“…inanıyorum ki “bilinç”, buharlaşarak böylesi pür bir şeffaflık haline ulaştığında, tümüyle yok olma noktasındadır. Bir hiçliğin adıdır ve başlıca kaidelerin arasında yer almaya hakkı yoktur. Ona hala sıkı sıkıya tutunanlar yalnızca bir yankıya felsefe ortamından yok olan “öz”ün ardından kalan içi geçmiş söylencesine tutunmaktadır. Geçen yıl boyunca, bilinçlilik kavramının terk edilmesi konusunda olması gereken noktada duruyor gibi görünen, ve onun yerine iki etkene dayanmayan mutlak deneyimi koyan yazarların birçok makalesini okudum. Ancak bunlar reddedişleri hususunda yeterince radikal, yeterince cüretkar değillerdi. Geçen yirmi yıl boyunca bir tümellik olarak “bilinç”ten şüphe duydum; geçen yedi ya da sekiz yıl boyunca da öğrencilerime onun varolmadığını telkin ettim ve onlara deneyimin gerçekliğindeki pragmatik karşılığını vermeye çalıştım…”

— William James

Merhaba

“Bilinç Mevcut Mudur?” sorusunu William James, şöyle cevaplar: Düşünce/ler’ ve ‘nesne/ler’, sağduyunun birbirine daima karşıt gördüğü objenin iki türüne verilen isimlerdir. Nitekim felsefe geçmişte söz konusu karşıtlığı duyurmada pek çok açıklamada bulunmuştur ve bu doğrultuda aynı tavrı gelecekte de devam ettireceği düşünülebilir. ‘Zihin ve madde’, ‘ruh ve beden’ ilk bakışta önem ve değeri bakımından bir şeyin eşit derecedeki iki tözü olarak görünür. Fakat bir gün Kant çıkagelmiş ve ruhun kuyusunu kazıp, onu transandantal ben içinde kalmaya ikna ederek çift kutuplu ilişki dengesini bozmuştur. Öte yandan bugünlerde transandantal ben, rasyonalist düşüncede her şeyin kendisinde ikamet edeceği bir mekân olarak görünürken, deneyimci cenahta ise çokta fazla bir anlama sahip değildir. Schuppe, Rehmke, Natorp, Münsterberg gibi yazarlarını —ilk yazılarında—, Schubert-Soldern ve diğerlerinin eserlerinde ruhsal prensipler hayali bir duruma indirgenmiş; deneyimin ‘içeriği’ ise bilinen olgusuyla özdeşleştirilmiştir. Ruhun şahsi form ve etkinliğini —yani içeriğini— kaybetmesi onu, yalın bir Bilinç (Bewusstheit) veya kendisi hakkında kesin hiçbir şey söylenemeyen Tümüyle Bilinç (Bewusstsein überhaupt) durumuna indirgemiştir.

‘Bilincin’ saf şeffaflık durumuna gelmesini, adeta gözden kaybolma hali olarak değerlendiriyorum” der. O, artık hiçliğin bir adıdır ve ilk prensipler arasında bir yere sahip değildir. Ruhu savunanlar sadece bir yankıya, felsefenin atmosferinden ‘ruhun’ çekilmesiyle geride kalmış olan boş bir söylentiye bağlanmaktadır. Geçen yıl bilinç kavramını terk edip ruh-beden ikiliğini yadsıyan, onun yerine mutlak deneyimi ikame eder görünen pek çok yazarın bir dizi makalesini okudum. Ancak açıkçası bu yazarlar tartışmalarında yeterince radikal ve cesur değillerdi. Son yirmi yıldır bir mevcudiyet olarak ‘bilinç’ten şüphe ettim, yedi sekiz yıldır da onun mevcut olmadığını öğrencilerime telkin ederek deneyimin gerçeklikleri içinde onun pragmatik eşdeğerini göstermeye çalıştım. Sanırım bilincin açıkça ve evrensel olarak terk edilmesinin zamanı artık geldi.

‘Bilincin’ mevcudiyetini inkâr etmek ilk bakışta saçma — zira ‘düşünceler’ onu inkâr edilemez bir şekilde mevcut kılıyor— görünebilir ve korkarım ki bazı okurlar bu noktadan sonra beni dinlemeyi bırakabilir. Öyleyse bir an önce bilinç kavramıyla bir mevcudiyete işaret edilmediğini; aksine onun bir işlevi temsil ettiğini söylememe müsaade edin. Bu ifadeyle, maddi nesneler ile düşüncelerin kendisinden üretildiği bir anlayışla çelişen bir ilk madde veya oluşun olmadığını, aksine bilincin deneyim içerisinde düşünceleri icra eden bir işlev ya da oluşun niteliğini ortaya koyan bir icraat olduğunu kast ediyorum. Bu işlev ya da icraat, bilmedir. Bilinç nesnelerin mevcudiyetini bilmesiyle değil onları rapor etmesiyle tanımlanmalıdır. Bir kimse bilinç kavramını ilk prensipler listesinden çıkarsa bile fonksiyonunu yerine getirmesini bir şekilde sağlamak zorundadır.

Benim iddiam şudur: Eğer dünyada her şeyi oluşturan asli bir maddenin veya maddi bir şeyin mevcut olduğu faraziyesiyle başlar ve bu maddeyi de ‘saf deneyim’ olarak adlandırırsak bu takdirde bilme (hadisesi) saf deneyimin dâhil olduğu kısımlar arasındaki ilişkinin özel bir çeşidi olarak tanımlanabilir, İlişkinin kendisi saf deneyimin bir parçasıdır; onun ‘terimler’ inden biri özne ya da bilginin taşıyıcısı, yani bilendir; diğeri ise bilinen nesnedir. Bu meselenin anlaşılabilmesi için daha detaylı açıklamalar gerekir ve bu hususu gerçekleştirmenin en iyi yolu, onu alternatif görüşlerle karşılaştırmaktır. Bu durum için belirli bir ruh-tözünün buharlaştığı ama yine de kaybolmadığı en son alternatif görüşü ödünç alabiliriz.

Bilinç, bir tür harici ilişkiye işaret eder; özel bir madde ya da varoluş tarzını ifade etmez. Deneyimlerimizin hususiyeti onların yalnızca var olması değil, aynı zamanda bilinmesidir. Öyle ki açıklanmaya davet edilen ‘bilinç’ niteliği birinin diğeriyle- ilişkilerin bile deneyimlendiği- ilişkileri içerisinde daha iyi açıklanırlar.

Mistizm üzerine meşhur bir makalesinde William James, Sürrealizme tatbik edilebilecek dört özelliği ortaya koyar.

  1. Tanımlanamazlık: Mistiğin manevî halleri kelimelerle açıklanamaz ve dolayısıyla, belirtilemez ancak tecrübe edilmelidir. Bu özellik bilinçaltıyla ilişkilendirildiğinde doğrudur. Bu halleri zâhirî görünüşleriyle yargılamamız ya da bunlarla alâkalı ras yonel hiçbir şey yokken onları rasyonel olarak değerlendirmemiz ne denli yanlıştır!
  2. Noetik (aklî faaliyetle ilgili) Nitelik: Mistik haller şuurlu-pasif olsa da, zihnin daha önce araştırmadığı hakikatin derinliklerine nüfûz eden irfânî hallerdir.
  3. Geçicilik: Bu haller uzunca bir süre devam etmezler ve çoğu durumda hafıza bunlar sona erdiğinde onları izahta başarısız olur.
  4. Pasiflik: Böylesi bir hal vuku bulur bulmaz, kişi bu halde iradesini kaybeder ve üzerinde hiçbir hâkimiyeti olamayan daha yüksek bir güç tarafından ihâta edilmiş veya hâkimiyeti altına alınmış hisseder; bu özellik kehânet, vecd, otomatik yazma ve esrime gibi belli dışavurumlarla bağlantılıdır.

Sürrealist Manifesto, gerçeküstücüler gibi yazmak isteyenler için şöyle buyuruyordu:

“Kafanızda önceden tasarladığınız bir konu olmadan, yazdıklarınız aklınızda kalmasın ve yazmış olduklarınızı tekrar okuma zaafına kapılmayasınız diye en hızlı şekilde yazın. İlk cümle kendiliğinden gelecektir; hakikat o kadar güçlüdür ki, her saniye, bilincimizin bilmediği, işitilmek için çırpınan bir cümle bulunur.”

Bilinç, okumayanlara tavsiye, okuyanlara bilgiyi hatırlatma amaçlı. Geçen yıl boyunca, bilinçlilik kavramının terk edilmesi konusunda olması gereken noktada duruyor gibi görünen, ve onun yerine iki etkene dayanmayan mutlak deneyimi koyan yazarların birçok makalesini okudum. Ancak bunlar reddedişleri hususunda yeterince radikal, yeterince cüretkar değillerdi. Geçen yirmi yıl boyunca bir tümellik olarak “bilinç”ten şüphe duydum; geçen yedi ya da sekiz yıl boyunca da öğrencilerime onun varolmadığını telkin ettim ve onlara deneyimin gerçekliğindeki pragmatik karşılığını vermeye çalıştım…”

William James (11 Ocak 1842, New York – 26 Ağustos 1910, Chocorua, New Hampshire, ABD), psikolojide işlevselcilik hareketinin öngörücüsü, pragmatizmin öncüsü Amerikalı filozof ve psikologdur.

Wundt’un bilinç anlayışına karşı çıkan James, aynı akıntıya iki kez girmenin olanaksız olduğunu söyleyen Yunan filozof Herakleitos’a göndermede bulunarak, bilincin durmayan sürekli hareket halinde olan bir şey olduğunu söylemiştir. Bilinç yerinde durmayan, yeni durumlarla karşılaşıp yeni bölgelere geçen bir ırmak gibidir.  Süreklidir ve parçalara ayrılamaz. Zaman ve alanda bir bütün halindedir. Wund’un içebakış yöntemine karşı çıkma nedeni de budur;  bilinçli düşünce sürekli bir akış halinde olduğu için durdurulamaz ve yapısına zarar verilmeden çözümlenemez

Yazarlar sizi okumaya davet ediyor.

Sevgiyle okuyunuz…

Yorum bırakın

İnsan, her şeyi sahiplenme arzusundayken, varoluşun gerçek amacını çoğu zaman unutuyor. Şuurun altın damarına ulaşmanın farkında değil. Fiziksel dünyanın keşfi ilerledi ama insanın “kendini bilme yolculuğu” geri kaldı. Devasa binalar, yollar ve şehirler yükselirken; insanın iç dünyası hâlâ bilinmezliklerle dolu. Bilim, insanın özünü ve aklın ötesindekini henüz çözemedi.

Kendi değerimizi bilmemek, çağımızın en büyük açmazlarından biridir. Bu çağ, ilahi değerin açığa çıktığı dönem olmalı.

Kendini Bilmek İçin Kitap sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin