“Glykys apeiro polemos, yani; Savaş, onu yaşamayanlara tatlı gelir. Vegetius savaş sanatı hakkındaki eserinin III. kitap, bölümünde şöyle der:”Acemi erin savaş istemesine pek itibar etmeyin; çünkü savaş, onu yaşamamış olanlara tatlı gelir.” Yani: Onu yaşamamış olanlar için tatlıdır; ama onu yaşayan birini, düşüncesi bile fazlasıyla ürpertir.”
—Desiderius Erasmus
Merhaba
Bizzat tecrübe etmeden ne derece tehlike ve felaket getireceğini hayal bile edemeyeceğiniz bazı insan ilişkileri vardır.
Tecrübesiz biri için nüfuz sahibi bir dostun lütfu tatlıdır, tecrübeli kişi bundan sakınır.
Hümanistlerin prensi Erasmus, barışçıl perspektifler uluslararası hukukun görüş alanına girmeden önce modern savaş eleştirisinin temellerini attı. Kuzey Avrupa Rönesans’ının bu büyük ustası, savaşı yalnızca dinsel nedenlerle değil aynı zamanda rasyonel karşısavlarla da belirgin şekilde kınadı. Modern düşünce tarihinde barış elçisi olarak anılabilecek biri varsa, bu şeref öncelikle Erasmus’a aittir.
Savaş Karşıtı İlk Metin
“Tatlı Gelir Yaşamayana Savaş“, modern Avrupa’nın savaş karşıtı ilk metnidir. 1515 tarihli bu deneme, savaşa aşina olmayanları ve bu uğurda her türlü riski almaya hazır olanları uyarır. Cicero’dan bu yana tartışılagelen adil savaş fikrini reddeden ve devletlerarası anlaşmazlıklarda tarafsız yargılayan bir merci bulmanın mümkün olmadığını belirten Erasmus, barışı her şeyden önce varoluşsal bir zorunluluk olarak ortaya koyar.
Erasmus bu konuda şöyle der: “Her şey iyi başlamış olsa bile kaybınız kazancınızdan apaçık fazla ise küçücük bir avantaj için başınıza sayısız dert almaktansa haklarınızın bir kısmından vazgeçmek daha iyi olmaz mı? Bu kadar çok Hıristiyan kanı feda ederek güvence altına alacaksam mülkiyet hakkını başkasına veririm daha iyi.”
Yani önümüze geldiği gibi bağırmamalı, devrim yapmamalıyız. Her şey planlamalı, yanlışı doğruyu ölçmeliyiz. Yolun sonunda feda edilenlere kıyasla kazancımız bir elin beş parmağını geçmiyorsa ne anladım ben o işten. Sonuçta feda edilen koskoca yaşanmamış bir hayat. Özgürlük, demokrasi zırvalıklarının büyüsüne kapılıp, istediğimiz gibi oynayabileceğimiz oyunlardan değil bu.
Öbür taraftan insanın nasıl bir canavara dönüştüğünü, ilk zamanlar belirli ihtiyaçlardan -beslenme, barınma- doğan öldürme dürtüsünün nasıl bir zevke dönüştüğünü ve artık günümüzde insanların birbirini nasıl sudan sebeplerle öldürdüğünü ve insanların nasıl birer canavara dönüştüğünü anlatıyor Erasmus. Hatta hayvandan daha aşağılık bir varlığa dönüştüğümüzü belirtmekten de çekinmiyor. Bu konuda Erasmus’a ne yazık ki hak veriyorum. Sudan sebeplerle birden biten hayatlar. Bakınız kendi ülkemizden örnek verelim. Kadın, akşam yemeğinin tuzunu kaçırmış diye öldüresiye dövülüyor. Kızı telefonun şifresini girmedi diye kızını öldürüyor bir başkası. İnsanlar artık öldürmek için sebep arar duruma geldi. Bu da nasıl birer canavara dönüştüğümüzü yeterince ortaya koyuyor. Erasmus, bu konuya değinerek savaşın sadece ordularla olmadığını; bu devirde kardeşle kardeşin birbirine düşman olduğunu söylüyor.
Savaşlar her zaman bir sorun oldu. Basit sebeplerle savaşların çıkmadığı günlerde insanlık biraz daha gurur duyulası bir konumdaydı. Savaş çıkmasın diye öncelikle tüm yollar denenirdi. Çünkü o zamanlarda insan hayatının değeri bilinirdi. Çünkü hayat dediğimiz şey beş harften fazlasıdır. Kan, ter ve gözyaşı ile inşa edilmiştir. Sonuç olarak eğer bir savaş olacaksa gerçekten savaşın amacı hayatımı feda etmeme değer olmalıdır. Erasmus, bu konuda Pagan savaşçılarını örnek gösterir. Onlar savaşmadan önce sorunu çözmek için önceliklerini yapıcı fikirlere verirler. Örneğin, savaşmadan önce konuşmak, anlaşmak için bir araya gelirlerdi. Eğer konuşarak çözülmeyecek bir konuysa ki buna çok az rastlanır savaşa gidilir. Hatta savaşa gidilse bile savaş borusu çalmadan düşmana kılıç sallanmazdı, geri çekil borusu öttüğünde kılıcın düşmanın şah damarında da olsa öldürme hakkın elinden alınırdı. Tabii burada savaşı övmüyoruz sadece çok nadir de olsa savaş gerekliyse kurallarına göre oynanmalıdır diyoruz.
Demek istediğini şöyle de özetlenebilir:
“Devlet olarak küçük haklarınızdan fedakârlık yaparak büyük savaşların önüne geçebilirsiniz. Bu bir insan hayatından daha önemli değildir. Eğer karşı taraf sözle ikna edilemiyorsa gerçekten ama gerçekten tek yol savaş ise o zaman savaşılmalıdır ama onda bile erdemli olunmalıdır. Sivillere zarar vermeden ve olabildiğince az insan kanı dökerek savaşılmalıdır. Yani hayvanca değil strateji kullanılarak insanca savaşılmalıdır.”
Yazarın Notu:
“Tatlı Gelir Yaşamayana Savaş” Erasmus’un kaleminden çıkan, modern Avrupa’nın savaş karşıtı ilk metinlerinden biridir. 1515’te yazılan bu deneme, savaşı hiç yaşamamış olanların onu romantize etmesine karşı güçlü bir uyarıdır. Erasmus, küçük çıkarlar uğruna büyük yıkımların göze alınmaması gerektiğini, barışın ise insanlığın varoluşsal bir zorunluluk olduğunu dile getirir.
Yüzyıllar sonra Stefan Zweig, bu metni yeniden gündeme getirerek savaşın birey ve toplum üzerindeki yıkıcı etkilerini derinlemesine irdelemiştir. I. Dünya Savaşı’nın ardından kaleme aldığı yorumlarında, savaşın yalnızca ordular arasında değil, insan ruhunda da açtığı yaraları gözler önüne sermiştir. Ona göre savaş, bireyin içsel çözülmesine ve toplumsal yapının çökmesine yol açan bir çıkmazdır.
Zweig bu çıkmazları en iyi kendi tecrübelerinden aktarır; çünkü o da savaşın getirdiği büyük yıkıma maruz kalmıştı. Dünün Dünyası’nda bu düşüncelerini dile getirerek, savaşın yalnızca cephede değil, insan ruhunda ve kültürün kalbinde açtığı yaraları gözler önüne serer.
Bugün hâlâ savaşların ve şiddetin gölgesinde yaşayan dünyamızda, Erasmus’un ve Zweig’in sözleri güncelliğini korumaktadır. Bu eser, barışın yalnızca bir ideal değil, insanlığın varoluş koşulu olduğunu hatırlatır. İnsan hayatının kutsallığını savunan bu metin, savaşın romantize edilmesine karşı bir manifesto ve özgür düşüncenin evrensel bir çağrısıdır.
Tatlı Gelir Yaşamayan Savaş, okumayanlara tavsiye, okuyanlara bilgiyi hatırlatma amaçlı. Erasmus’un Tatlı Gelir Yaşamayana Savaş metni ile Stefan Zweig’in onu yeniden yorumlaması, aslında iki farklı dönemin ortak bir gerçeğini ortaya koyuyor: savaşın romantize edilmesi, onu yaşamayanların yanılsamasıdır; savaşın gerçekliği ise yıkım, acı ve insanlığın kaybıdır.
Eserin Günümüz İçin Önemi Nedir?
Erasmus’un Perspektifi
- Erasmus, 1515’te kaleme aldığı bu metinle modern Avrupa’nın savaş karşıtı ilk manifestosunu yazdı.
- Ona göre savaş, yalnızca dinsel açıdan değil, akılcı gerekçelerle de reddedilmelidir.
- “Tatlı gelir yaşamayana savaş” sözü, savaşı hiç yaşamamış olanların onu cazip görmesine karşı bir uyarıdır.
- Erasmus, küçük haklardan vazgeçmenin bile, büyük savaşların getireceği felaketlerden daha değerli olduğunu savunur.
Stefan Zweig’in Yorumu
- Zweig, I. Dünya Savaşı’nın ardından bu metni yeniden gündeme getirerek, savaşın insan psikolojisi ve toplumlar üzerindeki travmalarını irdeledi.
- Ona göre savaş, bireyin ruhsal çözülmesine ve toplumsal yapının çökmesine yol açar.
- Zweig, savaşın romantize edilmesini sorgular; savaşın sonunda hayatta kalanların bile ağır bir ruhsal yük taşıdığını vurgular.
Günümüzle Bağlantı
- Bugün hâlâ savaşların yaşandığı bir dünyada, Erasmus’un ve Zweig’in mesajı barışın varoluşsal bir zorunluluk olduğunu hatırlatıyor.
- İnsan ilişkilerinde şiddetin sıradanlaşması, Erasmus’un “insanın canavara dönüşmesi” uyarısını günümüzde daha da güncel kılıyor.
- Küçük çıkarlar uğruna büyük yıkımların göze alınması, modern siyasetin ve toplumsal çatışmaların hâlâ en büyük sorunu.
Evrensel Değer
Hem Erasmus’un hümanist bakışı hem de Zweig’in savaş sonrası gözlemleri, barışın yalnızca bir ideal değil, insanlığın varoluş koşulu olduğunu gösterir.
Eser, savaşın anlamsızlığını ve insan hayatının kutsallığını vurgular.
Günümüzde uluslararası hukuk, insan hakları ve barış hareketleri için hâlâ temel bir referans noktasıdır.
Tatlı Gelir Yaşamayana Savaş, Erasmus’un hümanist barış çağrısını ve Zweig’in savaşın psikolojik yıkımına dair gözlemlerini birleştirerek günümüzde hâlâ geçerliliğini koruyan bir eser. Bugün bu metin, hem savaşın romantize edilmesine karşı bir uyarı hem de barışın insanlık için tek gerçek yol olduğunu hatırlatan bir mirastır.
Rotterdamlı Erasmus
1466 civarında Rotterdam’da dünyaya geldi. Gayrimeşru bir çocuk olarak doğması, hayatı boyunca özgürlük ve bağımsızlık arayışını besledi. Manastır eğitimi aldı, fakat skolastik düşüncenin katılığından rahatsız oldu.
Hümanizmin Yükselişi:
- Erasmus, klasik metinlere yönelerek antik bilgelik ile Hristiyanlığın özünü birleştirmeyi amaçladı.
- Latinceyi en saf haliyle kullanarak Avrupa’da hümanist düşüncenin dilini kurdu.
- “Deliliğe Övgü” adlı eseri, hem mizahi hem de eleştirel bir dille dönemin bağnazlığını hedef aldı.
Düşünce Dünyası
- Tarafsızlık: Ne Luther’in reformculuğuna ne de Katolik kilisesinin katı dogmalarına tam anlamıyla bağlandı.
- İç özgürlük: Onun için en büyük değer, bireyin düşünce özgürlüğüydü.
- Barış: “Tatlı Gelir Yaşamayana Savaş” adlı eseri, savaş karşıtı düşüncenin erken bir manifestosu oldu.
Çelişkiler:
- Hümanist kimliğiyle bağnazlığa karşı çıktı, fakat dönemin siyasi atmosferinde Türklere karşı sert ifadeler kullandığı metinler de kaleme aldı.
- Bu çelişki, Erasmus’un hem çağının çocuğu hem de çağını aşan bir düşünür olduğunu gösterir.
Mirası:
- Erasmus’un en büyük ideali, Avrupa’nın bilim ve sanat çatısı altında birleşmesiydi.
- Bugün Avrupa Birliği’nin “Erasmus” adını taşıyan projeleri, onun kültürel birlik hayalinin sembolik bir devamıdır.
- Stefan Zweig’ın biyografisinde vurguladığı gibi, Erasmus’un gerçek zaferi savaş meydanlarında değil, düşünce tohumlarının kalıcılığında yatmaktadır.
Erasmus, ne tam bir reformcu ne de tam bir dogmatik; o, özgür düşüncenin ve barışın filozofu olarak tarihe geçti. Onun hayatı, bireyin içsel özgürlüğünü koruma mücadelesiyle, Avrupa’nın ortak kültür idealini birleştiren bir yolculuktur.
Yazarlar sizi okumaya davet ediyor.
Sevgiyle okuyunuz…



Yorum bırakın