“Düş uykunun bekçisidir, rahatsız edici değil…”
—Sigmund Freud
Merhaba,
Kendini gözlem, insanın yalnızca en harika yeteneklerinden biri değil aynı zamanda en faydalı yeteneklerinden biri. Bu nedenle kendimden, kendi gelişimimden daha ilgi çekici bir şey bilmiyorum. “Kendini Bilmek” gerçekten de büyük bir başarıdır. Bu, insanın kendi içsel yolculuğunu ve gelişimini keşfetmesi anlamına gelir.
“İçsel olarak başardıklarımız, dış gerçekliği değiştirir…” İlk kim tarafından kullanılmış olursa olsun, Otto Rank’ın düşünce sisteminde önemli bir yere sahiptir. Otto Rank, “Freud’un yanıldığını, benim haklı olduğumu ispatlamaya çalışmaktan artık vazgeçtim. İlk olarak geçen yıl Almanca yayımlanan Gerçek ve Gerçeklik [1929] kitabımda kesin olarak farkına vardım ki mesele kimin yorumunun doğru olduğu değil; çünkü tek bir yorum, tek bir psikolojik gerçek diye bir şey yok. Psikoloji, bilimin yaptığı gibi esasen olgularla ilgilenmez; bireyin olgulara yönelik tutumuyla ilgilenir. Bir başka deyişle psikolojinin konusu yorumlardır ve ne kadar birey varsa o kadar çok yorum vardır, hatta ondan fazlası vardır çünkü bireyin farklı koşullarının her bir tezahürde farklı şekilde yorumlanması gerekir.” der.
Ernest Becker’in de söylediği gibi Otto Rank kendi düşünce sistemini, felsefi çıkarımlarını yaşamı kısa sürdüğü için bütünlüklü olarak ortaya koyma fırsatı bulamadı. Psikoterapistler Serisi (Tufan Göbekçin) “Yegâne Terapi Yaşamın Kendisidir” kitabıyla Otto Rank’ın farklı farklı yönlerine ışık tutmayı amaçlamıştır. Bugün hemen hemen her kitabını okuduğum Sigmund Freud’un yaşamını yorumlayan Psikoterapistler Serisi‘nden (Fırat İlim) “Düş Uykunun Bekçisidir, adlı eserin satırlarında yürüyoruz.
Düşünce insanlarının biyografileri her zaman onları anlamak için gerekli ve işe yarayan araçlar olmak zorunda değildir. Sigmund Freud’un biyografisi ise bu konudaki en önemli istisnalardan biridir, zira hem Freud’un kendisi kendi biyografisini psikanalizin sunağına sunmuştur hem de psikanalitik yöntem bu malzeme üzerine söz söyleme hakkına sahip bizzat Freud’un kendi rızasıyla ortak olmuştur. O halde hikayemiz çocukluktan başlamalıdır. Freud’un deyimiyle her çocuk gibi kendini bir yaratıcı yazar olarak gören, kendi dünyasını yaratan ve orada şeyleri yeni, kendi hoşuna gideceği bir düzenle yerleştiren Sigismund Şlomo’nun çocukluğundan.
1890’lı yılların sonları, Freud’un bugün bir başyapıtı olarak anılan Düş Yorumu adlı eseri üzerinde yoğun çalışmalar ile geçti. Bu dönemde sindirim sorunları ve migren gibi sağlık sorunları olmasına rağmen, her zaman olduğu gibi, çalışmasına devam etti. 1899’un Kasım ayında basılacak olan Düş Yorumu kitabı, Freud’un gözünde de ona ün kazandıracak olan başlıca eseri, dahası, yeniçağ içerisinde anılması gereken bir eserdi. Bu nedenle, bu kitaba basım tariki olarak, kasti bir şekilde 1899 değil de 1900 yılı yazıldı. Lakin kitap beklediği etkiyi göstermedi, takip eden birkaç yıl boyunca, çevresindeki kimi uzmanlar için bile “okumaya değmeyecek” bir çalışma olarak anıldı.
1902 yılında profesör kadrosuna atandı. Aynı yılın sonbaharında, evinin ve muayenehanesinin bulunduğu Berggasse 19 numarada çarşamba toplantılarını düzenlemeye başladı. Bu toplantılar yıllar içerisinde devam ederek 1908’de Viyana Psikanaliz Birliği’nin ortaya çıkmasına önayak olacaktı. Freud’un etrafında artık yakın zamanda Alfred Adler, Eugene Bleuler ve Carl Gustav Jung gibi isimlerden oluşan yeni bir çevre ortaya çıkacak.
1910 yılında Uluslararası Psikanaliz Birliği kuruldu. Derneğin ilk başkanı Jung, sekreteri ise Otto Rank’tı. 1911’de Adler ve ardından Stekel topluluktan uzaklaşarak, birkaç yıl geçmeden de Jung ile Freud’un yolları sansasyonel bir şekilde ayrılacaktı.
Jung her şeyden önce oldukça parlak bir karakterdi. Freud’a göre güçlü ve atletik bir fiziğe sahip bir genç ve yaşam dolu bir insandı. 1902 yılından başlayarak Freud’un çalışmalarını takip etmekteydi. Freud’un Düş Yorumu kitabını, yayınladığı ilk zamanlarda okumuş ve kendi çalışmalarında kullanmıştı.
1920 yılının 25 Ocak günü, çok sevdiği kızı Sophie’nin ölüm haberini aldı. Ölüm nedeni İspanyol gribiydi. Kızının kaybını takip eden yıllarda Freud’un sağlığı bozulmaya başlıyordu. 1923 baharında çene kanseri teşhis edildi. Freud ömrü boyunca birçok sağlık sorunundan mustarip oldu. Önceleri 51 (23 ve 28)yaşında öleceğine inanıyordu. 1930’da tuhaf mizah anlayışıyla şu şekilde ifade ediyordu:
“Her gün ölüm olasılığını düşünüyorum. İyi bir idman…” —Sigmund Freud
Freud genellikle sağlığını önemsememe eğilimindeydi. 1927’de Eitingon’a şöyle diyordu: ” İnsanın sağlığı için yaşamasını dayanılmaz buluyorum.” Tüm sağlık sorunlarına rağmen, bu yıllarda da üretkenliğini devam ettirebildi. 1925’te kendi biyografisini yazdı.
Goethe ödülünü almasından birkaç hafta sonra annesinin ölüm haberini aldı. Annesinin ölümünün ardından, onun kaybından şu şekilde söz edecekti:
“Benim için onun değeri yadsınamaz. Bu büyük olay beni tuhaf bir biçimde etkiledi. Acı yok, üzüntü yok; bu büyük olasılıkla, onun çok yaşlı olmasıyla ve yaşadığı çaresizlik karşısında hissettiğimiz acımanın son bulmasıyla açıklanabilir. Bunun yanı sıra, anlayabildiğimi sandığım bir özgürlük ve rahatlama duygusu var. O yaşadığı sürece ölmeme izin yoktu ve artık ölebilirim. Öyle ya da böyle, yaşam değerlerim, daha derin katmanlarda önemli ölçüde değişti.” —Sigmund Freud
Psikanaliz hakikaten de başlangıçta terapi ile ilgili bir yöntem olarak gelişmişti. Ancak Freud’un zihinsel yaşamı açıklamak için başvurduğu varsayımlar, kavramlar, ilkeler ve sistemler, psikanalizin tanımının zaman içerisinde genişlemesini sağladı. Psikanaliz, her şeyden önce, zihin olgusunu ve zihinsel yaşamı açıklayabilecek teori anlamı kazanmaya başladı. Bu yolla, bir tür “derinlik psikolojisi” olarak adlandırılır oldu.
Freud’e göre, zihinsel yaşamımız ile ilgili bilebileceğimiz en temel şeyler, onun ana organının ve eylem sahnesinin beyin ya da sinir sistemi olduğudur. Zihinsel yaşam, bu aygıtın işlevi olarak ortaya çıkar. Diğer, bilimler, zihinsel aygıtımızın ortamından geçerek ulaşılan gözlem ve deneyimlere dayalı ilken, psikanaliz, bu aygıtın bizzat kendisini konu olarak alır. Bu aygıta eskilerin deyimiyle “ruh”, klasik adlandırmayla “nefes, can, ruh” anlamlarında “psykhe” adı verilir. Çağdaş karşılığıyla onu “zihin” olarak adlandırırız.
Psikanalizin kurucusu, insan zihninin yapısını açıklamak için iki tür model önermiştir. Bunlardan birincisi, zihnin içeriklerinin mevcut olduğu alanları ya da sistemleri anlatan modeldir ve bu modele göre zihin içerikleri üç farklı alanda ya da üç farklı sistem içinde mevcut olabilir: Bilinçdışı, Önbilinç ve Bilinç. İkinci modele göre ise zihnin işleyişindeki üç temsilci ya da eskilerin deyimiyle “fail” vardır: İd, Ego ve süper-Ego.
Avusturyalı nörologun bu keşfi, tahtından eden bir keşif. Felsefe tarihi boyunca birçok filozof “kendini bilmek” üzerine uzun tartışmalar yürütmüş olsa da, onlar çoğunlukla insanın bilincini, kendini bilme yolunda temel ölçüt olarak kabul etmişlerdi.
Freud’un büyük keşfi ise, kişinin kendisine dair kimi hakikatleri bildiğinin ayırdında olmadığıydı. Daha basit ifadelerle, kişi bu türden kimi hakikatleri bildiğini bilmiyordu ya da bilmediğini sanıyordu. Yani bunlar onun zihnindeydiler ama bilincin dışında bir yerlerde olmalıydılar. Fakat bu konular bilinçte olmadığında nereye gidiyor olabilirdi?
Rüya Bir Düştür
Rüya bir tür düştür, bazı zamanlar güpegündüz dalıp gittiğimiz hayaller de bir tür düştür. Peki ama ilk başta birbirine pek benzemez görünen bu iki hali anlatmak için neden ortak bir sözcük kullanırız? Düş yorumcusu olarak ünleneceğinden bir zamanlar kesinkes emin olan S. Freud’dan öğrenelim.
Freud’a göre uykunun amacı bir tür dinlenme ve rehabilitasyondur: “Bir birey uykuda iken eylemsizliğin ideal halindedir…” Ama zihni meşgul eden, gündüze ait düşünceler geceleri de uykuda zihni meşgul etmeye devam eder. Diğer bir deyişle, uyanıklık yaşamının nesne yükleri zihni meşgul eder ve bu sebeple bu yükler boşaltılmalıdır.
Zihin bu amaçla, uyanıklık durumundakinin tam tersine, düşüncelerden başlayarak duyusal canlılığa doğru işleyiş gerçekleştirir. Bu yolla, uyanıklık zamanının düşünceleri bir şekilde canlandırılır, daha doğru ifadesiyle dramatize edilir ya da eskilerin deyimiyle temsil edilir. Her şey bir tiyatro sahnesindeki gibi tüm canlılığıyla yaşanır. Uyanıklık zamanında duyudan başlayarak duyuya doğru hareket eder: her şeyden önce bu sebep dolayısıyla düş görme psikotik bir süreçtir. Dahası, düş süreci, psikonevrozlarda ortaya çıkan patolojik mekanizmalara çok büyük oranda benzer.
“Düş uykunun bekçisidir, rahatsız edici değil.” —Sigmund Freud
Freud; bir açıdan düşler, uykunun bölünmeden sürdürülmesine hizmet eder. Bu amaç doğrultusunda da, ruhsal enerji yükü yüksek nesnelerden daha önemsiz sayılabilecek, konuyla daha az doğrudan ilgili nesnelere doğru nesnelere çeker. Düşlerde karşılaştığımız sembolizm bu amaca hizmet eder, örneğin çok büyük korkular yaşayarak uykudan uyanmamız için, korkumuzun konusu olan şeyler kılık değiştirmiş hallerde girebilir. Lakin bu kılık değiştirme biraz daha karmaşık sağılabilecek bir dizi işlemle gerçekleşir.
Düş işlemi, aslında bilinçdışının aklanında daha gündüzden başlar. Sonuçta biz. sonraki sabah uyandığımızda düş gördüğümüze inanırız; lakin bu kanaat, bilincin kendine sunduğu bir şahitlikten ibarettir. Esasen bu işlemin bir bölümü önceki gündüzden başlayarak gerçekleşmiştir. Öte yandan, düşlerde her şeyden önce, uyanıklık durumunda da karşılaştığımız direnç olgusuyla karşılaşırız. Uyanıklık yaşamımızda bilincimize girmesine direndiğimiz bir arzu konusu, uyku esnasında da zihnimizi meşgul ederken direnç olgusuyla karşılaşır. Bu sebeple düşlerimiz, daha en baştan başlayarak sansürlenmiştir. Bu sansür dışarıdan, başkaları tarafından uygulanmış bir sansür değildir; tam tersine, içeriden yapılan bir oto-sansürdür. Bu yüzden de düşe konu olmuş bir temanın merkezinde olan arzu meselesi çarpıtılarak işlenecektir.
İkinci olarak düşte, aynı ya da benzer duyguları ortaya çıkarabilecek şeyler, bir araya toplanarak daha yoğunluklu tek bir şey oluşturma eğilimindedir. Düşün oluşumunda etkin olan bu ileme Freud, yoğunlaştırma adını verir.
“Çünkü düş görenin, düşünün ne anlama geldiğini bilmesinin oldukça olanaklı, hatta çok olası olduğu konusunda size güvence veriyorum: yalnızca bildiğini bilmiyordur ve bu nedenle bilmediğini sanıyordur.” —Sigmund Freud
Psikanalizin kurucusu, düşte yaşadığımız duyguların gerçek olduğunu söyler. Düşler, düşlerin içeriği ve düş düşünceleri psikanalizin en önemli malzemelerini oluşturur. Ve psikanalist, en sonu, düş göreni, kendi gördüğü düşü anlamasının mümkün olduğuna ikna edebilir:
“Demek ki düş görenin düşü hakkında bir şeyler bilmesi çok olasıdır; tek sorun onun bilgisini keşfetmesini ve bunu bize iletmesini nasıl olası kılacağımızdır.” —Sigmund Freud
Psikanalizin Eleştirisi
Psikanaliz, ortaya çıktığı tarihlerden itibaren sıklıkla eleştirilere maruz kalmıştır. Bu eleştirilerin kaynakları ve gerekçeleri çeşitlilik gösterir. Her şeyden önce, psikanalitik yorumun, vardığı sonuçları haklılandırmak/doğrulamak üzere işleyen yapısı, yöntem ile ilgili eleştirilerin odağı olmuştur. Bu açıdan, kimi uzmanlara göre psikanaliz, yöntemi gereği bilimsel olmaktan uzaktır. Yine bir diğer itiraza göre, psikanalizin bulgularını elde ettiği kaynaklar dar ve belirli bir çevreden gelen insan bireylerinin incelenmesi sonucu elde edildiği için, insan çeşitliliğini kapsamaktan ve insanın zihinsel yapısını açıklayabilmekten uzak sayılmalıdır.
Psikanalizin Amacı Nedir?
Psikanaliz, insan varlığını hem canlılık hem de insan topluluklarının tarihsel pratikleri açısından incelemeyi deneyen, oldukça özgün bir girişim olarak gelişmiştir. Belirli konularda spekülasyona açık kimi tezler içerse de, psikanalizin iddialarının karmaşıklığı, konunun karmaşıklığından ileri gelmektedir. Sigmund Freud buna rağmen bilimsel temellerden uzaklaşmama gibi bir kaygı gütmeyi daha en baştan başlayarak önemsemiş ve buna uygun davranmaya çalışmıştır.
Psikanalizin neden edebiyatla daha doğrusu kültür bilimleriyle ısrarla ilgilendiğini sormamız gerekir. Sigmund Freud her şeyden önce, bilimlerin, sanatların ve felsefenin doğaya ve insana dair hakikati anlama yolunda birlik içerisinde çalışılabileceğine inanlardan biriydi.
Psikanalizin kurucusu ve bilinçdışının kâşifi Sigmund Freud insanlık tarihinin gördüğü en etkili entelektüellerden biridir. Bir hekim olarak başlayan kariyeri din ritüel mit masal düş ve sanat gibi alanlara uzanır. Onun eseri olan psikanaliz birbirinden alabildiğine farklı görünen bu alanları birbirine bağlayan bir kuramdır.
Freud Kendi Çocukluk Anıları
Sigmund Freud’un kendi çocukluk anıları ve düşleri psikanalizin ilk malzemeleriydi. Bu yüzden psikanalizi anlamanın yolu onun zor ve sancılı yaşamını incelemekten geçer. Bu kitap sizi Freud’u yeni ve şaşırtıcı yönleriyle görmeye ve psikanalizi en yalın haliyle anlamaya davet ediyor.
Sigmund Freud bir taraftan insanın zihin yapısını açıklamayı diğer taraftan insan uygarlıklarını masum ve gizemli gösteren büyüyü dağıtmayı dener. İnsan zihninin kendisi hakkında yanılabildiğini bize öğreten psikanalizin ortaya çıkışından beri artık herkes biraz hasta her bakış açısı biraz şüphelidir en başta da uygarlıklar.
Sigmund Freud: İnsan Zihninin Tekinsiz Kaşifi, Psikoterapisteler Serisi okumayanlara tavsiye, okuyanlara bilgiyi hatırlatma amaçlı. Sigmund Freud: İnsan Zihninin Tekinsiz Kaşifi – Düş Uykunun Bekçisidir (Psikoterapistler Serisi), sadece bir biyografi değil; aynı zamanda modern insanın içsel çatışmalarına ışık tutan bir aynadır. Günümüzdeki önemi, hem bireysel farkındalık hem de kültürel çözümleme açısından oldukça derin.
Eserin Günümüz İçin Önemi Nedir?
- Bilinçdışının Güncel Yüzü: Freud’un bilinçdışı kavramı, bugün hâlâ terapi, sanat ve medya analizlerinde temel bir araç. Kitap, bu kavramı Freud’un yaşamı üzerinden sadeleştirerek, okuyucunun kendi gölgeleriyle yüzleşmesini kolaylaştırıyor.
- Tekinsizlik Kavramının Güncel Kullanımı: Freud’un “tekinsiz” olarak tanımladığı bastırılmış olanın geri dönüşü, günümüz korku sinemasından dijital kimlik krizlerine kadar birçok alanda karşımıza çıkıyor. Kitap, bu kavramı hem teorik hem duygusal düzeyde erişilebilir kılıyor.
- Mit, Masal ve Ritüel Üzerinden İnsanlık Analizi: Freud’un din, mitoloji ve sanatla kurduğu bağ, günümüzün kolektif bilinç haritalarını anlamak için hâlâ geçerli. Kitap, bu bağlantıları sade bir dille sunarak, okuyucunun kültürel kodları çözmesini sağlıyor.
- Kendi Hikâyeni Anlama Cesareti: Freud’un çocukluk anıları ve düşleri, psikanalizin ilk malzemesiydi. Kitap, bu kişisel malzemeyi okuyucuya bir davet olarak sunuyor: “Senin hikâyen de bir kuram olabilir.”
- Eleştirel Bakışla Uygarlıkların Yeniden Okunması: Freud’a göre uygarlıklar da bastırır, inkâr eder ve hastalanır. Bu kitap, modern toplumun nevrozlarını anlamak için bir düşünsel pusula sunuyor
Sigmund Freud: Rüyaların Bekçisi, Bilinçdışının Kaşifi
Sigismund Schlomo Freud, 6 Mayıs 1856’da Moravya’nın Freiberg kasabasında dünyaya geldi. Yahudi bir ailenin çocuğu olarak doğduğunda, Avrupa’nın düşünsel haritası henüz bilinçdışıyla tanışmamıştı. Freud, bu haritaya görünmeyeni çizmek için geldi.
Bilimle Başlayan Yolculuk: Viyana Üniversitesi’nde tıp eğitimi aldı, ama kalbi nörolojiden çok insanın içsel labirentlerine aitti. Jean-Martin Charcot ile Paris’te hipnoz üzerine çalıştı; bu deneyim, onun zihinsel hastalıkları sadece beyinle değil, ruhla da anlamaya yönelmesini sağladı.
Psikanalizin Doğuşu: Freud’un en büyük keşfi, insan davranışlarının çoğunun bilinçdışı tarafından yönlendirildiğiydi. Serbest çağrışım, rüya analizi ve aktarım gibi yöntemlerle, zihnin bastırılmış alanlarını görünür kıldı. Rüyaların Yorumu (1900) adlı eseri, psikanalizin kutsal metni olarak kabul edilir.
Cinsellik ve Çocukluk: Freud, dönemin tabularını yıkarak çocukluk deneyimlerinin yetişkin psikolojisini şekillendirdiğini savundu. Oidipus kompleksi, libido, id-ego-süperego gibi kavramlarla insanın içsel çatışmalarını evrensel bir dile dönüştürdü.
Sürgün ve Son Yıllar: Nazi tehdidi nedeniyle 1938’de Londra’ya göç etti. Çene kanseriyle mücadele ettiği yıllarda bile yazmayı sürdürdü. 1939’da hayata veda ettiğinde, ardında sadece bir kuram değil, bir çağ bırakmıştı.
Yazarlar sizi okumaya çalışıyorum davet ediyor.
Sevgiyle okuyunuz…



Yorum bırakın