“…bütün bilgiler deneyle başlar, ancak bu bütün bilgilerin kaynağı deneydir anlamına gelmez…”
—Immanuel Kant
Merhaba,
İzmir, 19 Şubat sabah saati her yer karanlık ve hava çok soğuk… Uzun saçlarımı düzeltip, gri yün beremi çekiyorum kulaklarıma, gri yün eldivenin içinde ellerimi ovuşturuyorum ısınmak için… Birkaç dakika sonra gelen araca binip yol terapisine başlıyorum. Görsel ve Yersel Işınlar! okuduğum eserinde Wilton Kullmann‘un sorularından biri geliyor aklıma: “Bedenimizi, evimizi, işyerimizi çevreleyen her an bizimle birlikte olan; bize bu kadar yakın olan ama bir o kadar da uzak ve bilmediğimiz göksel ve yersel ışınlar, dünya üzerinde yaşayan canlıları nasıl etkilemektedir?“
Yol boyunca düşündüğüm sorunun cevabını gün aydınlanmaya başlarken buluyorum. 9 Eylül Hastanesi Poliklinik bölümünün bahçesinde gökyüzüne bakarken şu sözler dökülüyor ağzımdan. “Göksel radyasyon” gerçekte Tanrı’nın bize armağanıdır; biz sadece bu nimetten nasıl yararlanacağımızı öğrenmek zorundayız. Hastane kapısından geçmeden önce maviden son bir nefes alıyorum. Maskem takılı, ayaklarım oldukça rahat koridorda yürüyorum. Radyoloji bölümünde birkaç kayıt işleminden sonra sırada yerimi alıyorum.
Kemik sağlığı, her yaştan insanın önem vermesi gereken bir konudur. Güçlü kemiklere sahip olmak, sadece hareket kabiliyetini korumakla kalmaz, aynı zamanda genel yaşam kalitesini de doğrudan etkiler. İşte bu noktada devreye kemik ölçümü veya tıbbi adıyla “kemik dansitometri” girer. Kemik dansitometri ile kemik yoğunluğu ölçülür. Sonuca göre kemiklerdeki mineral kaybı ve osteoporoz riski belirlenir. Özellikle osteoporoz gibi hastalıkların erken tanısında büyük rol oynayan bu ölçüm, sağlıklı kemiklere sahip olmanın bir nevi güvencesidir.
“Kemik ölçümü nasıl yapılır?” sorusu oldukça merak edilir. Kemik ölçümü, genellikle DEXA adı verilen bir cihazla yapılır. Bu cihaz, kemiklerdeki mineral yoğunluğunu ölçmek için iki düşük doz X-ray ışını kullanır. İşlem sırasında hasta, özel bir masaya uzanır ve hareketsiz kalması istenir. Cihaz, genellikle omurga, kalça veya ön kol gibi kemiklerin yoğunluğunu ölçer çünkü bu bölgeler kırılmaya daha yatkındır. İşlem yaklaşık 10-20 dakika sürer. Hastanın cihazdan aldığı radyasyon dozu ise oldukça düşüktür.
Saat 11.00’i gösterdiğinde çekim için makineye uzanıyorum. “Doktorunuz çekim sonucunu birkaç dakika sonra ekranda görebilecek” diyen sesle toparlanma vaktinin geldiğini anlayıp, uzandığım yerden kalkıyorum. Hastaneden çıktığımda maskemi çıkarıp, çöp kutusuna atıyorum. Yol boyunca ağaçları selamlayarak nefes alıp, veriyorum. Yürüme Meditasyonun ardından kendimi yengemin kapısında buluyorum.
Akşam saatlerinde Tıbbi Onkologuma mesaj atarak kemik yoğunluğu sonuçlarını iletiyorum. Mesaja şu sözlerle cevap veriyor: “Kemikleri kuvvetlendirmeliyiz…”
20 Şubat, Perşembe sabahı 06.00’da kalkıp hastaneye gitmek için tramvaya biniyorum. Pencereden hayat tiyatrosunu izlerken şunları düşünüyorum: Tiyatro kişinin kendini bulmasını, duygu ve düşüncelerinin farkına varmasını ve en önemlisi kendi karanlık yönlerini idrak etmesini sağlar. Tiyatro gözlemleyen bilincin gelişmesi açısından uygun bir ortam oluşturur. Kişi farklı karakterleri oynarken bir tarafı da oynadığı karakterlerle ilgili ne hissettiği konusunda sürekli kendini gözlemler. Böylelikle bu deneyim hayatta içine girebileceği rollerle ilgili kendisine bir fikir verir. Tabi herkes bir sanat dalında usta olamaz….
Tramvaydan inip araca binmek için yürüyorum. Her yer karanlık… Ay tüm güzelliğiyle yolumu aydınlatırken gökyüzüne gülümsüyorum. Yol terapisi ve nihayet hastane kapısındayım. İlk defa insanların yoğun olmadığı bir saate denk geliyorum. Sekreterlikte giriş işlemleri yapıldıktan sonra Meme MR çekimi için koltukta yerimi alıyorum. MR makinesinin biri arızalı olduğu için tek makine çalışıyordu. Yatan hastalar bir bir içeri alınırken, biraz siyaset biraz ekonomi sohbeti başlıyor. Adım ekranda yazınca çağrıya karşılık verip yerimi alıyorum. Üzerimi değiştirip önlüğü giyiyorum. Sol elimden damar yolu açılıyor. Görevli arkadaşla beraber MR makinesinin yanına gidiyorum. Çekim için aparatları yerleştiriyor. Başım MR cihazının dışında olacak şekilde MR cihazına yüzüstü uzanıyorum. Meme MR incelemesi sırasında damardan ilaç (kontrast madde) kullanılması gereklidir. Kullanılan kontrast maddeye karşı alerjik reaksiyonlar çok nadirdir.
“Meme MR’ı Hangi Hastalıklarda Çekilir?” Meme kanseri sebebiyle ameliyat olmuş hastalarda ameliyat bölgesinde yeniden meydana gelebilecek kanserli dokuyu ayırt etmek için yapılabilir. Meme implantlarında implantın durumunu değerlendirmek amacıyla kullanılabilmektedir. Görevli, kapıyı kapamadan önce “Çekim yarım saat sürecek” diyor. Başlıyor 3 dakikalar, 4 dakikalar, 10 dakikalar. Sırtımı bir sıcaklık kaplıyor, nefes alış verişler derinleşiyor ve hareketsiz çekim süreci devam ediyor. “Dayan!” diyorum Yasemin, sırada onca insan var. Yanlış bir duruş, çekimi tekrar edecek. Zaman yok!!!” O anda bir erkek sesi “Kalkabilirsiniz” diyor…
Kalkmadan önce önlüğü düzeltiyorum. Sıcak basmış, terlemiştim. Kalabalığın içinden geçip elimdeki anahtarla kabini açıp üzerimi değiştiriyorum. Önlüğü kirli sepetine koyup bölüm kapısından çıkıyorum. Şimdi rotamı belirleyip koridordan geçip, merdivenleri çıkıyorum. Tıbbi Onkoloji Polikliniği sekreterliğinden randevu alıp salonda bulunan diğer hastalar gibi bekleyişe geçiyorum. Ve nihayet Hocamın yanındayım…
“Yasemin, Ne yapıyoruz?” diye soruyor. Hocamın, sol elim dikkatini çekiyor. Akşam yazdığı mesajı hatırlatıyorum: “Kemikleri kuvvetlendirmeliyiz!” Bilgisayardan kafasını kaldırıp, “Nereye girdin?” diye soruyor. “Hocam, Radyasyon Onkoloji’sinin istediği tetkiklerden. Meme MR görüntülemesiyle İmplantların arkasını görmek istiyorlar” diyorum. Hocam, “Haklılar görmeleri gerekiyor.” dedikten sonra bir süre sessizlik oluyor.
Diğer Onkoloji Hastaları odaya girdiğinde sessizlik bozulmuş, süreçleriyle ilgili bilgi vermeye başlamışlardı. Bir sonraki hasta genç kadın annesiyle içeri girip, dosyasını uzatıyor. Hocam, evrakları inceledikten sonra genç kadına, “Yaşadığın ilde tedavi yapacak olan doktora bir rapor yazıyorum. Dosyana ekleyeceğim. Biraz beklemen gerekli”diyor. Genç kadın ve annesi odadan çıktığında sessizlik devam ediyor.
Oturduğum sandalyede birkaç dakikalık gözlem geçmişe götürüyor. Kanser hastalığım tekrarladığında İstanbul’da ziyaret ettiğim Onkologum, tedavi süreci için bana da rapor hazırlamıştı. İzmir’de tavsiye edilen en iyi Onkologlardan biri olan Aziz Hocamı arayıp bulmuş randevu almıştım. Geçmişteki derslerden öğrendiklerimden, Hocamın sesiyle şu ana dönüyorum. “Bunu bekliyorduk…” diyor. Yuvarlak içine aldığı “Günübirlik” yazısını göstererek “ O. (sıfırıncı) kattan randevu al, yanıma gel”diyor.
Arayıştan sonra koridorda levha yazısı olmayan “Günübirlik” kapısını buluyorum. Emine Hanım karşılıyor. Yüzümde bir gülümsemeyle “tevafuk olmalı” diyorum. Emine Hanım, “Yarın 21 Şubat Cuma saat 13.00’de burada olun, Tıbbi Onkoloji Sekreterliğine giriş yaptırdıktan sonra.” Ve ekliyor “ Yarın gelirken ilacınız yanınızda olsun…”
Osteoporoz doğal olarak yaşla birlikte ortaya çıkar, ancak kanser de bu durumu tetikleyebilir. Kanser, kemikleri inceltebilir, kanser hücrelerini öldürmek için yapılan tedavi de aynı etkiyi gösterebilir… Kemik yoğunluğunun düzenli izlenmesi, yüksek risk grubundaki hastalarda, kırıkların önlenmesine ve genel sağlık durumunun iyileştirilmesine katkıda bulunur.
21 Şubat Cuma sabah saatleri ilaç ve evrak işlerini tamamladıktan sonra “Günübirlik” bölümünde yerimi alıyorum. Adım seslenilince 3 numaralı koltukta yerimi alıyorum. Yazarlık bir damar bulma meselesidir… Ve oradan akıtırsınız her şeyi. Sağlık görevlisi de benzer işi yapar. Damar bulur… Bir de damarlarınıza sanat eseri gibi davranıyorsa yaşanılan an hediye edilmiş gibi gelir. Ronidro, damar içine uygulanan berrak, renksiz bir çözeltidir. Bifosfonatlar adı verilen bir ilaç grubuna aittir. Ayrıca, meme, prostat ve akciğer kanserlerine bağlı gelişen hiperkalsemi ve multipl myelomaya bağlı metastatik osteolitik lezyonların tedavisinde de kullanılırlar. Ronidro uzun süre işe yaradığı için yeni bir dozuna 1 yıldan daha önce gereksiniminiz olmayacaktır. Ronidro, kemik yapılanma sürecini normale döndürüp normal kemik oluşumunu sağlayarak kemiğin eski gücüne yeniden kavuşmasını sağlar. Sol kolumdan damar yoluyla süzülen ilacın ağzımda yarattığı buruk tatla gözlerimi kapıyorum. 25 dakika sonra ilaç bittiğinde ayağa kalkmadan önce sağlık görevlisine soruyorum: “Tüm bu insanlar neden kan (trombosit) alıyor?” Sağlık görevlisi, “Doğuştan Talasemi hastası” diyor. Evrenin yoralarını (mesajlarını) şamanlar böyle der okuduktan sonra herkese teşekkür ederek “Günübirlik” kapısından çıkıp 0. kat koridorundan geçip merdivenleri inip hastane bahçesine açılan kapıdan geçip, yaşama karışıyorum.
Deneyim bizim en iyi öğretmenimizdir… Bu süreç hayatınızın kontrolünü elinize almanız için gerekli araçlar sunar. Bu süreç performansınızı artırmanıza, yeni şeyler öğrenmenize ve amaçlarınıza ulaşmanıza yardımcı olur…
Ve nihayet limandayım… Neyse ki bir pusula bize güvenli biçimde rehberlik etmek için var. Ve bu rehber, bizim açık düşünme gücümüzdür.
Kendimi yenilediğim “şifa” bulduğum “mabet”im odam. Uzandığım yatakta yaşadığım üç günü düşünürken ilacın yan etkileri kendini gösteriyor.
Seneca, “Önemli olan neye katlandığımız değil nasıl katlandığımızdır. Herhangi bir sıkıntı bizi sarsabilir, ancak gerçek karakterimizin ölçüsü, nasıl tepki verdiğimizdir.” der. Toksik olan her ne varsa her evrede kusarak atıyorum. Saatlerce süren ve dinmeyen bu döngüde sadece “iyi olabilmek” için nelerle mücadele ediyoruz. Maruz kaldığımız radyasyon ve ilacın vücutta bıraktığı etkileri göksel ışınlara dönüştürebilmek için çalışmak gerekiyor. Birkaç gün sürecek yan etkilere (ateş, kemik ve eklem ağrısı) kendimi hazırlamak için sabahın sessizliğinde içime çekilirken, her aşamada yanımda olan Tanrı’ya ve Babam’ın- Annem’in güzel enerjisine teşekkür ediyorum…
Yaşadığım dersler bana şunu öğretti: “Gelişim odaklı birinin rakibi, gelişim sağlayan, bir ölçü sunan kişidir; yani kişinin kendisidir…”
Seneca’nın yazdığı gibi, isteyen herkes mükemmel bir zihin geliştirebilir. “Felsefe kimseyi dışlamaz veya seçmez. Işığı herkes için patlar.
28 Şubat Cuma, yazınsal iletişim ve kitapların iyileştirici gücüyle bugün kendimi daha iyi hissediyorum. Şu yazıyı okuduğum günü hatırlıyorum: “Ünlü Felsefeci Emanuel Kant’ın doktora tezinin kapağında, en tepede besmele olduğu ortaya çıktı” ya da “Immanuel Kant’ın doktora diploması. Diplomanın üst tarafında Arapça olarak “Bismillahirrahmanirrahim” yazıyor“.
İmmanuel Kant’ın İslam’a yaklaşımı ve genel olarak felsefi düşünceleri hakkında daha fazla bilgi edinmek ve araştırmak gerekiyordu. Yine tetkiklerimin ardından ziyaret ettiğim Penguen Kitabevi’nde Immanuel Kant‘ın “Pratik Usun Eleştirisi” adlı esriyle karşılaşmıştım. Şimdiye kadar hakkında çok şey okuduğum filozofu kendinden hiç dinlememiştim. Kant’ın başlıca özelliği, ele aldığı sorunu bütün boyutlarıyla, karşıtlıklarıyla, çelişkileriyle inceleyip, kendince en tutarlı sonuca varmak, bunda da en büyük görevi eleştiriye yüklemektir. Bu eleştiri bir kavram oyunculuğu değil, bilimsel bir yöntem niteliğindedir. Bu nedenle onu, ancak dizgeli düşünen bir kimse anlayabilir, sergilediği sorunların önemini, düşünce tarihi içinde gündeme getirilen çözümlerini bilen, onların gelişim çizgisini eksiksiz tanıyan bir kimse önemseyebilir.
Kant’ın yapıtları incelendiğinde, onun gökbilim, matematik, fizik, coğrafya gibi değişik alanlarla ilgilendiği, tarihi insan düşüncesinin gelişimi açısından açıklamaya çalıştığı, bilgiyi felsefenin odak sorunu durumuna getirdiği görülür. Kant’ın yapıtlarında temel ölçü us, odak sorun bilgi olmasına karşın oldukça geniş bir ilgi alanı vardır. Bu alanın içeriğini oluşturan insan, özgürlük, nedensellik, varlıkbilim, tinbilim, ahlak, estetik, evren, ödev, mantık, metafizik, tanrı, güzel, iyi, yüce, doğruluk, gerçeklik, ölümsüzlük bg. sorunlardır. Bu sorunlara aranan çözümün temel ilkesi de ustur.
Kant felsefesinde, kendisinin de “Hume beni dogmatik uykularımdan uyandırdı” dediği İngiliz bilgesiyle Montaigne, Hutcheson, J.-J. Rousseau, Shatesbury gibi kendinden önce gelen düşünürlerin etkileri vardır, bunu yeri geldiğince söyler. Ancak bu etkilenme, onlara düşünmeden bağlanma, onların izini sürme anlamına gelmez.
Kant için odak sorun bilgidir, onun kaynağıdır. Ancak o, bu soruna us ilkelerine dayalı bir yöntem sorunuyla yaklaşır. Burada biri duyularla sağlanan, biri önsel olarak anlıkta bulunan iki bilgi türü arasındaki temel bağlantının önemi vurgulanır, onun sınırları, kaynağı araştırılır. Bu araştırmada, Kant için duyarlık (Sinnlichkeit), anlık (Verstand), us (Vernunft) gibi üç temel yeti öncü durumdadır. Bu bağlantının temeli, bu iki
bilgi türü arasındaki ilişkiyi oluşturan, duyularla ilgisi olmayan salt öğelerdir. İşte Kant’ın felsefesindeki yeniliğin odağını kuran bu salt öğelerin deney-öncesi oluşu, önsel (a priori) bir nitelik taşıyışıdır. Bu öğeler deneyden gelmemiştir, üstelik deneyle ilgili bilgilerin de temel koşullarıdır. Deneyle sağlanan bilgi bu koşullarla biçimlenir, daha açıkçası duyularla gelen izlenimler bu koşullar altında biçimlenerek bilgi özelliği kazanır. Bu önsel temel öğeler de uzay ile zamandır. Bunlar olmadan, bir duyu varlığının bilgisinin varlığı söz konusu değildir. Ancak uzay ile zaman da birer kavram değil, birer görüdür. Kant’a göre deney kavramın içeriğini oluşturur, bu nedenle “görüsüz kavram boş”tur. Matematik uzayla, kuramsal mekanik zamanla ilgilidir. Nitekim bu iki bilimin kesinliği de uzay ile zaman gibi önsel ilkelere dayanma sonucudur.
Kant’a göre metafizik sorunlarında, kesin çözüme ulaşma, genel onayı alacak bir sonuca vama olanağı yoktun İnsan usunun çözemediği, ancak yapısı gereği bırakamadığı birtakım sorunlar vardır. Ancak atamadığı, çözemediği bu sorunlar karşısında eli kolu bağlı kalmasına da gerek yoktur. Bunların alanı gerçekötesi (metafizik) konuların toplandığı ortamdır. Bunlar da tin, evren, tanrı gibi konulardır. Kant, metafiziğin bu üç temel sorununa açıklık getirileceği kanısında değildir. O, duyulur evrende karşılığı olmayan, yalnız düşünülen, gerçekötesi alanda kalan bu kavrama “ide” adını verir. Bunlar, bilginin kapsamına alınsa bile çözüme erdirilemez. Kant, yapıtının Aşkın Eytişim (Transzendentale Dialektik) bölümünde bu konuyu inceden inceye araştırır, bu konuda insam yanıltan varsayımları, yargıları, kuramları sergiler. Ona göre salt us kavramı olan ideyi anlamaya yönelen bütün çabalar, onlarla sağlanacak bilgi, bir “boş görünüş” olmaktan öte bir anlam taşımaz. Oysa bu konuyu işleyen düşünme yetisi, deney alanının dışına çıkınca, birtakım çatışkılarla karşılaşır. Kant bunlara, bu çözümsüz sorunlara “antinomi” adını verir. Çatışkı sorunun kaynağı evreni açıklama girişimidir. Bu girişim, insanı ister istemez birtakım çıkmazlara sürükler, gerçekle bağlantısı olmayan sözde çıkarımlarla yüz yüze getirir. Kant, bu konuyu dile getirirken şöyle söyler: “İnsan usunun, kendi bilgi türü içinde şaşılası bir yazgısı vardır, o çözemeyeceği birtakım sorularla yüklüdür, buna karşın onlardan kurtulamaz çünkü bunlar onun yapısı gereğidir.” Evren idesinden kaynaklanan bu çatışkılar nicelik, nitelik, bağlantı, kiplik başlıkları altında toplanır. Bu dört çatışkıdan ilki evrenin başlangıcı, sonu, uzayda bir sınırı olup olmadığıdır. İkinci çatışkı özdeğin yapısıyla ilgilidir. Özdeğin sonsuza bölünüp bölünemeyeceği sorununu içerir. Bu konuda kesin bir sonuca varılamaz. Çünkü özdeği oluşturan öğelerin sonsuza değin bölünmesi de, bölünememesi de eş ölçüde tartışılabilir. Üçüncüsü özgürlük sorunudur. Özgürlük sorunu birbirini izleyen nedenler dizisi düşünüldüğünde ortaya çıkarak nedenden bağımsız bir varlığın bulunup bulunmadığı sorusunu gündeme getirir. Bu sorunun da açık seçik bir karşılığı yoktur. Dördüncü çatışkı nedensellik ya da tanrı sorunuyla ortaya çıkar. Bunda evrenin nedeni olabilecek bir varlığın olup olmadığı tartışılır, kesin sonuca ulaşma olanağının bulunmadığı sonucuna varılır.
Kant’a göre bu çatışkıların tek kaynağı vardır, o da düşüncenin deneyin üstüne çıkmasıdır. Çünkü görüsüz kavramın boşluğu böyle bir sorunun çözümünü de olanaksız kılar.
Kant felsefesinde varlık alanı görünen (phainomenon), görünmeyen (noumenon) olmak üzere ikiye ayrılır, dahası iki türlü varlık alanı bulunmaktadır. Görünen varlık alanı bilinebilen, görünmeyen varlık alanı ise bilinemeyen, yalnızca var olduğu düşünülebilen bir ortamdır. İnsan da bu alandan kurulu bir varlıktır. Bir yanıyla görülür, bilinir, öteki yanıyla da görünmez, bilinmez, yalnızca var olduğu düşünülebilir. Bu niteliği yüzünden de, öteki dirilere oranla “insan eksik bir varlıktır (maengelwesen)”. Çünkü doğa, öteki dirilere verdiğinin hepsini insana vermemiştir, onu daha az yaşam olanaklarıyla donatmıştır. İnsanın bu eksikliğini gideren yetisi de usudur.
Bu görünmeyen varlık alanı kendi başına var olan (Ding an Sichuan) diye nitelenir. Bu alan yalnızca tasarlanabildiğinden bilginin sınırı durumundadır. İnsanın taşıdığı istenç özgürlüğü bu alanla ortaya çıkmaktadır. Bu özgürlük ise duyarlığın etkisinden, egemenliğinden kurtulmuş, insanın özüne, temel yapısına dayalı bir gereklilikten kaynaklanır. Bu özgürlüğün karşıtı evrenin yapısıyla bağlantılı olan, bu nedenler dizisini kendiliğinden başlayan güçtür. Ancak istenç özgürlüğü ahlakla sıkı bir bağlantı içimdedir. İşte yalnız insanda bulunan bu ahlak yükümlülüğünün kaynağı bu özgürlüktür.
Kant felsefesinin temelini oluşturan iki varlık alanından biri ahlak sorunlarının toplandığı ortamdır. Bu varlıklı alanlarından biri insanı kuşatan, bütünlüğünü her yanda sürdüren doğadır. İkinci alan ise özgür davranışların oluşturduğu varlık ortamıdır. Bu ikinci alanın bütününü kapsayan da ahlaktır. Ahlak alanında, iki ayrı yöntem uygulanır. Biri deney verilerinden yola çıkarak çözümlemeye dayanıp genel yargılara varma, öteki de us kavramlarıyla deney alanına girerek görünen varlıklara ulaşmadır.
Ahlak sorunlarının açıklanışında önsel olandan yola çıkılır. Bilgide olduğu gibi, ahlak konusunda da, önsel olanın bulunması, bu önsel olanın içerdiği öğelerin gündeme getirilmesi gereklidir. Ahlakın tümel geçerlik taşıyan bir bilim olmasını sağlayan bu önsel öğelerdir. Çünkü ahlakın içgüdülerle, doğal eğilimlerle bağlantısı söz konusu değildir. Ahlak kaynağı us olan bir yasaya, kesin buyruğa (kategorisches İmperativ) dayanır, bu buyruk da yapısı gereği önseldir. Bu buyruğun özünü kuran ise tek salt değer -olan “iyi istenç“tir. Öte yandan bu “iyi istenç”, yalnız insanı ilgilendiren bir ödevdir; ödev ise “usun sesi”dir, en yüksek değeri içeren bir öğedir. Bu duyuda sevgi, acıma bg. duygusal eğilimlerin izi, etkisi bulunamaz. İşte ahlak yasasına tümel geçerlik sağlayan da bu duygusal eğilimlerden arınmışlığıdır. Kant, ahlak öğesinin değerini vurgularken, “genel bir yasa olmasını isteyebileceğin bir ilkeye göre davran” diye dile getirilen görüşünü ileri sürer. Gene bu konuda, “bütün insanlığı kendinde ve başkalarında bir araç değil, bir erek olarak görecek gibi davran” diyerek ahlakın temel yapısını açıklığa kavuşturur. Bir tümel yasa olarak gündeme getirilen ahlakın yanında özerklik ve özgürlük diye vurgulanan iki ilke daha vardır. Ahlakın içerdiği ilkeler, tarih, devlet, hukuk gibi alanlarda da geçerlidir.
Pratik Usun Eleştirisi, okumayanlara tavsiye, okuyanlara bilgiyi hatırlatma amaçlı. Avrupa düşüncesini yüz elli yılı aşkın bir süredir derinlemesine etkileyen, birçok felsefe öğretisinin doğmasına yol açan bir bilgeyi anlamak da, anlatmak da kolay değildir. Kant, Avrupa felsefesinde bir doruktur. Bu doruğa çıkmak için niceleri yarı yolda kalmış, niceleri de felsefe sorunlarını açıklığa kavuşturayım derken içinden çıkılmaz bir karışıklığa yuvarlanmıştır. Kant’ın başlıca özelliği, ele aldığı sorunu bütün boyutlarıyla, karşıtlarıyla, çelişkileriyle inceleyip kendince en tutarlı sonuca varmak, bunda da en büyük görevi eleştiriye yüklemektir. Salt Usun Eleştirisi, Pratik Usun Eleştirisi ve Yargıgücünün Eleştirisi, Kant’ın üç gelişim aşamasını gösteren temel eserleridir. Kimi felsefe tarihçileri, Kant’ın bu çalışmalarında ele aldığı sorunlara dayanarak, onun düşüncelerindeki gelişimi eleştiri öncesi – eleştiri sonrası diye ikiye ayırır. Oysa Kant için odak sorun bilgidir.
Immanuel Kant (22 Nisan 1724 – 12 Şubat 1804), Prusya kökenli Alman filozof. Alman felsefesinin kurucu isimlerinden biri olmuş, Aydınlanma Çağı ve felsefe tarihinin kendisinden sonraki dönemini belirgin olarak etkilemiştir. Bugün Rusya topraklarında bulunan Königsberg’de doğan Kant’ın epistemoloji, metafizik, etik ve estetik alanlarındaki kapsamlı ve sistematik çalışmaları, onu modern Batı felsefesinin en etkili isimlerinden biri hâline getirmiştir.
Yazarlar sizi okumaya çalışıyorum davet ediyor.
Sevgiyle okuyunuz…



Yorum bırakın