“Bir kültürü yükseltebilecek kişi, bir olgunun anlamına o olgunun dış görünüşlerinin, alışıldık biçimlerinin ötesine geçerek ulaşan kişidir. Diğerleri, o yoğun konformist kitle, ideolojileri ne olursa olsun ölü biçimlerin zorbalığını sürdürmekten başka bir şey yapmazlar…”
— Mircea Eliade
Merhaba
“Tehlikelidir, kırılgandır, dikkat boyalıdır, imdat çıkışı, park edilmez, giriş yoktur, giriş, çıkış” vb. gibi gözün ve elin ulaşabileceği edatlar.
- Yüzyıllar öncesinden kalan tabletlerden aldığımız mesajlara, sembol okumalarına bakacak olursak günümüz mesajlarını ve yazılı düşünce boyutunu nasıl değerlendirirsiniz?
- Sizce tüm bu edatlar geleceğe hangi bilgiyi ve bilinç düzeyini aktarıyor olabilir?
Bütün bu ifadeler ve semboller, insanın anlam yaratma çabasının ve iletişim yollarının nasıl evrildiğini gösteren birer örnektir. Yüzyıllar öncesinden kalan tabletler ve sembolizm, insanlığın dil yoluyla düşündüğü, hissettiği ve varoluşsal soruları nasıl ele aldığına dair önemli ipuçları sunar. Antik tabletlerde bulunan semboller, genellikle bir toplumun dünyaya bakış açısını, ritüellerini, yaşam biçimlerini ve evrenle kurduğu ilişkiyi yansıtır. Günümüzde ise dil, sembol ve iletişim, çok daha karmaşık ve hızlı bir biçimde şekillenmiş durumda, ancak yine de özünde insanın kendini ifade etme ve anlam arayışına dair bir süreklilik vardır.
Joseph Campbell, mitoloji ve kahramanlık hikayelerinin evrensel temalarını inceleyen ünlü bir akademisyen ve yazardır. Onun çalışmalarında mitolojinin insan kültüründeki yeri, psikolojik ve sembolik anlamları ön plana çıkar. Özellikle, Kahramanın Sonsuz Yolculuğu (Hero’s Journey) kavramı, Campbell’in en önemli teorilerinden biridir ve bu kavramı, farklı kültürlerdeki mitolojik anlatıların ortak noktaları üzerinden tartışır.
Joseph Campbell: Babilli Hamurabi (İÖ 1750 civarı) çok ünlü Sami savaşçı kralların ikincisiydi. Yaratılış 10: 8-12’de Nemrut “Rabb’in önünde yiğit bir avcı” olarak anılan monarkın o olabileceği düşünülmüştür. Babil’in güneş tanrısı Marduk Destanı onun hükümdarlığı dönemine aittir. Marduk’un kadim denizin yaşlı tanrıçası Tiamat’ı yenmesi, dünyanın o bölgesinde bundan böyle evrensel doğa tanrıçası yerine siyaseten kabul edilmiş kabile tanrılarına sadakat gösterebileceğini belirleyen olaydı.
Tarihsel bir figür olan Hamurabi ve onun hükümdarlık dönemiyle ilişkilendirilmiş mitolojik bir anlatıyı içeriyor. Hamurabi, Babil‘in ünlü hükümdarlarından biri olarak, özellikle Hamurabi Kanunları ile tanınır. Bu kanunlar, tarihteki en eski yazılı hukuk metinlerinden biri olarak kabul edilir. Bu alıntıda, aynı zamanda Marduk ile ilişkilendirilen bir mitolojik olaya da değinilmektedir. Marduk, Babil’in baş tanrısıdır ve Babil’in kozmolojisinin en önemli figürlerinden biridir.
Marduk’un Tiamat‘ı yenmesi, Babil Mitolojisi‘nde çok önemli bir olaydır. Tiamat, ilkin evreni temsil eden kadim deniz tanrıçası olarak, kaosun simgesidir. Marduk, Tiamat’ı yenerek, kaosun üstesinden gelir ve düzeni kurar. Bu hikaye, doğanın ve evrenin düzenini simgeler, aynı zamanda tanrıların ve doğa güçlerinin insanlar üzerinde kurduğu hükümetin sembolüdür.
Campbell’in bakış açısından, bu tür mitler ve kahramanlık hikayeleri evrensel bir psikolojik yapıyı temsil eder. Kahramanın yolculuğu, kaosla yüzleşip düzeni getiren bir figürün hikayesidir. Marduk’un Tiamat’ı yenmesi, heros yani kahramanlık kavramı üzerinden insanların kendi içsel kaoslarıyla nasıl başa çıkmaları gerektiğini anlatan bir semboldür. Ayrıca bu hikaye, insanın doğa ve toplum düzeniyle barış yaparak, bu düzenin bir parçası haline gelme yolculuğunu simgeler.
Babil’deki hükümdarın, Marduk‘a olan sadakati, aynı zamanda Babil’in dini yapısını da simgeliyor. Marduk, Babil’in kozmolojik düzeninin merkezi figürüdür ve onun zaferi, Babil’in politik ve dini gücünün bir göstergesidir. Tiamat’ın yenilmesiyle birlikte, eski doğa tanrıçaları yerine, Babil’in kabile tanrıları ve krallarının egemenliği vurgulanmıştır. Bu da, Babylon’un sosyal ve politik yapısının evrensel tanrıların yerine yerel tanrıları daha güçlü bir şekilde yerleştirdiğini gösterir.
Joseph Campbell, Nemrut‘u, Yaratılış kitabındaki (10: 8-12) referansla Hamurabi’ye benzer bir figür olarak inceler. Nemrut’un “Rabbin önünde yiğit bir avcı” olarak tanımlanması, aslında o dönemdeki bir kahramanlık ya da hükümdarlık figürünü simgeliyor olabilir. Marduk’un zaferi ve Nemrut’un kahramanlık hikayesi, her iki figürün de hem fiziksel gücünü hem de kozmolojik ve toplumsal düzeni sağlama işlevlerini temsil eder.
Joseph Campbell’in bakış açısıyla, bu tür mitolojik anlatılar ve semboller, insanın kolektif bilinçaltındaki ortak arayışları yansıtır. Marduk’un Tiamat’ı yenmesi, aynı zamanda kaos ve düzen arasındaki dengeyi, insanın bilinçli ve bilinçdışı mücadelelerini simgeler. Nemrut’un hikayesi ve Babil mitolojisi de, bu kahramanlık yolculuklarının, yalnızca bireysel değil, aynı zamanda toplumsal düzeni şekillendiren birer sembol olduğunu gösterir. Mitler, insanlık tarihinin derin psikolojik ve kültürel dinamiklerini anlamamıza yardımcı olur.
Mircea Eliade’nin Simge, Mit, Kültür kitabında ise şöyle yazar:
İnsanoğlunun gelişimini anlama uğraşında bir devrim yaratacağını çoktan anlamıştır. Büyük buluşların -metalurji, tarım, takvim, yasa, vb. insanoğlunun varoluşunu önemli ölçüde şekillendirdiği zaten bilinmektedir. Ancak bu dönüşümün içsel dinamiği ile bunun kozmosa olan açılımları anlaşılamamıştır. Gerçekten de her yeni büyük buluşla birlikte insanoğlu ampirik bilgilerinin ufkunu genişletip yaşama olanaklarını yenilemekle, kalmamış, yeni bir kozmik düzey keşfetmiş, başka gerçeklik düzeni deneyimlenmiştir. Zihinsel sıçrayışı kışkırtan şey metaller keşfi değildir; İnsanoğlunun başka bir kozmik düzey bulmasına, yani o zamana kadar bilinmeyen ya da anlamsız görünen gerçekliklerle ilişkiye girmesine yardım eden şey bu madenlerin “varlığı” olmuştur. Başka bir değişle metalurji tarım vb. gibi insanoğlunun Kozmos hakkında yarattığı imgeyi değiştirmesine yol açar, bu yüzden de insanoğlunun durumunu kökten değiştiren zihinsel sentezleri doğurur. Sonraki keşiflerce aşılan ya da geçersiz kılınan bu zihinsel sentezler, insanlığın psişik ve tinsel evriminin gerçek etmenleridir. Bu noktanın altını iyice çizmek gerek, çünkü modern bilim bu keşiflerin hem kozmolojik anlamlarını hem de deneysel değerlerini son derece ihmal etmiştir. Söz konusu olan var olma kavgasında yeni, sıradan bir araç (maden, tarım vb.) değildir, daha çok o zamana kadar insanoğlunun ne düzeylerini ne de ritimlerini bildiği başka bir Kozmosun açığa çıkarılmasıdır. Bu “açığa çıkarma” sözcüğünü etimolojik anlamıyla anlamak gerekiyor, insanın önünde yeni bir kozmik düzen “açılır”, insan buraya somut olarak, deneysel olarak girer. Bunun yanısıra metallerin “varlığı” sayesinde, Örneğin “metalik döngülerle” ya da maden filizlerinin “büyüdüğü” yer olan “toprak ananın dölyatağı” ile büyülü biçimde ilişki kurmasını sağlayacak yolu keşfeder. Metalin insanoğlunun deneyimleri arasına girmesi bile onun yapısını kökten değiştirmiştir, çünkü Kozmos konusundaki bütün zihinsel sentezlerini değiştirmiştir.
Bu çalışmada odak noktası kadim Mezopotamya kültürüdür. Kadim ve kutsal yerler aynı zamanda doğumun, yaşam ve ölümün anlamlandırıldığı ilk merkezlerdir. Babil şehri Akkadcada “tanrının kapısı”dır ve doğaüstüyle kurulan bir persfektifi içerir. İnsanlığın kozmosa bakışını ve zihinsel gelişiminin arketipini yansıtan en iyi örneklerden biridir.
İlk uygarlıklarda hayata bakışın, çalışma ve inancın, nesne ve adların bugünden farklı bir karşılığı bulunmaktaydı.
Bu kitapta Babilliler’in metalurjik törenleri, derin simya bilgileri, hekimlik ve büyü sanatları, madenlerin, taşların ve bitkilerden söz edilmektedir.
Mircea Eliade, Romanya’da doğmuş bir dinler tarihçisidir. Felsefeci, kurmaca yazarı ve üniversite hocasıdır.
Babil Simyası ve Kozmolojisi, kitabı okumayanlara tavsiye, okuyanlara bilgiyi hatırlatma amaçlı. “Babil Simyası ve Kozmolojisi” (The Alchemy and Cosmology of Babylon), Mircea Eliade’nin antik uygarlıkların inanç sistemlerini ve simya anlayışını incelediği bir çalışmadır. Eliade, özellikle tarih boyunca simyanın hem bir doğa bilimi hem de bir mistik öğreti olarak nasıl şekillendiğini ve insanların evreni anlamada simyayı nasıl kullandığını ele alır. Babil, eski dünyanın en büyük uygarlıklarından biri olduğu için, Eliade burada Babil kültürünün simya, kozmoloji ve dinsel anlayışları üzerindeki etkilerini derinlemesine incelemiştir.
Babil uygarlığı, tarihsel olarak Mezopotamya’nın kalbinde yer alır ve eski dünya din ve felsefelerinde derin etkiler bırakmıştır. Babil simyası, evrenin düzeni, tanrıların etkisi ve insanın evrendeki yeri hakkında bir anlayış geliştirmiştir. Eliade, Babil’in kozmolojik görüşlerinin ve simyasal inançlarının yalnızca bilimsel bir temele dayanmamakla birlikte, derin bir sembolik ve mistik anlam taşıdığını vurgular.
Babil simyasının, evrenin yaratılışı ve düzeninin insanlarla, doğa ile tanrılar arasındaki ilişkiyi anlamaya yönelik bir yöntem olarak kullanıldığını belirtir. Babil simyacılığı, doğanın sırrını çözmek ve bu sırrı evrensel bir bilgi haline getirmek amacı güder. Eliade’nin bu konuyu ele alışı, simyanın sadece bir kimyasal süreçten ibaret olmadığını, aynı zamanda ruhsal ve kozmolojik bir dönüşüm süreci olduğunu anlatır.
Babil kozmolojisinde evren, belirli bir düzene ve hiyerarşiye sahiptir. Eliade’nin çalışmalarında, Babil halkının evreni bir düzen içinde görmek için kullandığı sembolizmler, mitolojik anlatılar ve ritüeller öne çıkar. Babil’de zaman, döngüsel bir anlayışla ele alınır. Bu döngüsellik, hem doğanın mevsimsel değişimleriyle hem de tanrıların ölümsüzlüğüyle bağlantılıdır. Babil halkı, bu kozmolojik düzeni anlamak için çeşitli ritüel ve dini uygulamalar geliştirmiştir.
Simya, Babil’de sadece dışsal, fiziksel bir dönüşüm süreci olarak kabul edilmemiştir. Aynı zamanda, bir içsel dönüşüm yolu olarak da görülmüştür. Eliade, Babil simyasının, hem maddeyi dönüştürmeye yönelik bir çaba hem de bireysel ruhsal bir gelişim yolu sunduğunu savunur. Simya, bir insanın kendisini arındırma ve tamamlanma süreci olarak algılanmıştır. Bu dönüşüm, hem bireysel hem de kozmik düzeyde bir yeniden doğuşu simgeler.
Babil mitolojisi, simya sürecinin tanrılarla olan bağlantılarını da içerir. Tanrılar, evrenin düzenini sağlamakla kalmaz, aynı zamanda simyanın gizli sırlarını da açığa çıkaran figürlerdir. Babil’in tanrılarına, özellikle Babil’in baş tanrısı Marduk‘a büyük bir saygı gösterilmiştir. Marduk, hem yaratıcı gücü simgeler hem de evrenin düzenini sağlamak için sürekli bir mücadele içindedir. Eliade, Babil’in simya ve kozmolojisinde tanrıların evrenin ve insanın kaderini nasıl şekillendirdiğine dair derin bir inanç olduğunu belirtir.
Mircea Eliade’nin simya konusundaki yaklaşımı, simyanın bir din, felsefe ve bilim karışımı olarak evrimini incelemektedir. Babil, bu anlayışın erken örneklerinden biridir ve Eliade’nin dikkat çektiği en önemli noktalar, simyanın yalnızca kimyasal dönüşümden ibaret olmadığıdır. Aynı zamanda, simya ruhsal bir keşif, evrenle ve ilahiyle birleşme sürecidir. Babil simyasının, sembolik anlamlar taşıyan mitolojik yapıları ve kozmolojik anlayışları, bu daha derin boyutu anlamada bize yardımcı olur.
Mircea Eliade’nin “Babil Simyası ve Kozmolojisi” adlı eseri, antik Mezopotamya uygarlığı olan Babil’in evreni ve simyayı nasıl anladığını, dini ritüellerle ve kozmolojik anlayışlarla nasıl ilişkilendirdiğini araştıran önemli bir eserdir. Eliade, Babil’in simyasının sadece fiziksel bir dönüşüm değil, aynı zamanda insanın içsel gelişimi ve evrensel düzenle olan ilişkisini yansıtan bir öğreti olduğunu vurgular. Bu çalışma, simyanın tarihsel ve kültürel önemini daha iyi anlamamıza yardımcı olur ve insanlık tarihindeki en eski dini ve felsefi öğretilerle bağ kurmamıza olanak tanır.
Yazarlar sizi okumaya davet ediyor.
Sevgiyle okuyunuz…



Yorum bırakın