Dünyanın ve insanlığın gelişimi, sıradan insan bilincinin sadece bilincin bir düzeyi olduğu ve daha yüksek ve daha düşük düzeylerin de bulunduğu kavrandığında, anlaşılabilir kılınır…
— Rudolf Steiner
Merhaba
Bir duygu dile geldiğinde, çoğu zaman hemen kendi öykümüzü öne süreriz. Sanki o duyguyu biz de yaşamışız gibi… Belki gerçekten yaşamışızdır. Ama bir başkasının anlatısını dinlerken hemen kendimize dönmek—farkında olmadan merkezin kaymasına neden olur.
İnsan dinlerken bazen dayanamaz: “Ben de…”, “Bende de olmuştu…”, “Ben olsaydım…” der. Bu bir empati biçimi gibi görünse de, aslında anlatıcının alanını daraltan bir söz alma refleksidir. O ânın ağırlığı, bir nevi sohbet terapisine dönüşür. Oysa belki de ihtiyaç sadece bir şeye: şahitlik edilmek.
Rudolf Steiner’ın bilinç düzeyleri anlayışı, bu durumu başka bir yerden aydınlatır. “Daha yüksek” ve “daha düşük” ifadeleri, insanın durduğu yer itibariyle bir anlam taşır. İnsan daha da gelişip yüceldiğinde, diğer bilinç düzeyleriyle olan ilişkileri değişir…
Burada yüksek ya da düşük olmak, yukarıdan bakmak ya da aşağıda kalmak değil; insanın hangi farkındalık düzeyinde olduğuna göre şekillenen bir ilişkisel algı meselesi hâline geliyor.
Bu kitap, yalnızca ölümle değil; bilincin dönüşümüyle de ilgilidir. Çünkü Steiner’ın dediği gibi, insan bilinci bir düzey değil, katmanlar hâlinde açılan bir varoluş ufkudur. Ve belki de “yüksek” ya da “düşük” dediğimiz tüm hâller, sadece o anda nerede durduğumuza bağlı olarak anlam kazanır.
İnsan büyüdükçe bakışı değişir; bakışı değiştikçe bildiği şeyin özü başka bir renge bürünür.
Yeşil Sandalyede Melekle Beklerken– Bir veda günlüğü ve kozmik hatırlayış üzerine notlar
Güneşin biraz olsun yüzünü gösterdiği bir gündü dün. Yolculuk terapisiyle geldiğim İzmir, 9 Eylül Hastanesi. Maskeyle hastane koridorlarında kalabalığın içinde yürüyüşten sonra radyoloji bölümündeyim. Danışmadan aldığım numara sayıların ilmine inanlar için farkındalık yaratacak nitelikte. Yüzümde oluşan kocaman gülümsemeyle yanımda artık melek olmuş değerlimle sıramın gelmesini beklemek için oturduğum yeşil sandalye.
Ve nihayet sıra bende… Bankonun hemen arkasındaki yüze elimdeki evrağı uzatarak “2024 yılı Radyasyon Onkolojisinin istemiş olduğu tetkikler için randevu talep ediyorum” diyorum.
Banko görevlisi “Nisan ayına randevu verebiliyorum” diyor. Ben de “Mayıs ayındaki doktor kontrolüme yetişir” diyerek uzattığı belgeyi alıyorum. Belgenin üzerindeki randevu tarihini gördüğümde yüzümde yine bir gülümseme oluşuyor. Teyzemin doğum tarihi ve saat 4 yazıyor. Anlayacağınız melekler çalışıyor…
Elisabeth Kübler-Ross ile Ölümün Eşiğinde
Ocak ayının 7’si… zaman durmuş gibi. Teyzemin ardından hissettiğim eksiklik, yalnızca fiziksel bir yokluk değil, ruhun başka bir diyara yönelişini kavrama çabasıydı. İçimdeki acı, gökyüzüne bakarken kendini bir soruya dönüştürdü: “Ölüm gerçekten bir son mu?”
Nefes almak için çıktığım hastane bahçesinde göğe doğru uzanan ağaçların altında nefes almak için bir süre duruyorum. Gövdesine ellerimi koyup hücreleri benden olan değerli dostla enerji alış verişinde bulunuyorum. Yürüyüş ve ardından Üç Kuyular İstinye Park’tayım. Hemen soluğu Kırmızı Kedi kitapevinde alıyorum. Raftan göz kırpan kitabı elime alıp kalbime götürüyorum. Uzun bir süredir basılmasını beklediğim kitap nihayet benimle. “Ölüm ve Ölmek Üzerine” 50. yıl edisyonu.
Elisabeth Kübler-Ross’un sözleri satır aralarından sızan bir teselli gibiydi:
”Tanıdığımız en güzel insanlar hezimeti, acıyı, mücadeleyi, kaybetmeyi bilen ve en dibe batıp sonra geri yüzeye çıkmanın yollarını bulanlardır. Bu insanlarda onları şefkatle, anlayışla ve derin sevgiyle dolduran minnettarlık, hassasiyet ve yaşam algısı vardır. Güzel insanlar bir anda güzel olmazlar.” –Elisabeth Kübler
Elime aldığım kitap “Ölüm ve Ölmek Üzerine“, Elisabeth Kübler-Ross’un kelimeleriyle kalbimi sardı. Her satır, yasın içinde tomurcuğa duran bir farkındalığı taşıyordu. Ve tam da bu noktada Rudolf Steiner’ın sesi yankılandı içimde.
Steiner, ölümden sonrasını bir boşluk değil, bir bilinç geçişi olarak görür. Ona göre insan, yalnızca fiziksel bedeniyle değil, ruhsal ve zihinsel katmanlarıyla da var olur. Ölüm anı, bu katmanların çözülerek daha yüksek bir bilince geçmesi için bir eşiğe dönüşür. Akaşa Kayıtları’na göre, yaşadığımız her düşünce ve her duygu, evrensel hafızada iz bırakır. Bu nedenle sevdiğimize söylediğimiz son sözler, ya da söyleyemediklerimiz, asla kaybolmaz.
“Tıpkı madde gibi, düşünceler ve eylemler de kaybolmaz…” diyor Steiner. “Tüm yaşanmışlıklar, ruhun gelecekteki yolculuğuna eşlik eden izler hâline gelir.”
Elisabeth Kübler-Ross, ölümü bir ayrılıktan çok, başka bir yaşam biçimine doğuş olarak tanımlar. Steiner’la birlikte düşündüğümüzde, bu geçiş bir bilinmezlik değil, bir hatırlayış olabilir mi?
Belki de hepimizin içinde, o “yeşil sandalye”de otururken hissettiğimiz sessiz bir bilgi var: Sevdiğimiz gitmedi… sadece başka bir bilinç düzeyinden bizi izliyor.
Onun bu sözleriyle birlikte kaybetmenin yasını tutmakla kalmayıp, sevginin, hatırlamanın ve yeniden yaşamanın yollarını da aradım. Kitabın her sayfası, ölümün bir son olmadığını; yalnızca bilinçle kavranmayı bekleyen bir geçit olduğunu anımsatıyor.
Bir Kapı Açılıyor: Yengem, Yemek ve Hatırlayış
Listemde yer alan diğer kitapları temin ettikten sonra tramvaya binerek kalabalığa karışıyorum. Herkes kendi dünyasında; ben ise kendi içimden geçerek kanserin gölgesinde tanımlı bir başka kapıya yöneliyorum. Bu kapı, büyük dayımın eşi—aynı zamanda beyin kanserinden yitirdiğimiz kuzenimin annesi—yengeme açılıyor. Kapı aralanır aralanmaz tanıdık bir koku, tanıdık bir gülümseme… Yalnızlıkla çevrili günlerin içinden, sıcacık bir “hoş geldin” sesiyle geçiyorum yeniden hayata. Bir bardak çay, bir lokma yemek ve belki de en çok, “hala buradayım” duygusunun huzuru…
Yengemin kapısından içeri adım atarken, kalbimde hem kayıpların ağırlığı hem de hatırlamanın hafifliği vardı. Bir koku, bir ses, bir gülümseme… zamanın hiç geçmemiş gibi hissettirdiği anlardan biriydi. Kanserin gölgesinde sarsılan aile hikâyem, bir masa başında paylaşılan sade bir yemekle yeniden şekilleniyordu.
O an, yalnızca bedenin değil; ruhun da doyduğu bir sofraydı.
Rudolf Steiner’a göre, ölüm ve sonrasında yaşanan süreçler sadece fiziksel yaşamın sonu değil; ruhun daha yüksek bilinç katmanlarına doğru bir evrilme süreciydi. Ölüler bizimle kalmaz ama biz onların ruhsal izleriyle dolu bir alanın içinde yaşamaya devam ederiz. Steiner’ın ifadesiyle, “Ruhsal dünya, yalnızca ölenlerin değil, yaşayanların da gerçek yuvasıdır.”
Yengemin sofrasında konuşulanlar, aslında iki dünya arasında kurulmuş bir köprü gibiydi. Sessizliğin içindeki anlamı duymaya çalışırken, sevdiğini kaybeden herkesin paylaştığı evrensel bir soruyu işitiyordum:
Biz yaşarken onlar nerededirler? Onlar oradayken biz kim oluruz?
Kübler-Ross’un şefkatli yaklaşımıyla birleşen Steiner’ın derin bakışı, ölümün yalnızca bir kopuş olmadığını; aynı zamanda ruhsal bir yakınlaşma biçimi olduğunu öğretiyor. Belki de bu yüzden, yengemin bir tas çorbası, göğsümde açılan bir boşluğu geçici de olsa usulca onarıyordu.
Denizin Hafızasında Sessiz Bir Sohbet
Denize karşı kahve eşliğinde ölüm ve sevdiklerimiz üzerine yaptığımız sohbet, aslında bir zihin yolculuğu değil—bir ruh yolculuğuydu. Sorularla değil, hislerle konuşuyorduk. Kelimeler araya sızan meltem kadar hafif, anılar kadar derindi.
Steiner der ki:
“Ruhsal dünya, sadece ölümden sonrası değildir; aynı zamanda sevgiyle hatırlananın yaşamaya devam ettiği alandır.”
Sevdiklerimizi kaybetmiş olsak da, o an orada, onların isimleri dudaklarımızda yankılandığında—evrende bir şey değişmişti. Sessiz bir köprü kurulmuştu yaşayanla ölen arasında.
Kendimizi iyi hissederek ayrıldık. Çünkü yalnız kalmadığımızı, yalnız hissetsek bile başka bir düzeyde hep bir arada olduğumuzu bilmenin ferahlığı vardı içimizde.
Ölüm gerçeğini, doğmak gibi biliyoruz. Peki yakınlarımızın ve onunla ilişkili tüm insanların neler hissettiğini biliyor muyuz?
Bu soru, yalnızca bir cümle değil; bir yolculuk çağrısıdır. Bu kitabın satırlarında Steiner’ın Kozmik Hafıza’sından fışkıran evrensel bilgilerle kendi içsel deneyimlerimin buluştuğu bir alanı araladım. Teyzemin hastane bekleme koridorlarında yankılanan sessizliği, yengemin mutfağında paylaşılmış bir çorba sıcaklığı ya da bir kitapçı rafında kalbime doğru çekilen Kubler-Ross’un sözleri… Hepsi, ölümün sadece bir son değil; aynı zamanda bir anlayış biçimi, bir bilince yükselme yolu olduğunu fısıldıyordu bana.
Bu kitap, ölüme ve yaşama farklı gözlerle bakmayı teklif ediyor. Steiner’ın ruh bilimiyle, Elisabeth Kübler-Ross’un yumuşak kalemiyle ve kendi yaşamımda içinden geçtiğim kayıplarla birlikte—ölümün anlamını yeniden konuşmaya davet ediyorum sizi.
Rudolf Steiner ve Kozmik Hafıza’ya Dair Bir Bakış
Geleceğe ışık tutan Rodolf Steiner’in felsefi bakış açısı; insanın varlığı, özgürlüğün doğası ve amacı, evrimin anlamı, insanın doğa ile ilişkisi, ölümden sonra ve doğumdan önce yaşam gibi temel sorunları kapsar Steiner, bu ve benzeri konularda beklenmedik biçimde yeni, esin verici ve düşünceyi teşvik edici fikirler ortaya koyar. Yazılarının incelenmesi sayesinde, insana ve insanın evrendeki yerine ilişkin açık, mantıklı ve kapsamlı bir anlayışa ulaşılabilir.
Kozmik Hafıza adlı eserde ifade edilen düşüncelerden birçoğu ilk başta, anlam itibarıyla şaşırtıcı hatta fantastik görülebilir. Oysa uzay çalışmaları, teknoloji, psikoloji, tıp ve felsefe alanlarındaki modern gelişmeler yaşama ve yaşamın doğasına dair anlayışımızı bütünüyle değiştirirken, bu tür yabancılaşmalar ciddi bir okurun bu kitaba sırt çevirmesi için geçerli bir neden olmamalıdır. Örneğin, “okült” veya diğer adıyla “duyuötesi” sözcüğü birçokları için istenmeyen çağrışımlara sahip olsa da, güncel gelişmeler, önceden geleneksel araştırma tarafından yasaklanan bilginin hızla yeniden incelenmesine yol açmaktadır. Atom çağının meydan okuması, bütün bilginin ciddi bir biçimde yeniden değerlendirilmesini zorunlu kılmıştır ve bu bilginin tek bir alanının bile bu işlemin dışında bırakılamayacağı aşikârdır
Steiner, okuyucunun başlangıçta karşılaşacağı zorlukları öngörmüş olup, bunu şöyle belirtir: “Okuyucu, anlaşılması karanlık ve zor olana tahammül edip, tıpkı yazarın genelde anlaşılabilir bir sunuş tarzı yakalama çabasında olduğu gibi, anlamaya çabalamaya davet edilmektedir. Okuyucu, belirtilen derin gizleri, insanın önemli muammalarını irdelediğinde, okumadaki birçok zorluk da ödüllendirilecektir.”
Bu kitabın içerdiği denemeler, Steiner’in çalışmaları arasında önemli bir yer tutar. Bunlar, “manevi dünya içinde tümüyle bilinçli bir duruş” olarak tanımladığı manevi algıdan kaynaklanan bir kozmolojinin kendisine ait ilk yazılı ifadeleridir. Otobiyografisinde, 20. yüzyılın ilk yıllarına değinir: “Genelde, manevi dünyanın deneyiminden edinilen bilgiye ilişkin özel ayrıntılar gelişti.” Steiner, çocukluğundan itibaren manevi dünyanın gerçekliğini bildiğini, çünkü bu manevi dünyayı doğrudan deneyimleyebildiğini, belirtiyordu. Oysa ancak yaklaşık kırk yıl sonra bu manevi dünya hakkında başkalarına, somut ve ayrıntılı bilgi aktarması mümkün oldu.
“Tıpkı madde gibi, düşünceler ve eylemler de kaybolmaz. Teozofiye göre bütün bu düşünce ve eylemler enerjiye dönüşerek “Dünya Hafızası” anlamına gelen “Akaşa Kayıtları”nda toplanır…”
Kozmik Hafıza’nın İzinde: Evrenin Sessiz Soruları
Ruhbilimin kurucusu Rudolf Steiner, Kozmik Hafıza adlı eserinde dünyanın başlangıcından, insanlığın kolektif belleğine kazınan en eski dönemlerine kadar uzanan “karanlık zamanlar”ı açıklarken, bilinen tarih öncesine dair alışılmış anlatıların ötesine geçer. Steiner, tüm bu açıklamaları, sezgisel yolla ulaşılabilen Akaşa Kayıtları aracılığıyla aktarır—evrensel hafızada saklanan, geçmişin ruhsal imgelerle kaydedildiği bir bilinç düzlemi.
Kitapta dile gelen şu sorular, sadece insanlığın değil, aslında her bireyin kendi varoluşuna dair cevap aradığı sorulardır:
- İnsanlık iyi ve kötü kavramlarını nasıl geliştirdi?
- Doğa güçlerini kendi ihtiyaçları doğrultusunda kullanmaya nasıl başladı?
- İlk toplum yapıları nasıl şekillendi?
- Kadın ve erkek tarihsel süreç boyunca fiziksel ve ruhsal anlamda nasıl gelişti?
Bu sorular, sadece geçmişe değil—şu anda kim olduğumuz ve neye dönüşebileceğimize dair ruhsal bir harita sunar. Steiner’ın kozmolojisi yalnızca açıklamakla kalmaz; hatırlatır, sezdirir, bazen de sorgulamaya cesaret ettirir.
Kozmik Hafıza, okumayanlara tavsiye, okuyanlara bilgiyi hatırlatma amaçlı. Rudolf Steiner’ın Kozmik Hafıza adlı eseri, sadece geçmişin bilgeliğine ışık tutmakla kalmaz, aynı zamanda günümüz insanının ruhsal uyanışı için bir anahtar rolü üstlenir. Bu eser, modern çağın hızla değişen, materyalist eğilimli dünyasında insanlığın evrimsel kökenlerine ve ruhsal yolculuğuna dair derinlikli bir bakış sunar.
Günümüzde bireyler sıkça kimlik arayışına, anlam krizlerine ve içsel boşluk hissine kapılıyor. Steiner bu sorunlara, insanın fiziksel bedenle sınırlı olmadığı; geçmiş enkarnasyonlar, gezegensel bilinç evreleri ve yüksek benlik gibi kavramlar üzerinden bir açıklama getirir. Bu da hem felsefi hem de manevi açıdan geniş bir perspektif kazandırır.
Ayrıca Kozmik Hafıza, doğa bilimlerinin açıklayamadığı metafizik sorulara karşı bir denge kurar. Bu yönüyle eser, günümüzde ruhsal gelişime yönelik artan ilgiyi karşılayan, alternatif bir bilgi kaynağı işlevi görür.
Rudolf Steiner Hayatı ve Kariyeri :
Düşünceyle Yoğrulan Bir Hayat: Steiner’in Akademik Başlangıcı
Rudolf Steiner, insanlık tarihinin en kritik dönemlerinde yaptıkları ile insanlığın gelişmesine katkı sunanlar arasında en ön saflarda yer alan şahsiyetlerden biridir.
Işığın Peşinde: Kralyeviç’ten Weimar’a
25 Şubat 1861’de, bugünkü Avusturya sınırları içerisindeki Kralyeviç’te doğan, Viyana Yüksek Teknik Okulu’nda eğitim görerek, burada matematik ve sosyal bilimler dallarında uzmanlaşan Steiner, Goethe’nin doğa bilimsel yazılarının Kurschner cildini yayımlamaya davet edildiğinde, bir akademisyen olarak ün kazandı.
Goethe’nin Gölgesinde Büyüyen Ruh
1886’da, daha yirmi beş yaşında, Goethe’nin Dünya Görüşündeki Örtük Bilgi Kuramı adlı eserini yazarak Goethe’nin düşünce biçiminin derin çağrışımlarını kapsamlı bir biçimde kavradığını gösterdi.
Bilimle Ruhun Eşiğinde: Steiner’in Erken Yılları
Dört yıl sonra, Weimar’daki “yaşayan önemli akademisyenler” grubuna katılmaya çağrıldı ve burada Goethe-Schiller Arşivleri’nde birkaç yıl bu akademisyenlerle birlikte çalıştı.
Nietzsche’nin Gölgesinde Bir Karşılaşma
Bu yıllarda Steiner, yaşlı Nietzsche’nin çevresinde toplanan gruba dahil oldu. Bu deneyimin kendisinde yarattığı derin izlenimlerinden esinlenerek, 1885 yayımlanan Nietzsche’nin Kendi Zamanına Karşı Bir Savaşçı adlı yapıtını kaleme aldı. Bu yapıt, büyük filozofun başarılarını, hem geri plandaki trajik yaşam deneyiminin hem de 19.yüzyıl ruhunun tarihsel bağlamında değerlendirir.
Steiner elliden fazla yapıtı ve geniş kapsamlı konferans faaliyetleri sayesinde, pek çok ülkede sayısı sürekli artan birçok insanla tanıştı. Sürekli bir faaliyet içinde olmak ve bu kadar hareketli bir yaşam sürdürmek için gerekli olan keskin fiziksel ve zihinsel güç, Steiner’i tek başına zamanımızın en yaratıcı ve üretken insanlarından biri olarak göstermeye yeterli olacaktır.
Çalıştığı yıllar boyunca, Steiner’in okuyucularında ya da dinleyicilerinde duygusallığa ya da mezhepçiliğe yol açmaması dikkate değer bir durumdur. Her insanın özgürlüğüne yönelik titiz özeni ve derin saygısı, ürettiği her şeyde kendini gösterir.
Kozmosun İç Sesine Yolculuk
Rudolf Steiner’ın yaşamı, sadece kronolojik bir anlatıyla değil, aynı zamanda onun düşünsel ve ruhsal dönüşüm süreçleriyle örülerek anlatıldığında çok daha etkileyici hale geliyor.
- Ruhsal Arayışla Başlayan Yolculuk (1861–1889) Avusturya’nın Kraljevic köyünde doğan Steiner, daha çocukken doğa olaylarının ardındaki görünmeyeni sorgulamaya başlamıştı. Matematik ve doğa bilimleri eğitimi almasına rağmen sezgisel bilgeliği hiçbir zaman elden bırakmadı. Bu dönemde Goethe üzerine yaptığı çalışmalar, onun düşünsel yapı taşlarını oluşturdu.
- Antroposofyanın Doğuşu (1900–1913) Theosophical Society ile ilişkisi, Steiner’ın doğu mistisizmini Batı’nın felsefi temelleriyle harmanlama çabasına dönüştü. 1902’den itibaren bu fikirleriyle Avrupa’da yoğun ilgi gördü. Ancak kısa süre sonra Antroposofya adlı kendi ruhbilimsel sistemini geliştirdi; insanın evrimsel yolculuğuna dair yepyeni bir çerçeve sundu.
- Pratik Uygulamalar: Sanat, Eğitim ve Tarım (1913–1925) Steiner yalnızca teorisyen değildi; fikirlerini pratiğe dönüştürme cesaretine sahipti. Waldorf eğitim sistemi, biyodinamik tarım, euritmi sanatı ve Goetheanum gibi yapılarla ruh-beden bütünlüğünü toplumsal hayata taşıdı.
- Sonsuzlukla Kucaklaşma 1925 yılında hayata gözlerini yumduğunda ardında sadece kitaplar değil, yaşayan bir felsefe bırakmıştı. Bugün hâlâ binlerce kişi onun rehberliğinde içsel yolculuklarına yön buluyor.
Rudolf Steiner ve Thule Cemiyeti: Tarihsel Bir Yanılgıya Dair Notlar
Son yıllarda çeşitli platformlarda Rudolf Steiner’ın Thule Cemiyeti ve Nazi ideolojisiyle ilişkilendirilmeye çalışıldığını gözlemliyoruz. Ancak bu tür yaklaşımlar, tarihsel bağlamdan uzak, yüzeysel ve çoğu zaman sansasyonel temellere dayanmaktadır. Bu metin, söz konusu yanlış yorumlara karşı bazı temel gerçekleri hatırlatmak amacıyla kaleme alınmıştır.
- Rudolf Steiner’ın Dünya Görüşü: Steiner, insanın evrimsel ruhsal yolculuğunu merkeze alan, bireysel özgürlük ve evrensel kardeşlik fikrini savunan bir filozoftu. Antroposofya öğretileri, ayrımcılığın her türüne karşıdır ve Steiner, insan ruhunun kökenini etnik ya da ırksal değil, evrensel bir boyutta açıklar.
- Thule Cemiyeti’nin Niteliği: Thule, 1918’de kurulan, Aryan ırk üstünlüğü ve milliyetçi mistisizm üzerine kurulu bir örgüttür. Rudolf von Sebottendorf’un liderliğinde, okült sembollerle bezeli bu cemiyet, Nazizm’in entelektüel zeminlerinden biri hâline gelmiştir. Rudolf Steiner ise tam tersine, Nazi rejimi tarafından eleştirilmiş, kitapları yasaklanmış ve takipçileri baskıya uğramıştır.
- Tarihsel Gerçeklik ve Yanıltıcı Kurgular: Steiner’ı Thule ile özdeşleştirmek, tarihsel süreçleri çarpıtmak anlamına gelir. Her ne kadar her iki figür ezoterik bilgiye ilgi duymuş olsa da, amaçları, yöntemleri ve insan tasavvurları birbirine taban tabana zıttır.
Yazarlar sizi okumaya davet ediyor.
Sevgiyle okuyunuz…



Yorum bırakın