“İnsanın kendi kendinin şuurunda olduğu bazı anlar vardır; ancak bu anları kontrol altına alabilmesi mümkün değildir. Onlar, dış koşullar ve rastlantısal çağrışımlar veya heyecanlar tarafından kontrol edilir, kendi kendilerine gelir ve giderler. Burada sorulacak soru şudur; Tam şuurlu olma halinin bu uçucu anları üzerinde gerçek bir kontrole sahip olmak, onları daha da uyandırmak ve daha uzun tutmak, hatta kalıcı kılmak olası mıdır?”

— P.D. Ouspensky

Merhaba

“Tertium Organum” P.D. Ouspensky’nin düşünce tarihinde devrim niteliğinde bir eserdir. Günümüzde özellikle sezgi, zaman, çok boyutlu gerçeklik ve bilinç üzerine yapılan tartışmalarda hâlâ ilham verici bir kaynak olarak öne çıkar.

  1. Düşüncenin Üçüncü Yasası: Yeni Bir Bilinç Haritası Ouspensky, Aristoteles’in Organon’u ve Bacon’ın Novum Organum’undan sonra “üçüncü düşünce yasası”nı önerir. Tertium Organum, sezgiyi aklın ötesinde bir bilgi aracı olarak konumlandırır. Bu, günümüzde rasyonel düşüncenin sınırlarını sorgulayan felsefi ve bilimsel yaklaşımlarla örtüşür.
  2. Zaman ve Boyutlar Üzerine Radikal Yaklaşımlar Kitapta zaman, yalnızca kronolojik bir akış değil—bilincin bir boyutu olarak ele alınır. Ouspensky, dördüncü boyut kavramını fiziksel değil, zihinsel bir genişleme olarak yorumlar. Bu yaklaşım, çağdaş kuantum düşüncesi ve bilinç araştırmalarıyla paralellik taşır.
  3. Doğu ve Batı Düşüncesinin Buluşması Ouspensky, Kant’ın transandantal felsefesiyle Doğu mistisizmini birleştirerek evrensel bir bilinç modeli önerir. Bu sentez, günümüzde kültürlerarası felsefi diyaloglar için hâlâ güçlü bir örnektir.
  4. Bilinçli Yaşamın Anahtarı Olarak Sezgi Kitap, sezgiyi yalnızca bireysel bir duygu değil—evrensel bir bilgi biçimi olarak tanımlar. Bu, günümüz psikoloji ve nörobilim alanlarında sezginin yeniden değerlendirilmesini destekler

P.D. Ouspensky‘nin Tertium Organum (ilk kez 1912’de Rusya’da basıldı, daha sonra 1920’de İngilizceye çevrilerek İngiltere’de basıldı. O tarihten sonra da defalarca yeni basımları yapıldı) adlı eseri ile başlayıp, kısa çalışmalarını biraraya getirdiği bu yeni kitabına gelinceye dek basımı yapılan herhangi bir yazılı eserini yorumlayabilmek için; bizzat kendisinin de, Gerçeğe ulaşmanın ana metodu olarak yazılı anlatıma fazlaca bir inancı olmadığını hatırlamak yerinde olacaktır. Ancak (kendi çevresindeki grup üyelerinin, kendi aralarında Ouspensky’ye hitap ettikleri gibi) “O”, bilgelik yolunu ya da bilgiye ulaşma arzusunu küçümseyen bir tutuma da sahip değildi. Doymak bilmeyen ve hem de en ince nüansları fark edebilen bir okuyucu olarak, Turgenev‘i ilk kez okuduğunda altı yaşındaydı. Böyle genç bir yaş için olağan dışı sayılabilecek bir yeteneğin açık bir göstergesidir bu. On iki yaşına kadar doğal bilimler ve psikoloji üzerine eline geçen tüm yayınları  büyük bir açlıkla okuyup bitirmişti bile. On altı yaşına geldiğinde ise kendi ifadesiyle, artık yasal kariyer sıfatları edinmeme, ama geleneksel çalışma sahalarının dışında ve ötesindeki bilgi alanları üzerinde yoğunlaşma kararı almıştı. “Papazların dini öldürdüğü gibi/ profesörlerin de bilimi öldürdüğünü söylemişti bir kez. Yerleşik bilimlerin hiç birinin kesinlikle var olan diğer boyutları keşfedecek kadar ileri gidemediklerini, kendi deyimiyle “boş bir duvara” takılıp kaldıklarını hissediyordu.

her şeyden önce bir öğretmendi

Ouspensky, yazılı anlatımın olduğu kadar sözlü anlatımın da bir ustasıydı. Kendisi her şeyden önce bir öğretmendi ve bu küçük kitapta beş ana başlıkta toplanan çalışma; çalışma odasında yapayalnız yazan bir adamın değil, yavaş yavaş kavranabilen ve dinleyicilerinin yerinde sorulan ve yürekten gelen öğrenme istekleri sayesinde doğru olarak anlaşılabilen bir görüşler sistemini anlatan bir öğretmenin ürünüdür. Ouspensky tam yirmi altı yıl (1921-1947) sisteminin bünyesinde çalışmak isteyen ve önce konuya temel oluşturan bir konferans dinleyip, daha sonra da dikkatli ve yerinde sorular sorarak, konunun anlamını netleştirip açıklığa kavuşturan kişilerin katıldığı toplantılara başkanlık etti. (Ouspensky tarafından talep edilen öz disiplinin çok önemli bir şartı, doğru sorular hazırlayabilmekti). 

Mucizenin Araştırılması ve İnsanın Olası Evriminin Psikolojisi

Bu makalelerde kullanılan bazı terimlerin tam anlamıyla kavranabilmesi için “Ouspensky’nin öğrettiği Dördüncü Yol sistemi ile bağlantılı olan özel anlamlarının” bilinmesi gerekmektedir. Ouspensky’nin felsefesini daha yakından incelemek isteyenlerin ya da bu kitapta kullanılan bazı terimlerin anlamları üzerinde daha titiz bir çalışma yapmayı düşünenlerin bu “örnekle” birlikte Evrenin Yeni Bir Modeli/ Mucizenin Araştırılması ve İnsanın Olası Evriminin Psikolojisi (Ouspensky’nin ölümünden sonra yayımlanan bu küçük kitap dört-altı aylık tanıtım süreçleri boyunca toplantılarına katılan “yeni kişilere” okunan dersleri içermektedir. Ouspensky’nin fikirleri üzerinde ciddî bir araştırma yapmak isteyenlerin bu kitabı okumasının “şart” olduğu söylenmiştir) gibi daha uzun eserlerini de okumaları gerekmektedir. Önceden uyarılsa bile, yetkin olmayan bir okuyucunun da bu kitapta bulunan beş çalışmayı kavramaya çalışırken duraksamasına gerek yoktur, çünkü herkes belirsiz bir şekilde de olsa hissedecektir ki, bu eserde günlük hayatın yavan kalıpları tarafından açığa çıkarılan, görünürdeki gerçekten çok daha fazla bir şeyler ifade edilmektedir. 

Şuur

İkinci Dünya Savaşı’ndan beri “şuur” konusundaki çalışmalara duyulan genel ilgide sürekli bir artış gözlenmiş, ‘”tam şuurluluk” hâlinin tıbbî bilimlerin tanımladığından daha öte bir şey olduğu, sıradan deneyimlerimizin üstünde ve ötesinde bir dünyanın farkında olmak ve onu algılamak anlamına geldiği kabul edilmeye başlanmıştır. Özellikle son yirmi yılda, uyuşturucu kullanımından tutun da, ya tamamıyla ya da kısmen eski Doğu dinlerine dayalı tekniklere kadar pek çok çeşit tekniğin, şuurluluk ya da “varlık” düzeyini arttırmak amacıyla ortaya çıktığını görüyoruz. Üstelik “yasal” diye adlandırılan bilimlerin gelişme süreçleri içinde, bir zamanlar Okültizmin bir parçası olarak damgalanan alanlarda yeni ve ciddî çalışmalar yapıla gelmektedir. Bir zamanlar falcıların ve şarlatanların çalışma alanları olarak kabul edilen duyular dışı algılama, psişik fenomenler, ilâve boyutlar, biyogeribesleme, telepati vb. gibi konularda çalışmalar yapılmıştır.

Denilebilir ki günümüz dünyası; Hamlet’te dört yüz yıl önce yapılmış bir gözlemim doğruluk payını takdir edecek bir noktaya varmıştır:

“Yerde ve gökte senin felsefenin hayal edebileceğinden daha fazla bir şeyler var, Horatio.”- Hamlet

P.D. Ouspensky ve onunla fikir birliği eden “insanların” günümüzdeki gibi moda olmadan, hatta kabul edilebilir olmadan çok daha önceleri, daha yüksek bir bilgiye ulaşma çabasında olduklarını açıkça kanıtlamaktadır...

Ouspensky’nin bizzat kendisi tarafından ifade edilen düşüncelerin kölece bir yaklaşımla kabullenilmesini de gerektirmiyordu. Gerçekten de Ouspensky, grubundaki kişilerden birinin de dediği gibi; “Pratikte doğruluğu kanıtlanmayan hiçbir görüşün kabul edilmemesini” söylerdi. Gerekli olan tek şey; kişinin kendi mekanikliğini ve birleştirici şuurluluktan yoksun oluşunu kabul etmeye istekli olması ve bir şeyleri alt etmek, diğerlerini kazanmak için kendini hatırlama arzusunu duymasıdır.

Günümüzdeki diğer pek çok inanç ve felsefenin insanı çelişkiye düşüren hedefleri ve metotları yüzünden şaşkına dönen okuyucu Ouspensky‘nin “Yüzeysel Kişilik” adlı kitabında açıklanan hedeflerin sıcak davetiyle karşılaşacaktır:

“Bu sistemin amacı insanı şuurlu hâle getirmektir.” –Ouspensky

Yüzeysel Kişilik: İmajinatif Bir İnsan Üzerine Çalışma

1954’de basılan bu kitap, tamamıyla P.D.Ouspensky‘nin 1930-1944 yılları arasındaki toplantılarında söylediği sözlerin metinlerinden oluşturulmuştur.

Kitabın ana teması Ouspensky‘nin şu sözüdür:

“Varlığımızın esas özelliği, bir değil, birçok oluşumuzdur.”- Ouspensky

İnsan kendi varlığının tamamıyla farkında olmadığı için, onu bir dakikadan bir sonrakine sürükleyen pek çok aykırı arzunun inanç, his ve önyargısının da farkında değildir; bir “çekim merkezine” sahip değildir. Bu yoksunluğu onun herhangi bir zaman diliminde sabit bir hedefi besleyip sürdürebilmesine engel olur. Kendi yaşamına yön verdiğini zannetse de, aslında çeşitli türden dış etkiler onu bir arzudan diğerine koşturur durur. insan bu hâlinden ancak çoğul benlerinin farkında olmakla ve negatif heyecanlarını ifade etmekten, özdeşleşmeden, yalandan ve “yanlış kişiliğin” diğer öğelerinden vazgeçmekle kurtulabilir.”

Benlikçilik

İradenin gelişmesi için bir hazırlık olarak Benlikçiliğin aşılması ihtiyacı ile ilgili olmak üzere P. D. Ouspensky’nin dile getirdiği düşünlerin bir derlemesidir.

Burada insanın irade (kendi yolumuzu kendi kendimize yapma isteği) sahibi olmadığını, ama benlikçi (bir işi sırf yapmamamız gerektiği için yapma isteği; inadına, kasten yapma arzusu) olduğunu anlatır. Her ikisi de insanı oluşturan çoğul “ben”lerin isteklerinin anlık gelip geçişleri yüzünden beslenip gelişirler. Gerçek irade, yalnızca şuurlu insanda bulunur ve ancak sistemin çalıştırılması yoluyla elde edilebilecek olan bir hedeftir; iradeyi, sistemin içinde, bir okul atmosferinde çalışarak kazanırız. Benlikçilik ve inatçılığı yok etmek güçtür, çünkü bunlar zaten şuurlu olduğumuz ve “yapmaya” muktedir olduğumuz (yani dış etkilere karşı mekanik olarak ve refleks türü bir cevap verdiğimizi idrak etmekten ziyade, o işi kendi özgün niyetimizle başardığımızı sanırız) illüzyonunun birer parçasıdırlar.

PD.Ouspensky ‘nin Negatif Heyecanlar konusunda Bazı Söz ve Yazılarının bir Sentezi

Bu çalışma, P.D.O.’nin yayımlanmamış söz ve yazılarından oluşturulup, ilk kez 1953’de basıldı. Ancak Ouspensky’nin özel olarak basılan (1934-1940) Psikolojik Dersler adlı kitabındaki bazı terimlerin tanımlamaları bu kitaba alınmadı. “Negatif heyecanlar”ın  tümü şiddet ve depresyon heyecanlarıdır.

Ouspensky, bu kitapta bu tür heyecanların yararsız ve yıkıcı olduklarını ve biz her ne kadar tersini iddia etsek de dış tahrikler yüzünden değil, bizim kendi içimizden kaynaklandıklarını anlatır. Özdeşleşme (kendimizi çevremizdeki nesne, insan veya heyecanlardan ayrı tutabilme konusundaki başarısızlığımız ve yetersizliğimiz) yüzünden ortaya çıkan negatif heyecanlar yapay olduklarına göre, bir kez bunların farkına varırsak ve kendimizi hatırlama yoluyla onları bastırmaya çalışırsak yenilip yok edilebilirler.  

Negatif heyecanları aşmanın birinci adımı, bunların tezahürüne sınır koymaktır. Bunu bir kez başardık mı, negatif heyecanların kendilerine yukarıdan bakabilmek mümkün olacaktır. 

“Kendinizi değiştirme düşüncesi ile kendi üzerinizde çalışma kararı almadan önce ciddi ciddi düşününüz… bu çalışma hiçbir uzlaşma sözü vermez ve fazlasıyla öz disiplin ve tüm kurallara uymaya her an hazır olmanızı gerektirir.” –Ouspensky, Çalışma Üzerine Notlar

Yazarın Notu:

Yukarıdaki bilgiler ışığında yıllardır yöntem ve ilkeler üzerinde kitaplar okulunda sistemi anlamak kendini anlamak konusunda yeni ufuklar edinmeye çalışan ve filozofların görüşlerini öğrenmek için kitaplarla kendine ayna tutan biri olarak; yolu aydınlatmak için sizlere “Yolun neresindesiniz?” diye sorsam, çoğunluk akıllı telefonlarından sosyal medya ağına bağlanarak konum bildirimi yapacaktır…

“Şuurlu olma hali insandaki özel bir tür “farkında oluş” halidir; kim olduğunun, ne hissettiği ya da düşündüğünün veya şu anda nerede olduğunun farkında olma durumudur…”

İnsanın şuurlu olma durumunun dört aşaması

  1. Uyku,
  2. Uyanıklık,
  3. Benlik şuuru,
  4. Nesnel şuurluluktur.

Ancak, insanın şuurlu olma halinin bu dört aşamasına da sahip olması olasıyken, o gerçekte sadece iki aşamada yaşamaktadır. Yaşamının bir kısmı uykuda geçmektedir, diğer kısmı ise gerçekliği olsa da uyku halinden pek de farklı olmayan “uyanıklık durumu”nda harcanmaktadır.

Şu an sizden dikkatinizi sadece kendi belleğinizle ilgili kendi gözlemlerinize çevirmenizi isteyeceğim. Olayları ve şeyleri değişik hallerde hatırladığınızı fark etmişsinizdir. Bazı şeyleri çok canlı, diğerlerini çok belirsiz hatırlarsınız. Böyle olmasının nedeni sadece şuurlu olduğunuz anları hatırlamanızdır. Bu yüzden şuurlu olma halinin üçüncü aşaması ile ilişkili olarak denilebilir ki; İnsanın, şuurunun tam anlamıyla farkında olduğu anlar vardır, ancak bu anları kontrol altına alması mümkün değildir; Onlar, dış koşullar, rastlantısal çağrışımlar veya heyecanlar tarafından kontrol edilir; kendi kendilerine gelir gider.

Burada sorulacak soru şudur:

  • Tam şuurlu olma halinin bu uçucu anları üzerinde gerçek bir kontrole sahip olmak, onları daha da uyandırmak ve daha uzun tutmak, hatta kalıcı kılmak olası mıdır?

İşte bu noktada şunu açıkça anlamalıyız ki; insandaki benlik şuurunun gelişme yolunu tıkayan ilk engel, onun zaten benlik şuuruna sahip olduğunu, ya da istediği herhangi bir zamanda, her nasıl olursa olsun, bu şuuru elde edebileceğini zannetmesidir. İnsanı, irade yönünden şuurlu olmadığına ve şuurlu olamayacağına inandırmak çok güçtür. Çünkü burada doğa gülünç bir oyun oynamaktadır. Eğer bir kişiye şuurlu olup olmadığını sorarsanız ya da kendisine şuursuz olduğunu söylerseniz, size şuurlu olduğunu ve ona aksini söylemenin çok saçma olacağını, çünkü sizi işitebildiğini ve anlayabildiğini söyleyecektir. Bir anlamda haklıdır, ama aynı zamanda haksızdır. Bu, doğanın bir oyunudur. Haklıdır, çünkü sorunuz ya da görüşünüz onun bir an için belli belirsiz de olsa şuurlu olmasını sağlamıştır. Hemen bir sonraki anda ise bu şuurluluk yok olacaktır. Ama sizin ne söylediğinizi ve kendisinin ne cevap verdiğini hatırlayacak ve tabiî ki kendisini şuurlu bulacaktır.

Oysa gerçekte, benlik şuuruna sahip olmak uzun ve zor bir çabayı gerektirir. Uzun ve zahmetli bir çalışma sonucunda kendisine vaat edilen bir şeye zaten sahip olduğunu sanan birine bu çalışma nasıl kabul ettirilebilir ki? Doğaldır ki kişi, ne benlik şuuruna ne de onunla ilişkili herhangi bir şeye, yani bütünlüğe, bireyselliğe, sabit “ben”e ve iradeye sahip olmadığına kanaat getirmedikçe bu çalışmaya başlamayacak, ya da böyle bir uğraşı gerekli görmeyecektir.

Değişik türden belleklerin değişik türden hareket merkezleri vardır. Hiçbir insan diğerine benzemez. Biri bir şeyi iyi başarabilir, diğeri başka bir şeyi. Binlerce izlenim olduğu için de bileşimler daima farklıdır. 1,2,4, no’lular ve diğerleri gibi değişik insan türlerin de biri izlenimi daha iyi hatırlar, diğeri başka türü.

“Kendiniz daha fazla hatırlarsanız belleğiniz daha güçlü olur…”

Yaşamımızın her anında belki on yaşam boyu kurtulamayacağımız eğilimler yaratabiliriz. Hint edebiyatında bu nokta çok sık vurgulanır. Bunlar masallar biçiminde olabilir, ama prensip hep aynıdır.

  • 4 no’lu insan olarak ölen biri 4 no’lu insan olarak mı yinelenir, yoksa negatif heyecanları vs. taklit ederek bu olasılığını yitirir mi?

Hayır, sadece 5 no’lu insan 5 no’lu insan olarak gelir. Kendisi bunun farkında olmayabilir ama her şey onun için daha kolay olacaktır. 4 no’lu insan sadece kendisi için daha kolay ve çabuk olacağı için tekrar gelmek durumundadır.

Tüm kazanılmış eğilimler kendilerini tekrarlarlar. Bir kişi bazı şeyler üzerinde çalışmak ve onlarla ilgilenmek için bir eğilim kazanır. Sonra tekrar ilgilenir. Bir diğeri bazı şeylerden kaçmak için eğilim edinir. Bu eğilimler güçlenebilir ya da değişik bir yönde gelişebilirler. Kişide belli bir özgüven olasılığı olduğunda, bir tür şuurlu eyleme kavuşana dek hiçbir garanti yoktur.

“Bizler; üç boyutlu bir dünyada hayalimizde canlandırmaya çalışan iki boyutlu varlıklarla aynı konumdayız. Problem bizim zihinlerimizin yapısındadır. Tüm çalışmalarımızın gayesi; daha yüksek merkezlerle düşünmek anlamına gelen, şuurluluğun üçüncü ve dördüncü aşamalarına ulaşmaktır.”

Beş boyutlu bir dünyaya gereksinim vardır ve hatırlama sorunu zaten aslında altı boyuta hitap etmektedir. Beşinci boyutta insan hiç bilmeden döner durur. Hatırlamak altıncı boyutta belli bir gelişme demektir.

Boyutlar şekilde anlaşılabilir

  • Dördüncü boyut: Zaman diye adlandırdığımız her anın bir tek olasılığını kavramaktır.
  • Beşinci boyutsa bunun tekrarıdır.
  • Altıncı boyut değişik olasılıkların kavranmasıdır.

Yaşam; dördüncü boyuttur

Yaşam, dördüncü boyuttur, bir dairedir, bir tek olasılığın kavranmasıdır. Sona geldiğinde kendi başlangıcı ile karşılaşır. Ölüm anı doğum anını karşılar ve sonra yaşam yeniden başlar; belki hafif sapmalarla, ama bunların hiçbir anlamı yoktur. Bir temel eğilimi yok etmek, bu yaşamı oldukça değişik bir biçimde başlatmak altıncı boyut olacaktır.

Kendinizi burada, bu yinelemede hatırlamazsanız, hatırlayamazsınız. Hatırlayamamamızın nedeni kendimizi hatırlayamadığımız gerçeğinden kaynaklanır. Aynı şey bu yaşamda da doğrudur. Mekanik olarak yaptığımız şeyleri hatırlayamayız, sadece onların olduğunu biliriz. Sadece kendimizi hatırlayarak ayrıntıları hatırlayabiliriz.

“Kişilik daima özle karıştırılır. Bellek kişilikte değil, özdedir, ama bellek yeterince güçlüyse, kişilik onu (özü) oldukça doğru bir biçimde sunabilir…”

  • Kişi yaşamına geri dönüp baktığında, bir başkasının kötü olarak nitelendirebileceği kimi kararlar aldığı belli bazı kavşakları görecektir. Aynı hatayı bir sonraki yinelemede yapmamak için bu seferki yinelememizde yapabileceğimiz özel bir şey var mı?

Evet, tabii. Kişi şu an belli noktalarda değişebileceğini düşünebilir. Ve sonra- düşünme yeterince derinse-hatırlayacaktır; ama yeterince derinse hatırlayabilir.

  • İnsan yineleme fikrinden ne gibi yararlar sağlayabilir?

Kişi; bu fikri entelektüel olarak anlarsa ve bu fikir onun özünün bir parçası- haline gelirse onu unutmaz ve onu gelecek yaşamının erken yıllarında bu bilgiyi biliyor olmanın yararını görecektir.

  • Belirli bir anda, insan için çok keskin olasılıklar var mıdır?

İnsanlar pek çok olasılık olduğunu düşünürler. Her nasılsa, böyle gözükür, ama sadece tek bir, bazen de iki olasılık vardır. İnsan sadece altıncı boyutta değişebilir. Her şey belli bir şekilde olur ve her an tahmin edilen pek çok olasılığın içinden ancak bir tanesi idrak edilir ve bu dördüncü boyutun çizgisini oluşturur. Ama bu çalışmanın, gelişmenin esas görüşü olan, belli bir amaç için öngörülen şuurlu değişme; bu sistemde ciddi olarak çalışmaya başladığınızda-ki bu başlangıç çizgisi altıncı boyuttur- gerçekleşir.

Eğer bu yaşamda bir şey yapamazsak gelecek seferki küçük değişikliklerle bunun aynısı olacak, ancak hiçbir olumlu değişme olmayacaktır. Kendini hatırla!

  • Bellek ölümden sonra yaşar mı?

Ölüm hiçbir şey değildir. Öldüğünüzü fark etmezseniz, doğduğunuzu da fark etmezsiniz.

  • 1,2 ve 3 no’lu insan için ölümsüzlük imkansız mıdır?

Evet o, bunun için 5 numaralı insan olmak zorundadır. Örneğin, yineleme açısından 1,2 ve 3 numaralı insan tekrar yaşayıp tekrar dönebilirler, ama hatırlayamazlar. Hatırlayabilmek için 5 numaralı insan haline gelmeleri gerekecektir.

  • Ölümsüz olan nedir, öz mü, fiziksel beden mi, yoksa ruh mu?

Sadece bellek. Beden yeniden doğar; öz yeniden doğar; kişilik yeniden yaratılır. Öyleyse bu ölümsüzlük değil, hatırlama sorunudur. Eğer hatırlamazsak, hiçbir kazanç elde edemeden on bin kez yaşayabiliriz. Ölümsüzlük mekanik olarak mümkün olsa bile hiçbir yararı olmayacaktır. Kendimizi ve olayları hatırlamalıyız; bu çok daha iyidir. Size tekrar ediyorum; Hatırlanması yararlı ve gerekli olan şey; hatırlamadığımız ve asla, hatırlayamadığımız ve hatırlayamadığımızın farkında olmadığımız şeydir.

Yazarın Notu:

Bana öyle geliyor ki, geçmiş yaşamımızda nerede bir fırsat kaçırdığımızı idrak edebilmek için bu yaşamda bir uyanma anını yakalayabilmemiz gerek öncelikle... Ancak siz daha fazla ya da daha az bilinçli olmakla kendi tür belleğinizi daha iyi ya da kötü kullanabilirsiniz. Bellek tüm merkezdedir. Bir merkezde, diğerine oranla daha az bellek olabilir, ama belleği güçlendirmenin sadece tek bir yolu vardır; daha şuurlu olmak…

Belki bir fırsat kaçırdınız. Kişi bir şeyi başaramadığını görürse, bir önceki yaşamını düşünür, belki o zaman istediği şeyi başarabilmişti, ya da belki de başaramamıştı. Bunun ne ifade ettiğini bir düşünün…

  • İnsan zamanın bir illüzyon olduğunu anlamak için ne yapmalıdır?

İnsan zaman diye bir şeyin olmadığını anlayabilir. Neden mi? Çünkü zamanın olmadığını gösteren gerçekler var. Sonsuz yineleme fikri bizim gibi şimdiki zaman duygumuzla bağdaştırılamaz. İşte tüm olay buradadır, yani zaman duygusundan kurtulmak durumundasınız. Zamandan kurtulmalısınız, yineleme sonsuzlukla bağlantılıdır, zamanla değil.

Eğer kişi yeterince irdelerse ve çalışırsa, anlayış için malzeme bulacaktır. Anlamak (idrak) ve anlamamak bize bağlıdır. Yeterince düşünürsek bir şeyler anlayabiliriz ve yinelemeyi gerçekten değiştirebiliriz.

Ruh Ve Madde Yayınları aracılığıyla basılan eser Ergün Arıkdal önsözüyle okuruyla buluşuyor. Kendilerini saygıyla anarken miras olarak bıraktıkları her eser için “Kendini Bilen” üstatlara teşekkür ederim…

“Şuur” Gerçeğin Araştırılması, okumayanlara tavsiye, okuyanlara bilgiyi hatırlatma amaçlı. “Şuur: Gerçeğin Araştırılması” P.D. Ouspensky’nin çağdaş dünyada bireyin zihinsel uyanışı, otomatik yaşamdan çıkışı ve özgürleşme çabası için sunduğu felsefi bir rehberdir. Günümüzde dijital dikkat dağınıklığı, mekanik alışkanlıklar ve içsel kopukluk karşısında bu eser, bilinçli varoluşun disiplinli yollarını hatırlatır.

Eserin Günümüz İçin Önemi Nedir?

  1. Mekanik Yaşamdan Bilinçli Yaşama Geçiş Ouspensky, insanın çoğu zaman “rüyada gibi” yaşadığını, otomatik tepkilerle hareket ettiğini savunur. Günümüzün algoritmalarla yönlendirilen dijital yaşamında bu tespit daha da çarpıcıdır. Kitap, bireyin kendi şuur hâlini gözlemleyerek bu otomatiklikten çıkmasını önerir.
  2. Şuurun Anlık Parlamaları ve Disiplinli Uyanış Ouspensky’ye göre insan zaman zaman kendi şuurunda olur, ancak bu anlar rastlantısaldır. Gerçek özgürlük, bu anları kontrol edebilmekle başlar. Bu, günümüz mindfulness ve dikkat çalışmalarıyla örtüşen bir içsel disiplin çağrısıdır.
  3. Duygusal ve Zihinsel Egemenlik Kitap, duyguların ve düşüncelerin kontrolsüzce gelip gitmesini değil, onların farkında olarak yaşanmasını önerir. Bu yaklaşım, psikolojik dayanıklılık ve duygusal zekâ alanlarında güncel bir karşılık bulur.
  4. Bilinçli Eylem ve Etik Yaşam Ouspensky’nin şuur anlayışı, bireyin sadece düşünmesi değil, bilinçli eylemde bulunması gerektiğini savunur. Bu, günümüz etik tartışmalarında bireyin sorumluluğunu yeniden tanımlayan bir yaklaşımdır.

P.D. Ouspensky: Zihnin Sınırında Duran Adam

Ouspensky, 1878’de Rus İmparatorluğu’nun Harkov Valiliği’nde (bugün Ukrayna’nın bir parçası) doğdu. 1890’da, 10 ila 18 yaşları arasındaki erkeklerin gittiği bir devlet okulu olan İkinci Moskova Spor Salonu’nda okudu. 16 yaşındayken, ziyaret eden bir müfettişin gözü önünde duvara grafiti çizdiği için okuldan atıldı. O andan itibaren az ya da çok kendi başınaydı.  1906’da Moskova’nın günlük gazetesi The Morning’in yazı işleri ofisinde çalıştı. 1907’de Teosofi ile ilgilenmeye başladı. 1913 sonbaharında, 35 yaşındayken, Mucizevi Olanı Aramak için Doğu’ya gitti. Hindistan’ın Tamil Nadu kentindeki Adyar’daki Teosofistleri ziyaret etti, ancak Büyük Savaş’ın başlamasından sonra Moskova’ya dönmek zorunda kaldı.

Moskova’da geçirdiği yıllar boyunca, Ouspensky birkaç gazete için yazdı ve özellikle o zamanlar moda olan dördüncü boyut fikriyle ilgilendi.  1909’da yayınlanan ilk eserinin adı Dördüncü Boyut’tu.  Charles H. Hinton’un[8] dördüncü boyutu uzayda bir uzantı olarak ele alan eserlerinde yaygın olan fikirlerden etkilenmiştir. Ouspensky, ebedi tekerrür teorisini de araştırdığı Ivan Osokin’in Tuhaf Yaşamı adlı romanında zamanı yalnızca dolaylı olarak dördüncü bir boyut olarak ele alır.

Ouspensky’nin Londra’daki derslerine Aldous Huxley, T. S. Eliot, Gerald Heard ve diğer yazarlar, gazeteciler ve doktorlar gibi edebi şahsiyetler katıldı. 1920’lerin ve 1930’ların edebiyat sahnesi ve Rus avangardı üzerindeki etkisi muazzamdı, ancak yine de çok az biliniyordu. Ouspensky hakkında, dindar olmamasına rağmen, tek bir duası olduğu söylendi: yaşamı boyunca ünlü olmamak

1878, Moskova. Bir matematik öğrencisi olarak başladı. Ama onun soruları, sayılardan çok anlamla ilgiliydi. “Gerçek nedir?” dediğinde, cevabı bilimde değil—şuurun derinliklerinde arıyordu.

Gazeteci oldu, ama hep bir filozof gibi yazdı. Gündelik olayları değil, insanın içsel hâllerini haber yaptı. Mistik geleneklere, doğu öğretilerine, zamanın doğasına yöneldi. Ve sonunda şunu fark etti:

“İnsan, kendini tanımadan hiçbir şeyi gerçekten bilemez.”

1912’de Gurdjieff ile karşılaştı. Bu karşılaşma, onun düşünsel evrenini sarsan bir dönüm noktasıydı. Gurdjieff’in “Dördüncü Yol” öğretisiyle tanıştı: Ne rahip gibi, ne keşiş gibi, ne yogi gibi—gündelik yaşamda uyanık kalmak. Bu, Ouspensky’nin “şuur” arayışına yeni bir yön verdi.

“Şuur: Gerçeğin Araştırılması”nı yazdı. İnsanların otomatik yaşadığını, gerçek özgürlüğün ancak bilinçli farkındalıkla mümkün olduğunu savundu. Bu kitap, hem bir felsefi metin hem bir içsel rehberdi. Ve onun için yazmak, bir öğretme biçimi değil—bir uyanma çağrısıydı.

Londra’ya yerleşti, sessizce öğretti. Küçük gruplarla çalıştı. Kitlelere hitap etmedi, çünkü onun için hakikat, kalabalıkla değil, derinlikle bulunurdu.

1947’de öldü. Ama ardında bıraktığı şey, bir sistem değil—bir uyanış biçimiydi. Ouspensky, zihnin sınırında durdu. Ve oradan içeriye bakmayı öğretti.

Yazarlar sizi okumaya davet ediyor.

Sevgiyle okuyunuz…

Yorum bırakın

İnsan, her şeyi sahiplenme arzusundayken, varoluşun gerçek amacını çoğu zaman unutuyor. Şuurun altın damarına ulaşmanın farkında değil. Fiziksel dünyanın keşfi ilerledi ama insanın “kendini bilme yolculuğu” geri kaldı. Devasa binalar, yollar ve şehirler yükselirken; insanın iç dünyası hâlâ bilinmezliklerle dolu. Bilim, insanın özünü ve aklın ötesindekini henüz çözemedi.

Kendi değerimizi bilmemek, çağımızın en büyük açmazlarından biridir. Bu çağ, ilahi değerin açığa çıktığı dönem olmalı.

Kendini Bilmek İçin Kitap sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin