“Ve yumuşak güçte her zaman bir asalet olacaktır; mahkûm etmeden, yıkanı ve şiddet tarafından yıkılanı yeniden inceleyerek…”
— Anne Dufourmantelle
Merhaba
“2017 yılında iki çocuğun boğulmasına engel olmaya çalışırken hayatını kaybetmiştir…” Hakkında bölümünde yazarla ilgili bu bilgiyi okuduktan sonra kitabı masaya bıraktım. Ardından sol yanımda boylu boyunca uzanan turkuazın her tonuna, denizde yüzen, teknesinde eğlenen kafelerde oturan, ileride güneşlenen insanları, gökle denizin buluşması. Yaz göğünün, görünümünde saliseler içinde değişen renk oyunları. Gördüğüm eşsiz manzarayı kadraja alıp sabitlemeye çalıştım. Pembe, turkuaz ve mavi renkleri sırasıyla geçiş yaparken yaşam bir şölene dönüşüyordu. Yumuşaklığın gücü bu değilse o zaman neydi?
Yumuşaklığın bir eşiği yoktur. Aksine yumuşaklığın buluşmasına sürekli bir davet, her an paramparça olabilecek bir davet vardır. Bizlere verili olmayan kendi kendini ortaya çıkarır. Katı kavramsal kalıplar ona uymadığından, yumuşaklık ona şekil veren bir seri tablo aracılığıyla aşamalı olarak belirir. Gücünü açığa çıkarabilmesinin yegane nedeni aynı zamanda duyusal olmasıdır. Bernard de Clairvaux, “Erdemler yerleşmiş duygulardır yalnızca” der. Piyasa toplumunda duyarlılığın altı oyulur; belli bir yola sokulmaz, yönlendirilmez ve normalleştirilmezse alınıp satılmaya yönelik bir fayda sağlamaz. En çelişkili duygulanımlarımızın vektörü olan duyarlılık, bir özgürlük ajanıdır.
Okuma yolculuğumuzu tamamladığımızda yumuşaklığın etiğin zemini olduğunu bile söyleyebilir hale geliyoruz ki, bu yüzden “yumuşaklığa saldırmak akıl almaz bir suçtur…”
- O halde yumuşaklık neye dairdir ve bize ne söyler?
Yukarıda çizdiğim tablo yumuşaklığın gerçekte kavramsal olarak bir yapı ya da bir kuvvet değilse de güçlü bir mevhum olduğunu ortaya çıkarıyor.
Birçok dil ve kültürde sayısız isim ve nitelikle anılmış yumuşaklık. Latincede dulcis mümkün olan tüm yumuşaklıkları belirten, sauvitas Tanrı’yı niteler.” Yunancada proates ve praüs kelimeleri vardır. Vulgata bu kelimeleri mites, yani fakirler ve uysallar olarak çevirir. “Ne mutlu yumuşak huylu olanlara! Çünkü onlar yeryüzünü miras alacaklar,” der Kitab-ı Mukaddes’in Mutluluklar bölümü.
“Yumuşaklık insanı bir değer olmadan önce, “Tanrının bir sıfatıdır.” Ancak, öğrenilebilir, elde edilebilir ve ulaşılamaz bir ilahi varlık gibi kutsanmaz. Bu zenginlikle ve beklenmedik bereketle dolu ışıkta- yumuşaklığın bu denli verimli olduğuna kim inanabilirdi- birçok siyasi ve ahlaki motif belirir: adalet, bağışlama, barış, cömertlik, dinleme.”
Fakat felsefe yumuşaklığı bu şekilde ele almaz. Bir kavram ya da tek başına bir uygulama değildir; o; tanınmaya ihtiyacı olduğu doğrudur ama yargılara boyun eğmez. Yumuşaklık olağanüstü bir sembolik direniş kuvvetine dönüşebilen etkin bir edilgenlik ve bu bakımdan aynı anda hem etiğin hem de politikanın merkezine oturur. Ayrıca, gelişimi binlerce yıl sürmüş bir yaşam biçimidir. Zarafet, bilindiği üzere hem zalimlikten hem yumuşaklıktan beslenmiştir. Biri olmadan diğerine sahip bir kültür yoktur.
Bir güç olarak yumuşaklık aslında bize kendi zayıflığımızı gösterir. Edebiyat bunun unutulmaz örnekleriyle dolu.
- Peki varoluştaki, hafızadaki ve varlıkların kırılganlıklarındaki yumuşaklık yoksunluğu nasıl anlaşılabilir?
Gerçekten algılanıp algılanmadığını dahi bilmediğim bu eksiklik neredeyse işitilmez olmuş ve toplum tarafından dayatılan ve giderek daha da yaygınlaşan bir normdaki boşlukta ortaya çıkıyor. Demokrasi ve özgürlük iddiasındaki bu toplumun tüketim mantığı, hiçbir ruh haline müsaade etmeyen ekonomisinde, şeyleri bütünüyle aynılaştırıyor.
“Yumuşaklık yaşam veren-antiklerin haklı olarak [potansiyel] güç dedikleri şeye bağlantılı- gizli bir dönüşüm kuvvetidir. O olmadan yaşamın kendi oluşuna doğru ilerlemesi mümkün değildir.”
Fakat yumuşaklığın karşıtı da kendini hemen gösterir. Nedir o? Cevap basit: Şiddet, savaş, suç, katliam, soykırım… Sahte yumuşaklık laubaliliktir. New Age adı altında pazarlanan pasiflik, dinginliğin ya da “zen” kelimesinin aşırı kullanımı. Bu yumuşaklık hissedilmez ve gerçek yumuşaklığa karşı tavrın bir başka ismidir sadece. “Yumuşaklık satar. Her yerde, her zaman, tüm biçimleriyle önümüze serilir. Hiçbir alakasının olmadığı bir hesaba yatırılan ekonomik argümandır.”
Yumuşaklık satar. Her yerde, her zaman, tüm biçimleriyle önümüze serilmektedir. Hiç alakası olmayan bir hesaba yatırılan ekonomik argümandır yumuşaklık. Gönüllü kölelik de hiç aksamadan akan bir program. Bu yüzden yumuşaklığın tüketim nesnelerini yücelten bir mazeret olarak kullanılması, çamaşır deterjanı, şekerlemeler hatta yatırım tavsiyeleriyle ilişkilendirilmesi şaşırtıcı değil. Fakat daha tehlikelisi, yumuşaklığın katıksız bir zorlama, hatta zulüm için kullanılmasıdır; zira tarihte sapkınlığın kendini kanıtladığı, mükerrer ve kirletici gücünün giderek daha tehlikeli boyutlara ulaştığı bir zamanda yaşıyoruz. Sapkınlık tam da yumuşaklık uğruna yapılıyor. Bir anlamı saptırmak ona hizmet eder ya da öykünür gibi görünüp onu tersine çevirmektir. Dil ve akıl oyunları yoluyla sapkınlığın gerekliliğine inandırılıyoruz.
Yumuşaklık böylece sosyoekonomik denetim araçları tarafından ikiye bölünür. Bir tarafta beden aptallaştırılarak, diğer tarafta New Age iksirine ve bizi, onlara inanırsak her şeyin olması gerektiği gibi işleyişine inandırmak için yarışan diğer yöntemlere bulanmıştır.
“Kişisel gelişim ve mutluluk arayışı kuramları her türlü olumsuzluğu, bunalımı ve korkuyu temel insan halleri olarak görmeyi reddeden bu büyük “sağlık ve mutluluk pazarına” katılırlar ve hem şimdiyi hem de geleceği felce uğratırlar. Bu bölünme, özü bakımından ürkütücüdür, zira yumuşaklığın duyulur ile düşünülür arasında kurduğu bağlantıya saldırır.”
Manipülasyon teknikleri işe yaradıklarını söylüyorlar… Tepemizde duran, saldırabileceğimiz, hatta şüphelenebileceğimiz her şeyi gören “koca göz”e ihtiyacımız yok; çünkü fabrikaya giren bizleriz. Hepimiz aynı anda hem failiz hem de mağdur.
Şiddete can verecek şeyin adı olacaktır yumuşaklık. Barbarlık. Fakat ben yumuşaklığın direndiğine inanıyorum. Sapkınlığa direniyor. Deliliğin ondan önce ve sonra yaptığı gibi, ama delilik gerçek dediğimiz dünyayla bağını kopardı. Yumuşaklıksa hayır, o koparmadı…
Yumuşaklık genişletilmiş bir şimdi icat eder. Yumuşaklık hakkında konuşuruz; onu kabulleniriz; iletiriz, umut ederiz. İnsanlığın elementlerden, hayvanlardan, ışıktan, ruhlardan ayrılmadığı bir zamandan gelen, ismini kaybettiğimiz bir duygunun ismidir yumuşaklık.
- Beşeriyet hangi noktada bunun bilincine vardı? Yaşamak ile hayatta kalmak henüz bir aradayken yumuşaklık neye karşı koyuyordu?
Yumuşaklığın dikkati, Patocha’nın “ruhun bakımı” olarak adlandırdığı anlamda, insan varlıkları olarak etrafımızdaki dünya, bu dünyayı meydana getiren varlıklara ve hatta ona yönelttiğimiz düşüncelere karşı sorumluluklarımıza işaret ediyorsa, o halde yumuşaklık hayvanlar, mineraller, bitkiler ve yıldızlarla olan yakın bağımızın bir parçasıdır.
“Yumuşaklık ilk olarak yaşamı taşıyan, kurtaran ve geliştiren bir zekâdır. Hayret etmeyi, olası şiddeti, dolandırıcılığı ve korku kaynaklı saf itaati yücelten bir dünyayla münasebeti yüzünden, yumuşaklık her şeyi ve her varlığı değişikliğe uğratabilir. Yumuşaklık başkayla kurulan ilişkiye dair bir anlayıştır ve bu algılayabilme kapasitesinin özünde sevecenlik yatar.”
Felsefe duygulardan kuşku duyar —uzun bir zaman boyunca aklı karıştıran ve bulanıklaştıran unsurlardan ibaret kalmışlardır. Felsefeye göre, yalnızca düşünce, duyulur olanı düşünülür olana dökebiliyordu ve bu yüzden bilgeliği duygulanımın, bedenin ve duygusal hallerin dışında aramak gerekti. Aklın kendi araçlarını yumuşaklığa uygulamasını talep etmek, bir bilgi rejiminin tam da ondan kaçan başka bir bilgi rejimini ihlal etmesini istemektir. Fakat bizi çağırdığı şey elzem: “Seni ‘daha iyiye doğru’ yönelteni ve kendini vicdan biçiminde sunan şeyin değerini düşün.” Öznenin başkalıkla kurduğu ilişkiyi ima etmesi yüzünden, yumuşaklığın niteliği de yalnızca ortaya çıkardığı tözü ya da atmosferi belirtmez. Aynı zamanda bağlantılar kurar o: “İntelligere”. Onun ayrıcalığı uyumdur. Zalimliğin, dünyanın adaletsizliğinin hesabını tutar. Varlıklara ve şeylere karşı yumuşak olmak onları kendi yetersizliklerinde anlamak demektir; tehlikeye açık oluşlarında, körpeliklerinde, ahmaklıklarında. Bu tavır acıya, dışlamaya ve zalimliğe katkıda bulunmak istememek olup, duyarlı bir insanlığa yer açmak, kendi zayıflığıyla ya da bizi uğratacağı hayal kırıklığıyla barışık bir başkaya yer açmak demektir. Bu derin anlayış bir hakikati üstlenir.
Şiddete, fanatikliğe, gaddarlığa, sinikliğe tanık olmamak elde değil. Hem kölelikte hem efendilikte hüküm sürmeye devam ediyorlar ve her türlü amaç için de hâlâ kullanılmaktalar, Fakat yumuşaklık şiddeti az çok kavrayabilecek zekâya sahip olabilse de ya da mecburiyet halinde onu içerse de veya hatta onun tarihini göz önünde bulundursa da bunun tersi doğru değildir. Ve yumuşak güçte her zaman bir asalet olacaktır; mahkûm etmeden, yıkanı ve şiddet tarafından yıkılanı yeniden inceleyerek.
- Hücre ne yapması gerektiğini nereden “biliyor”?
- Antik dönemde bu soru şöyle ifade ediyordu: Ruha hangi anda “biçim veriliyor”? — tam olarak hangi anda ruh maddeyi teneffüs ediyor? Mükemmel biçimleri temaşa eden ruh acaba yumuşaklık fikrini —bir tür anımsama olarak— hafızasında mı tutuyor?
Bu soru hâlâ yanıtlanmış değil…
Filozoflar metamorfozun bu kuvvetine sonrasında da farklı biçimlerde yaklaşacaklardı. Örneğin, Spinoza‘nın buna önerdiği ontolojik zemin conatus, yani varlıkta devam etme çabasıydı. Nietzsche ise Spinoza’nın görüşünü reddetti ve kavramın gerçek özünün Güç İstenci‘nde yattığını öne sürdü. Ona göre “hep gücü artırmayı isteyen ve en temel yaşamsal güdü olan güç istenci, sık sık kendi mevcudiyetini koruma güdüsünü riske atar, hatta onu kurban eder.” Bu bakımdan Nietzscheci güç istenci, Spinoza‘nın varlıkta devam etme anlamına gelen conatus’undan çok daha belirgin biçimde, yumuşaklığın karşı kutbu, yani onun zıt anlamlısıdır: Kuvvet, yaşamın yoğunlaşarak taşması ve oluşun, bizzat kendiyle uyumuna yönelik, metamorfozu. Bunu desteklemek için Nietzsche Ecce Homo‘da yumuşaklığı güce direnen çetin kuvvet olarak konumlandırır. Zayıflıkla malul bir dünyaya doğmuş ikircikli bir kuvvettir bu, fakat her tür zayıflığa da yabancıdır. Yumuşaklık, çoğunlukla, madde gayri maddileşene kadar gereken birikmiş, tutulmuş ve buharlaşmış muazzam miktarda enerjinin arıtılmasıdır —belki de duyulur olanın düşünülür olanda etkin hale gelmesidir—. Yumuşak olmasalardı aralarında herhangi bir geçiş olabilir miydi?
Eski Çin metinlerinde dönüşüm bir tutum, bir beden ve zihin durumu, çevresiyle etkileşime giren, olgunlaşan ve gelişen şeylerin “doğal” modeline dayanan bir uyumdur. Taocu tutum, “süre boyunca çalışma eğilimlerinden ve ayrıca süreçlerin kendi kendini yayma kapasitesinden yararlanmaya” çabalar. Burada Aristotelesçi anlamda [potansiyel] güç fikriyle karşılaşıyoruz. Gelgelim Aristoteles yumuşaklık duygusunun bir özne için ortaya çıkış tarzını sorgularken, Çin’de yumuşaklık, kendi karşıtını kendi içinde tohum olarak barındırmaktadır. Mizaç değişikliğiyle sonuçlanan bir geçiş. Kesilme yok; kopma yok.
Yumuşaklığın sembolik gücünün bir otoritesi vardır. Doğu, bu ruhani otoriteye Batı’dan daha önce ve daha derinden saygı duymuştur. Hinduizm’in Zen pratiklerinden Konfüçyüsçülük’ün Tao’su hakkındaki yazılara ve Doğu Sibirya’daki Şaman ayinlerine kadar, yumuşaklık bir zayıflık olarak algılanmamıştır.
Gandhi’nin Thoreau’dan sık sık alıntıladığı pasaş şöyleydi:
“Kabul etme hakkında sahip olduğum tek yükümlülük, her zaman doğru olduğuna inandığım şeyi yapmaktır. Doğru davranmak, kanuna uymaktan daha onurludur.”
- Karşıtları olmadan iyiliği, neşeyi, armağanı, sakinliği kavrayabilir miyiz?
- Gaddarlığı içermeseydi yumuşaklığın herhangi bir değeri olur muydu?
Yumuşaklık, koşulların ve olayların çok ötesine geçen ve varlığa hitap eden tutarlı bir bağlantıysa, gaddarlığı da bunu tehdit eden şey olarak tanımlayabiliriz. Eğer yumuşaklık, yani hassasiyet ve koruma varsa, bunu sonlandırmak için şiddete başvurulmalıdır. Hem bireyin karşıtına dönüşmesi imkanı yoksa, yumuşaklık bir seçim olarak kalabilir mi? Kurban etme zorunluluğunun ya da psikolojik bozukluğun kuyusuna düşmez mi?
Şiddet yumuşaklığı mağlup ederek onun bu dünyada bütünüyle kabul göremeyeceğini itiraf eder. Masumiyetin edebi figürleri bu yumuşaklığın trajik kahramanlarıdır. Bu kahramanlar, özgürlüklerinin uyandırdığı ve salıverdiği ölümcül dürtüye karşı boyun eğmeyen yumuşaklıklarıyla mücadele ettiklerinden, bazen ölümüne katlettiğimiz çocuk şehitlere benzer.
Yumuşaklık bir çocuğun dileğine benziyor. Kulağa fısıldanan şu vaat: Her zaman yanında olacağım.
Açığa çıkmamış haliyle yumuşaklık, duyusala sarılmış kelebeklerin kanatları gibi, duyusala dönüşme sürecindeki her düşüncede yaşıyor.
Çıkarıma dayalı bir dünyayla yaptığımız inanç birliği sayesinde, bizi çöl- mistiklerin zirvesine taşıdığı patika- geçmeye mahkum edecek kati bir kopuşu tecrübe edebiliriz. Artık hiçbir sığınakla karşılaşmadığınız o kayıp anlarından bahsediyorum. Bu karanlık an ya da nihilizm anı, yumuşaklıktan mümkün olduğunca uzak görünebilir, ancak değişim de tam olarak tüm dayanakların kaybolduğu ve tüm umudun yittiği anda meydana gelebilir.
Günümüz çağında “kabuğuna çekilmek” tahammül edilemez oldu… Yumuşaklık bu geri çekilmededir ve ona ikincil erdemler eşlik eder; İnce düşüncelilik, meselenin ince taraflarını kavrayabilme yeteneği, sakınma, ihtiyat. Kendimizi göstermemek, kendimizi bir kenara çekmek ve kendimi korumak; düşünmeye, kimliğin kati şekilde askıya alınmasına izin veren son gizemle taçlandırılır.
“Kalpler kendi mevcudiyetlerinin hoşluğu ve tatlılığıyla dolduğunda geriye yalnızca sessizlik kalabilir.” -W. B. Yeats
Yürüme Meditasyonu için artık hazırdım. Farkındalığın iyileştirici gücüyle, özgürlüğe dümen kırdım. Ilıca, sokaklarında yaşamı kucaklarken yumuşaklığın gücüyle mavi de kayboldum…
Yumuşaklığın Gücü, okumayanlara tavsiye, okuyanlara bilgiyi hatırlatma amaçlı. Peki bu tükenmez yolculuğun sonunda yumuşaklığa dair ne öğreniyoruz? Yumuşaklık gücü bizi eğiten, yatıştıran, rahatsız eden, ama hepsinden önce bir şekilde daima, her an dokunan önemli bir metindir. Bu sayede okur, kırılganlığa adanmış bu kitaptan -şüpheye yer bırakmayacak şekilde- güçlenerek çıkar.
Eserin Günümüz İçin Önemi Nedir?
- Şiddet ve sertlik çağında bir direniş biçimi: Kitap, yumuşaklığı zayıflık değil, dönüştürücü bir güç olarak ele alır. Dufourmantelle’e göre yumuşaklık, ölümle doğumun imzaladığı geçişlerin eşiğinde belirir; yani yaşamın en kırılgan ama en güçlü anlarında ortaya çıkar.
- Kırılganlığın kabulüyle gelen güç: Modern birey, kırılganlığını bastırmakla meşgul. Oysa bu kitap, kırılganlığı kucaklamanın bir kuvvet olduğunu savunur. Yumuşaklık, başkasının yetersizliğini anlamakla başlar.
- Risk alma cesaretiyle birleşen bir tavır: Dufourmantelle, yumuşaklığın risk içerdiğini söyler. Çünkü yumuşak olmak, savunmasız kalmak demektir. Ama bu savunmasızlık, gerçek dönüşümün kapısını aralar.
- Felsefi değil, varoluşsal bir çağrı: Yumuşaklık bir kavram değil, bir tavırdır. Kitap boyunca yumuşaklık, bir düşünce değil; bir yaşam biçimi olarak şekillenir. Catherine Malabou’nun dediği gibi: “Yumuşaklık hakkında yumuşaklığın kendisi tarafından yazılmış bir kitap.”
Kitabın Bölümleriyle Gelen Derinlik
Kitap, “İhtimam Göstermek”, “Sessiz Dönüşüm”, “Yumuşaklığın Sembolik Kuvveti”, “Travma ve Yaratım” gibi bölümlerle yumuşaklığı hem bireysel hem toplumsal düzeyde işler. Bu bölümler, okura sadece düşünsel değil, duygusal bir yolculuk da sunar.
Bu kitap, günümüzün hızına karşı bir yavaşlık manifestosu, şiddetine karşı bir şefkat direnişi, belirsizliğine karşı bir varoluş davetidir. Dufourmantelle’in yaşamını yitirdiği an bile, yumuşaklığın gücünü somutlaştırır: iki çocuğu kurtarmak için dalgalara atıldığı o son cesur eylem.
Anne Dufourmantelle Hayatı ve Kariyeri : Yumuşaklığın ve Riskin Filozofu
1964 yılında Paris’te doğan Anne Dufourmantelle, yaşamı boyunca hem düşüncenin hem duygunun sınırlarında yürüdü. Felsefeci, psikanalist, yazar ve yayıncı olarak çağının en özgün seslerinden biri oldu. Paris-Sorbonne Üniversitesi’nde felsefe doktorasını tamamladıktan sonra Brown Üniversitesi’nde insani bilimler üzerine çalıştı. Akademik kariyerini Avrupa Mezunlar Okulu’nda psikanaliz profesörü olarak sürdürdü; aynı zamanda Libération gazetesinde düzenli yazılar yazdı2.
Felsefesi: Riskin Övgüsü, Yumuşaklığın Gücü: Dufourmantelle’in düşüncesi, “mutlak güvenlik bir yanılsamadır” diyerek riskin yaşamın ayrılmaz bir parçası olduğunu savunur. Éloge du risque (Riske Övgü) adlı kitabında, gerçek tehlikeyle yüzleşmenin varoluşsal bir zorunluluk olduğunu dile getirir. Puissance de la douceur (Yumuşaklığın Gücü) ise onun felsefesinin kalbidir: yumuşaklığı zayıflık değil, dönüştürücü bir güç olarak tanımlar3.
Yayıncılık ve Yazarlık: Calmann-Levy ve Stock yayınevlerinde editörlük yaparak Jacques Derrida, Julia Kristeva, Noam Chomsky gibi düşünürlerin eserlerini yayımladı. Derrida ile birlikte kaleme aldığı De l’hospitalité (Konukseverlik Üzerine) kitabı, felsefi diyaloğun en zarif örneklerinden biridir.
Psikanaliz ve Düşünsel Derinlik: Lacan ekolüne yakın bir psikanalist olarak, Wilfred Bion ve Melanie Klein gibi isimlerin etkisiyle düşünceyi arzuyla buluşturdu. Ona göre düşünce, bastırılmış arzunun değil, arzunun kendisiyle mümkündü. Felsefe ile cinsellik arasında kurduğu bağ, düşüncenin kör noktalarını cesurca açığa çıkardı.
Yaşamın Son Anı: Felsefenin Eyleme Dönüşü: 21 Temmuz 2017’de Saint-Tropez yakınlarında, denizde boğulmak üzere olan iki çocuğu kurtarmaya çalışırken hayatını kaybetti. Çocuklar kurtarıldı, ama Dufourmantelle dalgaların arasında sonsuzluğa karıştı. Bu son an, onun yaşam boyu savunduğu “risk alma cesareti”nin en somut ve dokunaklı örneğiydi.
Anne Dufourmantelle’in yaşamı, yalnızca kitaplarda değil; cesaretle, şefkatle ve düşünceyle örülmüş bir varoluştu. Onun satırları hâlâ yankılanıyor:
“Yumuşaklık, ölümle doğumun imzaladığı geçişlerin eşiğinde belirir.”
Yazarlar sizi okumaya davet ediyor.
Sevgiyle okuyunuz…



Yorum bırakın