
Putların Alacakaranlığı, Nietzsche’nin felsefesinin mikro bir yansımasıdır.
“Birlikte yürümek mi istersin? önden yürümek mi? yoksa kendi başına yürümek mi?… kişi bilmeli istediği şeyin ne olduğunu ve onu istiyor olduğunu.”
— Friedrich Nietzche
Merhaba
İyi de neşeli olmaktan daha elzem bir şey var mı? Bilge kişilerin rol oynamadığı hiç bir şey başarıya ulaşmıyor. Yalnızca aşırı vurgu, gücün ispatıdır. “Bütün değerlerin yeniden değerlendirilmesi ve değer kazandırılması,” Bu sorun, öylesine kasvetli, öylesine büyük bir sorun ki, bu sorunla baş edebilmek için boğuşan kişinin üzerinde bir gölge gibi dolanıp duruyor; böylesine ağır bir görevi omuzlama kaderi, insanın son derece baskıcı, tedirgin edici bir görünüm alan ciddiyeti sarsacak kadar her an gün ışığının belirmesiyle birlikte yok olup gidiyor. Böylesi bir şeyi gerçekleştirmek için çıkılan her yolculuk, kutlu bir yolculuktur; bu süreçte atılan her adım, yaşanan her an, insana coşku veren bir adım, insanı coşkuyla doldurup taşıran bir andır. Her şeyden önce, bu bir savaştır. Savaş, her bilge kişinin sürekli kendi iç dünyasına yönelen ve her zaman oradan muhteşem yemişler devşiren olağanüstü bilgeliğinin bir göstergesi olmuştur. Bu kutlu kişinin tedavi edici, şifa verici gücü, bu savaş sırasında aldığı yaralarda bile kendini gösterir. Kökenini kendime sakladığım derin bir öfke duygusu uyandıran bir özdeyiş, daima benim mottom olmuştur;
Ruh gelişiyor; güç, yaralanarak kendini onarıyor.
Dirilişin bir diğer şekli, en azından benim açımdan fazlasıyla önemli olan bir diğer şekli “putları açığa çıkartmak ve onların azını aramaktır…” Artık dünyada, gerçeklerden de çok put var: İşte benim “kem gözüm”ün gördüğü, “kem kulağım”ın işittiği şey bu…
Zira, burada sorunları bir çekiçle döverek ortaya koymak ve belki de, benim gibi yaşlı bir psikolog ve problemli bir çalgıcının boş fıçılardan çıkardığı o ünlü sesle “bu sesi işitmek için sessizliğe gömülecek kişilere, kulaklarının gerisinde kulakları olan kişilere büyük keyif verecek bir cevap vermek…
Başlığından anlaşıldığı gibi bu kitap da her şeyden önce bir psikologun keyifli zamanlarının ürünü olan bir rahatlama, bir güneş lekesi, bir sergüzeştidir. Büyük olasılıkla, yeni bir savaş? Ve yeni putlar mı kol geziyor ortalıkta? … Öyleyse, bu küçük kitap, büyük bir savaş ilanıdır ve putların gün yüzüne çıkarılması ve açıklanmasına gelince… Bu kez, bunlar bu çağın putları değil, üstelik burada çekiçle dövülen ve çatal sesi çıkaran bir çabayla açığa çıkarılan ebedi putlardır. Artık antik putlar yok… İçi boş putlar da yok.. Bu onların en çok inanılan putlar olduğu gerçeğini değiştirmez. Aslında, özellikle de en ünlüleri, put olarak bile görülemez…
Kitap şunu belirtir: tüm değerlerin dönüştürülmesi. Nietzsche‘nin son ve en önemli projesi olarak ve burada antik çağa bir bakış açısı veriyor.
“Ahlaksal olgu diye bir şey yoktur. Ahlaksal yargı ile dinsel yargının ortak yönü, ikisinin de aslında olmayan gerçekliklere inanmasıdır. Ahlak, belli olayların bir yorumudur, daha kesin konuşmak gerekirse, yanlış bir yorumdur. Ahlaksal yargı da dinsel yargı gibi, gerçek kavramını, gerçek ile düşsel olanın ayrımını henüz içermeyen bir bilinçsizlik basamağıdır.”
Putların Alacakaranlığı, Nietzsche’nin felsefesinin mikro bir yansımasıdır. Filozofun 1888’de kısa bir sürede yazıp tamamladığı bu eser, Nietzsche’yi tüm düşünce hayatı boyunca meşgul eden meselelerin yoğun bir özeti niteliğini taşır. Aforizmadan denemeye geniş bir ölçeğe yayılan, biçim ve üslup bakımından Böyle Buyurdu Zerdüşt’le benzerlik gösteren Putların Alacakaranlığı’nda Nietzsche, hakikat kabul edilen değişmezlerin, putların sonunu müjdeler. Nietzsche’nin de dediği gibi, “Bu küçük kitap, büyük bir savaş ilanıdır,” doğa, akıl ve ahlaktan bahsederken kendini kutsallaştıran bütün putlara savaş açar.
Putların Alacakaranlığı, okumayanlara tavsiye, okuyanlara bilgiyi hatırlatma amaçlı.
Yazarlar sizi okumaya davet ediyor.
Sevgiyle okuyunuz…
Bir Cevap Yazın