Düşünen bir insan ödünç almaz, kendine ait taze düşünceleri olmasından hoşlanır. Eğer pozitifsen ve güzelliğe, gerçeğe, iyiliğe, çiçeklere bakıyorsan, en karanlık gecede bile sabahın yaklaştığını görme becerisine sahipsen düşünme becerisine sahip olacaksın. O zaman kendi düşüncelerini yaratabilirsin. Senin tarafından yaratılmış bir düşünce gerçekten de olanaklarla doludur, kendine ait bir gücü vardır…

Yoga: Zamanın, mekanın ve arzunun ötesinde, Osho

Merhaba

Biri, karanlığın ışık olduğunu düşünüyorsa ışık arayışına girmeyecektir. Biri, ölümün yaşam olduğunu düşünüyorsa yaşamdan mahrum kalacaktır. Düşündüğümüz ve anladığımız şey yanlışsa, tüm yaşamımızın nihai sonucu da yanlış olmaya mahkûmdur. Arayışımız, anlayışımıza bağlı olacaktır. Bu yüzden ilk şey, çok az insanın yaşama eriştiğidir. Herkes doğuma erişir ve çoğu insan yanılgıya düşerek doğumu yaşam olarak değerlendirir. Bizim yaşam olarak bildiğimiz şey sadece yaşamı keşfetme fırsatı, yaşamı bulma ya da onu kaçırma durumudur. Bu fırsat sayesinde yaşamı bulabiliriz ama aynı zamanda onu kaçırabiliriz de.

Bizim yaşam olarak bildiğimiz şey yalnızca bir fırsat, sadece bir olasılıktır. İçinden bir şeyin çiçeklenip çiçeklenmeyeceği henüz belli olmayan bir tohumdur. Tohumun uykuda beklemesi, filizlenmemesi de olasıdır. Çiçek açmayabilir, meyve vermeyebilir; her iki olasılık da oradadır.

Ama çoğu insan tohumu çiçeklenmez. Çok az yaşam tohumu, o kadar mükemmel biçimde çiçek açar ki ilahi bir ışık onlar aracılığıyla dışa vurmaya başlar.

Yaşam olarak bildiğimiz şey, günbegün ağır ve kademeli bir ölümden başka bir şey değildir. Böylesi uzun bir ölüme yaşam denemez. Bir insan yetmiş yıldan sonra ölürse, ölme süreci yetmiş yıl boyunca devam eder. Biri yüz yıldan sonra, bir başkası elli yıldan sonra ölebilir; bu uzun ölme sürecini, yaşam olarak değerlendirerek sessizce devam ederiz. Bugünkü ömrümüz, dünkünden bir gün eksiktir ve yarın bir gün daha eksilecektir. Yaşın artması olarak düşündüğün şey aslında yaşın eksilmesidir. Doğum günleri olarak kutladığın günler, ölümün yaklaşmakta olduğunu belirten kilometre taşlarından başka bir şey değildir. Ve tüm yönlere koşturduktan sonra sonunda ölüme ulaştığımızı görürüz.

Mümkün olan her yöne koşturur, bin bir önlem alır, bin bir ayarlama yaparız: Her şeyi ama her şeyi yaparız ancak koşturmalarımız ölümden kaçınma girişiminden başka bir şey değildir. Biri servet elde edebilir, biri şöhret elde edebilir, biri statü elde edebilir, biri de daha güçlü olmaya çalışabilir; tüm bu çabalar sadece tek bir şeyden kaçınmak içindir. Böylece ölüm geldiğinde bir savunmamız, kendimizi ondan korumak için bir güvenlik planımız olur. Ama tüm bu planlar başarısızlıkla sonuçlanır. Ölüm öylece geliverir.

Şunun üzerinde düşün taşın: Yaptığın her şey seni sadece ölüme götürüyorsa, onu yapmanın anlamı nedir? Yaptığın şey seni ölümsüzlüğe taşımıyorsa, gözlerin ölümsüzlüğe açılmıyorsa ve yaşamın, ölümün gerçekleşmediği bir yöne doğru hareket etmiyorsa onu yapmanın amacı nedir? Bunun anlamı nedir?

Yaşam bir fırsattır. Kaybettiğimiz anları geri almanın hiçbir yolu yoktur. Yaşamın getirdiği fırsat pek çok şekilde kullanılabilir. Bu fırsatı değerlendirme tarzımız, yaşamımızı değiştirir. Bazı insanlar onu servet elde etmek için kullanır, tüm enerjilerini buna harcarlar. Ama ölümle yüz yüze geldiklerinde tüm servetleri işe yaramaz olur. Bazı insanlar, tüm yaşamları boyunca uğraşıp didinerek, sırf egoları tatmin olsun diye bu fırsatı şöhret ve prestij kazanmak için kullanır. Ama ölüm geldiğinde tüm elde ettiği egosu, şöhreti ve prestiji nafile olur.

Peki yaşamının beyhude olmaması için gereken kriter nedir? Tek kriter, ölümle yüzleştiğin anda yaşamda kazandığın her şeyin değersiz olmaması gerektiğidir. Ölümle karşı karşıya geldiğinde yaşama fırsatını nasıl kullanmış olursan ol —tüm yaşamını neye bağlamış olursan ol— anlamı bozulmamış olarak kalmalıdır. Ölümün karşısında anlamlı olan şey, gerçekten anlamlıdır; diğer her şey kıymetsizdir. Tekrar ediyorum: Ölümün karşısında anlamını yitirmeyen şey, sadece o şey anlamlıdır ve diğer her şey kıymetsizdir.

Çok az insan bu kriteri zihninde tutar; çok az insan bu düşünceye, bu perspektife sahiptir. Buna sahip olsan da olmasan da düşünmeni istiyorum. Şunu düşün: Tüm yaşamım boyunca kaçarak ne biriktirirsem biriktireyim —bu ister âlimlik ya da servet olsun, isterse de azla yetinmeyi öğrenmek adına oruç tutma, şöhret kazanma, romanlar yazma, resimler yapma ya da şarkılar söyleme olsun— sonunda, ölüm karşısında tüm yaşamım nihai teste tabi tutulduğunda bu şeylerin bir önemi olacak mı, olmayacak mı?

Olmayacaksa, bunun tam da bugün farkına varmak daha iyidir. Ve ölümle karşı karşıya geldiğinde, içinde ölümden etkilenmeyen, ölümün bile yok edemediği bir şeye sahip olmak için varlığında böyle bir zenginlik, böyle bir güç, böyle bir enerji yaratabileceğin yöne doğru hareket etmek daha iyidir.

Bu herkesin yaşamında olabilir. Ama bu ne gökten düşer ne onu bir bağışla edinebilirsin ne de çalabilirsin; aydınlanmış bir ustanın ayakları dibinde öylece oturarak bedavadan da elde edemezsin. Onu kimse senin eline veremez; o sadece senin tarafından doğurulabilir. O sadece senin kendi çabalarınla, senin kendi yaşamın ve azminle, tüm enerjini ona vermenle yaratılabilir.

Yaşamdaki yönümüzün bizi hiçbir yere çıkmayan yollara götürdüğünün farkına varmalıyız.

Bu farkındalığı oluşturmanın yolu, yaşamına sanki ölümle karşılaşmışsın gibi değer biçmektir. Bir gün, ölümün karşısında zaten ona değer biçeceksin ama o zaman o konuda yapabileceğin hiçbir şey olmayacak. Ona önceden değer biçmeye başlayan biri, o konuda bir şey yapabilir. Daha sonra o kişinin yaşamında kesinlikle bir şeyler olacaktır, bazı devrimler yaşamını derinleştirecektir. Bu yüzden onu bugünden başlayarak değerIendirmek, ona her gün kıymet biçmek çok önemlidir.

Bernard Shaw bir keresinde, kişinin her üç yılda bir çıkıp o yıllar boyunca yaşamının anlamlı olduğunu kanıtlaması gereken mahkemeler olması gerektiğini söylemişti. Bu sadece bir şakaydı. Herhangi bir yerde böyle mahkemelerin olması mümkün mü? Mümkün olsaydı bile zorluklar olurdu. Yaşamının anlamlılığını nasıl kanıtlardın ki? “Yaşadığım şeyin sonucu bu, önemi ve anlamı” diye nasıl kanıtlardın ki?

Unut bunu, böyle mahkemeler yok. Ama her insanın zihninde kendi bilgeliğinden meydana gelen, her an çıktığı bir mahkemeye ihtiyacı vardır. Her gün buraya çıkmalı ve kendisine sormalıdır: “Nasıl yaşıyorum? Bundan mühim bir şey olacak mı? Bundan herhangi bir şey elde edecek miyim? Bununla bir yere ulaşacak mıyım? Kaçışımı sonlandıracak mı? Istırabımı bertaraf edecek mi? Karanlığı defedecek mi? Ölümü yok edecek mi?

Tüm bu sorular, kişinin zihninde büyük bir yoğunlukla yükselir. İşte böyle bir zamanda kendimle ilgili kısa bir hikaye…

Kendi Hikayem

İçimin derinliklerinde, ölümsüzlüğü nasıl elde edebileceğimi merak ettiğim bir dönem yaşıyordum. Bir hoşnutsuzluk, bir gerginlik, bir endişe olmadığı sürece anlamlı olana doğru ilerleme fikri, düşüncesi içimizde nasıl yükselebilir? Kanser hastası olduğumu öğrenmiştim. “Metanetine hayran kaldım” diyen bir doktorum vardı. Ameliyat, tetkikler ve dahası hızla gerçekleştiğinde bir gözlemci olarak yaşamımı izliyordum. Tedaviye yönelik yapılan 21 gen araştırmasından sonra çıkan olasılıklar derin düşüncelere itiyordu. Ardından fırtına bir süreliğine dindi… Evimde dinlenirken, bir gün şunu fark ettim. İşte o zaman ayağa hızla kalktım… Evde çok eşya yoktu; çünkü eşyaların değil, kendimin yaşaması gereken bu evi ona göre düzenlemiştim. İşten yorgun geldiğimde uzandığım, kitap okuduğum, sohbet ettiğim, örgü ördüğüm ikili koltuk. Masanın üzerinde duran bu bilgisayar, içinde yazdığım birçok hikâyeyi barındırıyordu. Giyinme odasında yer alan kıyafetler ve en sevdiğim kazak. Yemek yaparken kullandığım bu bıçak. Çay terapisi yaptığım bu bardak ve dahası…

Yaşam dersim belliydi… Holde duran aynanın tam karşısına geçerek kendime şöyle seslendim: “Yasemin, senden geride ne kalacak?” Birinin aklında nasıl kaldıysan belki bir hikaye… Eşyalar ise ölümümden sonra bir bir dağıtılacaktı. O gün kendimi öldürerek, onun ötesine geçtim. Etrafımdaki her şey yok olacaksa yıkılamaz olanı elde etmek için bir yol buldum. Eşyaların bir kısmını kendi ellerimle dağıttım. Ve her şeyi geride bırakarak pusulamla (kalbim beni hiç yanıltmadı), yeni bir sayfa açmaya karar verdim. Anne rahmine “yeniden doğmak” için döndüm. Bu sefer ki doğum fiziksel değildi, “ruhsal doğumu” gerçekleştirmek içindi.

Yeniden doğmak isteyen herkesin doğum sancılarından geçmesi gerekecek… Tüm kıyafetlerini çıkarmak zorunda kalacak, tüm içi boş ahlak anlayışını kenara koymak, kendi içine bakacak. Gerçekte olduğun halini bilmeye ve görmeye istekli olursan bu sana o kadar acı verebilir ki değişmeye hazır hale gelirsin; başka bir yol kalmaz.

Uzun bir süre sağlıkla ilgili sürecim sarsıcı bir şekilde devam etti. O süre boyunca kendimi iyileştirmekle ilgilendim. Çünkü bu hastalık bedenden daha derin bir yere zihnime ve varlığıma dokunuyordu. Hastalık için doğru teşhise ve doğru tedaviye kavuşmak adına, hastalık hakkında netliğe sahip olmak gereklidir. Yaraların, gizli kalmamalıdır; ancak o zaman tedavi edilebilirler. Görünür olduklarında onları tedavi etmeden bırakmak zordur.

En sevdiğimin kaybıyla birlikte, dağılan tüm parçalarımı toparlamak zaman almıştı. Bir gün aynaya tekrar baktım. Eskiye güle güle demiş yeniye “Merhaba” diyerek selamlamıştım.

Yaşamda ölümden daha kesin olan hiçbir şey yoktur ama bunu hemen hemen hiç düşünmeyiz. Diğer her şey belirsizdir, diğer her şey şüphelidir. Tanrı’nın var olması ya da olmaması mümkündür; ruhun var olması ya da olmaması mümkündür. Etrafımızda gördüğümüz dünyanın da orada olup olmaması mümkündür; sadece bir rüya olabilir. Yine de kesin olan bir şey vardır, bir şey kaçınılmazdır ve bunda en ufak bir şüphe yoktur: Şimdi burada olan biri, sonsuza dek burada olmayacaktır. Ölüm kesinlikle gelecek; ölümden daha büyük bir gerçek yoktur.

Kendi ölümümüz hakkında asla düşünmeyiz, her zaman ona sırtımızı döneriz. Biri sana onu hatırlatırsa şöyle dersin: “Böyle uğursuz bir şeyden bahsetme; böyle şeyler konuşma. Neden ölümden konuşuyorsun ki?” Ölüm konusuyla aramıza açık bir biçimde mesafe koyarız. Ama ölümden ne kadar uzak durursan dur, ölüm seni muazzam biçimde sever ve senden uzun süre uzak kalmayacaktır. Yaşam üzerine düşünüp taşınan kişi ölümün en kesin şey olduğunu bulacaktır.

Onunla bugün yüzleşmeye karar veren biri için, bu konu üzerinde bugün derin düşüncelere dalmaya karar veren biri için yaşamın tüm yönü değişecektir. Yaşamı dönüşür. Cesaretli olan insanlar, ölüm üzerine derin düşünme yetisine sahip olanlar, arkalarına dönüp ölümle yüzleşenler, ölümü tam bugünde, adımlarında, nefeslerinde kabul edenler ölümün yönünde ilerlemeyi bırakırlar. Sonra onların önünde yeni bir yol ve yeni bir kapı açılır.

Yaşam Arayışı Ancak Ölümle Başlayabilir

Yaşamı bilmek istiyorsan ölüm gerçeğini araştırmaya başlamak zorundasın; ancak o zaman yaşamı bulmada başarılı olacaksın. Yaşamı arıyorsak bu, ölümün içinde durduğumuz anlamına gelir. Bu gerçeğin net farkında olmadıkça daha ileri hiçbir adım atılamaz.

Düşünme-me hali, bilinçsizce yaşadığımız ve hiç düşünmediğimiz bir zihin hali anlamına gelir; düşünme hali, bilinçli ve düşünerek yaşamak anlamına gelir; sıfır-düşünce hali de tüm düşüncelerin üzerinde yükselmek ve aydınlanma içinde yaşamak anlamına gelir. Bunlar üç adımdır.

Genellikle hepimiz bu halde yaşarız; yaşamlarımızda hiçbir türden düşünme yoktur. Yaşamlarımız bilinçsiz arzuları bilinçsiz şehvetler tarafından yönetilir ve onların neden orada olduklarına dair hiçbir fikrimiz yoktur. Sadece düşünmeye başladığımızda “neden” sorusunun cevabı bulunabilir.

Beden, doğanın tamamen sabit bir makinesidir. Tıpkı doğanın mekanik olarak işlemesi gibi beden de benzer şekilde işler. Orada hiçbir özgürlük yoktur; orada her şey bağımlıdır. Beden tamamen bağımlıdır, orada özgürlük yoktur. İçimizde, bedenin ötesinde, bedeni aşan herhangi bir şey var mıdır? Kesinlikle vardır; zihindir bu…Tefekkür halinde düşünceler doğduğunda zihnin var olduğuna dair bazı belirtiler görür. Zihin düzleminde de bağımlıyız. Beden düzleminde arzular ve içgüdüler bizi ele geçirir. Zihin düzleminde de inançlarımız tarafından ele geçiriliriz; kelimeler, kutsal metinler doktirinler bizi yakalamıştır. Zihin de köledir. Zihin bağımlılık yolunda yürür ve hareket eder; orada hiçbir özgürlük yoktur.

Ama zihin bağımsız hale gelebilir. Bedenle zihin arasındaki fark budur. Ruh bağımsızdır ve bağımlı olamaz. Bunlar yaşamın üç düzlemidir: bağımlı olan ve bağımsız hale gelemeyen beden; bağımlı olan ve bağımsız hale gelebilen zihin; bağımsız olan ve bağımlı olma yetisi bulunmayan ruh.

Meditasyon yaparken tüm sorular zihnin etrafında odaklanır; Zihinlerimiz bağımsız mı yoksa bağımlı mı? Zihin bağımlıysa yaşam bedenin ötesine yükselemez. O zaman yaşam seni ölüme götürecektir. Ama zihin bağımsız olursa o zaman yaşamın gözleri ölümsüzlüğe doğru bakmaya başlayabilir.

Zihinlerimiz hiçbir özgürlüğü bilmemektedir. Sadece diğerleriyle aynı kıyafetleri giymekle, diğerlerinin yediklerini yemekle kalmayız, diğerlerinin düşündüklerini de düşünürüz. Düşünme seviyesinde de müritleriz ve bir şeyi takip eden biri bağımlıdır. Bu yüzden beden düzleminde bağımlıyız ve zihin düzleminde de kendimizi bağımlı kıldık. Hiç kendine ait bir-iki düşüncen oldu mu, yoksa tüm düşüncelerin ödünç mü alınmış? İçinde hiç tek bir düşünce doğdu mu, yoksa tüm düşüncelerini dışarıdan mı topladın?

Zihninde pek çok düşünce olabilir, bu yüzden onları sadece biraz izle. İzlersen, onlardan bir yerden geldiklerini ve içinde biriktiklerini fark edeceksin.

Binlerce yıldır insanlara körü körüne güven ve derin düşüncelere dalmamaları öğretildi. Binlerce yıldır, itikat, inanç ve iman öğretildi ama derin düşüncelere dalmaları öğretilmedi. Ve tüm bunların sonucunda da insanoğlu sürekli olarak gittikçe daha da bağımlı hale geldi. Zihinlerimiz zincirlerle bağlandı. Sürekli olarak diğerlerinden ödünç aldıkları şeyleri tekrarlayıp duruyorlar, kendi başlarına hiçbir şey düşünmüyorlar.

Kişiliğimiz ve zihnimiz bir tekrardan ibaretse, sadece toplum yakısıysa, bağımsız değillerdir; nasıl olabilirler ki? Bizler sadece yankıyız, sadece tekrarlarız. Toplumun sesi, bizim aracılığımızla yankılanmaya devam eder ve tekrar etmeye devam ederiz. Bizler bireyler değiliz; bireysellik, içimizde, hiçbir şekilde doğmamıştır.

  • İçinde bireysellik doğmamış biri, ölümsüzlüğü nasıl elde edebilir?
  • Neyin, özgün bir biçimde senin olduğunu söyleyebilirsin?
  • Hiçbir şeyin yoksa içsel ruhunu nasıl görebileceksin?

Zihninde, özgün biçimde senin olan bir şeyin olduğunda ruha doğru hareket etmeye başlarsın…

Yani inanç dünyasında kalabalıkla birlikte yürürüz. Binlerce kişi o ana yoldan yürüyorken korkmayız; etrafımızda bir sürü insan vardır. İnanç yolu açık bir biçimde kalabalığın yoludur; düşünme yolu yalnızlığın yoludur. Orada yalnız olacaksın, orada hiçbir desteğin olmayacak çünkü etrafında hiçbir kalabalık olmayacak. Kalabalıklar, hayal bile etmediğin şeylere inanmanı sağlayabilir.

Sadece bağımsız bir zihin özgürlüğü bilme yetisine sahip olabilir. Sadece bağımsız bir zihin bağımsız ruha doğru bakabilir. Bağımlı bir zihin sadece bağımlı beden bakma yetisine sahiptir.

Yaşamın gerçeğini bilmek istiyorsan önce özgür olmalısın. Onun için hazırsan yaşamın gerçeği bilinebilir. Düşünme hali sadece bir merdivendir. Orada durmamalısın; onun ötesine geçmelisin. Ruha ulaşmak için düşünme-me halinden düşünme haline geçmeliyiz; sonra da düşünme halini bırakmamız ve sıfır-düşünce haline erişmemiz gerekecektir.

Yalnızca gelenekleri ve toplum tarafından verilen bilinçsiz kavramları yok edebilecek denli cesaret gösterebilen zihinlerde düşüme hali- özgürlük getiren ve onları gerçeğe yönlendiren bir hal doğabilir.

Özgür Zihin, Bağımsız Yaşama Giden Yol, okumayanlara tavsiye okuyanlara bilgiyi hatırlatma amaçlı. Bağımsız olarak düşünmeye başladığımızda olacak ilk şey kendi hakkımızdaki bazı gerçekleri görmeye muktedir olmamızdır. Çok azımız bunları görme yetisine sahiptir; hepimiz olmadığımız bir şeyler olduğumuzu sanırız. Doğrumuzu ve gerçekliğimizi detaylıca görmediğimiz müddetçe yaşamlarımızda hiçbir gelişim mümkün değildir. Ancak ondan sonra herhangi bir dönüşüm gerçekleşebilir.

Gökyüzüne dokunmak isteyen biri, cehennemdeki köklerini bulmak zorundadır, aksi takdirde bu mümkün değildir. Yükselmek isteyen biri, kendi içinde derinlere inmeli ve içsel hayvanını açığa çıkarmalı, ona iyice bakmalıdır. Be senin gerçeğindir. Senin içinde mevcuttur; ondan kaçamazsın.

Özgürlükten korkma, yanlıştan kork… Kandırmacadan ve kendini kandırmaktan kork. Gerçek yüzümüzü gizlemek için kendimize dayattığımız kıyafetlerden kork.

Chandra Mohan Jain (11 Aralık 1931 – 19 Ocak 1990), 1960’lardan itibaren Acharya Rajneesh, 1970’lerde ve 1980’lerde Bhagwan Shree Rajneesh ve 1989’dan sonra Osho olarak bilinen, Hindistanlı mistik guru ve spiritüel. Osho’nun öğretileri bireysel anlam arayışında bugün toplumun yüzleştiği en önemli sosyal ve siyasi sorunlara kadar her şeyi ele alarak kategorilendirmeye karşı geliyor. Sadece kitaplarla kalmıyor, aynı zamanda 35 yılı aşkın bir süredir tüm dünyada uluslararası dinleyicilerle yaptığı doğaçlama konuşmalarının ses ve görsel kayıtları hazırlanıyor.

Yazara ait Osho Terapi , Sevginin Gücü, Bilgelik Kitabı, Kendi Tercihlerinizle Yaşamak, Çamların Kadim Müziği, İnsan Olma Yolculuğu, Sır, Uyanışa Üç Adım, Sezgi Mantığın Ötesini Bilmek, Olgunluk Kendin Olma Sorumluluğu, Boşluğun İçine Yolculuk, İnsan Kendinin Aynasıdır, Eve, Kendine Geri Dönmek, Beden ile Zihni Dengelemek, İnanç, Kuşku ve Fanatizm, Astroloji Hurafe Mi Öze Açılan Kapı Mı? eserleri Blog’da okuyabilirsiniz…

Yazarlar sizi okumaya davet ediyor.

Sevgiyle okuyunuz…

Yorum bırakın

İnsan, her şeyi sahiplenme arzusundayken, varoluşun gerçek amacını çoğu zaman unutuyor. Şuurun altın damarına ulaşmanın farkında değil. Fiziksel dünyanın keşfi ilerledi ama insanın “kendini bilme yolculuğu” geri kaldı. Devasa binalar, yollar ve şehirler yükselirken; insanın iç dünyası hâlâ bilinmezliklerle dolu. Bilim, insanın özünü ve aklın ötesindekini henüz çözemedi.

Kendi değerimizi bilmemek, çağımızın en büyük açmazlarından biridir. Bu çağ, ilahi değerin açığa çıktığı dönem olmalı.

Kendini Bilmek İçin Kitap sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin