“İnsan ışığı düşünerek değil, karanlığı şuurlu hale getirerek aydınlanabilir.”

— Carl Gustav Jung

Merhaba

Yarın nelere gebe? Her zaman aynı ölçüde olmasa bile, dünya kurulalı beri bu soru, insanoğlunun zihnini daima meşgul etmiştir. Tarih boyunca, özellikle fiziksel, politik, ekonomik ve spiritüel sıkıntı dönemlerinde insanların gözleri endişeli bir umutla geleceğe yönelmiş ve beklentiler, ütopyalar ve kıyamet öngörüleri katlanarak çoğalmıştır. Hıristiyanlığın başlarında, Kral Agustus devrindeki ‘chiliastic’ beklentiler veya insanlık tarihinin ilk bin yılı sona ererken, Batı dünyasının ruhunda meydana gelen değişimler bu ümitli bekleyişin örnekleri olmuştur. Bugün, ikinci bin yılın sonlarına yaklaşırken, yine evrenin yıkımı ile ilgili kıyamet imgeleriyle dolu bir çağda yaşıyoruz. “Demir Perde’nin simgeleştirdiği, insanlığı iki parçaya ayıran bu bölünmenin önemi nedir? Hidrojen bombaları başımıza düşmeye başladığı zaman veya Devlet hakimiyetinin ruhsal ve ahlaki çöküşünün ortaya çıkaracağı karanlık tüm Avrupa’yı kapladığı zaman, uygarlığımızın ve insanın başına neler gelecektir?

Bu tehditi küçümsemek için hiçbir nedenimiz yok. Avrupa’nın her yerinde, bizim insancılığımızın ve adalet duygumuzun koruması altında barınan yıkıcı azınlıklar şeytan ateşlerini yakmış bekliyorlar. İnsan nüfusunun zihinsel açıdan dengeli, zeki ve adil bir katmanının eleştirel mantığı dışında, onların fikirlerinin yayılmasını durdurabilecek bir şey yok. Ancak, bu katmanın çok kaim olduğunu da düşünmemek gerekir. Bu kalınlık, ulusal yaradılışa göre ülkeden ülkeye değişir.

Birçok insan “kendini tanımayı” bilinç düzeyindeki ego kişiliğinin bilgisi ile karıştırır. Biraz ego bilincine sahip herkes kendisini tanıdığından emin görünür. Ama ego sadece kendi içeriğini bilir, bilinçdışını ve onun içeriğini bilmez. İnsanlar kendilerini tanıma derecelerini çevrelerindeki ortalama  bir insanın kendisini tanıma oranı ile değerlendirirler, büyük ölçüde kendilerinden gizlenmiş olan asıl ruhsal gerçeklerle değerlendirmezler. Bu bakımdan, ruh fizyolojik ve anatomik yapısı ile ortalama insanın aslında hakkında pek az şey bildiği bedeni gibi davranır. Onun içinde yaşadığı ve onunla birlikte hareket ettiği halde, sıradan bir insan için bedeninin büyük bölümü hemen hemen tümüyle bilinmeyen bir şeydir. Bilinmeyen ama var olan tüm şeyler bir yana, insana bedeni hakkında bilinen şeyleri tanıtmak için özel bir bilimsel bilgi gerekir.

Sonuçta, yaygın olarak “kendini tanımak” denen şey, büyük bölümü sosyal faktörlere ve insan ruhunda olup bitenlere bağlı olan çok sınırlı bir bilgidir. Dolayısıyla, daima filanca veya falanca şeyin “kendisine olmayacağı” veya “ailesinde” ya da arkadaşlarında ve tanıdıklarında görülmediği önyargılarıyla karşılaşırız. Öte yandan, en az bunun kadar hayali varsayımlarla, gerçek olguları gizlemeye yarayan bir takım niteliklerin bulunduğu iddiaları dinleriz.

Kendini Tanımanın Anlamı

Çağımızın “gölge” ve ruhun daha alt konumdaki parçası olarak düşündüğü şey sadece olumsuzlukları barındırmaz. Kendimizi tanıdıkça, yani kendi ruhumuzu keşfettikçe, içgüdülerimizle karşılaşırız ve onların imgelerle dolu dünyası ruhun içinde uyuklamakta olan ve her şey yolunda gittiği sürece bizim nadiren fark ettiğimiz güçlere ışık tutar. Bunlar, müthiş bir etkinliğe sahip potansiyel güçlerdir. Bu güçlerin ve bunlarla bağlantılı imgelerin ve düşüncelerin olumlu ve yapıcı bir alana mı, yoksa felakete mi yöneltileceği tamamen bilinçli akim hazırlıklı olmasına ve yaklaşımına bağlıdır. Öyle görünüyor ki, çağdaş insanın ruhsal hazırlığının ne kadar nazik ve sallantılı bir konu olduğunu deneyimlere dayanarak bilen tek insan, psikologdur. Çünkü bireyin karanlığın ve tehlikenin içinde doğru yolu tekrar tekrar bulabilmesini sağlayan o faydalı güçleri ve düşünceleri insanın içinde aramak zorunda olduğunu anlayan tek insan psikologdur. Büyük titizlik ve enerji gerektiren bu iş için psikoloğun sonsuz bir sabra ihtiyacı vardır; tüm çabayı karşısındakine bırakıp, danışmanlık ve öğüt vericilik gibi kolay bir rol üstlenerek, “olmalı” ve “olsa gerekir” gibi geleneksel fikirlere yaslanamaz. Herkes arzulanan şeyler hakkında vaaz vermenin ne kadar faydasız olduğunu bilir, yine de bu durumda genel çaresizlik o kadar büyük ve ihtiyaç o kadar acil ki, insan kişisel ve öznel bir sorun hakkında beynini zorlamak yerine bu eski hatayı tekrarlamayı tercih eder. Ayrıca, sorun on binlerce kişiyi değil, bir bireyi tedavi etmektir. Mümkün olsaydı belki on bin kişiden alınan sonuç daha etkileyici olurdu, ama biliyoruz ki birey tek başına değişmedikçe hiçbir şey değişmez.

İnsanın gerçekleştiğini görmek istediği şey, yani tüm bireylerin üstündeki etki daha yüzyıllarca görülmeyebilir. İnsanlığın ruhsal dönüşümü bir nesil içinde meyvelerini veremez, yüzyılların ağır ilerleyişini takip eder ve hiçbir akılcı süreç ile ne hızlandırılabilir, ne de yavaşlatılabilir. Bizim gücümüzün yeteceği şey, yakın çevrelerinde benzer zihniyetli insanları etkileme olanağına sahip, veya bu olanağı yaratabilecek, insanlarda bir değişim sağlamaktır. Bunun zorlayarak, ikna ederek veya vaaz vererek yapılacağını söylemiyorum. Daha ziyade, kendi davranışları hakkında içgörü sahibi olan ve dolayısıyla bilinçdışına erişim olanağı bulmuş bireylerin, ister istemez çevre üzerinde de etkili olacakları genel kabulünden söz ediyorum. İnsan bilincinin derinleşmesi ve genişlemesi, ilkel kavimlerin “mana” dedikleri türden bir etki yaratır. Başkalarının bilinçdışı üzerinde kasıtlı olmadan yaratılan bir etki, bir çeşit bilinçdışı prestijdir bu, ve tesiri ancak bilinçli niyetlerle bozulmadığı sürece devam eder.

Keşfedilmemiş Benlik, okumayanlara tavsiye okuyanlara bilgiyi hatırlatma amaçlı. Carl Gustav Jung İsviçreli psikiyatr. Analitik psikolojinin kurucusudur. Derinlik psikolojisinin Sigmund Freud ve Alfred Adler ile beraber üç büyük kurucusundan birisidir.

Yazarlar sizi okumaya davet ediyor.

Sevgiyle okuyunuz…

Yorum bırakın

İnsan, her şeyi sahiplenme arzusundayken, varoluşun gerçek amacını çoğu zaman unutuyor. Şuurun altın damarına ulaşmanın farkında değil. Fiziksel dünyanın keşfi ilerledi ama insanın “kendini bilme yolculuğu” geri kaldı. Devasa binalar, yollar ve şehirler yükselirken; insanın iç dünyası hâlâ bilinmezliklerle dolu. Bilim, insanın özünü ve aklın ötesindekini henüz çözemedi.

Kendi değerimizi bilmemek, çağımızın en büyük açmazlarından biridir. Bu çağ, ilahi değerin açığa çıktığı dönem olmalı.

Kendini Bilmek İçin Kitap sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin