanılsamanın gerçek olduğunu da biliyordu. Bu ifade bizim kökü çok eskilere dayanan idealizm metafiziğine bir tepkimiz olarak kullamnıan bir ifadedir ve “Nietzsche yanılsaması” ifadesinden anlamamız gereken şey apaçık ortada olan bir belirsizlik durumuna bir değer vermekten ibarettir. Bir epistomolog ve bir kuantum mekaniği uzmanı, bizim gerçeğe aykırı a priori dediğimiz diğer eski doğrulardan ayırmak için bu Nietzsche yanılsamalarını “kısmi doğrular” olarak adlandırabilir. Güç İstenci durumları, cam bilye oyunlarındaki durumlar ve biyolojik evrim sürecindeki durumlar arasındaki ilişkiler, doğrusal-olmayan (non-linear), teleolojik-olmayan ama gerekli ve döngüsel ilişkilerdir ve bunlar ancak değişim denen şeyin gerçekliğinin bir sonucu olarak var olabilirler. Bu ilişkiler, insan algılayışının doğasını, uzay, zaman ve mekanın gerçekliğini sorgularlar ve bunu yaparken de kuantum mekaniğinin sorduğu soruların aynısını sorar: Burada kastedilen elbette Nietzsche’nin Güç İstenci kavramı ile yaptığı ve kuantum mekanikçileri Heisenberg ve Bell’in de bazen yapmayı başardıkları gibi, kendimizi Sokratçı Yahudi-Hıristiyan metafiziğinden kurtarabilirsek, Shimony’nin ifadesiyle “bir deneysel metafizik” (Cushing ve McMullin, s. 27) olarak görülebilecek kuantum mekaniğidir. Bu nedenle, Nietzsche bir post-Kantçı değildir ve Hegel’in önermeleri de çirkin bir hale bürünürler. Ayrıca, Nietzsche, Darwin, Heisenberg, Eigen ve Beli grubu içinde, matematiği kullanmadan, geleneksel ontolojinin reddi ile ortaya çıkan akış kavramının beraberinde getirdiği sonuçları ilk gören kişi de Nietzsche olmuştu. Geleneksel ontoloji, kaçınılmaz bir biçimde ahlaka ve yerel gerçekliğe bağlı kalmıştır ve bu ontoloji ve bu ahlak türü tüm bilim dallarına ve hatta fiziğe de bulaşmıştır. Gerçek, makul olan yani aklımıza yatkın gelen şey değildir ve akla yatkın, mantıklı olan şey de gerçek değildir. Yanılsama gerçektir ve gerçek olan da yanılsamadır. Öyleyse, yanılsama gerekli, zorunlu bir kısmi gerçekliktir.
Evren, üzerinde galaksilerden yapılmış zarların sonsuz bir hareket içinde birbirine çarptığı, yuvarlandığı, akıntılar oluşturduğu, bazılarının kaotik bazılarının ise düzenli olarak kabul ettiği, şansa bağlı örüntüler içinde ve değişik biçimlerde birbirlerini etkilediği, büyük ve bükülmüş bir oyun masasıdır. Bilim adamları, filozoflar, peygamberler ve sokak serserileri, bazen bu akış içine ellerini sokup kendi yollarında yuvarlanmakta olan bir avuç zarı yakalar ve avuçlarını masanın çuhası üzerine şaplatarak mevcut yargılarımız ile incelememiz için bu zarları önümüze koyarlar; aynen Montanalı bir kovboyun içkisine bahse girip attığı beş zarın hepsinin altı meşini beklemesi gibi. Sonra da sayıları okurlar; iki tane sekiz, iki tane altı ve üç tane de dört gelmiştir. Zarların üzerinden okudukları bu rakamlara “veri” derler ama bu veriyi ortaya çıkaran şey, zarların yuvarlanmasını kesen ve böylece de zarların doğasına aykırı gelerek hataya neden olan akışa yaptıkları kendi müdahaleleridir ve kendi yarattıkları bu hatalı verilerden evrenin doğası üzerine bir sonuç çıkarmaya çalışırlar. Ardından, işin içine bu zarlar arasında, parçacıklar arasında, bu durmak bilmez enerji merkezleri ve akıntılar arasında çeşitli neden, birliktelik, mekan ve ilişki türlerini dahil ederler. Oysa, akışı sekteye uğratan ve gerçeklik üzerine ahkam kesen bu bilim adamları, filozoflar ve serserilerin kendileri de zar akıntılarında yuvarlanmakta olan birer zardan ya da zar kümelerinden ibarettirler. Kendi yarattıkları kurmacalar ve yalanlar da, biraz sağduyuyla, biraz alçakgönüllükle, biraz da mutlulukla ve bu ontolojiyi ve bu parçacıkların “kısmi doğrularını” bir ahlak adıyla yeniden tanımlamamaya gösterilen korkunç bir özen ile bizim kullanmamız gereken zorunlu kurmacalardır. Tanrı, gerçekten de evren ile zar oynamaktadır ve ister kazansın ister kaybetsin, O’nun parası ve zamanı boldur.
Şimdi artık Nietzsche’nin hiç de mütevazı sayılamayacak bir ifadesi ile yola koyulalım; “Ben gelmiş geçmiş en kötü insanoğluyum… ve de en yararlısı”
Nietzsche Ve Varlık, Güç İstenci Ve Dağınık Sistemlerin Doğası Üzerine, okumayanlara tavsiye, okuyanlara bilgiyi hatırlatma amaçlı. Nietzsche ve Varlık adlı eser, Nietzsche’nin felsefesine derinlemesine bir bakış sunan önemli bir çalışmadır. William Plank, bu eserde Nietzsche’nin varlık anlayışını, onun metafizik, etik ve estetik görüşleri ile bağlantılı olarak analiz eder. Nietzsche’nin, varlık anlayışı, özellikle batı felsefesinde yaygın olan geleneksel değerleri sorgulayan bir yapıya sahiptir.
Nietzsche, varlık anlayışını bir anlamda “görünüşler” olarak tanımlar. O, “gerçeklik” ve “görünüş” arasındaki ayrımı sorgular. Nietzsche’ye göre, insanların “gerçeklik” olarak kabul ettikleri şey, aslında bir yanılsamadır. Yani varlık, çoğu zaman insan zihninin veya kültürel inançların şekillendirdiği bir tür illüzyondur. O, gerçeği ve varlığı, insanın kendisini ve çevresini algılayış biçiminden bağımsız olarak anlamanın imkansız olduğunu savunur.
Nietzsche’nin en önemli kavramlarından biri de Übermensch ya da “Aşırı İnsan”dır. Aşırı insan, Nietzsche’nin toplumsal değerler ve ahlaki normlar karşısında oluşturduğu bir ideal kişilik tipidir. Bu kişi, varlığı kendi iç gücüyle ve değerleriyle şekillendirir, toplumun ve kültürün dışındaki doğruları takip eder. Aşırı insan, varlıkla bir uyum içinde, ama toplumun sınırlamalarından bağımsız bir şekilde var olur.
Nietzsche, varlık anlayışında “İrade Gücü” (Will to Power) kavramını merkezi bir yer tutar. İrade gücü, Nietzsche’nin varlık anlayışını şekillendiren temel unsurlardan biridir. Ona göre, insanın varoluş amacının en temel motivasyonu, hayatta kalma veya bir şeylere sahip olma değil, gücünü ve etkisini artırma çabasıdır. Bu güç arayışı, bir anlamda varlıkla yüzleşmenin, onu dönüştürmenin yoludur. İrade gücü, sadece bireyin kendi içindeki güçleri ifade etmesi değil, aynı zamanda çevresindeki dünyayı da dönüştürmesidir.
Nietzsche’nin “Tanrı’nın Ölümü” (God is dead) ifadesi, Batı düşüncesindeki eski metafizik anlayışların ve değerlerin çöküşüne işaret eder. Bu çöküş, varlık anlayışının da değişmesi gerektiğini gösterir. Nietzsche’ye göre, eski metafizik anlayışlar (özellikle Hristiyanlık), insanları bağımsız düşünmekten alıkoymuştur ve bu da insanın varlıkla olan ilişkisinin bozulmasına yol açmıştır. Tanrı’nın ölümünü kabul etmek, insanın yeni bir varlık anlayışına ulaşmasını sağlar. Bu noktada, varlık, insanın kendi iradesiyle anlam kazanmalıdır.
Nietzsche, varlık ile sanatı da birbirine bağlar. Sanat, Nietzsche’ye göre, insanın varlıkla olan en güçlü ve anlamlı ilişkisidir. Sanat, bireyin varlıkla mücadelesinin ve onu dönüştürmesinin bir yoludur. Özellikle Tragedya’nın Doğuşu adlı eserinde, sanatın varlıkla yüzleşmenin ve ona anlam katmanın bir yolu olduğunu ifade eder. Nietzsche’nin estetik görüşleri, varlık anlayışının yalnızca teorik değil, pratik bir yansımasıdır.
William Plank, Nietzsche’nin varlık anlayışını hem tarihsel hem de felsefi bağlamda inceler. Nietzsche’nin varlık anlayışını, Batı felsefesindeki idealist düşünce sistemlerinden farklı olarak, varlık ve gerçekliğin bireyin öznel deneyimiyle şekillendiğini savunur. Plank, Nietzsche’nin felsefesini, insanın kendi anlamını yaratma gücüne sahip olduğu, özgür bir varlık olarak tanımlar.
Nietzsche’nin, geleneksel metafizik anlayışları reddederek varlık anlayışını bireysel güce ve yaratıcılığa dayandırması, onun felsefesinin temel taşlarından birini oluşturur. William Plank, bu görüşleri derinlemesine bir şekilde ele alarak, Nietzsche’nin felsefesinin insan düşüncesindeki önemli etkilerini ve insanın varlıkla ilişkisini nasıl dönüştürdüğünü açıklamaya çalışır.
“Nietzsche ve Varlık” eseri, Nietzsche’nin varlık anlayışının felsefi boyutlarını detaylı bir şekilde ele alır. William Plank, Nietzsche’nin varlık, güç, insan ve toplum arasındaki ilişkiyi sorgulayan fikirlerini günümüz düşüncesine nasıl uygulayabileceğimizi inceler. Bu eser, Nietzsche’nin düşüncesini hem teorik hem de pratik bir bakış açısıyla anlamak isteyenler için önemli bir kaynaktır.
William Plank, 40 yıl boyunca Billings’deki Montana Eyalet Üniversitesi‘nde Fransızca profesörlüğü yapmış olan bu yazar, 2009 yılında emekliye ayrılarak uzun yıllar süren bir eğitim hayatını sonlandırmıştır. Bilgisi ve öğretme tutkusuyla, binlerce öğrenciye Fransızca öğretmiş, aynı zamanda kültürel anlayış ve dilin gücünü yaymaya çalışmıştır.
Eğitim hayatının dışında, yazarın kişisel dünyasında önemli bir yer tutan bir diğer tutku ise motorsikletle gezme sevgisiydi. Yola çıkmayı ve keşfetmeyi seven biri olarak, motorunun üzerinde uzun yolculuklara çıkarak dünyayı farklı açılardan gözlemlemiş, belki de bu yolculuklar onun yazarlık serüvenine de ilham vermiştir.
Müzik, yazarın yaşamında önemli bir diğer bileşendi. Piyano ile ragtime ve akordiyon çalma tutkusuyla, yazarın müzikal becerileri sadece eğlencelik bir hobi olmanın ötesinde, ona yaratıcı bir ifade biçimi sunmuş olabilir. Müzik, tıpkı edebiyat gibi, bir duygu dünyasına açılan kapı olabilir ve belki de yazar, bu enstrümanlar aracılığıyla derin düşüncelerini müzikle ifade etmeyi tercih etmiştir. Ragtime gibi enerjik bir türle çalmak, onun içindeki dinamikleri ve canlı ruhu yansıtmış olabilirken, akordiyon çalmak da ona daha melankolik, duygusal bir yolculuk sunmuş olabilir.
Bir profesör olarak edindiği deneyim ve bilgi birikimi, onu hem bir öğretmen hem de bir düşünür olarak derinlemesine etkileyen unsurlar arasında yer almış olabilir. Özellikle öğrencilere yalnızca dil öğretmekle kalmayıp, onların dünyaya farklı bir gözle bakmalarını sağlamış, onların entelektüel gelişimlerine katkı sunmuştur.
Yazarlar sizi okumaya davet ediyor.
Sevgiyle, okuyunuz…



Yorum bırakın