Janet’nin dediği gibi, kelimenin tam anlamıyla felsefe, sıkı sıkıya birleşmiş psikoloji ve metafiziktir…
— Henri Bergson
Merhaba
Metafizik Dersleri, Fransız filozof Henri Bergson’un lisede verdiği derslerin bir kısmını kapsar. Bunlar :
Birinci Ders Bilim, Herkesin bildiği üzere gibi, bir bilime aşina olmak için mürekkep yalamış olmak gerekir ve en yetenekli çocuk bile okul sıralarında dirsek çürütmeden bilim adamı olamaz. O halde saf ve yalın bilgi ile özel anlamıyla bilim arasında bir ayrım bulunur ve herkes bu ayrımı az çok net bir şekilde yapar.
İkinci Ders Bilimlerin Tasnifi, Burada bilimler ve felsefe arasında bulunması gereken bağıntı aranıyor. Bunun için ufkumuzu genişletip tüm bilimleri aynı anda mülahaza etmeliyiz. Hepsini toptan sıralamak kolay bir iş değildir ve bilimlerin net bir tasnifini yapmak hemen hemen imkansızdır. Aslında, bilinecek şeyleri metodik ve net bir şekilde gruplamak için, her şeyi bilmek, evrensel bilime sahip olmak gerekir. Bunula birlikte antik çağdan beri tasnif tecrübeleri olmuştur. Platon ve ardından Atistoteles bilimleri çeşitli kategorilere ayırmışlardır. Aristpteles’in tasnifi üç çeşit bilimden söz eder:
- Poetik Bilimler
- Pratik Bilimler
- Spekülatif Bilimler
Bunlardan ilk ikisi üretken, yani bir şeye hayat veren bilimlerdir, söz gelimi bir elbiseye, bir eve, iyi bir davranışa. Fakat yine de poetik ve pratik bilimler arasında bir fark bulunur.
Bir evi tam ve yeterli bir şekilde bilmek için onu yapanın kim olduğunu bilmemiz gerekmez. Ev kendi başına baki kalır, kendisini yaratan kişiden kopar. Müzik de aynı şekilde poetik bir bilimdir zira senfoni yaratıcısından, yani kompozitürden kopuk bir şekide var olur. Aynı şekilde, bir elbise de onu üreten terziden bağımsız var olur. İşte bu çeşitli nesnelerin üretimi ile ilişkili olan bilimlere, eski Yunancada yapmak anlamına gelen fiilinden yola çıkılarak poetik bilimler denir.
Bir yandan, üretici failden koparılamayan eserler de vardır, örneğin iyi bir davranışın, failinden kopuk bir varlığı yoktur. O halde ahlak pratik bir bilimdir denilebilir. Yani üretimle sonuçlanan ama bununla birlikte failinden kopuk düşünülemeyen bilimlere, eski Yunancada harekete geçmek anlamına gelen fiilinden yola çıkılarak pratik bilimler denir.
Geriye spekülatif bilimler, Aristoteles’e göre en ala bilimler kalıyor. Bu bilimler üretimi değil, ancak özel anlamda bilginin kendisini hedefler. Amacı aklı aydınlatmak olan bu bilimler saf temaşa yoluyla kendini gösterir. Bu bağlamda matematik spekülatif bir bilimdir, zira matematikçi hesaplamayla meşgul olur ve yüzeyler, sayılar, çizgiler arasında bulunan bağıntıları bilmenin verdiği zevk için figürler oluşturur. Matematikçi bunu bir nesnenin üretimi amacıyla yapmaz, sadece ve sadece olan şeyin basit temaşası için yapar, nitekim speculari kelimesi Latince gözlemlemek, temaşa etmek anlamına gelir. Teorik fizik içinde aynı durum söz konusudur, aslında bir mucit olmayan fizikçi sanayiye ve insanların refahına yönelik yararlı uygulamalar yapmayı amaçlamaz, sadece genel doğa yasalarını bilmeyi amaçlar.
Aristoteles’in, bilimleri onları inceleyen kişinin görev edindiği gaye veya amaca (yararlılık veya temaşa) göre ayırmış olması da dikkat çekicidir. Bundan dolayı yaptığı tasnif itirazlara maruz kalır ve onun poetik ve pratik olarak adlandırdığı bilimlerin tam anlamıyla bilim olmadığı savunulabilir.
Modern zamanlarda, bilimlerin büyük yenileyici olmak gibi biraz abartılı bir unvana sahip olan İngiliz filozof Francis Bacon bir tasnif sunmuştur. Bacon bilimleri, insan zihninin [esprit] melekelerine [facultes] göre üç kategoriye ayırır:
- Hafıza [memoire] bilimleri: örneğin tarih
- İmgelem [imagination] bilimleri : örneğin şiir
- Akıl [raison] ya da müdrike [entendement] bilimleri: örneğin fizik, teoloji vs.
Bu tasnif, Aristoteles’in yaptığı tasnifle aynı itirazlara tâbi olabilir, zira bu tasnif de bilimlerin arasına bilimler kadar değerli fakat esasen farklılık gösteren insan zihninin meşgalelerini yerleştirir, örneğin şiir. Dahası Bacon, ruhun [âme] melekelerinin beraberce müdahalede bulunmadığını, söz gelimi tarihçinin akla değil de sadece hafızaya başvurduğunu düşünmek konusunda haksızdır.
Modern tasnifler arasında kesinlikle en iyisi, hem filozof hem fizikçi olan Ampere’inkidir. Bu tasnif eksiksiz ve pek de felsefi olmamakla birlikte bugün kurulmuş bulunan tüm bilimleri ihtiva etmenin verdiği nadir şerefe nail olmuştur. Ampere bilimleri iki kategoriye ayırır: kozmolojik bilimler ya da madde [matiere] bilimleri ve noolojik bilimler ya da zihin [esprit] bilimleri.
Kozmolojik bilimler maddeyi ve onun özelliklerini inceler.
Noolojik bilimler maddeyi değil de zihni, şeyleri değil de akıllı varlık olması bakımından insanı inceler.
Demek ki bu tasnif gayet mantıklıdır, bununla birlikte buna bir itirazda bulunulabilir.
Üçüncü Ders Bilim Felsefesi Üzerine, Çok doğal olmakla birlikte tuhaf olan bir şey vardır: Bilimler ne kadar ilerleme kaydedip alt bölümlere ayrılırsa, bir o kadar yeni bilimler kurulur, şeyleri ne denli incelersek, karmaşıklıklarını da o denli fark ederiz. Fakat bilimlerin çoğalmaya olan bu temayülleri, aklımızın güdülerinden birine zıt bir durum teşkil eder. Zira dersin insan aklı şeyleri basitleştirmeyi hedefler.
Her bilimde özel bir başlık bulunabilir ve bulunur da, bu başlık da, bu bilimin felsefesidir. Bilim felsefesinin konusu, ilk adımda, edinilen tüm sonuçları merkeze almak, ikinci adım ise onu meydana getiren sonsuz sayıda unsuru bir araya toplamaktır. Önceki mülahazalara bakarak, felsefi zihniyetin neye dayandığı az çok belirlenebilir. Birliğe indirgeme temayülünün olduğu ve sonsuz sayıda olgunun, nesnenin, fikrin az sayıda formülle ifade edilme arzusunun ortaya çıktığı her yerde bu zihniyet kendini gösterir.
Dolayısıyla felsefi zihniyetin çoğu zaman bilimsel zihniyetle karıştırıldığı olur ve biri diğerinden ayrılıyorsa bunun nedeni bilimin, özellikle de modern dönemde, başlıkları tek bir taneye indirgemek yerine çoğaltmaya, birleştirmek yerine bölmeye mecbur kalmış olmasıdır.
Aslında burada, her bilimin kendisini adaması gereken bir çalışma söz konusudur. Özel olguların net bir şekilde incelenmesiyle başlangıç yapılmalıdır. Çoğu zaman birçok bilim adamı bu noktadan ileriye gitmez ve elde ettikleri bir sürü ayrıntı hakikatle yetinirler. İşte bu temayüle analitik zihniyet denir, felsefi veya sentetik zihniyet ise bunun zıddı olan temayüle, yani gruplamaya, basitleştirmek, birleştirmeye ve genelleştirmeye dayanır ki bu en ala bilimsel zihniyettir.
Dördüncü Ders Felsefe ve Konusu, Görüldüğü gibi, bilimler iki büyük kategoriye ayrılır: madde bilimleri ve zihin bilimleri, Bu iki kategorinin her biri kendi içinde birçok alt bölüm ihtiva eder. Beri yandan bu gruplara giren çeşitli bilimler, onlar üzerine yapılabilecek felsefi incelemeler sayesinde basitleştirilmeye elverişlidirler. Ayrıca bir bilimin felsefesi, o bilimin ihtiva ettiği hakikatleri mümkün olduğu kadar güçlü bir sentezle birliğe getirme çabasıdır.
O halde kaçınılmaz olarak şöyle bir soru ortaya çıkıyor: Bilim felsefesinin her bir bilim için yapmaya gayret gösterdiği şeyin aynısını zihin ya da madde bilimlerinin tamamı için yapmaya teşebbüs edilemez mi? Zihinle ilişkili tüm hakikatlerin ya da maddeyle ilişkili tüm bilgilerin sentezi olabilecek sonsuz derecede genel yasalar aranamaz mı?
Bir bilimin felsefesi o bilim için ne ise, bu tarz bir çalışma da bilimlerin bütünü için odur. Nasıl ki bir bilimin felsefesi, o bilimin bilinen hakikatlerinin sentezini yapıyorsa, aynı şekilde bu üst felsefe [philosophie supârieure] de madde ya da zihin bakımından söylenebilecek ve bilinebilecek her şeyi birkaç basit formülle ifade eder. İşte bu en üst bilim metafiziktir, ya da doğanın ötesinde olan, en üst felsefi bilimdir, tüm bilimlerin baş tacıdır. Janet’nin dediği gibi, kelimenin tam anlamıyla felsefe, sıkı sıkıya birleşmiş psikoloji ve metafiziktir.
Metafizik iki temel soruyu cevaplamayı görev edinir :
- Madde Nedir?
- Zihin Nedir?
Zira fizikçinin, doğa bilimcinin, tarihçinin, filologun, bu iki nesnenin doğasının tam olarak ne olduğunu bilmekle meşgul oldukları zannedilmemelidir. Örneğin felsefe dil yetisini, tarihi kurumları inceler.
- Peki ya düşünce nedir?
- Zihin neye dayanır ve özü nedir?
- Yani zihni özel olarak kuran nedir?
- Düşünce yaşamın ilkesinden, maddeden ayrılır mı?
İşte tüm bu sorular metafiziğin alanına girmez…
Aslında hiçbir özel bilim, tezahürü, fenomeni zuhur edeni aşmaz. İşte, metafiziğin de konusu fenomeni aşmak, fenomenin arkasında olanı aramaktır. Demek ki fenomenin arkasında, metafiziğin beyhude hayallerin peşinden koşmadığını ispatlamak için gösterilmesi önem arz eden bir şey vardır.
“Metafiziğin son derece belirli bir konusu vardır, bu da şeylerin nihai özünün bilgisidir.”
Demek ki metafiziğin son derece belirli bir konusu vardır, bu da şeylerin nihai özünün [essence derniâre] bilgisidir. Aristoteles işte bu bağlamda ilk nedenler ve ilk ilkelerin bilimini tanımayabilmiştir. Madde ve zihnin ne olduğu sorularını yanıtlayabilecek kişinin zaten artık öğreneceği bir şey kalmamış demektir. Bu kişi, tüm insan bilgisinin anahtarını taşımış olur. Bu kişi, bu iki tanımdan yola çıkarak şeylerin bütününe dair tüm yasaları ve tüm genel önermeleri tıpkı bir geometricinin incelediği figürün özelliklerine dair tüm teoremleri ortaya koyduğu tanımdan elde edebileceği gibi elde etmiş olur.
İşte bu bağlamdadır ki eğer metafizik eksiksiz bir şekilde kurulursa, evrensel bilim adını alabilir. En başından beri felsefenin iddiası da buydu. İlk filozoflar felsefeyi şeylerin mutlak bilgisiyle bir tuttular. Filozof aynı zamanda fizikçi, astronom, vs. idi. Fakat modern felsefe o kadar iddialı değildir. Hiçbir insan tüm özel bilimlere sahip olduğunu da iddia edemez. Bununla birlikte her bilimin incelediği iki önemli konu olan maddenin ve zihnin özüne bizi nüfuz ettirebilecek, çok basit olmakla beraber çok genel bazı formüllere ulaşmak mümkün müdür? İşte felsefenin temel problemi, işte metafizik problem budur.
Lakin metafizik, başlangıç incelemeleri olmadan kurulamaz zira bir şeyin asli ilkelerine ilk hamlede nüfuz edilemez, evvela bu şeyin özelliklerini incelemek gerekir. Örneğin; “madde nedir?” “zihin nedir?” sorularını sormadan önce, bu ikisinin özelliklerine dair bilimsel ve özel bir incelemeye kendini adamış olmak gerekir.
Bu iki incelemeden biri, yani akıl ve genel olarak zihin incelemesi, diğerinden daha önemlidir. Eğer hakikaten de çoğu zaman tezahürler tarafından aldatılıyorsak, eğer üzerimizde kalan intibaı şeylerin niteliği olarak mülahaza ediyorsak, zihnimizin gerçekliğe ne kattığını, zihnimizin zannını, aslında şeylerde olduğunu bulunmayıp da bulunuyormuş gibi görünenin ne olduğunu söylemek için zihnin işleyişini bilmek gerekmez mi?
Aklımız, şeyleri mülahaza ederken onları başkalaştırır ve deforme eder. Aklımıza ne kadar güvenebileceğimizi ve onu ne ölçüde tanıyabileceğimizi ancak ve ancak onun mekanizmasını inceledikten ve işeyişini öğrendikten sonra bilebiliriz.
Demek ki akıl ve ruha dair genel inceleme ve her metafizik inceleme için bir hazırlıktır. Bu bilimin de özel bir adı vardır: Psikoloji ve metafizik, felsefenin iki esas başlığıdır. Psikoloji, gayesi metafizik olan felsefe için bir vasıtadan başka bir şey değildir.
Psikolojide ruhun üç farklı bakış açısıyla, duyarlık, akıl ve irade olarak mülahaza edildiğini göreceğiz. Mantığın amacı bize aklın kullanımı için özel kurallar temin etmektedir. Yöntemlere dair yaptığı analizlerle bize muhakeme yapmayı öğretir. Diğer iki melekeye, yanı duyarlılık ve iradeye gelince, göreceğimiz gibi bu ikisi arasında muhafaza bize bağlı olan doğal bir bağlantı vardır ve duyarlık iradeye itaat etmediğinde, infial ağır bastığında, bu hep zararına olur. O halde duyarlık ve irade arasında bulunması ve devam etmesi gereken bu bağlantıları net bir şekilde tesis edecek özel bir bilimin müdahale etmesi doğaldır, bunun adı da ahlak veya ödev bilimidir. Mantık ve ahlak, psikolojiye sıkı sıkıya bağlı ve ahlaki bilimler arasındaki iki önemli bilimdir.
Metafizik Dersleri
Birinci Ders Uzay, Uzay meselesinde, biri psikolojik ve diğeri metafizik olmak üzere iki problem ortaya çıkar. 1)Psikolojik Problem ve 2)Metafizik Problem.
Uzay görsel ve dokunsal algının dışında bilinir, ya da bu iki tür algı üzerine icra edilen bir operasyonla bilinir, fakat ne olursa olsun algılanamaz. Her algı sonlu iken uzaysız sınırsız bir ortamdır, her duyum basit iken uzay sınırsız bölünebilirdir, kendi başına ele alınan her duyum bir duyumdan başka bir şey değilken uzay eş zamanlı duyumların düzenidir.
Metafizik Problemle, uzayın bizatihi kendisinin ne olduğunu bilmek kalıyor. Bu husus da iki tez var Birincisi realist tez diye anılır Decartes’an aittir, diğeri ise idealist tez diye anılır ve Kant’a aittir.
İkinci Ders Zaman, Çoğu filozof zaman ve uzayı beraber ele almışlar, bu iki mefhuma aynı psikolojik menşei ve aynı metafizik değeri affetmişlerdir. Mesela Leibniz, uzamı birlikte varolma düzeni olarak, süreyi ise bir ardışıklık düzeni olarak tanımlamıştır. Beri yandan Kant, zamanı da uzay gibi duyma melekemizin bir apriori saf formu olarak tanımlar.
Süre ise şeyin kendisine uzamdan daha fazla ait olmayacaktır. Bununla birlikte bu iki sorunun karşılıklı ilişkisi aşikâr olmaktan çok uzaktır. Her halükarda süre mefhumu kendi başına incelenmelidir. Sadece bu fikrin analizi ve bu fikrin değerinin incelenmesi iki problemi bir araya getirmeye ve aynı çözümü kabul etmeye yarayacaktır.
Zaman hakikaten de uzay gibi sınırsızca artmaya elverişli değil midir? Uzay gibi zaman da hakikaten kendisini dolduran şeye kayıtsız değil midir? Yine zaman, hakikaten de uzay gibi her zaman kendisine özdeş değil midir?
Gayet tabii olarak uzayın temel karakterleriyle zuhur eden bir homojen zaman vardır, nitekim bu husus filozofların bu iki soruyu bir araya getirmelerine ve bir birlik içine sokmalarına imkân verir.
Peki, bu homojen zaman süre midir? Yoksa daha ziyade onun uzaydaki temsili midir?
“Eğer uzay çoklu cevherin tesir ve aksitesirinin bizim için kuşandığı form ise, homojen ve sınırsız zaman da her bir basit cevherin heterojen, bireysel, farklı gelişimlerinin onun altında tasavvur edildiği müşterek formdur…”
Üçüncü Ders Madde, Madde, uzanır vaziyette algımıza zuhur eden şeydir. Öyleyse söz konusu olan, uzaydan daha fazla bir şey, yani dolu, ve parçalarında farklılık gösteren uzaydır.
Maddenin ne olduğunu araştırmadan önce, varolup olmadığını araştırmak gerekir. Gerçek olacağı durumda, ona hangi derecede gerçeklik atfedebiliriz? Aslına bakılırsa bu soru zaten kısmi olarak çözülmüştür, zira bu maddenin belirdiği yer olan uzayın, düşüncemizden bağımsız bir gerçekliği olduğunu tesis etmiş olduğumuza İnanıyoruz. Fakat bu ispatlama kâfi gelmez zira ispatlamayı yapmak için maddeye dair belli bir kavrayışa, belli bir cevher teorisine sırtımızı yaslıyoruz. O halde şu problemi karşımıza alma zamanı geldi: zihnin dışında uzamı olan bir gerçeklik var mıdır? Ya da maddi dünya, ona dair sahip olduğumuz fikre indirgenir mi?
Bergson, 1887-1888 derslerinde felsefeye genel bir giriş yapar: Bilim kavramını, bilimlerin tasnifini, bilim felsefesini ve felsefe ile konusunu ana hatlarıyla sorgular. 1893 dersleri ise metafiziğe adanmıştır: Bu derslerde Bergson, metafiziğin temel kavramları olan uzay, zaman ve madde konularını işler. Filozofun yöntemi, önce meseleyi nesnel bir şekilde tartışmak, daha sonra da konu hakkında kendi düşüncesini takdim etmektir. Bu dersler bir yandan, doktora tezini 1889 yılında sunan Bergson’un düşüncesindeki temellerin ipuçlarını verirken, diğer yandan duru anlatımıyla en zorlu felsefi temaların anlaşılmasında kolaylık sağlar.
Metafizik Dersleri, Giriş Uzay-Zaman-Madde, okumayanlara tavsiye, okuyanlara bilgiyi hatırlatma amaçlı. Henri Bergson’un Metafizik Dersleri adlı eseri, yalnızca felsefi bir metin değil, aynı zamanda düşünmenin doğasına dair bir yolculuktur. Bu dersler, onun lise yıllarında verdiği felsefe eğitimlerinin bir ürünü olup, özellikle uzay, zaman, madde ve bilginin doğası üzerine yoğunlaşır. Günümüz için önemi ise birkaç temel başlıkta öne çıkar:
- Zaman ve süre kavramı: Bergson’un “süre” (durée) anlayışı, dijital çağda zamanın parçalanmış ve hız odaklı algılanışına karşı bir panzehir gibidir. Ona göre zaman, ölçülebilir bir nicelik değil, yaşanan bir niteliktir. Bu bakış açısı, özellikle mindfulness, yavaş yaşam ve dijital detoks gibi güncel eğilimlerle örtüşür.
- Bilgi ve sezgi arasındaki gerilim: Bergson, bilginin yalnızca akıl yoluyla değil, sezgiyle de edinilebileceğini savunur. Bu, yapay zekâ çağında insan sezgisinin hâlâ vazgeçilmez olduğunu hatırlatır. Özellikle yaratıcı düşünce, sanat ve etik kararlar gibi alanlarda bu yaklaşım oldukça günceldir.
- Bilim ve felsefe ilişkisi: Metafizik Dersleri, bilimsel düşünceyi dışlamadan, onun sınırlarını göstererek felsefeye alan açar. Bu, günümüzde disiplinlerarası düşünmenin ve eleştirel bilincin önemini vurgular.
- Eğitimde felsefenin rolü: Bergson’un bu dersleri, felsefenin genç yaşta nasıl işlenebileceğine dair örnek bir model sunar. Bugünün eğitim sistemlerinde eleştirel düşünme ve anlam arayışı eksikliği hissedilirken, bu eser güçlü bir ilham kaynağı olabilir
Henri Bergson : Zamanın İçinde Akan Filozof
Zaman ölçülmez… yaşanır.” Henri Bergson için zaman, bir saat kadranında akmaktan çok, bir bilincin içinde titreşen derin bir deneyimdi. 1859’da Paris’te doğan Bergson, yalnızca Fransız felsefesinin değil, 20. yüzyıl düşüncesinin de akışını değiştiren bir sezgi ustasıydı.
Matematiğe olan yeteneği onu genç yaşta fen bilimlerine yönlendirse de, gerçek tutkusu düşüncenin iç ritmine kulak vermekteydi. 1889’da yayımladığı ilk büyük eseri “Zaman ve Özgür İrade” ile, bilinç akışının mekanik saatlere sığmayacak kadar karmaşık ve yaratıcı olduğunu ortaya koydu. Ona göre gerçek zaman—yani süre (durée)—yalnızca sezgiyle hissedilebilirdi.
Bergson’un yaşamı da bu içsel süreyi takip eder gibiydi: Üniversite kürsülerinde öğretmenlik yaptı, yazılarıyla yalnızca akademiyi değil, edebiyat dünyasını da etkiledi. 1907’de çıkan “Yaratıcı Evrim”, Darwin’in çizdiği evrim modeline yepyeni bir ruh üfledi. Evrim artık sadece biyolojik bir gelişim değil, hayatın kendini aşma arzusu haline gelmişti.
1911 yılında İstanbul’a yaptığı ziyaret, onun Doğu düşüncesine olan ilgisinin bir yansımasıydı. Bergson Doğu ile Batı’yı yalnızca coğrafi olarak değil, zihinsel olarak da birbirine yaklaştırmak istiyordu.
1927’de Nobel Edebiyat Ödülü’nü aldığında, insanlar şunu daha net anladı: Felsefe de bir anlatı biçimiydi—kelimelerle düşünceye can vermekti.
Hayatının son yıllarında sessizleşti belki, ama felsefesi hâlâ ses veriyor: Zamanın ritmi, bilincin katmanları, sezginin bilgeliği… Hepsi Bergson’da bir araya geldi. O, düşünceyi yürüyüşe çıkaran, sessizliği çözümleyen bir filozoftu.
Henri Bergson’un Başlıca Eserleri:
- Zaman ve Özgür İrade (1889) Essai sur les données immédiates de la conscience Bilinçteki zaman deneyimini ve özgür irade kavramını ele alır. Mekanik zaman ile yaşanan zaman arasındaki farkı vurgular.
- Madde ve Bellek (1896) Matière et Mémoire Zihin ve beden ilişkisini inceler. Hafızanın yalnızca biyolojik değil, bilinçsel bir süreklilik olduğunu savunur.
- Yaratıcı Evrim (1907) L’Évolution créatrice Evrimi mekanik bir süreçten ziyade yaratıcı bir güç olarak yorumlar. “Élan vital” (yaşam hamlesi) kavramını ortaya koyar.
- Gülme: Komik Olanın Anlamı Üzerine Deneme (1900) Le Rire Mizahın toplumsal işlevini ve insan doğasındaki yeri üzerine felsefi bir çözümleme sunar.
- İki Kaynaklı Ahlak ve Din (1932) Les Deux Sources de la morale et de la religion Ahlakın ve dinin iki temel kaynağını—toplumsal zorunluluk ve mistik sezgi—ayrıştırır.
- Düşünce ve Hareket (1934) La Pensée et le mouvant Felsefi yöntem, sezgi ve bilimin sınırları üzerine denemeler içerir.
Bu eserler, Bergson’un sezgiye dayalı felsefesini ve “süre” (durée) kavramını merkeze alarak, modern düşünceye hem edebi hem de metafizik bir derinlik kazandırmıştır.
Yazarlar sizi okumaya davet ediyor.
Sevgiyle okuyunuz…



Yorum bırakın