“Gerçek özgürlük, bir şeyden özgürlük değil, özgürlük halidir. Bu özgürlük, zihnin hiçbir şeye bağlı olmadığı, hiçbir şeye tutunmadığı, hiçbir şeyden kaçmadığı bir halidir.”
– Jiddu Krishnamurti
Merhaba
Bir arayış içinde olan batılı aydınların düşünce ve davranışlarına etki yapmış Doğulu bilgeler arasında Krişnamurti’ye birinci yeri vermemek hiç kuşkusuz haksızlık olur. Onun konuşmalarını dinlememiş, konuşmalarını derleyen kitapları okumamış olanlar da ondan etkilenmiş birkaç kuşak aydının yazdıkları yazılar, romanlar, sahne oyunları, yaptıkları filmler aracılılığıyla Krişnamurti’nin düşünceleriyle tanışmışlardır…
Krishnamurti’nin yalnızca bir “düşünce adamı” değil, aynı zamanda çağdaş kültürün görünmeyen izleyicisi ve sessizce dönüştüren bir yankısı olduğunu çok güzel özetliyor. Gerçekten de birçok Batılı düşünür, sanatçı ve eğitimci onun fikirlerinden doğrudan alıntı yapmasa bile — eserlerinde onun o titreşen etkisini taşır.
Bu durum bize şunu gösteriyor: Krishnamurti’nin etkisi, kelimelerin ötesindedir. Fikrin doğasına, düşünmenin kendisine nüfuz eder. Ve bu etki, onun sessizliğinden gelir — bağıran ideolojilerden değil.
Bir Kimseyi Sevmenin Ne Demek Olduğunu Biliyor Musunuz?
Sevmenin ne demek olduğunu kendi kendimize bulmalıyız. Eğer sevgiyi tanımıyorsak, hiçbir zaman başkalarını düşünüp ilgilenen, başkalarını incitmemeye çalışan insanlar olamayız. Eğer yalınayak dolaşan insanların geçtiği bir yolda sivri bir taş görürseniz bunu kaldırın. Sizin böyle yapmanızı istedikleri için değil de içinizde hiç tanımadığınız, hiç rastlamadığınız kimselere karşı da bir duygu olduğu için yapın.
“Özgürlük için insanın içinde sevgi olmalı, sevgi olmazsa özgürlük hiçbir değeri olmayan bir kavramdan başka bir şey değildir…”
“Ancak özgür insanlar yeni bir uygarlık, değişik bir dünya yaratabilirler.”
- İstekler nereden geliyor?
- İsteklerden kendimizi nasıl kurtarabiliriz?
Görmek, bir ilişki içinde istek uyandırıyor, bu duygudan da istek doğuyor. Siz isteklerin tedirginliklere iç çatışmalarına yol açtığını fark ettiğiniz için “Kendimi isteklerden nasıl kurtarabilirim?” diye soruyorsunuzdur. Sizin asıl kendinizi kurtarmak istediğiniz şey istekler değil, isteklerin neden olduğu üzüntüler, kaygılar, sabırsızlıklar, acılar. Siz isteklerden değil isteklerin acı meyvelerinden kurtulmak istiyorsunuz, işte bu nokta son derece önemli. Eğer istekleri, birlikte getirdikleri acılardan, ıstıraplardan, çabalardan, bütün o huzursuzluklardan, kaygılardan, korkulardan arındırabilseydik, geriye yalnızca istediğimiz şeyleri elde etmenin zevki hazzı kalsaydı o zaman isteklerden kurtulmak isteyecek miydik?
İnsanda kazanmak, başarmak, bir yerlere varmak isteği oldukça bu istekler yanlarında kaçınılmaz bir biçimde tedirginlikleri kaygıları ıstırapları da getireceklerdir. Zengin olma tutkusundan, şöyle ya da böyle bir kimse olma sevdasından ancak bu isteklerin nasıl huzur bozucu, yıkıcı etkisi olduğunu anlayınca kendimizi kurtarabileceğiz.
Niçin kitap okumalıyız?
Eğer nasıl okuyacağınızı, nasıl yürüyeceğinizi bilmezseniz, bir yaprağın güzelliğini değerlendiremezsiniz, siz yaşamıyorsunuz demektir. Yaşamın bütününü birden anlamalısınız, yalnız bir bölümünü anlamanız yetmez. İşte bunun için kitap okumalısınız, işte bunun için göğe bakmalı, şarkı söylemeli, dans etmeli, şiir yazmalı, acı çekmeli, anlayışlı olmalısınız. İşte yaşam budur…
- İnsanlar başkalarını niçin dinler diye hiç kendi kendinize sordunuz mu?
- Başka birinin söylediklerini dinlemenin amacı nedir?
- Yoksa gerçekten bir şeyler öğrenmek, yeni düşüncelerle tanışmak için mi dinliyorsunuz?
Öğrenmek, bir şeyler keşfetmek, yeni bir şeyler bulmak, bir şeyler anlamak için dinlemenin yalnızca kendi düşüncelerine uyan sözler duymak için dinlemekten önemli bir farkı vardır. Ancak öğrenmek, yeni şeyler, yeni düşüncelerle tanışmak için dinliyorsanız o zaman zihniniz özgür demektir. Zihniniz belirli düşüncelere saplanmamış demektir; keskin, canlı, araştırıcı, meraklı, bunun içinde doğruyu bulmaya, yetenekli bir zihniniz var demektir. İşte bunun için neden ve neyi dinlediğinizi bilmek önemlidir.
Sözlerin sözel anlamlarının ötesine geçmek çok önemlidir.
“Gerçek yaşam, sevgi dolu olmayı, sessizliğin tadını almış, bol deneyimle yalınlığı bir araya getirmiş olmayı gerektiriyor; önyargıların, korku ve kör inançların, umutların çökmediği berrak, düşünmeye yetenekli bir zihne sahip olmayı gerektiriyor. İşte yaşam böyle bir şey ve siz yaşam için eğitilmedinizse eğitim neye yarar?”
Gerçek eğitim, nasıl düşünüleceğini öğrenmektir…
Eğer siz düşünmeyi biliyorsanız, sizde düşünme yeteneği varsa siz özgür bir insansınız; kendinizi dogmalardan, kör inançlardan, dinsel törenlerin etkisinden kurtardınız demektir.
- Kendini tanımak nasıl bir şeydir?
- Bu tür bir bilgi nasıl elde edilir?
- İnsan nasıl kendi kendini tanır?
Kendini tanımak kendinizi öteki arkadaşlarınızla, öğretmenlerinizle, çevrenizdeki öteki insanlarla karşılaştırmanız sonucunda gelir. Kendinizi başkalarını incelediğiniz gibi incelemeniz koşuluyla gelir; davranışlarınızı, ne tür giysiler giydiğinizi, nelerle öğündüğünüzü incelediğiniz zaman gelir. Kendinizi böyle incelediğiniz, sizinle ilgili her şeyi incelediğiniz ve kendinizi aynada yüzünüzü gördüğünüz gibi gördüğünüz zaman gelir. Aynaya tuttuğunuzu, nelerden tiksindiğinizi, nelerle öğündüğünüzü yüzünüzün biçiminin bir başka olmasını, saçınızın biraz daha çok olmasını isteyebilirsiniz, ama olan bu. Her şey aynaya yansıyor. Gördüklerinizi görmezlikten gelip, “Aman ne kadar güzelim” diyemezsiniz.
Eğer bir aynaya bakarmışçasına bir aynanın yansızlığıyla kendinizi başkalarıyla karşılaştırabilirseniz kendinizi tanımada hiçbir sınır olmadan ilerleyebilirsiniz. Bu tıpkı ne dibi, ne kıyısı olan bir okyanusa dalmaya benzer. Bu yolculukta varılacak hiçbir hedef yoktur ve işte bu yolculuğun asıl gizemi ve güzel yanı da burasıdır.
Ruh nedir?
Bunu öğrenmek isteyen kimse uygarlığın bize benimsettiklerini, toplum ortak isteklerini aşmalı ve konuya yalnız başına eğilmelidir. İşte eğitimin temel görevi bu olmalıdır. Konuya yalnız başına bir yanıt aramasını öğrenmek, bir kişinin ya da çoğunluğun isteklerine düşüncelerine tutsak olmamak, yani gerçeği kendi başına bulmaya gücü yetmek.
Sevgi gerçek bir şeydir. Üzerinde derinleşmek gereken bir şeydir.
Bir öğrencinin görevi nedir?
Öğrenci olmak aralıksız öğrenmeyi sürdürmektir. Siz öğrenebildiğiniz sürece bir öğretmene gerek yoktur. Siz eğer gerçek bir öğrenciyseniz size öğretmenlik yapacak özel bir kimseye ihtiyacınız yoktur, çünkü her şey, her olay size bir şeyler öğretmektedir.
Bir öğrencinin görevi yalnızca öğrenmektir. Kendi kendinize öğrenmeye başlamak için, daha önce dinlemesini öğrenmelisiniz, nasıl gözlemlemeniz gerektiğini öğrenmelisiniz. O zaman da her şey, müzik, insanların söyledikleri ve söylediklerini söyleme biçimleri, yani söylerken kızgınlıklarını, hırslarını ya da başarılı olma tutkularını açığa vurmaları, her şey size bir şeyler öğretecektir.
Gerçek yaşam nedir?
Gerçek yaşam gönülden sevdiğiniz bir şeyi bütün varlığınızı koyarak yapmaktır. O zaman ortada hiçbir iç çelişki kalmaz, yaptığınız şeyle yapmanızın gerekli olduğunu düşündüğünüz şey arasında bir savaş yoktur. O zaman yaşam tam anlamıyla bölünmez bir bütündür, bu da insana son derece kıvanç verir, ama bunu yapabilmek için siz hiç kimseye, hiçbir topluma ruhsal bir bağımlılık içinde olmamalısınız. Ancak içinizde bağımlılık duymadığınız zaman, yaptığınız şeyi severek yapabilme olasılığı doğar. Yaptığınız işi severek yapacaksınız ve bu sevgiden olağanüstü bir yaratıcılık doğacaktır.
Öldükten sonra ruh kalır mı?
“Ruh” sözcüğü, maddesel varoluşun ötesinde bir şeyi akla getiriyor. Sizin maddesel bedeniniz var ve gene karakteriniz, eğitimleriniz, erdemli yanlarınız var, ama siz bütün bunların ötesinde ve üstünde bir ruhunuz da olduğunu söylüyorsunuz. Eğer ruh varsa, bütünüyle maddesel varoluşun dışında bir şey olmalı, zaman ötesi bir niteliği olmalı. Şimdi siz; “maddesel varlığı olmayan şey, ölümden sonra kalıyor mu?” diye soruyorsunuz. Sorunun birinci bölümü bu.
Sorunun ikinci bölümü “ölüm nedir” sorusu olmalı. “Ölümün ne olduğunu biliyor musunuz? Ölümden sonra kalıcı bir şey var mı?” diye soruyorsunuz. Bu soru o kadar önemli değil. Önemli olan soru şu: “Siz yaşarken ölümün ne olduğunu biliyor musunuz?” sorusu. Öldükten sonra değil şimdiden bunu bulabilirsiniz, yaşarken canlı sağlıklı bir kimseyken düşünme ve duygulanma gücüne sahipken bunu bulabilirsiniz.
İşte bu da eğitimin bir parçası; eğitim size yalnızca matematik, tarih ve coğrafya öğretmekle kalmamalı, aynı zamanda size ölüm adı verilen o olağanüstü olayın ne olduğunu anlamanızda da yardımcı olmalı. Tam ölmek üzere olduğunuz zaman değil, yaşarken, gülerken ve bir ağaca tırmanırken, yelken kullanırken, yüzerken, ölümün ne olduğunu anlamalısınız.
Bu kitaptaki yazılar, Krişnamurti’nin Hindistan’da öğrencilerle, öğretmenlerle, analar ve babalarla yaptığı konuşmalardan oluşmaktadır.
İç Özgürlük, okumayanlara tavsiye, okuyanlara bilgiyi hatırlatma amaçlı. Jiddu Krishnamurti’nin İç Özgürlük adlı eseri, yalnızca bireysel bir arayışın değil, insan zihninin toplumsal, kültürel ve psikolojik zincirlerinden kurtulma çabasının da derin bir ifadesidir. Günümüz dünyasında bu kitabın önemi, özellikle şu yönlerde yankı bulur:
- Zihinsel Koşullanmalardan Kurtuluş: Krishnamurti, bireyin düşünce yapısının toplum, din, gelenek ve eğitim yoluyla şekillendiğini ve bu koşullanmalardan özgürleşmeden hakikatin görülemeyeceğini savunur. Dijital çağda, algoritmalarla yönlendirilen düşünce sistemleri içinde bu mesaj, zihinsel bağımsızlık için hayati bir uyarıdır.
- Yargısız Gözlem ve Farkındalık: Kitap, zihni değiştirmeye çalışmak yerine onu yargılamadan gözlemlemeyi önerir. Bu yaklaşım, modern psikolojideki bilinçli farkındalık (mindfulness) pratikleriyle örtüşür ve bireyin içsel sessizliğe ulaşması için güçlü bir araç sunar.
- Otoriteye Bağımlılığın Reddedilmesi: Krishnamurti, hiçbir öğretmen, sistem ya da ideolojinin bireyi özgürleştiremeyeceğini; gerçek dönüşümün yalnızca bireyin kendi içsel gözlemiyle mümkün olduğunu savunur. Bu, günümüzde bilgiye ulaşmanın kolaylaştığı ama anlamın zorlaştığı bir çağda, bireyin kendi içsel rehberliğini bulması gerektiğini hatırlatır.
- Toplumsal Cezaevinden Çıkış: Kitapta geçen şu metafor oldukça çarpıcıdır: > “İnsanlar hızla akan yaşam nehrinin yanında kendilerine küçük bir havuz kazarlar, işte o havuzda kokuşur, o havuzda ölüp giderler.” Bu, bireyin kendi yarattığı güvenli alanlarda nasıl tutsak kaldığını ve özgürlüğün ancak bu sınırların farkına varmakla mümkün olduğunu gösterir.
- Gerçek Özgürlük Tanımı: Krishnamurti’ye göre özgürlük, “canı ne isterse yapmak” değil; zihnin her an ne olduğunu fark ederek, geçmişin ve geleceğin yüklerinden arınarak yaşamasıdır. Bu, günümüzün “özgürlük” anlayışına karşı derin bir içsel devrim çağrısıdır.
“Kör inanç dünyanın en büyük felaketlerinden biridir. İnsanın kendini kesinlikle kurtarması gereken bir köstektir.” —İç Özgürlük
Jiddu Krishnamurti: Hakikatin Yolları Olmayan Ülkesinde Bir Yolcu
Jiddu Krishnamurti (d. 11 Mayıs 1895 – ö. 17 Şubat 1986), Hindistan’ın Madanapalle kasabasında doğmuş, 20. yüzyılın en etkili ruhsal düşünürlerinden biridir. Onu farklı kılan, yalnızca söyledikleri değil, söylediklerini yaşama biçimidir.
Erken Yaşam ve “Dünya Öğretmeni” Seçilişi:
Telugu kökenli bir Brahman ailesinin çocuğu olarak dünyaya gelen Krishnamurti, çocukluğunda hassas, içine kapanık ve hayalperest bir yapıya sahipti. 1909 yılında, Teosofi Derneği’nden C.W. Leadbeater tarafından “aura”sının olağanüstü olduğu gerekçesiyle keşfedildi. Ardından Annie Besant tarafından himaye altına alındı ve “Dünya Öğretmeni” olarak yetiştirilmeye başlandı.
Kurulanı Yıkmak: Özgürlüğün İlk Eylemi:
Ancak Krishnamurti, 1929 yılında beklenmedik bir kararla, kendisi için kurulan “Yıldızlar Tarikatı” adlı örgütü feshetti. Şu sözleri tarihe geçti: > “Hakikat, yolları olmayan bir ülkedir ve ona hiçbir örgüt, din ya da mezhep aracılığıyla ulaşılamaz.”
Bu çıkışıyla, hiçbir otoriteye, dogmaya ya da geleneksel öğretmen-öğrenci ilişkisine bağlı kalmadan, bireyin kendi içsel gözlemiyle hakikate ulaşabileceğini savundu.
Düşünce Sistemine Genel Bakış:
Krishnamurti’nin öğretileri bir sistem değil, bir sorgulama biçimidir. Ana temaları şunlardır:
- Korkunun doğası ve gözlemle çözülmesi
- Zihnin sessizliği ve farkındalık
- Koşullanmalardan özgürleşme
- Zamanın psikolojik yanılsaması
- Gerçek özgürlük: düşünceyle tanımlanmayan bir hâl
Onun için “öğretmek” değil, birlikte “görmek” esastı. Konuşmalarında sıkça “birbirimizle dostça konuşuyoruz” diyerek, hiyerarşik bir ilişki kurmayı reddetti.
Etkisi ve Mirası:
Krishnamurti, hayatı boyunca Hindistan’dan Amerika’ya, Avrupa’dan Avustralya’ya kadar birçok ülkede konuşmalar yaptı. Osho, Alan Watts, David Bohm gibi düşünürler onunla etkileşimde bulundu. Özellikle fizikçi David Bohm ile yaptığı diyaloglar, bilim ve bilinç arasında köprü kuran önemli metinler arasında yer alır.
Kendi adını taşıyan vakıflar ve okullar (örneğin Brockwood Park School, Rishi Valley School) hâlâ onun “koşulsuz öğrenme” anlayışını yaşatmaktadır.
Krishnamurti, bir öğretmen değil; bir aynaydı. Ona göre hakikat, bir otoritenin değil, sessizce gözlemleyen zihnin alanında doğardı.
Yazarlar sizi okumaya davet ediyor.
Sevgiyle okuyunuz…



Yorum bırakın