“Hayat ve bilincin organizmaya ilave edilmiş harici ve ilave güçler değil; belli şartlar altında işleyen doğal kuvvetler olduğudur. Organizmayı organik ve inorganik organizma diye ikiye ayırılır. Her ikisi arasındaki farkın ilkinin bilince kabiliyetli olmasında yattığıdır. Buna göre, organik süreçler dairesel ya da dönüşümlü iken inorganik süreçler doğrusaldır.”
— William James
Merhaba
İlk eğitimini babasından alan James, babasının işleri sebebiyle on sekiz yaşından otuzuna kadar Avrupa’da eğitimini sürdürmüştür. Fransız ve Alman düşüncesinin etkisinde kalan James, o dönemde Avrupalı entelektüellerle tanışan ender Amerikalı düşünürlerden biri olmuştur. Bir süre sanata ilgi duyan James, ressam W. Hunt’tan etkilense de babasının arzusuyla 1864’te Harvard’da Lawrence Bilim Okulu’na kaydolur ve Harvard Tıp Fakültesi’ne girer, James, burada düşüncelerini derinden etkileyen doğa bilimcisi Louis Agassiz ile tanışır. 1865-66 arasında hocası ile Amazon’da bilimsel araştırmalar yapar. 1869’da mezun olan James, tıp alanından psikolojiye ve fizyolojiye yönelir.
1873’te anatomi ve psikoloji okutmanı; 1880’de Harvard’da psikoloji doçenti olur. Aynı yıl iki ciltlik şaheseri, Principles of Psychology [Psikolojinin İlkelerı] adlı ilk eserini yayımlar. Bu eser James’in doğrudan doğruya felsefeye yönelmesini sağlar. Zira eser, bir ucu metafizik problemlere uzanan pek çok felsefi sorunu; alışkanlık, bilme çeşitleri, düşünce ırmağı, duygular, benlik, gerçekliğin algısı, inanç, eylem ve irade üzerinden inceler.
James’in önem verdiği konuların başında insanın kavrama ve hareket etme yetileri bulunmaktadır. Ancak bir konu vardır ki James neredeyse tüm odağını bu meseleye yoğunlaştırır; duygu durumları.
Duygu terimi genellikle zihinsel yaşamın bilişsel ve iradeden farklı olarak duyuşsal bölünmesini belirtmek için kullanılır. Onun düşüncesinde duyular, zihin algısal ya da iradi yönünden ziyade estetik yönüne vurgu yapar. Duyguyu beynin işlevleri üzerinden ele alan James, onun kaynağı ile ilgili iki görüşten bahseder. Bunlardan ilkine göre duygu, beyinde özel merkezlerde meydana gelir ve ortaya çıkmasında diğer fizyolojik etkenler rol almaz. İkinci görüşe göre duygu, beynin motor ve duyusal merkezlerinde meydana gelen süreçlere karşılık gelir.
James, natüralisttik bir yaklaşımla ele aldığı, ortaya çıktıklarında bedensel ya da fizyolojik etkileri görülen ve kişinin bedeninde değişikliklere neden olan duyguları temelde standart duygular olarak nitelendirir. Ele alınan bu duygu durumlarında bedensel süreçlerden bir kısmı normal istikrarını koruyamaz ve çeşitli tepkiler verir. James’in vurguladığı gibi söz konusu tepkiler çoğu durumda duygu durumlarının bir ‘tezahürü’, onların ‘ifadesi’ ya da ‘doğal dili’ olarak ortaya çıkar. Bununla beraber James’in bu noktada cevaplamaya çalıştığı en temel soru, birer zihin durumu olan duygular ile o duyguların beraberinde ortaya çıkan bedensel değişiklikler arasındaki nedensel ilişki üzerinedir. Genel görüş, bazı gerçeklerin zihinsel idrakinin duygu diye adlandırılan zihinsel eğilimleri uyandırdığı ve ortaya çıkan bu duygu durumlarının bedensel ifadelere sebebiyet verdiği şeklindedir. James ise bunun tersine, “bedensel değişikliklerin doğrudan heyecan verici gerçekliklerin idrakini’ takip ettiğini ve aynı değişiklikler görüldükçe onlarla ilgili duygu durumlarının ortaya çıktığını” ileri sürer. Nitekim o, “Sağduyu der ki, servetimizi kaybederiz, üzülürüz ve ağlarız; bir ayı ile karşılaşırız, korkarız ve kaçarız; bir rakip tarafından aşağılanırız, öfkeleniriz ve kavga ederiz. Burada savunulacak hipotez bu dizilim sırasının hatalı olduğunu, bir zihinsel durumun doğrudan doğruya bir diğeri tarafından başlatılmadığını, bedensel tezahürlerin ilk önce araya sokulması gerektiğini söyler…” der. Bu anlayışa göre ağladığımız için üzülürüz, kavga ettiğimiz için kızar, titrediğimiz için korkarız. Zira ona göre “algıyı takip eden bedensel durumlar olmaksızın bu algılar şeklen saf bilişsel, solgun, tarafsız bir duygusal sıcaklıktan mahrum olurdu.”
James’in öne sürdüğü hususlardan biri şudur: “Eğer güçlü bir duygudan hoşlanırsak ve sonra onun bedensel işaretlerinin tümüyle ilgili hisleri bilincimizden soyutlarsak, geride hiçbir şeyimiz kalmadığını, duyguların oluşturabileceği bir ‘zihin hammaddesi ‘olmadığını ve geriye kalan tek şeyin soğuk ve tarafsız bir zihinsel algı olduğunu görürüz.” Bu ifadelerle James, bedenden tamamen ayrı bir insan duygusunun hiçlik olduğunu vurgular.
Davranışlardan yola çıkarak insan psikolojisinin arka planındaki mekanizmayı keşfetmeye çalışan James, bilişsel işlevleri açıklamaya yöneldiğinde bilinç meselesiyle karşılaşır. Pek çok filozofun teorik olarak incelediği bilinci, hem doğal bir bilim olarak psikoloji üzerinden hem de metafizik açıdan ele alan James, bilincin mahiyetine dair görüşleriyle bir taraftan kendinden önceki bilinç teorilerinin eleştirisini yapmış diğer taraftan felsefede bilinç sorununa yönelterek ‘zihin felsefesinin’ gelişmesinin yolunu açmıştır. William James’in bilinç mahiyeti ve işlevine ilişkin ortaya koymuş olduğu ‘bilinç akışı’ anlayış genelde onun felsefesini özelde ise psikolojisini en iyi şekilde ortaya koymaya yönelik çabaları temsil eder.
James öncelikle bilinç sorununu analitik tarzda ele almanın ve bu iş için de en somut olgulardan, içsel hayatımızdaki tanıdık olaylardan başlamamız gerektiğini düşünür. İnsan doğasını kendi bütünlüğü içinde yansıtan analitik yöntem, içsel yaşamımızdaki temel parçaları keşfederek onların içinde bulunduğu psikolojik şartları ortaya koyacak ve sorunun incelenmesinde maksimum faydayı sağlayacaktır. Nitekim o, herkesin kendi içsel deneyimlerinde onayladığı somut olgunun, bilincin bir akış; zihin durumlarının birbirini takip ederek ilerlediği olgusu olduğunu beyan eder. James, söz konusu akışın dört önemli özelliğinin doğrudan fark edildiğini ileri sürer. Bu özellikler şunlardır:
- Her bilinç durumu, şahsi bir bilincin parçası olmaya eğilim gösterir.
- Şahsi bilinç durumları daima değişir.
- Şahsi bilinç, duyusal olarak daimidir.
- Bilinç akışında bazı parçalar seçilir ve benimsenirken diğerleri reddedilir.
James, ‘her durum’ ya da ‘düşüncenin’ şahsi bir bilincin parçası olduğunu ileri sürerken düşüncelerin birbirinden ayrı olmadığına, aksine birbirleriyle ilişkili olduğuna dikkat çeker. Her düşünce bir bilince aittir.; herhangi bir düşünce bu ya da şu düşünce değil, aksine benim düşüncem, senin düşüncen ya da onun düşüncesidir. Buna göre şahsi bilinç, sürekli bir yaratmadır ve dolayısıyla şahıs, bireysel form altında bulunan ve asla tekrar edilemeyen bir evreni temsil eder.
James bilinç akışının ikinci özelliği olarak şahsi bilinç durumlarının daima değiştiğini ya da bilincin daimi bir değişim süreci olduğunu beyan eder. Ancak o, söz konusu ifadelerle zihinsel durumların süreye sahip olmadığını kastetmez. Çünkü akışta her durum ‘şimdi’de ortaya çıkar. Buna ilaveten zihin durumları, akış içinde birbiriyle kombinasyona girer ve dolayısıyla her duyum değişik izlenimler verir. Bilinç akışında pek çok duyum bize gelir ve biz, perspektifimizin, bilincimizin değişmesi nedeniyle bir duyumu aynı şekilde iki defa algılayamayız. Fakat aynı objeyi algıladığımızı düşünürüz. James’e göre, zihin daima ‘aynı’yı düşünmeye yönelimlidir ve aynılık duyumu, bilinç için zorunlu bir durumu temsil eder. Zira zihin, bu aynılık nosyonunu, deneyimini düzenlemek için kullanmak zorundadır. Ancak James’e göre, tıpkı duyumlar gibi zihin durumları da kesinlikle aynı değildir; her düşünce eşsizdir. Aynı olguyla karşılaşıldığında o düşünce, en son görüldüğü ilişkiler İçinde değil, farklı açıdan, farklı ilişkiler içinde algılanır ve anlaşılır. Herhangi bir şey, yıldan yıla yeni ışıklar altında görülür. Bu olgu, zihni imkanların durumunun geliştiğine işaret eder. James’e göre, zihni değişiklikler ile ilgili bu tespit doğru ise şu husus da doğru olmalıdır: İki fikir tamamıyla aynı değildir. Bu önerme, teorik olarak çok önemlidir, zira bu noktadan sonra ampirizmde Lokeçu ya da Herbartçı okulu izlemek imkansız olur. O halde bilinçte daima mevcut bir ‘fikir’ iddiası, mitolojik bir üründen başka bir şey değildir.
James’in düşüncesinde zihinsel akışın en genel görünümü, parçaların farklı adımları olmasıdır. O, bu düşünce akışını resmetmek, için bir hedefe yönelip uçan ve dinlenmek için ara sıra bir yere konan kuş metaforunu kullanır. Kuşun uçuşu, tıpkı kısa dinlenme vakitleri ile ayrıldığı gibi, düşüncenin akışı da ‘dinlenme/konaklama yerleriyle’ ayrılır. Bu ‘konaklamalar’, duyu izlenimlerinin belli kombinasyonlarının tecrit edilmesi, düşünülmesi ve hatırlanmasına bağlı olarak akışı yakalamaya yarayan özel duyusal tasavvurlardır. Bu sabit duyusal birliklerin etrafındaki bağlantı ve akış, aslında ilişkilere dair düşüncedir. Konaklama yerlerinin ‘özsel parçalar’, uçuş yerlerinin ise ‘geçiş yerleri’ olduğunu beyan eden James, söz konusu durumu dilin ritmiyle açıklar: Her düşünce tümceler ile ifade edilir ve her tümce bir süreç ile tamamlanır. Bu süreçte sessiz-aralıklar, bir çeşit duyusal tasavvurlar ile doldurulur. Dolayısıyla düşünme, özsel parçalardan diğerlerine doğru bir akış şeklinde gerçekleşir.
Geçişli parçaların asıl kullanımı, bir özsel parçadan hareket edip diğer bir özsel parçayı izlemek içindir.
Bilincin içe bakış ile gözlemlenmesinin imkânını sorgulayan James, felsefe tarihinde düşünce ırmağının geçişli parçalarını gözlemlemede iki yolun mevcut olduğunu söyler: bunlar duyumsalcılık ve anlıkçılıktır. Hume’un temsilcisi olduğu duyumsalcılık, bilinç akışında özsel parçaların yakalanamayacağını, zira onların zihnin dışındakilerle ilişkileri olmadığını ileri sürer. Anlıkçılık ise özsel parçaların gerçekliğini ve ilişkilerin varlığını açıkça ortaya koyamaz. Bu yüzden, her iki yol da ona göre hatalıdır. James’e göre, objeler arasındaki ilişkiler gerçektir ama onları ifade edecek bir dil yoktur. Ancak bu noktada beynin analojisi önemlidir. Orada içsel denge, daimî bir değişim durumudur: Değişimin saikleri diğer parçalar üzerinde etkilidir ve ritimler oldukça çabuktur. Bu saikler, daima kendilerini yeniler, bilinç de değişikliklere daima cevap verir. Kısaca, bilinç akışında yeniden düzenlemeler daimidir.
James, bilincin dördüncü özelliğinin seçicilik olduğunu söyler. Ona göre duyumlar kaosu, bireysel bilinci oluşturmada temel sağlamaz; aksine seçicilik ve dikkat bilinci oluşturur. Hem eşyaların tümüne dikkat kesilemediğimizi hem de akıştaki her şeyin birbiriyle alakalı olduğunu ifade eden filozof, seçici eğilim olmaksızın deneyimin tam bir kaos olacağını beyan eder. Bilinç, seçtiği parçaya daha çok önem verirken pek çok şeyi göz ardı eder. Zihin, pratik ya da estetik sebeplerle eşyaya ait belli duyumları seçer. Zihnin seçimiyle, öz ve araz ya da birincil ve ikincil nitelikler arasında ayrım yapılmış olur. O hâlde bir eşyanın asli nitelikleri öznel durumlar olarak adlandırılan seçilmiş duyumlardan oluşur. Başka bir ifadeyle, zihnin seçici endüstrisinde objeler dünyası her zaman ferdidir.
James’e göre bilinç, nesnel dünyayı dışarıdan gözetleyen bir gözlemci olmadığı için ‘ben’ ya da ‘bilme süreci’, gerçeklik ya da deneyim olarak adlandırdığımız şeyin içinde mevcut olmak demektir. Bu açıdan, bir kimsenin bilinçli olduğunu söylemesi, akışta belirli bir muhtevanın var olduğuna işaret etmesi anlamına gelir. Dolayısıyla ben ve iradi eylemler, akıştaki belli muhtevalara dair adlardan ibarettir. Bu durumu başka türlü ifade edecek olursak ; benlik bir töz değil, tamamıyla geçmiş ve şimdiki deneyimlerden oluşan bir bütünü yansıtır. Bu bütünde benliği oluşturan tüm deneyimler, saçaklı olarak gelişen, mahiyet olarak teolojik ve özel ilişkiler deneyimini içeren düşüncelerden oluşur. Bu düşüncelerin kaynağı olan geçmiş ve şimdiki deneyimlerimiz, benliği oluşturan iki parçaya delalet eder; objektif şahıs (me/beni) ve sübjektif şahıs (I/ben).
James, tıpkı benlik gibi bilme sürecinin de akıştaki kombinasyonlara işaret ettiğini ifade eder. Bu açıdan “ Nasıl biliyorum?” sorusu bilgi adı verilen belli bir eylemin toplam süreçte nasıl yer aldığı ya da alımlandığı sorusudur. Zihnin farklı durumlarına dair bilişsel işlevi düşünüldüğünde, James bilgiyi iki kategoriye böler: ‘tanıma yoluyla bilgi’ ve ‘hakkında bilgi’.
James bilinen benlik çerçevesinde benliğin unsurlarını ise (a) Maddi Benlik (b)Toplumsal Benlik (c)Ruhsal Benlik olarak ele almaktadır. Onun maddi benlik dediği husus salt bedenin ötesinde, elbiselerinden evine, yakın ailesinden sahip olduğu mal ve mülke kadar geniş bir yelpazeyi ifade eder. Beden burada Maddi Benliğin en iç kısmıdır.
James için toplumsal benlik, kişinin çevresinden aldığı onaylamanın ifadesidir. Onun bakışında bizler, ‘kendimizi fark ettirmeye ve kendi türümüz tarafından olumlu bir şekilde fark edilmeye dönük içgüdüsel bir eğilime sahibizdir.’ Bu açıdan, James için “bir kişinin onu tanıyan ve zihninde onun hakkında bir imaja sahip olan kişiler kadar çok sosyal beni” vardır. Filozof, ‘bu imajlara sahip olanlar doğal olarak sınıflara bölünürse, uygulamada görüşlerini önemsediği farklı insan gurupları kadar çok sayıda farklı sosyal benliğe sahip olduğunu söyleyebiliriz’ derken kişinin farklı ortamlarda farklı benliklerini gösterebildiğini ve bunun altında da onaylanma dürtüsü olduğunu belirtir. Bu çerçevede iyi ya da kötü şöhreti, onuru ya da onursuzluk, kişinin sosyal benlikleriyle ilgili isimler, yani yücelten veya ayıplayan kendi ‘grubunun’ gözündeki imajıdır.
Ruhsal benliğe gelince, James onu saf egodan ayırır. O, ruhsal benlik ile bir kişinin içsel ve sübjektif varlığını onun ruhsal yeteneklerini ya da eğilimlerini kasteder. James için ruhsal eğilimler, en hakiki göründüğümüz, benliğin en kalıcı ve kişisel kısmıdır. Ruhsal benliği ise bu noktada, bu yetenek ve eğilimleri kendimizce nasıl değerlendirdiğimiz yani kendimizi nasıl algıladığımız belirler. Bununla beraber ruhsal benliğin ele alınışı ister soyut ister somut bir şekilde olsun bütünüyle düşünsel bir süreçtir. Bu süreç bir açıdan bilinçle ilgilenmenin soyut bir yoludur.
James’in burada özenle tartıştığı husus, ruhsal benliğin ele alınışında ortaya çıkan düşüncenin kendisinin bilinç tarafından kontrol-idare- idrak mi edildiği yoksa bilincin bu akışın kendisinin mi olduğu hususudur.
James için iç gözlemlerde ortaya çıkan sonuç şudur;
Bizim bütün ruhsal aktivite hissimizin, ya da o isimle geçen şeyin asıl doğası çoğu insan tarafından gözden kaçırılan bedensel eylemlerle ilgili bir histir.
James, benliğin unsurlarının ortaya çıkardığı duyguları da ayrıca ele alır. Benlik duygusu ya da benmerkezcilik duygusunu kendiyle barışık olma ve barışık olmama çerçevesinde ele alan filozof, bu iki karşıt mizaç sınıfını doğamızın bize doğrudan ve özel hediyesi gibi değerlendirir.
James için bu dünyadaki benmerkezciliğimiz tamamen kendimiz olmak için neyi ön plana aldığımıza bağlıdır. Kişisel öz saygıda ön plana aldığımız hususta koyduğumuz hedefler ve onları gerçekleştirme durumuyla ilgilidir. James bu konuda bir formül geliştirmiştir ve bu formül kişilik değerlendirmeleri konusunda geliştirilen ilk formüllerden biridir Bu formülü şöyle ifade eder: öz saygı= başarı/iddialar (hedefler). Benlik duygusu veya öz saygının değeri kişinin kendi yetkesindedir. James, “Bir kişinin fiili ya da pasif benliklerine temas etmedikçe o kişiyi harekete geçiremeyiz.” diyerek kişilerin benliklerinde sahip olduğu öz saygı ilkesine vurgu yapar.
James bazı benliklerin kendini koruma altına almak için dışlayıcı bir tutum sergilediğini, bazılarının ise dışlayıcı tavır olmadan ama kendini büyütmeden de nasıl kendiyle barışık olduklarının örneklerini verir.
James şöyle der:
“Bilinç durumları psikolojinin işi olarak ilgilenmesi gereken tek şeydir. Metafizik ve teoloji Ruhun var olduğunu kanıtlayabilir; fakat psikoloji için böyle bir temel birlik ilkesi hipotezi gereksizdir.”
Bilindiği üzere ampirizm, rasyonalizmin zıddı olarak konumlanır. Rasyonalizm, tümelleri tikellere öncelerken ampirizm bakışlarını tikel olana odaklayarak bütün ve parça arasındaki öncelik tartışmasında parçadan yana tavır alır. Parçanın anlamının bütünden bağımsız şekilde tebarüz ettiğini ileri süren ampirizm, birey vurgusunun her adımda ön plana çıktığını açıkça ifade eder.
James kendi düşüncesinin de ampirizme benzer şekilde parçalarla başladığını ifade eder. Ona göre, bütün bir soyutlama olması hasebiyle ikinci mertebe bir varoluşu temsil eder. James’in radikal ampirizmiyle sıradan ampirizm arasındaki benzerlik ancak söz konusu görüşten ibarettir. James’in düşüncesini klasik olarak nitelendirilebilecek ampirizmden ayıran ve ona radikal niteliğini kazandıran temel husus, deneyim kavramına atfettiği anlamla ilgilidir. Buna
göre, radikal ampirizm doğrudan tecrübe edilmeyen unsurları kendi yapısının içine kabul etmezken aynı zamanda doğrudan deneyimlenen parçaları da dışlamaz. Bu şekil bir anlayış içerisinde deneyimleri bağlayan ilişkiler tecrübe edilir ve tam da bundan dolayı ‘gerçek’ olarak koyutlanır. Oysa bilindiği üzere, sıradan ampirizm söz konusu bağlantıları yadsıyarak sadece ayrımlara vurgu yaparken ilişkilerden ari parçalar herhangi bir şekilde bir araya gelebilme imkânını kaybetmek durumunda kalırlar.
Öte yandan James’e göre, salt ayrımları öne alması ve bağlantıları yadsımasından dolayı yaşamı betimlemede eksik kalan ampirizmi tamamlamak adına rasyonalizmin devreye girmesi zorunludur. Zira hayat bir sürece karşılık geliyorsa, bu durumda her bir an bir diğer ana bir şekilde bağlanmak zorundadır. Bu itibarla rasyonalizm deneyüstü veya yapay da olsa cevher ve kategori kavramlarıyla deneyimleri birleştirmek adına devreye girer. Radikal ampirizm tam da bu düzlem üzerinden gerek ampirizm gerekse de rasyonalizmden ayırılır. O, bağlantıların varlığını kabul ederken söz konusu bağlantıları eşyanın dışına taşıyan, deneyimden bağımsızlaştırarak adeta tanrısal bir hüviyet kazandıran anlayışı reddeder. Aksine, radikal ampirizme göre, bağlantılar eşyanın birliğini ve çeşitliliğini başka bir düzleme taşıyarak doğrulamaz. O, burada ve bu yaşam deneyimini hem sağlayan hem de ona ait olan bir ilişki türüdür.
James’e göre, salt görünüm üzerinden evrene bakıldığında kaotik bir durumun görünmesi kaçınılmazdır. Böyle bir bakışta evreni oluşturan deneyimler arasında herhangi bir bağlantının en ufak bir izine bile rastlanmaz. Oysa evren bu şekil bir bakışa indirgenemeyecek bir birlik üzerinde olmalıdır. Ancak buna benzer şekilde evreni salt birlik olarak kabul etmek de bir başka İndirgeme şekli olacaktır. Bu itibarla radikal ampirizm, ne ampirizmin ayrılığa ne de rasyonalizmin yönelik yaptığı aşırı vurgu tuzağına düşmeksizin hem birliğe hem de bağlantısızlığa adil davranmayı ister. Radikal ampirizme göre, birliğin veya bağlantısızlığın yanıltıcı olduğunu düşünmek için bir gerekçe yoktur. Hatta radikal bir ampirist olmak, bağlayıcı ilişkileri olumlayıp savunmak anlamına gelir. Bu ilişkiye tutunmak, onu olduğundan az ya da çok değil, olduğu gibi, görünüşteki haliyle kabul etmektir. Bu şekilde ikincil kavramlara ihtiyaç duymadan tecrübeleri rasyonel hale getirebilmek mümkün olur.
James, radikal ampirizmde bilen ile bilinen arasındaki sorunsalın ortadan kalktığını ileri sürer. Bilindiği üzere felsefe bir yerde özne ve nesne arasındaki ilişkiyi tatmin edici bir şekilde açıklama tarihi olarak da okunabilir.
Bilinç Akışı, Zihin ve Deneyim Üzerine, okumayanlara tavsiye, okuyanlara bilgiyi hatırlatma amaçlı. Bu kitap, Amerikalı filozof William James’in deneyim ve zihin felsefesi üzerine temel metinlerinden oluşmaktadır. Davranışlardan yola çıkarak insan psikolojisinin arka planındaki mekanizmayı keşfetmeye çalışan James, bilişsel işlevleri açıklamaya yöneldiğinde bilinç meselesiyle karşılaşır. Pek çok filozofun teorik olarak incelediği bilinci, hem doğal bir bilim olarak psikoloji üzerinden hem de metafizik açıdan ele alan James, bilincin mahiyetine dair görüşleriyle bir taraftan kendinden önceki bilinç teorilerinin eleştirisini yapmış diğer taraftan felsefede dikkatleri bilinç sorununa yönelterek ‘zihin felsefesi’nin gelişmesinin yolunu açmıştır. Hiç şüphesiz William James’in bilincin mahiyeti ve işlevine ilişkin ortaya koymuş olduğu ‘bilinç akışı’ anlayışı, genelde onun felsefesini özelde ise psikolojisini en iyi şekilde ortaya koymaya yönelik çabaları temsil eder.
Duyum ve bilinç ekseninde James’in üzerinde önemle durduğu diğer bir konu ise ‘ben’ ya da ‘benlik’ meselesidir. O, benliği en geniş anlamıyla ele alarak başlar ve deneyime dayalı benlikten yola çıkarak saf egoya doğru yol alır ve benliğin unsurlarını maddi, toplumsal, ruhsal olarak ele alır.
William James (11 Ocak 1842, New York – 26 Ağustos 1910, Chocorua, New Hampshire, ABD), psikolojide işlevselcilik hareketinin öngörücüsü, pragmatizmin öncüsü Amerikalı filozof ve psikologdur.
Yazarlar sizi okumaya davet ediyor.
Sevgiyle okuyunuz…



Yorum bırakın