Göklerle yer bitişik idiler de biz onları ayırdık ve canlı olan her şeyi sudan yarattık. Hala inanmıyorlar mı?

— Enbiya, 30

Merhaba

Enbiya, 31 “Yeryüzüne onları sarsmasın diye sağlam dağlar yerleştirdik; kolayca yollarını bulabilsinler diye orada vadiler, yollar açtık.”

Enbiya, 32 “Gökyüzünü korunmuş bir tavan yaptık. Onlar ise, gökyüzünün işaretlerine sırt çevirmektedirler.”

Enbiya, 33 “O, geceyi, gündüzü, güneşi, ayı yaratandır. Her biri bir yörüngede yüzmektedir.”

Allah’ın birliğini, ortağı ve benzerinin bulunmadığını, bu evren ve içindeki varlıklar yok olduktan sonra onları yeniden yaratabilecek sonsuz güce sahip bulunduğunu gösteren delillere yer verilmektedir. Kur’an ayetlerini bilimsel buluş veya teorilerle açıklamak her zaman ve her ayet için isabetli bir yöntem olmamakla birlikte, evrenin yaratılışı konusundaki teoriler ve tabiat bilimlerindeki gelişmelerin bu ayetlerin daha iyi anlaşılmasına yardımcı olduğunu söylemek mümkündür. Enbiya 30. ayetteki “göklerin ve yerin bitişik olup ayrılması ve her canlının sudan yaratılması” ifadesini müfessirler farklı şekillerde yorumlamışlardır. Eski müfessirlerin bazı görüşleri özetle şöyledir:

  1. Göklerle yer birbirine bitişikti, Allah onları ayırdı ve aralarına ha­va­yı yerleştirdi.
  2. Gökler birbirine bitişikti, Allah onu yedi kat gök haline getirdi; yer de bitişikti, onu da aynı şekilde yedi kat yer haline getirdi.
  3. Gökler birbirine yapışıktı, yağmur yağdırmıyordu; yer de yapışıktı, bitki bitirmiyordu. Allah gökleri yağmurla, yeri de bitki ile yarıp ayırdı (yağmura ve bitkiye elverişli hale getirdi). Taberî ayetin devamını dikkate alarak son görüşü tercih etmektedir.

Modern zamanlarda yazılmış bazı tefsirlerdeki açıklamalara göre, ayette evrenin başlangıçta bir bütün yani tek bir kütle olduğu, bu kütlenin sonradan bölünüp parçalara, yani dünyanın da içinde bulunduğu uzay cisimlerine ayrıldığı ifade edilmektedir. Kur’an’ın bu ifadesi günümüzde genellikle astrofizikçilerin evrenin oluşumu hakkında kabul ettikleri teoriye uygun gibi görünmektedir. Bu bilim adamlarına göre uzaydaki cisimler vaktiyle bir gaz ve toz kütlesi (nebula, bulutsu) halinde idi. Merkezî çekim sebebiyle büzüşüp muhtelif noktalarda yoğunlaşan bu gaz kütlesinden zamanla küreler halinde parçalar koparak uzay boşluğuna fırlamış; merkezî çekim kuvvetinin etkisiyle dönmeye, uzayın soğukluğu sebebiyle de soğumaya başlamıştır. Bu dönüş esnasında yoğunlaşan ana kütlelerden de bazı parçalar kopmuş, bunlar da ana kütlelerin etrafında dönmeye devam etmiştir. Böylece tek bir kütle, milyarlarca yıl ile ifade edilen zaman dilimlerinde galaksi ve güneş sistemlerine, bunlar da giderek yıldızlara, gezegenlere ve bunların uydularına dönüşmüş, nihayet güneşin uydusu olan dünyamızın da içinde yer aldığı gezegenler iyice soğuyarak bugünkü şekillerini almıştır. Âyette hayatın temelinin suya dayandığına işaret edilmek üzere canlı olan her şeyin sudan yaratıldığı bildirilmektedir. Mevcut bilgilerimize göre de dünyamızdan yükselen gaz ve buharlar, yoğunlaşarak yağmur şeklinde tekrar dünyaya dökülmüş, böylece denizler ve okyanuslar meydana gelmiştir. Suda yosunlaşma ile başlayan canlılar âlemi, ilâhî kanunlara göre gelişerek bugünkü halini almıştır. Bilimin verilerine göre canlıların birleşiminin yarıdan fazlasını su oluşturmaktadır. Başka bir âyette Allah Teâlâ’nın her canlıyı sudan yarattığı açık bir şekilde ifade edildikten sonra canlıların özelliklerine göre türlerine ayrıldığı belirtilir (bk. en-Nûr 24/45). Allah en gelişmiş canlı türü olarak da yine içinde suyun bulunduğu özel bir çamurdan insanı yaratmıştır (Esed, II, 650-651).

Muhammed Esed’e göre “Her canlıyı sudan yarattık” ifadesi üç boyutlu bir anlam taşımaktadır:

  1. Su bütün canlı türlerinin ilk örneğinin ortaya çıktığı ortamdır.
  2. Var olan veya tasarlanabilen bütün sıvılar içinde yalnızca su, hayatın ortaya çıkıp tekamül etmesi için uygun ve gerekli özelliklere sahiptir.
  3. Hayvansal veya bitkisel, canlı her hücrenin fiziksel temelini oluşturan ve içinde hayat olgusunun belirebileceği yegâne madde ortamı olan protoplazma büyük ölçüde sudan ibarettir ve bütünüyle suya dayanmaktadır. Evrenin başlangıçtaki fiziksel birliğine işaret eden önceki ifadeyle canlı âlemin elementer birliğine işaret eden bu ifadenin birlikte ele alınması, bütün yaratılış olgusunun dayandığı tek bir planın, tek ve tutarlı bir yaratma eyleminin ve buna bağlı olarak da tek bir yaratıcının varlığına götürmektedir.

Eski müfessirler 31. âyetteki “Onları sarsmasın diye yeryüzüne sağlam dağlar yerleştirdik” ifadesini açıklarken, önce dümdüz ve üstünde ikamet edilemeyecek kadar hareketli olan yerkürenin üzerine dağların yerleştirilmesi sayesinde onun istikrarlı ve üzerinde yaşanılabilir bir hale getirildiğini söylemişlerdir. Dağların birer kazık veya destek yapıldığını ifade eden bu vb. âyetlerde yer kabuğunun sertleşme sürecine işaret edildiği tahmin edilmektedir. Dağların inişli çıkışlı, irili ufaklı yaratılmış olması, aralarında bir bölgeden diğerine geçişi sağlayan geçit ve vadilerin bulunması, uzay boşluğunda dönmekte olan yer yuvarlağının hareketini bir balans unsuru gibi dengelemekte, insanların yeryüzündeki yaşayışlarını ve bölgeler arasındaki ulaşım faaliyetlerini de kolaylaştırmaktadır (bu konuda ayrıca bk. Nahl 16/15; Nebe’ 78/7).

32. ayette geçen “korunmuş tavan” benzetmesinin dünyayı saran atmosferi ve 30. ayette söz konusu edilen nebulanın bölünüp parçalanmasıyla meydana gelen galaksilerin, güneş sistemleri ve yıldızların oluşturduğu kozmik uzayı ifade ettiği anlaşılmaktadır. Allah’ın kurduğu bir düzen ve denge içinde yaratılmış olan kozmik uzay, merkezkaç kuvvetlere ve karşılıklı kütlesel çekimlere dayanarak hareket etmekte ve bu sistem sayesinde parçalanıp yok olmaktan korunmaktadır (ayrıca bk. Fâtır 35/41). Kur’an’da “gökyüzünün ayetleri” diye ifade edilen ve her biri Allah’ın varlığını ve sonsuz kudretini gösteren bu delillerden inkârcıların ibret almaları gerekirken, onlar yüz çevirerek geçip gitmektedirler. 33. ayette, canlı varlıkların hayatını doğrudan ilgilendiren bu kozmik delillerden bazıları özel olarak zikredilmektedir. Bunlar canlıların sükûnet içerisinde dinlenmelerini sağlayan gece, çalışıp geçimlerini sağlamalarına vesile olan gündüz, ısı ve ışınlarıyla dünyayı aydınlatan ve ısıtan güneş, gece karanlığında canlıların ihtiyaçlarını karşılayacak kadar güneşten aldığı ışını yansıtan aydır.

İmam-ı Gazali, “Yaradılıştaki Sırlar, El-Hikmetu Fi Mahlukatillah” adlı eserinde şöyle yazıyor:

Ben bu kitabı akıl ve basiret sahipleri için Kur’an ayetlerinin birçoğunun işaret etmiş olduğu nimet ve hikmetlerin çeşitlerini tarif ederek telif aldım. Allah (celle celalüh) aklı yarattı ve o akla ahdi göstererek onu tekmil etti, akıl sahiplerine de mahlukata bakmalarını, o mahlukatta bulunan harikulade halleri tefekkür ederek onlardan ibret almalarını emretmiştir.

Nitekim Allah (celle celalüh) şöyle buyurmuştur:

Yunus Suresi 101 “De ki: Göklerde ve yerde neler var, bakın (da ibret alın!)

Evrendeki düzenin ve en üstün kudretin yüce Allah’a ait olduğu hakikatinin daima göz önünde tutulması gerektiği vurgulanmakta, Hz. Peygamber’den, inkârcılıkta direnenler karşısında maneviyatını bozmaması istenmektedir. Ayrıca bu ayetler, başkalarını zorla imana getirme çabası içine girenlerin kendi iradelerini Allah Teâlâ’nın iradesi üstüne çıkarmaya çalışmak gibi bir yanlışlığa düşmüş olacakları uyarısında bulunmaktadır.

Allah’ın izni olmadan hiç kimsenin iman etmeyeceği hususunun hemen ardından Allah’ın, akıllarını kullanmayanları iğrenç bir duruma sokacağının, yani kirli halleriyle baş başa bırakacağının bildirilmesi; yaratanın Allah Teâlâ, seçme kararını verecek olanın ise insan olduğunu, bir başka anlatımla, insanın imanla ilgili sorumluluğunun akıl nimetini yerli yerince kullanıp kullanmamasından kaynaklandığını açıkça ortaya koymaktadır. Nitekim 101. ayette hem yer ve göklerdekilere ibret gözüyle bakılması istenmekte hem de bu tür kanıtların ve peygamberler tarafından yapılan uyarıların, aklını doğru istikamette işletmediği için iman yeteneğini yitirenlere fayda etmeyeceği belirtilmekte, böylece inanmayanı buna zorlamanın faydasız olduğuna dair bir psikolojik tahlil yapılmış olmaktadır.

Buna benzer pek çok apaçık ayet ve delil vardır ki bunları ancak akıl sahibi insanlar idrak eder. Ayetlerin farklı anlamları hususunda mesafe almak mutluluğun ve Allah’a kullarına vaad etmiş olduğu mukafatların ve cemalullahın sebebi olan Marfetullah’ı daha da çoğaltır.

İmam-ı Gazali söyle der: “Ben bu kitabı bablara ayırarak telif ettim. Her bab zikredilen mahlukla ilgili hikmetleri aklımızın kavradığı kadarıyla anlatıyor. Şayet tüm mahlukat bir araya gelip de Allah’ın yarattığı her şeyi anlatmaya çalışsalardı, bir tek mahlukattaki hikmeti bile anlamaktan aciz kalırdı. Mahlukat bu konuda ancak Allah’ın kendilerine takdir ve nasip ettiği oranda idrak eder…

Değerlendirme: 3 / 3.

İmam-ı Gazali’nin güzel sözlerinden biri de şudur: “Dünyada kimi sever ve kim ile düşüp kalkarsan kıyamette onunla haşrolursun. O halde ilmi ile amel eden alimlerin ve salihlerin sohbetine devam et..!”

Haccetül- İslam’ın aziz ruhuna rahmet diliyor, en güzel isimlerin sahibine hamd ü sena ediyorum. Tevfik ve inayet ancak O’ndandır…

Yaradılıştaki Sırlar, El-Hikmetu Fi Mahlukatillah, okumayanlara tavsiye, okuyanlara bilgiyi hatırlatma amaçlı. İmam-ı Gazali’nin “Yaradılıştaki Sırlar, El-Hikmetu Fi Mahlukatillah” adlı eseri, yaratılışın hikmetlerini ve evrendeki düzeni anlamaya yönelik derin bir tefekkür sunuyor. Günümüz açısından bu eser, bilim ve inanç arasındaki bağlantıyı kurarak, insanın varoluşunu sorgulamasına ve evrenin işleyişini anlamasına yardımcı oluyor.

Kitapta, Kur’an ayetleriyle desteklenen yaratılışın sırları, doğanın işleyişi ve insanın bu düzen içindeki yeri ele alınıyor. Özellikle modern bilimsel gelişmeler, eserde bahsedilen bazı kavramları daha iyi anlamamıza olanak tanıyor. Örneğin, evrenin başlangıçta tek bir kütle olduğu ve sonradan bölündüğü fikri, günümüzde astrofizikçilerin kabul ettiği teorilerle örtüşüyor.

Ayrıca, su ve canlıların yaratılışı üzerine yapılan açıklamalar, biyoloji ve ekoloji alanındaki güncel bilgilerle desteklenebilir. Gazali’nin vurguladığı gibi, su tüm canlıların temel yapı taşıdır ve bu, modern bilim tarafından da doğrulanmaktadır.

Bu eser, günümüz insanı için varoluşsal sorgulamalar yapma, doğayı ve evreni anlamlandırma açısından büyük bir değer taşıyor.

İmam-ı Gazali Hayatı ve Kariyeri

İmam-ı Gazali, 1058 yılında Horasan’ın Tûs şehrinde doğmuş, İslam dünyasının en önemli düşünürlerinden biridir2. Fıkıh, kelam, tasavvuf ve felsefe alanlarında derinlemesine çalışmalar yapmış, özellikle Batınilik ve Yunan felsefesine karşı eleştirileriyle tanınmıştır.

Gazali, Nişabur Nizamiye Medresesi’nde eğitim aldıktan sonra, Büyük Selçuklu veziri Nizâmülmülk tarafından Bağdat’taki Nizamiye Medresesi’ne baş müderris olarak atanmıştır. Ancak bir süre sonra manevi bir kriz yaşayarak görevinden ayrılmış, Şam ve Mekke’de inzivaya çekilmiş ve tasavvufa yönelmiştir.

Gazali’nin en önemli eserlerinden bazıları şunlardır: İhya-u Ulumiddin – İslam ahlakı ve tasavvuf üzerine kapsamlı bir eser. El-Munkız min ed-Dalal – Felsefi sorgulamalar ve kendi manevi yolculuğunu anlatan bir kitap. Tehafütü’l-Felasife – Aristotelesçi ve Farabi-İbn Sina ekolüne karşı eleştiriler içeren bir eser.

Gazali, 1111 yılında Tûs’da vefat etmiştir ve fikirleri günümüzde hâlâ büyük bir etkiye sahiptir.

Yazarlar sizi okumaya davet ediyor.

Sevgiyle okuyunuz…

Yorum bırakın

İnsan, her şeyi sahiplenme arzusundayken, varoluşun gerçek amacını çoğu zaman unutuyor. Şuurun altın damarına ulaşmanın farkında değil. Fiziksel dünyanın keşfi ilerledi ama insanın “kendini bilme yolculuğu” geri kaldı. Devasa binalar, yollar ve şehirler yükselirken; insanın iç dünyası hâlâ bilinmezliklerle dolu. Bilim, insanın özünü ve aklın ötesindekini henüz çözemedi.

Kendi değerimizi bilmemek, çağımızın en büyük açmazlarından biridir. Bu çağ, ilahi değerin açığa çıktığı dönem olmalı.

Kendini Bilmek İçin Kitap sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin