“Başkalarını memnun edeceğiz diye kendi gereksinimlerimizi unutursak; Kendi kendimizi eleştirir, değersizleştirirsek; Özgüvenle yolumuzda yürüyecek yerde, kendimizi katı kurallara hapsedersek; Sürekli kendi potansiyelimizin (olanaklarımızın) gerisinde kalırsak Mindfuck’a yenik düşeriz!”

— Petra Bock

Merhaba

Siz hiç kendine çelme takan bir geyikle karşılaştınız mı? Ya da kendinden hoşlanmayan ve sabote eden, bu yüzden de başı dönene kadar sürekli aynı çemberin içinde koşan bir tavşanla?

Muhtemelen karşılaşmamışsınızdır. Demek ki kendimizi sobete edebilmemiz tamamen insana özgü düşünme biçimiyle ilgili bir şey olmalı. Eğer MINDFUCK’ı anlamak istiyorsak bu özel durumu gözden geçirmeliyiz.

“Her insan bir öğrenme şampiyonudur…” — Petra Bock

Aslında ruhumuzla gerçek mucizeler yaratabilmek bizim doğamıza uygundur. Beyin araştırmacısı Gerald Hüther’in ortaya koyduğu üzere, bizim türümüzün yeryüzünde bulunmasının nedeni, doğadaki diğer bütün boşlukların yüksek uyumlu türler tarafından zaten doldurulmuş olmasıdır. Dünyanın en kuytuda kalmış köşesinde bile, bu bölgedeki çevre koşullarına mükemmel uyum göstermiş bir tür vardı. Yaşamın sadece tamamen yeni bir boyutuna, yani esnek bir genellemeci olan bir canlıya yer kalmıştı. Son derece özel ortam koşullarından bile görece bağımsız bir şekilde yaşamda kalma yetisine sahip bir canlı. Ve günümüzde son derece verimsiz bölgelerde bile insanın yaşayabildiğine bakınca evrimin gerçekleştiğini anlıyoruz.

Doğa ananın bulduğu en zekice çözüm, bu canlının içgüdülerinden ve dürtülerden olabildiğince bağımsızlaşacak kadar esnek olmasıydı. Yeni şeyleri öğrenebilmek ve bir genellemeci olarak evrensel ölçekte en farklı dış koşullara bile uyum sağlayabilmek için “ön programlama” düzeyi olabildiğince düşük olmalıydı. Beyin araştırmacıları, dünyaya gelirken düşünmek için gerekli tüm donanıma sahip olmakla birlikte doğduğumuzda beynimizin yine de boş bir sayfa gibi olduğunu gerçekten de doğruluyorlar. Sonra insan, yaşamının ilk yıllarında müthiş hızla gelişiyor ve öğrenme yetisini bir yaşam boyunca koruyor.

Alfred Adler ve kişisel mantık

Geçen yüzyılın başlarında yaşayan ve bir zamanlar Freud’un öğrencisi olan Avusturyalı psikolog Alfred Adler (1870-1937) kendi kurduğu özel mantık kuramını geliştirdi. Alfred Adler, küçük çocukların bile kendileri, başkaları ve hayat hakkında bağımsız inanışlar geliştirdiklerini gözlemlemiştir. Adler bu İnanışlara “kişisel mantık“ adını vermiştir. Örneğin anne babasının sık sık kavga etmesine tanık olan bir çocuk, kendi kişisel mantığı içinde yetişkinler arası ilişkilerin çoğunlukla kavga anlamına geldiği sonucuna varır. Sonra bununla sevgi arasında bağ kurduğunda, birbirini seven insanların sık sık kavga ettikleri şeklindeki kaba ama anlaşılır bağlantı ortaya çıkar. Adler, kişinin kendi geliştirdiği bu ‘gerçeklerin’ kendiliğinden yerine gelen kehanetler gibi işlediğini öne sürer. Bunun sonucundaysa, bizim örneğimizden yola çıkarsak, bu çocuğun ileride yetişkin insan olarak gerilimli ilişkileri arayacağı ve sürdüreceği gibi belirli ‘yaşam tarzları’ ortaya çıkar.

O halde abartılı MINDFUCK, muhtemelen Alfred Adler’in sözünü ettiği çocukluğumuzdaki kişisel mantığımızın bizi bugüne kadar engelleyen kısmıdır. Yoksa iç bekçimiz ve eleştirmenimiz, çocukluğumuzdaki yaşam görüşümüzün yönünü şaşırmış yorumcusu mudur? Yoksa içsel mutluluk alanımız, daha çocukluğumuzda belirlediğimiz ve gelecekteki yıllarımız için koruduğumuz bölge midir?

MINDFUCK da aynı kişisel mantık fikri gibi, dünya, kendimiz, başkaları ve dış dünyadaki bağlantılar hakkında net olduğunu varsaydığımız bir imge oluşturuyor. Ayrıca MINDFUCK düzleminde de aslında iyice yansımasız, hatta çocuksu görünen bir entelektüel zeminde hareket ediyoruz.

MINDFUCK halindeyken kalıplarla, önyargılarla ve ‘eğer öyle yaparsan sonuç böyle olur’ şeklinde katı çıkarsamalarla davranırız fakat bu çok basit düşünce ekseni çevresinde en özgün zihinsel sabotaj imgelerini oluştururken tekrar müthiş yaratıcı oluruz. Düşünce biçimimizin kısmen anlamsız çıkarsamalarını algılamamamız da kendine özgü bir durumdur. Örneğin bulanık düşünce oyunlarıyla, aslında pek çok alternatif bulunmasına rağmen çıkışsız gördüğümüz yaşam durumları kurgularız. Aynı şekilde, MINDFUCK halindeyken açık bir saçmalığı geçer akçe görmeye hazırızdır, bu da bizi masalların bize gerçek göründüğü çocukluk dönemi düzeyimize geri götürür.

Kendimizi nasıl durmadan çocukluğumuza ışınlarız?

Eğer MINDFUCK yapıyorsak, gerçekten de sık sık sanki hâlâ çocukmuşuz gibi düşünürüz. İçsel anlamda ikide birde böyle durumlara geri düşmemiz ve böylece bir yetişkin olarak sahip olduğumuz potansiyeli ve etkinliği elimizden almamız gerçekten mümkün mü? Bu izleğin peşinden giden sadece Alfred Adler değildi. Yetişkinlerin de ruhsal düzeyde çocuksu durumlara geçiş yaptığı, transaksiyonel analizin kurucuları ve iki eski Freudyen psikiyatr Eric Berne (1910-1970) ve Thomas A. Harris’in (1910-1995) de dikkatlerini çekmiştir.

Çalışmaları, beyinde elektriksel uyarımlar yaparak hastalarında unutulan anıları geri çağırmayı başaran nörolog cerrah Wilder Penfield’in aldığı sonuçlara dayanmaktadır. O zamanlar bu çalışmadan, beynimizin bütün yaşantıları kaydeden zihinsel bir kaydedici olduğu çıkarsaması yapılmıştı. Bu görüş, Berne ve Harris’e, öncelikle insanlar arası alışverişe dayanan, yani sosyal tutumları tanımlayan ve çözümleyen bir model geliştirme yolunda esin vermişti.

Yetişkinlerin bir anda yetişkinler gibi davranmamaya başlamalarını, Berne ve Harris gözlerinde nasıl canlandırmışlardı? Elektriksel uyarımların belli anı bloklarını etkinleştirmesi gibi, içimizde bunlara denk düşen anıları uyandıran duygular, sözcükler, imgeler veya düşünceler vardır. Berne ve Harris burada, bizim daha önce de ele aldığımız, insanlar kendi kendilerini sabote etmeye başlayınca ortaya çıkan tetikleyici mekanizmaları açıklıyorlar.

Ne var ki tetikleyiciler sadece duygu ve düşünceleri etkinleştirmiyorlar, aynı zamanda davranışlarımızı da bir zamanlar öğrenilmiş olan tarzda yönlendiriyorlar. Bir insan bebeklikten yetişkinliğe kadar olan çeşitli aşamalarda farklı algı ve işleme olasılıklarına sahip olduğu için iki araştırmacı, çocukluğumuzda sadece anıları değil, tipik düşünme duyma ve davranma biçimlerini de kaydetmiş olduğumuzdan yola çıkıyorlar. Bunlar içimizde iki farklı biçimde kaydedilmiştir ve neredeyse birbirine zıt düşünme ve davranma modellerini ortaya çıkartırlar:

Bir yandan çocuk olarak kendi çaresizliğimizin ve muhtaçlığımızın yaşantısı olarak, diğer yandan da anne babanın her şeye yeten güçlülüğü olarak kaydedilmişlerdir. O halde insanın kendisi ve başkaları hakkındaki basit değer yargıları çocukluğunda, anne babanın veya başka yetişkinlerin neyi doğru, neyi yanlış bulduklarına dair algısından kaynaklanıyor. Anne babalarımızı hem sevecen ve koruyucu hem de yargılayıcı ve cezalandırıcı olarak yaşadığımız için, ebeveyn ego-durumundayken bu bakış ve davranış biçimlerinden yetişkin halimizde de etkileniriz. Kendimizi ve başkalarını cezalandırırız, yargılarız, eleştiririz veya ‘annelik’ ederiz.

Araştırmacılara göre bir başka uç da, yetişkinlik çağında da zaman zaman belli tetikleyicilerle etkinleştirilebilen çocuk ego-durumudur. Harris ve Berne’ye göre bu durumdayken kendimizi çaresiz, güçsüz ve bazen de aşırı zorlanmış, her halükârda yetişkinlerin gücüne bağımlı hissederiz. Çocuk ego-durumuna geçen yetişkinlerin sorumluluk almada sorunları vardır, kendilerini çaresiz veya aşırı yük altında hissederler ya saldırgan ve küskün davranırlar, daha güçlülerden yardım umarlar veya kendi davranışları ve yaşamlarının sorumluluğunu üstelenmekten kaçınırlar.

Buna karşın Harris ve Berne’ye göre, daha çocuklukta oluşan ve giderek daha güçlenen ve gelişkinleşen yetişkin ben-durumu kendi sorumluluğunu üstlenir ve aklını yaşamı için uygulanabilir kararlar almakta kullanır. Berne ve Harris’e göre, yetişkin oluşun asli özellikleri rasyonelliktir, aklın gücüdür.

Çocuk ego -durumuna veya ebeveyn ego-durumuna geçiş

MINFUCK’la ilgili olarak ele alacak olursak, kendi kendini sabote etmenin nedeninin çocuk ego veya ebeveyn ego-durumuna bir kayış olduğu söylenebilir.

Bu yaklaşım, yargılama tarzı MINDFUCK’tan felaket tarzı MINDFUCK’a kadar çeşitli MINDFUCK türlerine bu pencereden baktığımızda pek çok bakımdan kabul edilebilir görünüyor.

Ayrıca çocuk ego veya ebeveyn ego-durumuna kayışlar, MINDFUCK halindeyken içimizde hâkim olan ruh durumunu da açıklıyor. Kendi kendini sabote edişin ya saldırgan ve bizi kışkırtan bir tarzda veya depresif ve bizi çökerten bir tarzda işlediğini görmüştük. MINDFUCK sırasında dünyayı ve kendimizi tipik biçimde üstün-aşağı, zayıf-güçlü veya kudretli-kudretsiz gibi uç kategorilerde görmemizin kökeni burada olabilir.

Bunun anlamıysa, ne zaman MINDFUCK haline geçsek, daha önce yaşanmış çocuksu bir düzleme veya yine aynı şekilde çocuklukta şekillenmiş bir yetişkinlik düzlemine geçtiğimizdir. O zaman belli durumlar, anılar, ruh halleri veya düşünceler, Penfield’in elektrodlarla yaptığı beyin araştırması deneylerinde olduğu gibi, bunlara denk düşen çocuk ego veya ebeveyn ego-durumuna bir geçişe yol açıyor. Böyle bir durumda artık içsel olarak yetişkin ve olgun olamıyoruz, aksine sanki ebeveynimizin yerindeymişiz veya tekrar çocuk olmuşuz gibi davranıyoruz. Şimdi bu süreci daha somut tasarlamaya çalışalım.

Eğer şefler ebeveyne dönüşürse

Petra Bock Koçluk seansıyla ilgili şunları aktarıyor:  Bir süre önce, yetkin ve nazik davranış tarzından ötürü müşterileri tarafından çok takdir edilen bir danışanım oldu. Fakat iş arkadaşlarından aldığı geribildirimler, olağanüstü katı ve insanları küçük düşüren biri olduğu şeklindeydi. Hatta bazıları ondan korkuyordu ve yönetim kadrosundakilerin hiçbiri de aynı kişinin nasıl bu kadar farklı algılanabildiğini ve farklı davranış biçimleri sergileyebildiğini anlayamıyordu. Birlikte yaptığımız çalışma sırasında, onu insanı canlandıran olumlu bir enerji yayan birisi olarak tanıdım. Sevecen, nazik, espriliydi. Bir süre sonra ondan, birlikte çalıştığı insanlardan birine bitmiş bir projeyle ilgili olarak ne şekilde geribildirim verdiğini bana anlatmasını rica ettim. Bunu yaparken de beni birlikte çalıştığı kişi gibi kabul edip benimle bu işi yaparken her zaman nasıl konuşuyorsa öyle konuşmasını rica ettim. Danışanım anında başka biri oldu sanki. Bakışları donuklaştı ve soğudu, duruşu kaskatı dikleşti ve sözcüğün tam manasıyla tepeden bakarak konuşmaya başladı. Düzgün olmayan şeyleri tek tek sayarak neyin nasıl yapılması gerektiğini anlattı ve ben kendimi bu yolda nasıl değiştireceğime dair bir önlem planı sunana kadar beni sözel olarak köşeye sıkıştırdı.

Onun bir mesai arkadaşının yerine geçtiğim bu konuşmada, kendimi ‘haddi bildirilen’ bir çocuk gibi hissettim. Bu rol değişimi oyununu bitirdiğimizde, danışanım tekrar az önceki nazik ve çekici kadın oluvermişti. Bir mesai arkadaşı olarak benim için içinden aslında neler düşünmüş olduğunu sordum ona. Şöyle bir yanıt verdi: “Bir mesai arkadaşı olarak gerçekten biraz baskıya ihtiyacınız olduğunu düşündüm, yoksa bir şey değişmeyecekti. Sizinle hiç dolaylı yollara girmeden direkt konuşmam ve burada kimin sözünün geçtiğini açıkça göstermem gerektiğini düşündüm.” 

Çözümün anahtarı buradaydı. Onun kendi içinde, akılcı yetişkin ego durumundan çocukluğunda uç noktada yaşadığı cezalandırıcı ebeveyn ego-durumuna geçişini göremeseydim, konuşma yöntemi teknikleri çerçevesinde yapılacak en mükemmel egzersizler bile mesai arkadaşları karşısındaki stilini hiçbir şekilde değiştiremezdi. Çünkü onun sert ve küçümseyici davranışlarına neden olan iletişim deneyimi ve konuşma tekniği değil, içindeki rol değişimiydi. Daha sonra ondan benimle sanki bir müşteriymişim gibi konuşmasını istedim. Peki ne oldu? İş görüşmeleri hakkında açık bir eğitim almamış olmasına rağmen her şeyi kendiliğinden doğru yaptı. Çünkü tam bir yetişkin ego-durumundayken aslında dengeli ve ölçülü bir insan olarak hemen doğru vurguyu ve doğru sözcükleri buluyordu. Mesai arkadaşı rolündeyken kendimi haddini bildirilmiş hissetmişken şimdi desteklenmiş, değeri takdir edilmiş ve yapıcı bir şekilde doğru yola yönlendirilmiş hissediyordum.

Yetişkin olmanın olağanüstü gücü

İyi haber, eskiye ve çocukluk döneminde nakşolmuş durumlara kayma haline mahkûm olmayıp aksine her zaman olgun ve asıl yetişkin ego-durumuna dönüyor olabilmemiz. Hatta geri planda her şeyi zaten çözmüşüz ve kendimize sadece tekrar uygun bir açılıma geçmek için izin vermemiz gerekiyormuşuz gibi bir görünüm var. Gerçekten de seanslarımda, Berne ve Harris’in transaksiyonel analizindeki gibi çok iyi deneyimler yaşadım. Koçluk çalışmalarımda, çocuk ego ve ebeveyn ego-durumları modelinden buna uygun ve kolay uygulanabilir bir biçimde yararlanabildim.

Hatalı ruhsal uyum olarak MINDFUCK?

Adler olsun, Freud olsun, transaksiyonel analizciler veya en son bilişim araştırmacıları olsun, bugüne kadar bütün kuramlar, düşünce kalıplarımızı kendi ihtiyaçlarımız, algılarımız ve dış dünyadan aldığımız sinyaller arasındaki sürtünme alanında geliştirdiğimizi temel varsayım olarak kabul ettiler. Bu durumda, çocukluğumuzda üstesinden gelmemiz gereken çok katmanlı, iç içe geçen karşılıklı iletişim ve öğrenme süreçleri, aynı zamanda MINDFUCK sırasındaki düşünce kalıplarımızın da nedenini oluşturuyor. Çocukluğun kendiliğe ve ötekine ilişkin çok hassas deneyimlerinde—sözü geçen farklı psikoloji ekollerine göre—ruhsal, kişişel ve toplumsal sorunlara yol açabilen ‘hatalı uyumlar’ ortaya çıkıyor. 

Öyleyse bu durumda MINDFUCK, uzman diliyle ifade edersek, özellikle ilk çocukluk döneminde yerleşikleşmiş çocuğa veya ebeveyne özgü bilinç durumlarına geri düştüğümüz ve buradan kendimize ait engelleyici bir yaşam mantığı geliştirdiğimiz, yönünü şaşırmış bir iç diyalogdur. Pek çok MINDFUCK türünü, bu bakışla gayet iyi açıklayabiliriz. Kökleri ilk çocukluk dönemimizdedir ve bugünkü yaşamımızdaki görüş açımızla bakıldığında, içinde bulunduğumuz yaşta ve sahip olduğumuz gerçek olgunlukta çoktan aşmış bulunduğumuz engelleyici geri düşüşler oldukları açıktır. Yakınmacı davrandığımızda, çokbilmişlik yaptığımızda, kendimizi aşırı motive ettiğimizde, basit yargı kalıplarına başvurduğumuzda veya başka kaba düşünce düğümlerine takıldığımızda, zihinsel olarak yaşamımızın ilk yıllarındaki evreye geri dönüyoruz demektir. Böyle durumlarda, çoğunlukla bilinçsiz olarak, bir insan veya bir durum karşısında sorumluluk almaktan kaçarız. Kendimizi aslında olduğumuzdan daha çaresiz veya daha zeki gösteririz.

Ne var ki, aslında yetişkin olduğumuzdan, bu çocukça yaşam mantığı doğal olmayan bir biçimde bizi engeller ve sonuçta bizim için uygun olmayan yaşam tasarımlarına yol açar.

Danışanlarımla yaptığım çalışmalarda, onları içsel olarak tekrar olgun bir yetişkin düzeyine dönmeye teşvik ederek kalıcı iyileşmeler elde etmeme rağmen benim için bu noktada hâlâ açık sorular var.

MINDFUCK’ta sıklıkla önemli bir rol oynayan kendine özgü değerlendirme kalıpları ve toplumsal açıdan aşağı veya üstün gören yargılamalar nereden kaynaklanıyor?

Harika bir proje için parasal destek ararken kendi kendini ‘fazla yaşlı’ bularak kızan iş kadınını düşünelim. Küçük çocuklar daha karmaşık toplumsal rol beklentilerine anlam yükleyecek kapasitede değildirler. Hele belli yaştaki bir yetişkinin yapabileceği ve yapamayacağı şeylerin ne olduğunu hiç bilmezler. Peki o zaman MINDFUCK nasıl olup da tam bu yapılmaz veya erkekler üstündür ya da kadınsan çeneni tutmalısın gibi toplumsal kurallar veya rol beklentileriyle kendimizi mat ettiğimizde üstümüze çöküyor?

Kişiliğimizin erken çocukluk dönemindeki gelişimine ve biyolojik temellerine doğru yaptığımız gezinti, MINDFUCK’ın düşünce sisteminde daha karmaşık yargılamaların ve varsayımların nasıl oluştuğunu açıklamaya henüz yeterli değil.

Toplumsal öğrenme

Orta çocukluk döneminde bir sınırı aşarız. Sadece birey olarak kendimiz ve doğrudan ilişkide olduğunuz insanlarla aramızdaki uyuşumu öğrenmekle kalmaz, bunun da ötesinde ‘toplumun’ ne anlama geldiğini ve kendi dolaysız çevremizin dışında hangi kuralların geçerli olduğunu öğreniriz. Böylece yeniden büyük bir zorlanma altına gireriz. Orta çocukluk döneminde, kendimiz, başkaları ve yaşam hakkında kanaatlar edinmeye başlarız. İnsanın kendi kendini başkalarının bakış açısından ve olası yorumundan yola çıkarak gözlemlemesi bu yaşta başlar ve ergenlik yıllarında bir kez daha güçlenir. Kısmen kendimiz deneyimler yaşar ve buradan yaşam kuralları çıkartırız fakat kısmen de basitçe başkalarının kanaatlerini üstleniriz. Çünkü yolumuzu bulabilmek ve güvenle hareket edebilmek için, içinde yaşadığımız dünyanın gidişatına dair kurallara ve bilgiye ihtiyaçımız vardır. Ancak bu süreç, aynı zamanda son derece hassastır, hatta belli koşullarda kendimizi ağır bir şekilde kısıtlamamıza, bastırmamıza neden olur ve hem saldırgan hem de depresif MINDFUCK’lar tarzında kendini gösterir.

Arzulanan yaşam modelleri

Ancak yaşamımın bu döneminde, yalnızca kendimle ilgili olarak değil, gelecekteki yaşam modelleriyle ilgili olarak da pek çok şey öğrendim. Farkına varmadan anne babamın başarılı bir yaşama dair tasavvurlarına göre yönlendim. Bir kadının, mesleği kabul gören bir erkekle evlenmesinin itibarlı olduğunu fark ettim. Kendine ait bir ev ve pahalı bir araba, anne babamın çevresinde başarı ölçütü kabul edilen standartlardı. Çevremdeki bu ölçütleri kendi düşüncemde de içselleştirdim. Bekçim, gelecekten ne beklemem gerektiğini gayet net olarak görebiliyordu.

Bazen danışanlarıma anne babalarının onlar için nasıl bir yaşam arzulamış olduklarını sorarım. İç bekçinin başarılı bir yaşama ilişkin ne tür beklentileri olduğu buradan rahatça anlaşılabilir. Bugün Almanya, Avusturya veya İsviçreli kadınlar için, çoğunlukla ikili bir oyun, neredeyse şizofrenik bir durumdur bu, Kadın danışanlarımın neredeyse tümü, anne babalarının beklentisinin başarılı, hoş bir erkekle ve iki çocukla birlikte aynı evde mutlu bir yaşam sürmeleri olduğunu belirttiler. Mesleğe ilişkin olarak gelen bilgiler farklıydı. Kadınların bir kısmı, mesleklerinin anne babaları için önemli olmadığını söylediler. Bazılarıyla anne babalarının burada da kızlarının iyi bir kariyer beklentisi içinde olduğunu belirttiler. İlk durumda iç bekçi, mesleğin bir kadın için önemli olmadığı mesajını almıştı. İkincisinde ise hem mükemmel bir aile yaşamını hem de iyi bir kariyeri gerçekleştirmesi gerektiği mesajını. Erkek danışanlarımaysa bu ikili mesajlar daha az gitmiştir. Ama neredeyse her zaman, başarılı olmak, hatta belli bir meslekte belli bir pozisyona gelmek zorunda olduklarını erkenden öğrenmişlerdir. Artık birer yetişkin olan kadınların ve erkeklerin durumuna baktığımızda, bekçinin toplumsal rol beklentilerine ilişkin yaptığı “programlamanın” ne kadar güçlü bir etkisi olduğunu gözlemleyebiliriz. Yani MINFUCK burada da ters durumların ve aşırı yüklenmelerin anahtar noktası olabilir.

Herkes kuralları öğrenmiştir

Danışanlarımla yaptığım çalışmalar sırasında hepimizin bu tür kuralları çoğunlukla dile getirilmeden öğrenmiş olduğumuzu görüyorum. Kadın veya erkeğin hangi çevrede yetiştiğine, başlarından neler geçtiğine göre kurallar farklıdır. Çoğunlukla içinden çıktığımız ve çocuk olarak ancak kabaca kavrayabildiğimiz dar dünyadır bu. Fakat bu dünya MINDFUCK’la içimizde her gün yeniden tazelediğimiz hapishane ile birbirleriyle karıştırılacak kadar benzeşir.

“Bu, onca insanın yaşamlarında ailelerinden öğrendiklerinden başka bir şeyi gerçekleştirmekte niçin o kadar zorlandığını açıklıyor. İnsan yaşamdan, anne babasının, akrabalarının veya dostlarının beklediklerinden daha fazlasını—veya daha farklısını—bekleme hakkı için önce bir izin alması gerektiğine inanıyor. Veya o zamana değin yaşam oyununun kurallarını koymuş olanlar kadar sıkı çalışmak zorunda olmamak ve daha az para kazanma hakkına sahip olmak için de izin alması gerektiğini düşünüyor. MINDFUCK’ın dilini fark ediyor musunuz? Kendi kendini sabote etme moduna giriyoruz ve anında çocukluğumuzda duyduğumuz sözcükler uçuşmaya başlıyor: zorundasın, hakkın yok, izin almalısın…” — Petra Bock

Yani yetişkinlerin kendilerini sorgulamalarının temelindeki düşüncelerin çoğu, yaşamın oldukça erken dönemlerindeki katı yaşantılardan kaynaklanıyor. İçinden çıktığımız dünyanın ne kadar dar veya geniş olduğunu gösteriyor ve bizim elimizden bu dünyayı içselleştirmekten başka bir şey gelmiyor: Kendi kendimizi engellerken sadece kulak vermemiz yeterli, o zaman hepimiz içinden çıktığımız eski dünyanın sesini gayet net duyacağız.

“Otantik ve bireysel bir yaşam çizgisi, aşırı uçlar arasında veya bunların tamamen dışında tümüyle kendine özgü olanı bulmak ve geliştirmektir.” — Petra Bock

MINDFUCK’ın nedenleri üzerine şimdiye kadar öğrendiklerimizi toparlarsak, şöyle bir manzarayla karşılaşıyoruz: Eğer kendimizi olduğumuzdan aşağıda ve çaresiz gösteriyor, baskı altına alıyor veya eleştiriyorsak, bir yetişkin olarak becerilerimize denk düşmeyen bir düşünce düzeyine gerilemiş oluyoruz, ya büyükleniyoruz ya kendimizi olduğumuzdan da küçültüyoruz. Kendi içimizde çocukluğumuzun dramını tekrarlayıp duruyoruz. Bir yanımız yargılayıcı ebeveyn rolünü üstleniyor, diğer yanımız çaresiz veya inatçı çocuğun rolünü. Kendimizi eleştiriyor veya hizaya sokuyoruz, kendimize hâkim olamıyoruz veya dünyayı gerçekçi bir biçimde göremez oluyoruz. O zaman, zihnimiz tarafından yaşamımızın ilk yıllarındaki bakış açımızla etkinleştirilen çocuk ego-durumu veya ebeveyn ego-durumu iç bekçimiz Oluyor. Her iki durumda da kendi gücümüz elimizden gidiyor. Böyle bir iç diyaloğa hapsolduğumuzda, artık kendi durumumuzla ilgili bir sorumluluk üstlenemez oluyoruz. Bunun yerine sanki kendimizi otomatiğe bağlayıp durmadan çok eski senaryoların peşinden gider gibi yaşıyoruz. Ne var ki böyle ilerlemiyoruz. MINDFUCK sarmalına kapılıp orada sıkışıyoruz.

O sırada kendinizi dengeli yetişkinler gibi mi hissediyorsunuz? Yoksa geçmişteki bir duruma mı gerilemiş olduğunuzu fark ediyorsunuz?

Siz de bir deneyin. Kendi gündelik yaşamınızdan bildiğiniz tipik bir MINDFUCK seçin. Eğer o anda içsel olarak yetişkin ve dengeli bir tutum takınacak olsanız, daha farklı düşünür veya davranır mıydınız? Kendinize bunu sorun. Yani her MINDFUCK’I çocuk ego-durumuna mı yoksa ebeveyn ego-durumuna mı düştüğünüz açısından test edebilir ve bir farkındalık hali içinde dengeli, olgun yetişkin düzlemine geçebilirseniz yeni açılımlar kazanabilirsiniz.

Düşünür ve sosyolog Jürgen Habermas şunları söylüyor: “Bizim yaşam biçimimiz, ailevi, yerel, siyasi ve entelektüel aktarımların oluşturduğu çözümlemesi zor bir örgüyle- yani bizi bugün olduğumuz şey haline getiren tarihsel ortamla- anne babalarımızın be büyükanne ve büyükbabalarımızın yaşam biçimine bağlıdır.”

Bu da günümüzün toplumsal koşullarına denk düşmeyen bir zihniyettir. Bunun anlamı da, değişen ve büyük bir hızla değişime devam eden bir dünyada eski kuşakların düşünsel yön tayin etme modelleriyle yol alıyor olduğumuzdur.

Değişimin hızı da daha önce hiç olmadığı kadar müthiş. Yani iç bekçimizi izlediğimiz zaman, eskimiş bir haritaya göre yol almış oluyoruz. Bize artık doğru bir yol göstermesi mümkün değil, çünkü gösterdiği dünya artık tanınmayacak kadar değişmiş bulunuyor.

MINFUCK sırasında bizden önceki kuşakların değerlerine ve tasavvurlarına geri döndüğümüzde, iç bekçimizin bize gösterdiği dünya hangisidir?

Bu nasıl bir dünyadır?

Saldırgan ve depresif düşünce yapılarının anlamlı ve hatta yaşamda kalma açısından son derece önemli oldukları dünün dünyası, nasıl bir görünüm sunmaktadır?

Kendi anne babalarımızın, onların anne babalarının ve daha önceki kuşakların yaşamış oldukları dünyaya bir bakalım. Birkaç on yıl öncesine, XX. yüzyılın ortalarına kadar, her şeyin kısıtlı olması, hayatında iz bırakan bir şeydi. Çoğunluğun yaşam standardı, günümüzdekinin çok altındaydı. Paylaşım kavgaları, kıskançlık, çekememezlik ayrıca zenginliğin çok küçük bir azınlığın elinde bulunması ve ciddi yoksulluk koşullarında yaşayanların fazla olması, normal yaşama damgasını vuruyordu. O zamanlar yoksullukla başa çıkmak, gerçek anlamda bir ölüm kalım meselesiydi. Bir arada kalmak, tasarruflu olmak ve yaşamda kalmak uğruna katı kurallara uymak, aileler için kaçınılmazdı.

Yüzyıllar boyunca, üç beş kişi insanlığın çoğunluğuna hükmetti. Hemen hemen hepimizin ataları arasında herhangi bir efendiye boyun eğmek zorunda kalmış birisi vardır. O zamanlar toplumları bir arada tutan düşünce, Tanrı tarafından verili bir düzen fikriydi. Burada herkesin isyan etmeden kabullendiği belli bir yeri vardı. Toplumsal konumu ve cinsiyet, insanın yaşamını doğduğu andan itibaren belirliyordu. Bu dikey, yani aşağısı ve yukarısı olarak bölünen bir toplumdu. İmparator ve papa için olduğu gibi, bu Tanrı da olsa, herkesin üstünde ‘birisi’ vardı. XIX. yüzyıla kadar köylülerin çoğu serfti. Efendilerine bağımlıydılar, ne bağımsız evlenebiliyor ne de kendileri için önemli bir kararı kendileri verebiliyorlardı. Özgür yanaşmalar bile, toprak sahibinin iradesine bağımlıydılar; şiddet ve otoriter bir dil her zaman gündemdeydi. İleri yaşlardaki pek çok insan, bugün bile böyle şeyleri hâlâ canlı biçimde anlatabiliyor.

Ailelerde de durum farklı değildi. Burada da sert bir hiyerarşi hâkimdi. Düzen yine aşağısı ve yukarısı olarak bölümleniyordu, haklar tek taraflıydı ve görevler herkese düşüyordu. Sınırsız hâkimiyet baba ve koca olarak evin reisi olan erkekteydi. Kadınlar ve çocuklar, onun hâkimiyetine tabiydi. İradeleri çoklukla şiddetle dize getirilirdi. “Güzel bir sopadan kimseye zarar gelmez” gibi deyişleri eski kuşaktan, örneğin benim büyükannemin kuşağından hâlâ duyabiliyoruz. Zayıfların dövülmesi onların yani dünün dünyasında, gerçekten de tamamen normaldi ve toplumsal olarak kabul görüyordu. İnsanları dayak atmaya yönelten her zaman sadistlik ve gaddarlık değildi. Neden çoğunlukla, fazla zorlanmak ve şiddetin bir insanı düzelteceğine inanmaktı. Evde başlayan şiddet okulda sürüyor, bunu askerlikte veya yanında çalışılan toprak sahiplerinin ve efendilerin çiftliklerinde veya evlerinde ya da başka ortamlarda uygulanan şiddet izliyordu.

Kadınlar XX. yüzyılın ortalarına kadar, özgürlükten yoksun ve bağımlıydılar. Almanya’da da Avrupa’nın diğer bölgelerinde de babanın hakimiyetinden çıkıp kocanın hâkimiyetine giriyorlardı. Eğer evlenmemişler veya dul kalmışlarsa, ailelerini kendileri geçindirseler bile bir vasiye boyun eğmek zorundaydılar. Almanya Federal Cumhuriyeti’nde evli kadınlar ancak 70’li yılların başından itibaren kocalarının iznine gerek kalmadan iş sözleşmesi yapma hakkına sahip oldular. Evli kadınların bağımsız banka hesabı açabilmeleri de aynı tarihlere denk gelir. Evlilik içi tecavüzün ceza hukuku açısından evlilik dışı tecavüzle aynı konumda kabul edilmesi ve dolayısıyla cezaya tabi olması ancak 1933’de (!) mümkün oldu. Ben 1970 yılında bir kız çocuğu olarak Federal Almanya’da dünyaya geldiğimde, kadınlar hukuki ve toplumsal bakımdan gerçekten aşağılanıyorlardı. Eski dünya, aslında dün kadar yakınımızda yani.

Yeni dönemde insanlar bu katı baskı sistemlerini kırmak için durmadan girişimlerde bulundular. Sayısız başkaldırı ve devrimin amacı, insanları başkalarının vesayetinden kurtarmaktı. Son zamanların büyük demokratik devrimlerinin hedefi, hep kişinin haklarını pekiştirmek ve küçük bir azınlığın çoğunluk üzerindeki iktidarını kırmaktı. Ne yazık ki çoğu özgürlük hareketi, iktidar ilişkilerini sorgulamakla birlikte bunların temelinde yatan ilkeleri göz ardı ettiler. İyi niyetle başlayan pek çok devrim, yine iktidar ilişkilerinde sona erdi, sadece parti veya başkan değişti ama ilkeler değişmedi. Yani yukarısı ve aşağısı görüşü, bugün en derindeki MINDFUCK’larımızda gözlemlediğimiz bütün baskı ve sindirme stratejileriyle varlığını hâlâ sürdürüyor.

Almanya XX. yüzyılda bu kulvarda trajik bir öncü rolü üstlenmiştir. Bu konuyu inceleyen bazı araştırmacılar, hiyerarşik ast ve üst fikrinin, emir ve itaatin bizde çok yerleşmiş olduğunu öne sürmüşlerdir. Almanya’da eğitim gören bir yabancı öğrenci olarak Nazi diktatörlüğünün ilk dönemlerine de tanık olan Amerikan-İngiliz kökenli tarihçi Gordon A. Craig gibi bazı uzmanlar, Almanlara özgü emir-itaat mantığı fenomeninin peşini ömürleri boyunca bırakmadılar. Craig bu Alman mantığının izini XX. yüzyılın çok öncelerine kadar sürdü.

Yüzyıllardır pratikte her kuşakta, insanların aşırı şiddete ve sefalete maruz kaldıkları zamanların tanıkları veya doğrudan ailelerinin devamı vardır ve olacaktır. Her seferinde yeni acılara yol açan müphem iktidar ilişkilerinden daha kötüsü olamazmış gibi görünüyor. İnsanlar değişen iktidar sahiplerinin ve askeri kuvvetlerinin gaddarlığına maruz kalmaktansa sessizce boyun eğmeyi yeğliyor.

Kişi olarak herkes, devlet şiddetinin veya psikolojisinin kurbanı olmuyor. Kendini inkar etmenin ve hem içte, hem dışta buna göre yaşamanın sonucunda, bütün bir kuşağın ödediği bedeli herhalde kimse ölçemez.

Almanya’nın en tanınmış koçlarından olan Dr. Petra Bock Mind Fuck-Koçluk’ta insanın kendi kendisini sabote etme olgusunu analiz ediyor ve bu durumdan kurtulmak için kendi kendine nasıl koçluk yapabileceğini anlatıyor. Hangi düşünce kalıplarının Mindfuck’ı ürettiğini, bunların nereden geldiğini ve en sonunda, kendi potansiyelimizi dolu dolu kullanıp daha iyi bir yaşam sürebilmemiz için onu nasıl yenebileceğimizi gösteriyor.

Mind Fuck (Beyni Becermek), okumayanlara tavsiye, okuyanlara bilgiyi hatırlatma amaçlı. Petra Bock’un Mind Fuck (Beyni Becermek) adlı eseri, günümüzün zihinsel ve duygusal karmaşasında bireyin kendi içsel sabotajlarını fark etmesi ve dönüştürmesi için güçlü bir rehber niteliğinde. Özellikle koçluk alanında çalışanlar ve kişisel gelişim yolculuğunda olanlar için oldukça kıymetli.

Eserin Günümüz İçin önemi Nedir?

  • Zihinsel Blokajları Tanıma: Kitap, bireyin kendi kendini nasıl sabote ettiğini gösteriyor. Bu, günümüzün yüksek stresli, performans odaklı dünyasında oldukça yaygın bir durum.
  • Koçlukta Dönüştürücü Bir Araç: Petra Bock’un geliştirdiği MINDFUCK® yöntemi, koçluk süreçlerinde içsel engelleri tanımlamak ve aşmak için kullanılıyor. Bu yöntem, 2015’te Koçluk Kitapları Ödülü’ne layık görülmüş.
  • Kolektif Düşünce Kalıplarını Sorgulama: Kitap, bireyin sadece kendi geçmişinden değil, toplumun aktardığı eski düşünce kalıplarından da nasıl etkilendiğini anlatıyor. Bu yönüyle, bireysel farkındalığı kolektif dönüşümle ilişkilendiriyor.
  • Kişisel Potansiyeli Açığa Çıkarma: Petra Bock, bireyin içindeki potansiyeli fark etmesi ve onu gerçekleştirmesi için somut yollar sunuyor. Bu, özellikle yönünü kaybetmiş hissedenler için yol gösterici olabilir.

Koçluk Perspektifinden

Koçlukta en büyük engellerden biri, danışanın kendi içsel sesidir. Mind Fuck, bu sesi tanımayı ve dönüştürmeyi öğreterek koçluk sürecini derinleştirir. Petra Bock’un yaklaşımı, esoterik değil; bilimsel temellere ve deneyime dayanıyor.

Petra Bock Hayatı ve Kariyeri- Dönüşümün Peşindeki Zihin Yolcusu

Petra Bock, 1970 yılında Frankfurt yakınlarında doğduğunda, belki de kimse onun bir gün Avrupa’nın en etkili düşünce liderlerinden biri olacağını tahmin etmiyordu. Ancak o, çocukluk yıllarından itibaren insan zihninin sınırlarını sorgulayan, değişimin özünü arayan bir yolculuğa çıktı. Genç yaşta yaşadığı toplumsal çelişkiler ve bireysel gözlemler, onun insan haklarına ve zihinsel özgürlüğe olan tutkusunu pekiştirdi.

Tarih ve siyaset bilimi eğitimiyle akademik temellerini atan Bock, Berlin’deki doktora çalışmasında diktatörlükten demokrasiye geçiş süreçlerini inceledi. Bu dönemde, sistemlerin nasıl değiştiğini değil, insanların bu değişimi nasıl yaşadığını anlamaya yöneldi. Bu içsel merak, onu danışmanlık ve koçluk dünyasına taşıdı.

2008’de Berlin’de kurduğu Dr. Bock Coaching Akademisi, sadece bir eğitim kurumu değil, aynı zamanda zihinsel dönüşümün laboratuvarı oldu. Burada geliştirdiği MINDFUCK® yöntemi, bireylerin kendi içsel sabotajlarını fark etmeleri ve aşmaları için bir pusula haline geldi. Bu yöntem, Avrupa’da koçluk alanında çığır açtı ve “Koçlukta Yılın Kitabı” ödülüne layık görüldü.

Petra Bock’un yazdığı kitaplar—Mindfuck, Mindfuck Job, Der entstörte Mensch—sadece kişisel gelişim rehberleri değil, aynı zamanda çağımızın zihinsel haritasını çizen eserlerdir. Onun kaleminde, düşünce kalıpları çözülür, içsel özgürlük yeniden tanımlanır.

Sevgiyle okuyunuz…

Yorum bırakın

İnsan, her şeyi sahiplenme arzusundayken, varoluşun gerçek amacını çoğu zaman unutuyor. Şuurun altın damarına ulaşmanın farkında değil. Fiziksel dünyanın keşfi ilerledi ama insanın “kendini bilme yolculuğu” geri kaldı. Devasa binalar, yollar ve şehirler yükselirken; insanın iç dünyası hâlâ bilinmezliklerle dolu. Bilim, insanın özünü ve aklın ötesindekini henüz çözemedi.

Kendi değerimizi bilmemek, çağımızın en büyük açmazlarından biridir. Bu çağ, ilahi değerin açığa çıktığı dönem olmalı.

Kendini Bilmek İçin Kitap sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin