Merhaba

Çeşme Kitap Günleri 18-20 Ağustos” mesajını gördüğümde heyecanlanıp tüm işleri hızlıca organize edip; tutkuyla okuduğum kitaplara yenilerini eklemek için yaşamın her bir tonunun içinden geçerek yürüdüm… Limana açılan meydanda her yer kitap her yer maviydi. İçimden yükselen coşkuyla yüzümde kocaman bir gülümseme oluştu. Şapkamı düzelterek hemen yerimi aldım.

Çağatay Çakır ise “Değer Mi?” adlı eserinde : “Var olma çabasında değer arayışı” diyordu. “Değer bir varoluş biçimidir ve kişinin kendini tanımasıyla ilgilidir. İnsanın hayatına kabul ettikleri kadar, etmedikleriyle de şekillenir. Herkesin bir varoluş hikayesi vardır. Kendinizinkini yazmaya başladığınızda başkasınınkine ihtiyaç kalmaz. Kütüphanedeki binlerce kitabı okumaktan daha değerli bir şey varsa o da binlerce kitaptan birini yazmış olabilmektir…”

Değerlerim, araştırma yapmak, öğrenmek ve yazmak. Bu değerleri en üst seviyede anlamaya dayalı bir çalışma yapıyorum. Değerlerime yürekten bağlı kaldığım ve onlara göre bir hayat sürdüğüm için fiziksel, zihinsel ve manevi kaynaklarıma, “liderliğime, yaratıcılığıma ve enerjime” tam erişim sağladım. Hayatımdaki her şey, değerlerimi karşılamaya yönelik olduğundan, hayatım anlam dolu ve zengin hale geldi. Paylaştığım her bilginin derinliği bu değerlerle ilgilidir.

Elimde tuttuğum değerli üç kitabı Yılmaz Bey’den satın aldım. Kitaplara dair keyifli bir sohbetten sonra etkinlik için teşekkür ettim. Birkaç adım yürüdüm. Sol yanımda Türkiye İş Bankası ve Yapı Kredi Yayınlarının arasında bir süre kayboldum. Boy verdiğim bu derinlikte incileri bulup yukarı çıkardım. Duayen yazar Jack London, Tolstoy İtiraflarım, bunlardan her biri.

Çoğalan kitaplarım ve ben bir süre dinlenmek için çay molası verdik. Hafif rüzgar mavinin huzurunda uzun saçlarımı dalgalandırıp serinlik verirken; çay eşliğinde yaşamı seyrettim. Bir süre sonra satın aldığım kitapları çantadan incelemek için tekrar çıkardım. “Aile Tarihi” kitabında şöyle yazıyordu:

“Arkeologlar, Avrasya yerleşim bölgelerinde, milattan önce 30.000 ila 4.000 yılları arasına ait ve üremeyi vurgulayan kadın heykelcikleri bulmuşlardır. Bazı bilim insanları, bunu ana tanrıçaya tapmaya dayalı eski yaygın bir dini kültün kanıtı olarak görmüştür. Bu keskin iddia kanıtlanmamış olsa da, kadın heykelciklere bu kadar yönelinmesi bize, ilk insan kültürlerinde “Anne” olgusunun merkezde olduğunu göstermektedir.”

Kitaptan ayrılıp “Anne” kelimesinin verdiği hisle denize baktım. Çeşme Limanındaki gemiler geçip giderken Hümeyra’dan “Sessiz Gemi şarkısı çalındı kulağıma. “Bir çare gönüller ne giden son gemidir bu. Hicranlı hayatın ne de son matemidir bu.”

Yahya Kemal Beyatlı, bu beyitte insanın ölüm karşısındaki çaresizliğini anlatılıyor. İnsanın yaşamı boyunca pek çok derdi ve sıkıntısı olabilir. İnsanlar, gerek sabırla gerek çalışarak gerekse yakınlarının yardımıyla bu sıkıntılarının üstesinden gelebilir. Ancak ölümün çaresi yoktur ve her insan bir gün o meçhule giden gemiye binecektir. Bu umutsuzluk ya da karamsarlık değil hayatın bir gerçeğidir.

Sembolizmin etkisiyle yazılan şiir, her okuyan için farklı anlamlar ifade edebilir. Ancak ölüm herkesin başında olduğu için, herkesin kendinden bir şeyler bulacağı ve etkileneceği bir şiirdir. 

Sonbaharın kurumuş yaprakları yeniden doğmak için toprakla buluşurken; Annemle son derse çalıştık. Son derste insan kabul etmekle, reddediş arasında gidip geliyor. Fakat bildiğim en önemli şey ; ayna, akıl hocası, en büyük destekçi ve pusulam olan Annemin ölüm dersiyle ilgili çok şey öğrettiği…

Ait olduğum toprak başlangıcım cennetim, Annem… Sensiz bir doğum günü daha. Varoluş kahramanım, değerlim. İyi ki doğdun…

Ata’ya saygı ve çay terapisinden sonra ayağa kalkıp vücudu dik duruma getirip derin bir nefes aldım. Omurgayı sağlamlaştırdım. Tekrar kitap evreninde yürüyüşe çıktım. Nobel Edebiyat ödüllü Knut Hamsun’un “Açlık” eseriyle karşılaştım. Resmi olarak bir eğitim görmedi. Bir ayakkabıcının yanında çıraklık yaparken yazmaya başladı. Kitabın üzerinde “Hiç kimse birine ilhamın hangi gün ya da saatte geleceğini bilemez” yazıyordu. “Açlık” romanı ilk baskısını 1890 yılında yapmıştır. Bir gencin yazar olma sevdasını anlatır. Dünya edebiyatının baş yapıtları arasındadır.

Sırada yazarların kendi eserlerini tanıttığı masalar vardı. Hüseyin Habib Taşkın “Yazmak bir tutkudur” diyordu. “Kadın Olmak Zor” eserinde kendi imkanlarıyla yolunu bulan, bocaladığı zamanlarda bile onurunu koruyan bir kadını anlatıyor. Bir erkek yazarın kadının iç dünyasına bu denli başarılı bir biçimde giriyor olması romanı daha da ilginç kılıyor. Hüseyin Habib Taşkın, yazdığı eserlerle hem ödül hem ceza alan yazarımız günün kelimesi “umut” sıkça hatırlatıyor.

Yazar, Nurdan Aladağ’ın “Çantanın Gizemi” ve “Kalbindeki Yaraya Bak” eserlerinin önünde bir süre kaldım. “Hayat alt yazılı değil, alın yazılı bir filmdir.” Anne ve babasını kaybetmenin hüznünü yaşayanların daha iyi anlayacağı dokunaklı resmin verdiği hisle; “Kendinizi bu eseri yazdıktan sonra nasıl hissediyorsunuz?” diye sordum. Yazar, Nurdan Aladağ, “Çantanın Gizemi” kitap kapağını göstererek: “Anne ve babamı birleştirmenin mutluluğuyla tamamlanmış hissediyorum” dedi.

Sanatın amacı da işte budur. Her şeyi yeniden düzenler. Ve olması gereken yere sevginin farkındalığıyla getirir…

Çantadan satın aldığım kitaplardan “Ailenin Tarihi” kitabını çıkarıp gösterdim. “Kitap Şenliğindeki yürüyüşe ‘Ailenin Tarihi’yle başladım” dedim. Araştırma-inceleme, azınlıklar-etnik gruplar, din & mitoloji yazarı Uzm. Dr. Bülent Keçik sohbete yan masadan dahil oldu. Elimdeki kitabı göstererek “Yazdığım kitapla ilgili araştırma yaparken bu kitapla hiç karşılaşmadım. Kitabı nereden aldınız?” diye sordu. Aldığım yeri göstererek “Sadece üç adet vardı. Birini aldım. İsterseniz bitmeden alın” dedim. Kitap paylaşımı için teşekkür etti. Geçmişten günümüze aile kavramı nasıl gelmişti. Uzm. Dr. Bülent Keçik kendisinin araştırmalarıyla yazdığı eserin aile bölümünü açarak bilgiyi aktardı.

Eve dönüş yolunda şunu düşündüm: Her “yara”nın aileyle başlayıp parmak izi tespiti için yine ailenin tarihi kayıtlarına geri dönüyoruz. Sizler için bu durum ne ifade ediyor?

Kendimi ait hissettiğim kitapların toprağında aynı lisanı konuşmanın; anlamanın ve anlaşılmanın mutluluğuyla; Ege’nin incisi Çeşme’de “Kitap Günleri”yle tekrar görüşmek dileğiyle.

Emeği geçen herkese teşekkürler.

Sevgiyle okuyunuz…

Yorum bırakın

İnsan, her şeyi sahiplenme arzusundayken, varoluşun gerçek amacını çoğu zaman unutuyor. Şuurun altın damarına ulaşmanın farkında değil. Fiziksel dünyanın keşfi ilerledi ama insanın “kendini bilme yolculuğu” geri kaldı. Devasa binalar, yollar ve şehirler yükselirken; insanın iç dünyası hâlâ bilinmezliklerle dolu. Bilim, insanın özünü ve aklın ötesindekini henüz çözemedi.

Kendi değerimizi bilmemek, çağımızın en büyük açmazlarından biridir. Bu çağ, ilahi değerin açığa çıktığı dönem olmalı.

Kendini Bilmek İçin Kitap sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin