
“Adaletin kabul edilmediği ve masumiyetin utanç verici olduğu,kötülerin iyilere düşmanca zarar verdikleri, düzenin, yasanın ve askeri disiplinin gözetilmediği, inançların görevini yerine getirmediği, kadınlara ve çocuklara merhamet gösterilmediği bir zamandır bu” diye yazar Lactancia.
Ebedi Dönüş Miti, Mircea Eliade
Merhaba,
Gerçekliğin “Merkez Semboliz” e katılmakla nasıl elde edildiğini gösteren olaylar: Şehirler, tapınaklar, evler “Dünya’nın Merkezi’yle bir tutulduklarında nasıl gerçek oluyorlar?
Arkaik insanın davranışı gözlemlenirse, şu olay göze çarpar; Ne dış dünyadaki nesnelerin, ne de insan faaliyetlerinin tek başlarına değeri yoktur. Bir nesne ya da bir eylem değer edinir ve bunu yaparken gerçek olur, çünkü öyle ya da böyle onları aşan bir gerçekliğe katılır. Onca taş arasında, sadece bir taş kutsal olur, dolayısıyla o an varlık’la dolar, çünkü hiyerofaniyi (kutsalın tezahürü) oluşturmuş ya da mana’sı belli bir sembolizmi sergilemiş ya da mitsel bir davranışı anmış olur.
İkamet etme ya da “yaşamsal alan” olarak kullanılma amacı taşıyan her toprak ilk önce “kaos”tan “kozmos”a dönüştürülür; yani ayin sayesinde gerçek hale geldiği bir “şekil” kazanmış olur. Elbette, gerçeklik arkaik zihniyet için güç, etkililik ve süre olarak tezahür eder. Bu yüzden tam anlamıyla gerçek, kutsallık’tır; çünkü kutsallık mutlak olarak vardır, etkili bir şekilde eyler, yaratır ve eşyanın sürüp gitmesini sağlar. Sayısız kutsama, mekanların, nesnelerin, insanların vs. ilkel insanın gerçek olana takıntısını ve varlığa olan susamışmışlığını ele verir.
Şehirlerin ve tapınakların göksel arketiplerine olan arkaik inanca paralel olarak, belgelerle çokça teyit edilmiş başka bir dizi inanç vardır: bu inançlarda “Merkez”in itibarı vardır. Merkez‘in mimari biliminin sembolizmi şu şekilde ifade edilebilir:
1. Kutsal Dağ —ki burada Gök ve Yer buluşur— Dünya’nın merkezindedir ;
2. Her tapınak ya da saray —bunun uzantısı olan her kutsal şehir ya da kraliyet ikamet yeri— bir “kutsal dağ”dır ve böylece merkez olur;
3. Bir Axis Mondis ( Latince dünyanın ekseni) olduğuna göre, Kutsal kent ya da tapınak Gök, Yer ve Cehennemin kesişme noktası olarak kabul edilir.
Yerin merkezi olan cehennem ve göğün “kapısı” aynı eksen üzerinde bulunurlar ve bir kozmik bölgeden başka bir kozmik bölgeye geçiş bu eksen üzerinde gerçekleşir. Tarihöncesi dönemde, aynı teorinin belli belirsiz var olduğunu kabul etmek İçin belli nedenlerimiz olmasaydı, Semang pigmelerindeki bu kozmik teorinin gerçekliğine inanmakta tereddüt ederdik. Mezopotamya inançlarında merkezi bir dağ Göğü ve Yeri birleştirir; bölgeleri endi aralarında bağlayan “Ülkelerin Dağı”dır bu.
Her Doğu kenti dünyanın merkezinde bulunuyordu. Babil bir Bab-ilanı’ydi yani “tanrıların kapısı”ydı, çünkü tanrılar oradan yeryüzüne iniyorlardı.
Aziz kentler ve yerler kozmik dağların tepelerine benzetilir. Bu yüzden Kudüs ve Sion Tufan’da su altında kalmadılar. Diğer yandan, İslam geleceğine göre dünyanın en yüksek yeri Kabe’dir, çünkü “kutup yıldızı” onun Göğün merkezinin karşısında olduğunu gösterir.
Son olarak, Kozmosun merkezindeki konumlarından dolayı kutsal tapınak ve kent kozmik bölgenin -Gök, Yer ve Cehennem -her zaman buluştuğu noktadır.
Dolayısıyla “Merkez” bizzat kutsal alan, mutlak gerçekliğin alanıdır. Aynı şekilde, mutlak gerçekliğin bütün diğer sembolleri (Hayat Ağacı ve Ölümsüzlük, Gençlik Pınarı, vs.) de bir Merkezdedirler. Merkeze götüren yol “zor bir yol”dur (dûrohana) ve bu gerçeğin bütün düzeylerinde doğrulanır: Tapınağın zor aşılan çemberlerle çevrilmiş olması (Baraburdur’da olduğu gibi); mübarek yerlerin ziyareti (Mekke, Hardwar, Kudüs, vs.); Altın Post, Altın Elma, Hayat Otu’nun kahramanca seferlerinin tehlike dolu yolculukları; labirentlerde kaybolmalar; kendine doğru, varlığının “merkezine” doğru yol arayanın karşılaştığı zorluklar, vs. Yol çetin, tehlikelerle doludur, çünkü aslında bu yol dindışı olandan kutsal olana bir geçiş ayinidir; geçici ve aldatıcı olandan gerçekliğe ve ebediliğe; ölümden hayata; insandan ilahlığa. “Merkeze” ulaşmak bir kutsanmaya, bir intisaba eşittir; dün dindışı ve aldatıcı olan bir varoluşun yerini gerçek, sürekli ve etkili yeni bir varoluş almıştır.
Yaradılış eylemi tezahür etmemiş olandan tezahür etmiş olana bir geçişi, ya da kozmolojiden bahsetmek gerekirse Kaos’tan Kozmos’a bir geçişi gerçekleştiriyorsa; Yaratılış, anlamının tüm genişliğiyle bir “merkez”den gerçekleştiyse; dolayısıyla cansızdan canlıya kadar varlığın tüm çeşitleri yalnızca tam anlamıyla kutsal bir alanda varoluşa kavuşabiliyorsa , demek ki, kutsal kentlerin sembolizmi (“dünyanın merkezleri’), şehirlerin kuruluşunu yöneten uzamsal veri (geometrik) teorileri, bunların inşa ayinlerini açıklayan görüşler bizim için şahane bir şekilde aydınlanmış oluyor.
Geçmişe, geriye dönerek, insanlığın içinde bulunduğu durumun kazı çalışmasını yaparak; okuyarak, araştırarak, bugünü ve içinde bulunduğumuz durumun nedenlerini daha iyi anlayabiliriz.
Dinler tarihi alanına yaptığı önemli katkılarıyla hem dünyada hem de Türkiye’de tanınan Mircea Eliade’ın bu eseri kendisinden sonraki çalışmaları önemli oranda etkilemiştir.
Ebedi Dönüş Miti, Mircea Eliade okumayanlara tavsiye, okuyanlara bilgiyi hatırlatma amaçlı.
Yazarlar sizi okumaya davet ediyor.
Okuyunuz…
Sevgiyle,
Yasemin Emre
Bir Cevap Yazın